ÇOK HADİS RİVAYET EDEN YEDİ SAHA Bİ
EBÜ SA İD İ HUDRİ RAN HAYATI
Babasının şehâdetiyle evin bütün yükü Hz. Ebû Said’in omuzlarına yüklendi. Evin geçimini sağlıyacak kimse olmadığı için, ailesi bir hayli sıkıntıya düştü. Annesi ile çok sabırlı olduklarından dertlerini sıkıntılarını kimseye söylemezlerdi. Aç kaldıkları zaman karınlarına taş bağlayarak, açlıklarını gidermeye çalışırlardı. Bir gün annesi dayanamamış: “Evlâdım, Resûlullah efendimiz (s.a.v.) kendisine başvuranları hiç geri çevirmiyor, onlara yiyecek birşey bulup veriyor. Sen de git, belki hakkımızda hayırlı olur” diyerek Ebû Said’i, Resûlullaha gönderdi.” O’nu, Eshâbına nasihat verirken buldu. Oturup dinlemeğe başladı. Bir ara Resûlullah efendimiz (s.a.v.), “Kim Allahü teâlâdan başka her şeyden yüz çevirir ve her şeyi Allahü teâlâdan beklerse, Allahü teâlâ onu ganî eyler, zengin kılar. Sabırdan üstün bir rızık yoktur. Eğer sabra râzı değilseniz, isteyiniz vereyim” buyurdu. Bu mübârek sözleri işiten Hz. Ebû Said-i Hudrî, Peygamber efendimizden bir şey isteyemedi. Eve gelip durumu annesine olduğu gibi anlattı. Ebû Said-i Hudrî’nin (r.a.) bu hareketinden sonra işleri yolunda gitti. Medine’nin en zenginlerinden oldular.
Hz. Ebû Said-i Hudrî de emir gereğince silahlarını alarak evine gitti. Hanımı kapıda duruyordu. Kıskançlık gayretiyle, hanımının içeride durması gerekirken niçin dışarıda beklediğini sorunca hanımı: “Niçin bana kızıyorsun? içeriye gir de gör.” dedi. Eve girdiklerinde yatağın üzerinde kocaman siyah bir yılan yatıyor gördüler, Hz. Ebû Said-i Hudrî mızrağını çekip yılana batırdı. Sonra yılanı yataktan kaldırınca, yatak üzerinde yılanın yerinde bir gencin yatmakta olduğu görüldü. Mızrağın ucundaki yılanı bahçeye çıkarıp astılar. Yılan titreyerek öldü. îçerde yataktaki genç de can çekişerek öldü. Yılanın mı, yoksa o gencin mi önce öldüğünü tesbit edemediler. Hz. Ebû Said-i Hudrî hemen gelip, Peygamber efendimize hâdiseyi bildirdi ve “Yâ Resûlallah, onun dirilmesi için Allahü teâlâya yalvarır mısınız?” dedi. Peygamber efendimiz de: “O Medine’deki müslüman olan cinnilerdendir. Onlardan bir şey görürseniz, onlara oradan gitmesi için üç gün müsâde ediniz. Bundan sonra, size tekrar görünecek olursa, onu öldürünüz. Çûnki, o, şeytandır.” buyurdu.
Hendek gazasında müşrikler çok şiddetli saldırıyorlardı. Hz. Ebû Said-i Hudrî bir ara Peygamberimize yaklaşarak “Yâ Resûlallah, yüreğimiz ağzımıza gelmiş bulunuyor, okuyacağımız bir duâ var mıdır?” dedi. Peygamberimiz (s.a.v.), “Evet! Var. Ey Allah’ım, açık ve korkulu yerlerimizi kapa, bizi, bütün korktuklarımızdan emin eyle, diyerek duâ ediniz.” buyurdular. Hepimiz duâ ettik, yalvardık. Çok geçmeden şiddetli bir fırtına esdi, düşman karargâhını alt üst ederek düşman hezimete uğradı, dağılıp gitti.
9 (m. 630) senesinde Alkame bin Muhrez’in (r.a.) emri altında küçük bir sefere çıktılar. Bu seferi Hz. Ebû Said-i Hudrî şöyle anlattı: “Resûlullah (s.a.v.) Alkame’yi bir sefere göndermişti. Ben de seferde bulundum. Hedefe yaklaştığımız sırada, kumandanımız askeri ikiye ayırdı. Bir kısmını Abdullah bin Huzafe’ye (r.a.) verdi. Ben de onunla birlikte idim. Abdullah bin Huzafe (r.a.) Bedir gazasına katılmış kahramanlardan olup, çok şakacı bir kimseydi. Yolda bir yerde, dinlenme molası verildi. Ateş yakıldı. Kimimiz ateşle ısınıyor, kimimiz de ateşte bazı işlerimizi görüyorduk. Bir ara Hz. Abdullah askerlere dedi ki: “Sizler bana itaat etmekle vazifelisiniz, öyle değil mi?” Onlar da: “Evet” dediler. Hz. Abdullah: “Öyleyse her dediğimi yapmalısınız,” deyince, onlar da: “Elbette yaparız” dediler. Hz. Abdullah: “Şimdi size emrediyorum. Hepiniz bu yanan ateşe giriniz” dedi. Bunun üzerine, askerlerin çoğu hemen yerlerinden kalkıp ateşe atılmaya hazırlandılar. Hz. Abdullah, yerlerinden kalkan bu askerlerin emre itaatteki gayretlerini görüp çok sevindi ve buyurdu ki: “Durunuz! Ben sizin itaatinizi denemek için böyle söyledim,” dedi. Bu seferden dönüşte, bu ateş hadîsesini Peygamber efendimize anlattık. Buyurdular ki: “Size bir günahı emredene itaat etmeyiniz.” Hz. Ebû Said-i Hudrî, 30 kişilik bir seriyye kumandanlığına getirildi. Bu seriyye Medine’den hareket etti. Yolda müslüman olmayan bir Bedevî grubuna rastladılar ve onlara misafir olmak istedilerse de kabul etmediler. Müslümanlar orada istirahat ederlerken bu Bedevîlerin reislerini bir akrep soktu. Oradakiler reislerini kurtarmak için bir çok çarelere baş vurdularsa da şifa hasıl olmadı. Bedevîlerden bazıları: “Şu karşıda istirahat eden kafileye gidip, akrep sokmasına karşı yapılacak tedaviyi soralım. Belki bilen vardır” dediler. Birkaç kimse Eshâb-ı kirâma (r.anhüm) gelip: “Ey insanlar! Reisimizi biraz önce akrep soktu. Bildiğimiz çarelere başvurduk, fakat şifa hasıl olmadı, içinizde bu işi bilen var mı?” dediler. Ebû Said-i Hudrî (r.a.); “Evet ben bu işi halledebilirim. Fakat önce siz bizim talebimizi red ettiniz, bizi misafir kabul etmediniz. Buna karşılık olarak sizden bir sürü koyun alırız” dedi. Reisin yanına vardılar. Ebû Said-i Hudrî (r.a.), reisin yarasına yedi defa Fatiha sûresini okudu. Okuma biter bitmez, reis hemen ayağa kalkıp ileri-geri yürümeğe başladı. Artık üzerinde hiçbir hastalık eseri kalmadı. Bedevîler, Eshâb-ı kirâma (r.anhüm) anlaştıkları sürüyü verdiler. Sonra da bu sürüyü aramızda paylaşalım diyen Eshâba (r.anhüm), Hz. Ebû Said-i Hudrî: “Hayır! Peygamber efendimize bu hadîseyi anlatırız, koyunları da kendilerine arz ederiz. Nasıl emir buyururlarsa öyle hareket ederiz” dedi. Sefer dönüşünde, bu hadîseyi anlattılar. Peygamberimiz (s.a.v.): “Fatihanın bu kadar tesirli bir duâ olduğunu sana kim öğretti?” buyurarak taltif ettiler. Sonra iyi hareket ettiklerini açıkladılar.
Peygamber efendimizin âhirete irtihâlinden sonra Ebû Said-i Hudrî (r.a.), Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman’ın halifelikleri zamanlarında Medine’de fetva ile meşgul oldu. 36 (m. 656) senesi Hz. Ali’nin zamanında her türlü fitneden uzak olmaya çalıştıysa da bozuk fırkalardan Haricîlerle yapılan Nehrevan harbine katıldı. Bu savaştan sonra Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) ile beraber olduğu günlerdeki bir hadîseyi hatırladı. Bir gün, Peygamberimiz (s.a.v.) Eshâbına (r.a.) bir şeyler taksim ediyorlardı. Bir adam gelip: “Yâ Resûlallah! Adalet üzere hareket et” dedi. Peygamber efendimiz de: “Ben adalet etmezsem, kim eder?” buyurdu. Bu hadîse esnasında Hz. Ömer de orada idi. Bu adama çok kızdı ve Resûlullaha (s.a.v.) dönerek “Yâ Resûlallah! Müsâde buyurursanız, şu adamın kellesini uçurayım” dedi. Resûl-i ekrem (s.a.v.) ona dönerek “Hayır, bırak. Onun bir takım arkadaşları olacak ki, onlar sizin namazlarınızı, oruçlarınızı beğenmiyecek. Fakat onlar, bir ok, yayından nasıl çıkarsa, dinden öyle çıkacaklardır. Bunların içinde öyle bir adam bulunacak ki, memelerinden biri kadın memesi gibidir. Bunlar, insanlar fetret devrinde iken zuhur edeceklerdir (meydana çıkacaklardır).” buyurdukları sırada, “İnsanlar içinde öyleleri vardır ki, sen zekâtı dağıtırken seni kaşla gözle muaheze ederler” âyet-i kerîmesi nâzil oldu. Hz. Ebû Said-i Hudrî, “Ben, Peygamberimizin işaret buyurduğu bu adamı, Hz. Ali’nin (r.a.) öldürdüğünü gördüm. Bu adam aynen Peygamberimizin tarif ettiği gibiydi.” buyurdu.
KAYNAKLAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder