22 Aralık 2014 Pazartesi

ÜMMÜ SÜLEYM RAN HAYATI

Ümmü Süleym radıyallahu anhâ Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin süt halası... Meşhur sahâbî Enes’in annesi... Mehri İslâm olan, evliliği iman kurtaran bir iman eri.. Kocası Ebû Talhâ’nın oruçlu iken üzülmemesi için iftarını bitirinceye kadar çocuğunun öldüğünü gizleyen, sabır ve metanet sâhibi kadere teslim olmuş cennetlik bir hanım sahâbî...
O Medine’lidir. Hazrec kabilesinin Neccar oğullarındandır. Babası, Milhan İbni Hâlid’dir. Annesi, Melike binti Mâlik’tir. Asıl adı konusunda bir kaç rivâyet vardır. Rumeysa en meşhurudur. Diğer rivyetlerde geçen isimleri de; Sehle, Rumeyle, Gumeysâ olarak nakledilmektedir.
O, Ümmü Süleym künyesiyle meşhur olmuştur. Sevgili Peygamberimiz uğrunda şehid düşen meşhur sahâbî Haram İbni Milhan (r.a.) onun erkek kardeşidir. Kıbrıs’ın fethinde şehid olan Ümmü Haram radıyallahu anhâ da kızkardeşidir. Ümmü Süleym’in doğum tarihi ve vefatı kesin olarak bilinmemektedir.
Ümmü Süleym müslüman olmadan önce ilk evliliğini kendi kabilesinden Mâlik İbni Nadr ile yapmıştı. Enes İbni Mâlik bu evlilikten olmuştur. Enes’in dünyaya gelmeden önce Mekke’de İslâm güneşi doğmuştu. Hıra’dan parlayan nur Medine’nin ufuklarını aydınlatmaya başlamıştı.
Ümmü Süleym aklı başında, muhakemesi yerinde bir hanımdı. Medine’den İslâm’ın nurûna ilk koşanlar arasında yer aldı. Rasûllullah (s.a.) efendimize ilk bey’at edenlerden oldu. İslâm’la şereflendi. Kocası Mâlik ise müşrik olarak geride kaldı. İlâhi ışığa koşamadı. Putları bırakamadı. Hanımının müslüman olduğundan da haberdar olamadı.
Ümmü Süleym (r.anhâ) kocasının İslâmiyeti kabul etmiyeceğini, kendisine de müdahalede bulunacağını biliyordu. Buna rağmen o Allah yolunda her türlü tepkiye ve sıkıntıya katlanmayı göze almıştı. Onun tek arzusu, o sırada henüz çocuk yaşta bulunan Enes’i müslüman olarak yetiştirmekti. Sık sık ona kelime-i şehâdeti söyletirdi.
Birgün yine yavrucuğu Enes’e kelime-i şehadeti öğretirken kocası Mâlik eve geldi. Hanımının çocuğuna öğrettiklerini görünce çok kızdı ve hiddetle: “Ne o, sende mi dinini değiştirdin.” diye çıkıştı. Ümmü Süleym sâkin,  yumuşak ve vakur bir tavırla: “Hayır, sâdece Muhammed (s.a.)’in Peygamber olduğuna iman ettim.” dedi.
Kocası Mâlik hanımından böyle bir cevap alacağını hiç tahmin etmemişti. Sessiz ve sâkin olarak tanıdığı hanımının bu cesâreti nereden aldığını bir türlü anlayamamıştı. Çok kızmıştı. Öfkeli bir şekilde: “Oğlumun ahlâkını ve inancını bozmaya çalışma.” diyerek sert bir dille onu tehdit etti. Ümmü Süleym (r.anhâ) kocasına yumuşak bir dille: “Ben onun inancını bozmuyorum. Bilâkis düzeltmeye çalışıyorum.” dedi.
Gözünü, gönlünü cehâlet karanlığı bürüyen Mâlik inad etti. Öfkesini hakîkat adına yutamadı. Hanımına küserek evini terk etti. Şam tarafına doğru çekip gitti. Kaderin garip bir tecellisidir ki, yolculuğu sırasında kendisini takip eden bir düşmanı tarafından öldürüldü. Ümmü Süleym dul, yavrusu Enes de küçük yaşta babadan yetim kaldı.
Bu hadise ilk bakışta bir felâket gibi görüldüyse de Ümmü Süleym (r.anhâ) ve yavrucuğu Enes için bir rahmet olmuştu. Çünkü Mâlik bir İslâm düşmanıydı. Anne ve oğulun İslâm pınarından kana kana içmelerine mânî olacağı şüphesizdi. Yüceler yücesi olan Allah Teâlâ onlara merhamet etti. Hz. Enes’i ve annesini müşrik babadan kurtardı.
Ümmü Süleym (r.anhâ) kadere teslim olmuş sabırlı bir hanımdı. Allah’tan gelen her şeyde bir hayır olduğuna inanırdı. Sabır ve mefanetle hayatına devam ediyordu. Tekrar evlenmeyi şimdilik düşünmüyordu. Zira biricik oğlu Enes’i üvey baba baskısı altında ezilmiş görmek istemiyordu. Onu yetiştirmek hususunda karşılaşacağı bütün sıkıntıları peşinen kabul ederek, Enes büyüyünceye kadar evlenmemeğe karar verdi. Kendi kendine: “Oğlum Enes büyüyüp bana müsaade etmedikçe evlenmeyeceğim” diye söz verdi.
O fakir ve yoksulluk içerisinde sıkıntılı bir hayat sürdü. Kimseden birşey istemedi. Allah Teâlâ’nın, “Her zorlukla berâber bir kolaylık vardır.” (inşirâh sûresi: 6) müjdesine güvendi. Onun mutlaka birgün gerçekleşeceğine inandı. O’na tevekkül ederek Enes’in büyümesini bekledi. Gün geçtikçe gelişen, Enes’i hicretten sonra Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimizin hizmetine verdi. Peygamberimizin hânesinde, dizinin dibinde büyümesini istedi. Küçük Enes bir filiz gibi ilim, edeb deryasında yetişti. İki cihan güneşi efendimizden öğrendiği, duyduğu güzellikleri nakletmeye başladı. Artık meclislerde söz sahibi olacak duruma geldi.
Ümmü Süleym (r.anhâ) sözünü yerine getirmenin mutluluğu içinde hayatını devam ettiriyordu. Evlilik konusunda da kendisine teklifler geliyordu. Medine’li Ebû Talha ilk isteyenlerdendi. Zengin, hatırı sayılır bir kimse idi. Fakat henüz İslâm’la buluşamamıştı. Birkaç defa evlilik teklifinde bulundu. Bir sefer Ümmü Süleym’in yanına geldi ve: “Artık Enes büyüdü. Meclislerde söz sahibi oldu” dedi. Ona ilk dul kaldığı sıradaki sözünü hatırlatmak istedi.
Ümmü Süleym (r.anhâ) zeki bir hanımdı. Ebû Talha’nın ne demek istediğini anladı. Onun kendisiyle evlenmekte ısrarlı olduğunu görünce nâzik bir ifade ile ona: “Aslında senin gibisi reddolunmaz. Fakat sen müşriksin. Seninle evlenirsem bana tâbî olarak iman eder misin? Yoksa küfrünü gizleyerek mi yaşarsın? Zira ben müslümanım Allah’a ve Resûlü’ne iman ettim” dedi.
Ebû Talha şöyle bir kendini dinledi. Gönlünün sesine kulak verdi ve sıcaklık duymaktaydı. Gönlünü bir ışık aydınlatmaktaydı. Zâten İslâm Medine’de yayılmağa başlamıştı. Kendisine de bir kaç defa müsüman olması için teklifte bulunulmuştu. Birden evet diyemedi. Fakat düşünceli bir vaziyette: “Ben de zaman zaman bu fikirler üzerinde kafa yormaktayım.” dedi.  Bu sözlerden cesaret alan Ümmü Süleym (r.anhâ) onun aklına ve gönlüne hitap edercesine:
“Hem Yâ Ebâ Talha tapmakta bulunduğun putun ya bir taş yahut bir ağaç parçasıdır. Taş veya ağaç parçası sana ne fayda sağlayabilir? Sana gelecek zarara engel olabilir mi?” Bir marangozun senin için yonttuğu ağaç parçasından ne beklersin?” diyerek gönlündeki sevgi taşlarını yerinden oynatmaya çalıştı.
Ümmü Süleym (r.anhâ)’nın bu yürekten, samimi sözleri düşünen insanın reddedemeyeceği hakîkatlerdi. Onun bu sağlam inancı Ebû Talhâ’nın kalbinde derin izler  bırakmıştı. Karşısında söyleyecek bir şey bulamadı ve: “Bana biraz mühlet ver de düşüneyim” diyerek oradan ayrıldı.
Ümmü Süleym (r.anhâ) bir insana iman hakîkatlerini benimsetmenin zorluğunu biliyordu. Fakat azim ve gayretle hak yolda sebat ederek bunun üstesinden geleceğine inanıyordu. Onun müslüman olması için her türlü imkân ve fırsatı değerlendirmek istiyordu. Evliliği de onun şirk bataklığından kurtulmasına vesile  bildi.
Ebû Talha tekrar geldi ve teklifini yeniledi. İstediği kadar para vereceğini söyledi. Ancak Ümmü Süleym (r.anhâ) ne kadar zengin olursa olsun müşrik birisiyle evlenmek istemiyordu. Müslüman olmadıkça teklifini kabul etmemekte ısrarlıydı. Onun tek bir gayesi vardı. Ebû Talha’nın imanını kurtarmak. Bunun için devamlı onun gönlünü yumuşatacak davranışlar sergiledi. Gücünün üstünde fedâkârlıklar yaparak Ebû Talha’ya:
“Ey Ebû Talha! Ben senden para pul istemiyorum. Sâdece senin müslüman olmanı istiyorum. Sen ilâh diye taptığın putu ateşe tutacak olsan, onun yanıp kül olacağını bilmez misin? Sen böyle yok olup giden bir şeyin karşısında eğilmekten utanmıyor musun? Eğer Allah’tan başka ilâh bulunmadığına ve Muhammed’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna  şehadet edersen, ben bunu evlilikte mehir olarak kabul edeceğim. Senden ayrıca bir mehir, karşılık, bedel de istemeyeceğim.” dedi.
Ümmü Süleym (r.anhâ) bu tatlı sözleri ve teklifiyle Ebû Talhâ’nın gönlünü fethetti. Zihnindeki putperestliğe dair fikirleri, düşünceleri teker teker yıkmış oldu. Ebû Talha’nın kalbinde iman nuru parlamaya başladı. Artık İslâm’dan kaçışın bir manası olmadığını anladı. Kendi taptıklarının yok olup giden şeyler olduğunu kabul etti. Akıllı insanın böyle gülünç, anlamsız kendisine faydası zararı olmayan, güçsüz kuvvetsiz putlara inanmaması gerektiği kararına vardı. Gönül huzuru içerisinde Ümmü Süleym (r.anhâ)’ya: “Bana yaptığın teklifi kabul ettim. Allah’tan başka ilâh bulunmadığına ve Muhammed’in Allah’ın rasûlü olduğuna şehâdet ederim.” diyerek İslâm’la şereflendi.
Ne azim!.. Ne irâde!.. Ne ihlâs!.. Ne sabır!.. Ne samîmiyet!.. Müslüman hanımlara ne güzel örnek!.. Neticesi ne güzel davranışlar!... Bir insanın imanını kurtarmak ne büyük seâdet!.. Mutluluk ve seâdet için fedâkarlık ve hizmet gerek!... İnancını paylaşan hayat arkadaşı gerek!.. Zenginliğe, şöhrete, güzelliğe takılmamak gerek!.. İslâm, iman potasında erimek gerek!..
Ümmü Süleym (r.anhâ)’nın hâlis niyyeti ve sabrı böyle güzel netice verdi. Büyük sahâbîler arasına katılan, Uhud’da sevgili Peygamberimizi korumak için kendi vûcudunu oklara siper eden peygamber âşığını İslâm safına kazandı. Sözünde durdu ve İslâm’la şereflenen Ebû Talha (r.a.) ile evlendi. Oğlu Enes’e: “Kalk ey Enes! Ebû Talha’yı benimle evlendirmek için gereğini yap!” dedi. Ebu Talha (r.a.)’ın İslâm’a girişi mehir kabul edilerek nikâhları kıyıldı.
Her iki tarafta mesûd ve bahtiyardı. Ümmü Süleym (r.anhâ) Ebû Talhâ’nın imanını kurtardığı için, Ebu Talhâ (r.a.) da iman fedâisi bir hayat arkadaşına sâhip olduğu için çok sevinçliydi. Birlikte, neşe ve sürûr dolu, bereketli bir ömür geçirdiler.
Cenâb-ı Hak şefaatlerine nâil eylesin. Amin.
Gelecek sayı: Güzel ahlâkından örnekler... Sabrı , şecaati, cömertliği v.s.Hazreti Enes (r.a.)’ın annesi
ÜMMÜ SÜLEYM
Radıyallahu anhâ
Ümmü Süleym radıyallahu anhâ Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin süt halası... Meşhur sahâbî Enes’in annesi... Mehri İslâm olan, evliliği iman kurtaran bir iman eri.. Kocası Ebû Talhâ’nın oruçlu iken üzülmemesi için iftarını bitirinceye kadar çocuğunun öldüğünü gizleyen, sabır ve metanet sâhibi kadere teslim olmuş cennetlik bir hanım sahâbî...
O Medine’lidir. Hazrec kabilesinin Neccar oğullarındandır. Babası, Milhan İbni Hâlid’dir. Annesi, Melike binti Mâlik’tir. Asıl adı konusunda bir kaç rivâyet vardır. Rumeysa en meşhurudur. Diğer rivyetlerde geçen isimleri de; Sehle, Rumeyle, Gumeysâ olarak nakledilmektedir.
O, Ümmü Süleym künyesiyle meşhur olmuştur. Sevgili Peygamberimiz uğrunda şehid düşen meşhur sahâbî Haram İbni Milhan (r.a.) onun erkek kardeşidir. Kıbrıs’ın fethinde şehid olan Ümmü Haram radıyallahu anhâ da kızkardeşidir. Ümmü Süleym’in doğum tarihi ve vefatı kesin olarak bilinmemektedir.
Ümmü Süleym müslüman olmadan önce ilk evliliğini kendi kabilesinden Mâlik İbni Nadr ile yapmıştı. Enes İbni Mâlik bu evlilikten olmuştur. Enes’in dünyaya gelmeden önce Mekke’de İslâm güneşi doğmuştu. Hıra’dan parlayan nur Medine’nin ufuklarını aydınlatmaya başlamıştı.
Ümmü Süleym aklı başında, muhakemesi yerinde bir hanımdı. Medine’den İslâm’ın nurûna ilk koşanlar arasında yer aldı. Rasûllullah (s.a.) efendimize ilk bey’at edenlerden oldu. İslâm’la şereflendi. Kocası Mâlik ise müşrik olarak geride kaldı. İlâhi ışığa koşamadı. Putları bırakamadı. Hanımının müslüman olduğundan da haberdar olamadı.
Ümmü Süleym (r.anhâ) kocasının İslâmiyeti kabul etmiyeceğini, kendisine de müdahalede bulunacağını biliyordu. Buna rağmen o Allah yolunda her türlü tepkiye ve sıkıntıya katlanmayı göze almıştı. Onun tek arzusu, o sırada henüz çocuk yaşta bulunan Enes’i müslüman olarak yetiştirmekti. Sık sık ona kelime-i şehâdeti söyletirdi.
Birgün yine yavrucuğu Enes’e kelime-i şehadeti öğretirken kocası Mâlik eve geldi. Hanımının çocuğuna öğrettiklerini görünce çok kızdı ve hiddetle: “Ne o, sende mi dinini değiştirdin.” diye çıkıştı. Ümmü Süleym sâkin,  yumuşak ve vakur bir tavırla: “Hayır, sâdece Muhammed (s.a.)’in Peygamber olduğuna iman ettim.” dedi.
Kocası Mâlik hanımından böyle bir cevap alacağını hiç tahmin etmemişti. Sessiz ve sâkin olarak tanıdığı hanımının bu cesâreti nereden aldığını bir türlü anlayamamıştı. Çok kızmıştı. Öfkeli bir şekilde: “Oğlumun ahlâkını ve inancını bozmaya çalışma.” diyerek sert bir dille onu tehdit etti. Ümmü Süleym (r.anhâ) kocasına yumuşak bir dille: “Ben onun inancını bozmuyorum. Bilâkis düzeltmeye çalışıyorum.” dedi.
Gözünü, gönlünü cehâlet karanlığı bürüyen Mâlik inad etti. Öfkesini hakîkat adına yutamadı. Hanımına küserek evini terk etti. Şam tarafına doğru çekip gitti. Kaderin garip bir tecellisidir ki, yolculuğu sırasında kendisini takip eden bir düşmanı tarafından öldürüldü. Ümmü Süleym dul, yavrusu Enes de küçük yaşta babadan yetim kaldı.
Bu hadise ilk bakışta bir felâket gibi görüldüyse de Ümmü Süleym (r.anhâ) ve yavrucuğu Enes için bir rahmet olmuştu. Çünkü Mâlik bir İslâm düşmanıydı. Anne ve oğulun İslâm pınarından kana kana içmelerine mânî olacağı şüphesizdi. Yüceler yücesi olan Allah Teâlâ onlara merhamet etti. Hz. Enes’i ve annesini müşrik babadan kurtardı.
Ümmü Süleym (r.anhâ) kadere teslim olmuş sabırlı bir hanımdı. Allah’tan gelen her şeyde bir hayır olduğuna inanırdı. Sabır ve mefanetle hayatına devam ediyordu. Tekrar evlenmeyi şimdilik düşünmüyordu. Zira biricik oğlu Enes’i üvey baba baskısı altında ezilmiş görmek istemiyordu. Onu yetiştirmek hususunda karşılaşacağı bütün sıkıntıları peşinen kabul ederek, Enes büyüyünceye kadar evlenmemeğe karar verdi. Kendi kendine: “Oğlum Enes büyüyüp bana müsaade etmedikçe evlenmeyeceğim” diye söz verdi.
O fakir ve yoksulluk içerisinde sıkıntılı bir hayat sürdü. Kimseden birşey istemedi. Allah Teâlâ’nın, “Her zorlukla berâber bir kolaylık vardır.” (inşirâh sûresi: 6) müjdesine güvendi. Onun mutlaka birgün gerçekleşeceğine inandı. O’na tevekkül ederek Enes’in büyümesini bekledi. Gün geçtikçe gelişen, Enes’i hicretten sonra Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimizin hizmetine verdi. Peygamberimizin hânesinde, dizinin dibinde büyümesini istedi. Küçük Enes bir filiz gibi ilim, edeb deryasında yetişti. İki cihan güneşi efendimizden öğrendiği, duyduğu güzellikleri nakletmeye başladı. Artık meclislerde söz sahibi olacak duruma geldi.
Ümmü Süleym (r.anhâ) sözünü yerine getirmenin mutluluğu içinde hayatını devam ettiriyordu. Evlilik konusunda da kendisine teklifler geliyordu. Medine’li Ebû Talha ilk isteyenlerdendi. Zengin, hatırı sayılır bir kimse idi. Fakat henüz İslâm’la buluşamamıştı. Birkaç defa evlilik teklifinde bulundu. Bir sefer Ümmü Süleym’in yanına geldi ve: “Artık Enes büyüdü. Meclislerde söz sahibi oldu” dedi. Ona ilk dul kaldığı sıradaki sözünü hatırlatmak istedi.
Ümmü Süleym (r.anhâ) zeki bir hanımdı. Ebû Talha’nın ne demek istediğini anladı. Onun kendisiyle evlenmekte ısrarlı olduğunu görünce nâzik bir ifade ile ona: “Aslında senin gibisi reddolunmaz. Fakat sen müşriksin. Seninle evlenirsem bana tâbî olarak iman eder misin? Yoksa küfrünü gizleyerek mi yaşarsın? Zira ben müslümanım Allah’a ve Resûlü’ne iman ettim” dedi.
Ebû Talha şöyle bir kendini dinledi. Gönlünün sesine kulak verdi ve sıcaklık duymaktaydı. Gönlünü bir ışık aydınlatmaktaydı. Zâten İslâm Medine’de yayılmağa başlamıştı. Kendisine de bir kaç defa müsüman olması için teklifte bulunulmuştu. Birden evet diyemedi. Fakat düşünceli bir vaziyette: “Ben de zaman zaman bu fikirler üzerinde kafa yormaktayım.” dedi.  Bu sözlerden cesaret alan Ümmü Süleym (r.anhâ) onun aklına ve gönlüne hitap edercesine:
“Hem Yâ Ebâ Talha tapmakta bulunduğun putun ya bir taş yahut bir ağaç parçasıdır. Taş veya ağaç parçası sana ne fayda sağlayabilir? Sana gelecek zarara engel olabilir mi?” Bir marangozun senin için yonttuğu ağaç parçasından ne beklersin?” diyerek gönlündeki sevgi taşlarını yerinden oynatmaya çalıştı.
Ümmü Süleym (r.anhâ)’nın bu yürekten, samimi sözleri düşünen insanın reddedemeyeceği hakîkatlerdi. Onun bu sağlam inancı Ebû Talhâ’nın kalbinde derin izler  bırakmıştı. Karşısında söyleyecek bir şey bulamadı ve: “Bana biraz mühlet ver de düşüneyim” diyerek oradan ayrıldı.
Ümmü Süleym (r.anhâ) bir insana iman hakîkatlerini benimsetmenin zorluğunu biliyordu. Fakat azim ve gayretle hak yolda sebat ederek bunun üstesinden geleceğine inanıyordu. Onun müslüman olması için her türlü imkân ve fırsatı değerlendirmek istiyordu. Evliliği de onun şirk bataklığından kurtulmasına vesile  bildi.
Ebû Talha tekrar geldi ve teklifini yeniledi. İstediği kadar para vereceğini söyledi. Ancak Ümmü Süleym (r.anhâ) ne kadar zengin olursa olsun müşrik birisiyle evlenmek istemiyordu. Müslüman olmadıkça teklifini kabul etmemekte ısrarlıydı. Onun tek bir gayesi vardı. Ebû Talha’nın imanını kurtarmak. Bunun için devamlı onun gönlünü yumuşatacak davranışlar sergiledi. Gücünün üstünde fedâkârlıklar yaparak Ebû Talha’ya:
“Ey Ebû Talha! Ben senden para pul istemiyorum. Sâdece senin müslüman olmanı istiyorum. Sen ilâh diye taptığın putu ateşe tutacak olsan, onun yanıp kül olacağını bilmez misin? Sen böyle yok olup giden bir şeyin karşısında eğilmekten utanmıyor musun? Eğer Allah’tan başka ilâh bulunmadığına ve Muhammed’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna  şehadet edersen, ben bunu evlilikte mehir olarak kabul edeceğim. Senden ayrıca bir mehir, karşılık, bedel de istemeyeceğim.” dedi.
Ümmü Süleym (r.anhâ) bu tatlı sözleri ve teklifiyle Ebû Talhâ’nın gönlünü fethetti. Zihnindeki putperestliğe dair fikirleri, düşünceleri teker teker yıkmış oldu. Ebû Talha’nın kalbinde iman nuru parlamaya başladı. Artık İslâm’dan kaçışın bir manası olmadığını anladı. Kendi taptıklarının yok olup giden şeyler olduğunu kabul etti. Akıllı insanın böyle gülünç, anlamsız kendisine faydası zararı olmayan, güçsüz kuvvetsiz putlara inanmaması gerektiği kararına vardı. Gönül huzuru içerisinde Ümmü Süleym (r.anhâ)’ya: “Bana yaptığın teklifi kabul ettim. Allah’tan başka ilâh bulunmadığına ve Muhammed’in Allah’ın rasûlü olduğuna şehâdet ederim.” diyerek İslâm’la şereflendi.
Ne azim!.. Ne irâde!.. Ne ihlâs!.. Ne sabır!.. Ne samîmiyet!.. Müslüman hanımlara ne güzel örnek!.. Neticesi ne güzel davranışlar!... Bir insanın imanını kurtarmak ne büyük seâdet!.. Mutluluk ve seâdet için fedâkarlık ve hizmet gerek!... İnancını paylaşan hayat arkadaşı gerek!.. Zenginliğe, şöhrete, güzelliğe takılmamak gerek!.. İslâm, iman potasında erimek gerek!..
Ümmü Süleym (r.anhâ)’nın hâlis niyyeti ve sabrı böyle güzel netice verdi. Büyük sahâbîler arasına katılan, Uhud’da sevgili Peygamberimizi korumak için kendi vûcudunu oklara siper eden peygamber âşığını İslâm safına kazandı. Sözünde durdu ve İslâm’la şereflenen Ebû Talha (r.a.) ile evlendi. Oğlu Enes’e: “Kalk ey Enes! Ebû Talha’yı benimle evlendirmek için gereğini yap!” dedi. Ebu Talha (r.a.)’ın İslâm’a girişi mehir kabul edilerek nikâhları kıyıldı.
Her iki tarafta mesûd ve bahtiyardı. Ümmü Süleym (r.anhâ) Ebû Talhâ’nın imanını kurtardığı için, Ebu Talhâ (r.a.) da iman fedâisi bir hayat arkadaşına sâhip olduğu için çok sevinçliydi. Birlikte, neşe ve sürûr dolu, bereketli bir ömür geçirdiler.
Cenâb-ı Hak şefaatlerine nâil eylesin. Amin.
Gelecek sayı: Güzel ahlâkından örnekler... Sabrı , şecaati, cömertliği v.s.Hazreti Enes (r.a.)’ın annesi
ÜMMÜ SÜLEYM
Radıyallahu anhâ
Ümmü Süleym radıyallahu anhâ Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin süt halası... Meşhur sahâbî Enes’in annesi... Mehri İslâm olan, evliliği iman kurtaran bir iman eri.. Kocası Ebû Talhâ’nın oruçlu iken üzülmemesi için iftarını bitirinceye kadar çocuğunun öldüğünü gizleyen, sabır ve metanet sâhibi kadere teslim olmuş cennetlik bir hanım sahâbî...
O Medine’lidir. Hazrec kabilesinin Neccar oğullarındandır. Babası, Milhan İbni Hâlid’dir. Annesi, Melike binti Mâlik’tir. Asıl adı konusunda bir kaç rivâyet vardır. Rumeysa en meşhurudur. Diğer rivyetlerde geçen isimleri de; Sehle, Rumeyle, Gumeysâ olarak nakledilmektedir.
O, Ümmü Süleym künyesiyle meşhur olmuştur. Sevgili Peygamberimiz uğrunda şehid düşen meşhur sahâbî Haram İbni Milhan (r.a.) onun erkek kardeşidir. Kıbrıs’ın fethinde şehid olan Ümmü Haram radıyallahu anhâ da kızkardeşidir. Ümmü Süleym’in doğum tarihi ve vefatı kesin olarak bilinmemektedir.
Ümmü Süleym müslüman olmadan önce ilk evliliğini kendi kabilesinden Mâlik İbni Nadr ile yapmıştı. Enes İbni Mâlik bu evlilikten olmuştur. Enes’in dünyaya gelmeden önce Mekke’de İslâm güneşi doğmuştu. Hıra’dan parlayan nur Medine’nin ufuklarını aydınlatmaya başlamıştı.
Ümmü Süleym aklı başında, muhakemesi yerinde bir hanımdı. Medine’den İslâm’ın nurûna ilk koşanlar arasında yer aldı. Rasûllullah (s.a.) efendimize ilk bey’at edenlerden oldu. İslâm’la şereflendi. Kocası Mâlik ise müşrik olarak geride kaldı. İlâhi ışığa koşamadı. Putları bırakamadı. Hanımının müslüman olduğundan da haberdar olamadı.
Ümmü Süleym (r.anhâ) kocasının İslâmiyeti kabul etmiyeceğini, kendisine de müdahalede bulunacağını biliyordu. Buna rağmen o Allah yolunda her türlü tepkiye ve sıkıntıya katlanmayı göze almıştı. Onun tek arzusu, o sırada henüz çocuk yaşta bulunan Enes’i müslüman olarak yetiştirmekti. Sık sık ona kelime-i şehâdeti söyletirdi.
Birgün yine yavrucuğu Enes’e kelime-i şehadeti öğretirken kocası Mâlik eve geldi. Hanımının çocuğuna öğrettiklerini görünce çok kızdı ve hiddetle: “Ne o, sende mi dinini değiştirdin.” diye çıkıştı. Ümmü Süleym sâkin,  yumuşak ve vakur bir tavırla: “Hayır, sâdece Muhammed (s.a.)’in Peygamber olduğuna iman ettim.” dedi.
Kocası Mâlik hanımından böyle bir cevap alacağını hiç tahmin etmemişti. Sessiz ve sâkin olarak tanıdığı hanımının bu cesâreti nereden aldığını bir türlü anlayamamıştı. Çok kızmıştı. Öfkeli bir şekilde: “Oğlumun ahlâkını ve inancını bozmaya çalışma.” diyerek sert bir dille onu tehdit etti. Ümmü Süleym (r.anhâ) kocasına yumuşak bir dille: “Ben onun inancını bozmuyorum. Bilâkis düzeltmeye çalışıyorum.” dedi.
Gözünü, gönlünü cehâlet karanlığı bürüyen Mâlik inad etti. Öfkesini hakîkat adına yutamadı. Hanımına küserek evini terk etti. Şam tarafına doğru çekip gitti. Kaderin garip bir tecellisidir ki, yolculuğu sırasında kendisini takip eden bir düşmanı tarafından öldürüldü. Ümmü Süleym dul, yavrusu Enes de küçük yaşta babadan yetim kaldı.
Bu hadise ilk bakışta bir felâket gibi görüldüyse de Ümmü Süleym (r.anhâ) ve yavrucuğu Enes için bir rahmet olmuştu. Çünkü Mâlik bir İslâm düşmanıydı. Anne ve oğulun İslâm pınarından kana kana içmelerine mânî olacağı şüphesizdi. Yüceler yücesi olan Allah Teâlâ onlara merhamet etti. Hz. Enes’i ve annesini müşrik babadan kurtardı.
Ümmü Süleym (r.anhâ) kadere teslim olmuş sabırlı bir hanımdı. Allah’tan gelen her şeyde bir hayır olduğuna inanırdı. Sabır ve mefanetle hayatına devam ediyordu. Tekrar evlenmeyi şimdilik düşünmüyordu. Zira biricik oğlu Enes’i üvey baba baskısı altında ezilmiş görmek istemiyordu. Onu yetiştirmek hususunda karşılaşacağı bütün sıkıntıları peşinen kabul ederek, Enes büyüyünceye kadar evlenmemeğe karar verdi. Kendi kendine: “Oğlum Enes büyüyüp bana müsaade etmedikçe evlenmeyeceğim” diye söz verdi.
O fakir ve yoksulluk içerisinde sıkıntılı bir hayat sürdü. Kimseden birşey istemedi. Allah Teâlâ’nın, “Her zorlukla berâber bir kolaylık vardır.” (inşirâh sûresi: 6) müjdesine güvendi. Onun mutlaka birgün gerçekleşeceğine inandı. O’na tevekkül ederek Enes’in büyümesini bekledi. Gün geçtikçe gelişen, Enes’i hicretten sonra Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimizin hizmetine verdi. Peygamberimizin hânesinde, dizinin dibinde büyümesini istedi. Küçük Enes bir filiz gibi ilim, edeb deryasında yetişti. İki cihan güneşi efendimizden öğrendiği, duyduğu güzellikleri nakletmeye başladı. Artık meclislerde söz sahibi olacak duruma geldi.
Ümmü Süleym (r.anhâ) sözünü yerine getirmenin mutluluğu içinde hayatını devam ettiriyordu. Evlilik konusunda da kendisine teklifler geliyordu. Medine’li Ebû Talha ilk isteyenlerdendi. Zengin, hatırı sayılır bir kimse idi. Fakat henüz İslâm’la buluşamamıştı. Birkaç defa evlilik teklifinde bulundu. Bir sefer Ümmü Süleym’in yanına geldi ve: “Artık Enes büyüdü. Meclislerde söz sahibi oldu” dedi. Ona ilk dul kaldığı sıradaki sözünü hatırlatmak istedi.
Ümmü Süleym (r.anhâ) zeki bir hanımdı. Ebû Talha’nın ne demek istediğini anladı. Onun kendisiyle evlenmekte ısrarlı olduğunu görünce nâzik bir ifade ile ona: “Aslında senin gibisi reddolunmaz. Fakat sen müşriksin. Seninle evlenirsem bana tâbî olarak iman eder misin? Yoksa küfrünü gizleyerek mi yaşarsın? Zira ben müslümanım Allah’a ve Resûlü’ne iman ettim” dedi.
Ebû Talha şöyle bir kendini dinledi. Gönlünün sesine kulak verdi ve sıcaklık duymaktaydı. Gönlünü bir ışık aydınlatmaktaydı. Zâten İslâm Medine’de yayılmağa başlamıştı. Kendisine de bir kaç defa müsüman olması için teklifte bulunulmuştu. Birden evet diyemedi. Fakat düşünceli bir vaziyette: “Ben de zaman zaman bu fikirler üzerinde kafa yormaktayım.” dedi.  Bu sözlerden cesaret alan Ümmü Süleym (r.anhâ) onun aklına ve gönlüne hitap edercesine:
“Hem Yâ Ebâ Talha tapmakta bulunduğun putun ya bir taş yahut bir ağaç parçasıdır. Taş veya ağaç parçası sana ne fayda sağlayabilir? Sana gelecek zarara engel olabilir mi?” Bir marangozun senin için yonttuğu ağaç parçasından ne beklersin?” diyerek gönlündeki sevgi taşlarını yerinden oynatmaya çalıştı.
Ümmü Süleym (r.anhâ)’nın bu yürekten, samimi sözleri düşünen insanın reddedemeyeceği hakîkatlerdi. Onun bu sağlam inancı Ebû Talhâ’nın kalbinde derin izler  bırakmıştı. Karşısında söyleyecek bir şey bulamadı ve: “Bana biraz mühlet ver de düşüneyim” diyerek oradan ayrıldı.
Ümmü Süleym (r.anhâ) bir insana iman hakîkatlerini benimsetmenin zorluğunu biliyordu. Fakat azim ve gayretle hak yolda sebat ederek bunun üstesinden geleceğine inanıyordu. Onun müslüman olması için her türlü imkân ve fırsatı değerlendirmek istiyordu. Evliliği de onun şirk bataklığından kurtulmasına vesile  bildi.
Ebû Talha tekrar geldi ve teklifini yeniledi. İstediği kadar para vereceğini söyledi. Ancak Ümmü Süleym (r.anhâ) ne kadar zengin olursa olsun müşrik birisiyle evlenmek istemiyordu. Müslüman olmadıkça teklifini kabul etmemekte ısrarlıydı. Onun tek bir gayesi vardı. Ebû Talha’nın imanını kurtarmak. Bunun için devamlı onun gönlünü yumuşatacak davranışlar sergiledi. Gücünün üstünde fedâkârlıklar yaparak Ebû Talha’ya:
“Ey Ebû Talha! Ben senden para pul istemiyorum. Sâdece senin müslüman olmanı istiyorum. Sen ilâh diye taptığın putu ateşe tutacak olsan, onun yanıp kül olacağını bilmez misin? Sen böyle yok olup giden bir şeyin karşısında eğilmekten utanmıyor musun? Eğer Allah’tan başka ilâh bulunmadığına ve Muhammed’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna  şehadet edersen, ben bunu evlilikte mehir olarak kabul edeceğim. Senden ayrıca bir mehir, karşılık, bedel de istemeyeceğim.” dedi.
Ümmü Süleym (r.anhâ) bu tatlı sözleri ve teklifiyle Ebû Talhâ’nın gönlünü fethetti. Zihnindeki putperestliğe dair fikirleri, düşünceleri teker teker yıkmış oldu. Ebû Talha’nın kalbinde iman nuru parlamaya başladı. Artık İslâm’dan kaçışın bir manası olmadığını anladı. Kendi taptıklarının yok olup giden şeyler olduğunu kabul etti. Akıllı insanın böyle gülünç, anlamsız kendisine faydası zararı olmayan, güçsüz kuvvetsiz putlara inanmaması gerektiği kararına vardı. Gönül huzuru içerisinde Ümmü Süleym (r.anhâ)’ya: “Bana yaptığın teklifi kabul ettim. Allah’tan başka ilâh bulunmadığına ve Muhammed’in Allah’ın rasûlü olduğuna şehâdet ederim.” diyerek İslâm’la şereflendi.
Ne azim!.. Ne irâde!.. Ne ihlâs!.. Ne sabır!.. Ne samîmiyet!.. Müslüman hanımlara ne güzel örnek!.. Neticesi ne güzel davranışlar!... Bir insanın imanını kurtarmak ne büyük seâdet!.. Mutluluk ve seâdet için fedâkarlık ve hizmet gerek!... İnancını paylaşan hayat arkadaşı gerek!.. Zenginliğe, şöhrete, güzelliğe takılmamak gerek!.. İslâm, iman potasında erimek gerek!..
Ümmü Süleym (r.anhâ)’nın hâlis niyyeti ve sabrı böyle güzel netice verdi. Büyük sahâbîler arasına katılan, Uhud’da sevgili Peygamberimizi korumak için kendi vûcudunu oklara siper eden peygamber âşığını İslâm safına kazandı. Sözünde durdu ve İslâm’la şereflenen Ebû Talha (r.a.) ile evlendi. Oğlu Enes’e: “Kalk ey Enes! Ebû Talha’yı benimle evlendirmek için gereğini yap!” dedi. Ebu Talha (r.a.)’ın İslâm’a girişi mehir kabul edilerek nikâhları kıyıldı.
Her iki tarafta mesûd ve bahtiyardı. Ümmü Süleym (r.anhâ) Ebû Talhâ’nın imanını kurtardığı için, Ebu Talhâ (r.a.) da iman fedâisi bir hayat arkadaşına sâhip olduğu için çok sevinçliydi. Birlikte, neşe ve sürûr dolu, bereketli bir ömür geçirdiler.
Cenâb-ı Hak şefaatlerine nâil eylesin. Amin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder