27 Aralık 2014 Cumartesi

SÜMAME BİN UNSAL RAN HAYATI
Peygamber efendimiz (s.a.v.) mescide çıktıklarında: “Yâ Sümâme yanında ne var, gönlünden ne geçiriyorsun, benden ne bekliyorsun?” buyurdu. Sümâme: “İçimde hayır ümidi var. Çünkü sen af edicisin. Eğer sen beni öldürecek olursan, bir caniyi öldürmüş olursun. Öldürmez de afv edip, beni bağışlarsan, iyilik bilen, nimete şükreden birisine ihsan etmiş olursun. Eğer benden kurtuluş fidyesi olarak mal istiyorsan, işte malım. İstediğin kadar al.” Bu konuşmadan sonra Sümâme kendi haline bırakıldı. Ertesi gün Resûlullah (s.a.v.) Sümâme’ye tekrar “Gönlünde ne var, ne düşünüyorsun?” buyurdu. Sümâme “Dün arz ettiğim gibi beni afv ederseniz, nimete şükür eden bir kimseye ihsanda bulunmuş olursunuz. Peygamber efendimiz (s.a.v.) Sümâme’yi o gün de bağlı olarak bıraktı. Nihayet üçüncü gün olup, Resûlullah (s.a.v.) “Ey Sûmâme! yanında ne var, gönlünden ne geçiriyorsun?” buyurunca, Sûmâme bin Üsâl da, önceki arz ettiği gibi cevap verdi. Bunun üzerine, Resûlullah (s.a.v.) “Artık Sümâme’yi salıveriniz” buyurdu. Sûmâme bırakılıp, serbest kalınca, hemen mescidin yakınında bulunan bir suya gitti. Gusledip, sonra mescide girdi. Resûlullah’ın (s.a.v.) huzurunda “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resûlullah” (Ben şehâdet ederim ki, Allah’dan başka ilâh yoktur. Muhammed, Allah’ın resûlüdür) dedi. Peşinden şunları söyledi: “Vallahi, akşamleyin, yanına geldiğim zaman, bana senin yüzünden daha çok kızdığım bir yüz yoktu. Fakat sabah olunca, senin yüzün bana, yüzlerin en sevimlisi oldu. Vallahi, yine akşamleyin, senin memleketinden nefret ettiğim kadar, hiçbir yerden nefret etmemiştim. Fakat sabah olunca, senin şehrin bana, en sevimli şehir oldu. Vallahi akşamleyin, senin dinin, bana en sevimsiz din idi. Sabahleyin en sevimli bir din olmuştur. Akşam olunca, Sümâme’ye (r.a.) yiyecek getirdiler. Az bir şey yiyebildi. Getirilen deve sütünden biraz içti. Karnını şişirecek şekilde fazla birşey yemedi. Orada bulunan Eshâb-ı kirâm (r.anhüm) onun bu hâline taaccüp ettiler (şaşırdılar). Peygamber efendimiz (s.a.v.), hayret edilmemesini, onun şimdi, müslüman olduğunu, müslümanın yiyeceği ölçüde yediğini beyan buyurdular.
Hz. Sûmâme, Mekke’ye, telbiye ederek (Lebbeyk! Allahümme lebbeyk! Lebbeyk! Lâ şerike leke! Lebbeyk! İnnelhamde venni’mete leke vel’mülk, la şerike leke!: Yâ Rabbi! Senin emrine hazırım. Senin için ortak yoktur. Dâvetine gönülden icâbet ettim. Hamd, nimet ve mülk sana mahsustur. Yâ Rabbi” diyerek girmişti. Bunun üzerine müşrikler onu yakaladılar, nerdeyse boynunu vuracaklardı. Fakat o sırada birisi, Sümâme’nin (r.a.) Yemâme’li olduğunu, yiyecek hususunda Yemâme halkına muhtaç olduklarını söyliyerek, müşriklere mâni oldu. Sonra müşriklerden birisi ona “Demek, dinden çıktın ha!” dedi. Hz. Sûmâme “Ben dinden çıkmadım, Muhammedin (s.a.v.) getirdiği hak din olan İslâmiyeti kabul ettim. Muhammed’i (s.a.v.) ve onun getirdiklerini tasdik ettim. Vallahi Allah’ın Resûlü Muhammed’den (s.a.v.) izinsiz buğday alamıyacaksınız. Siz Muhammed’e tâbi olmadıkça, Yemâme’den faydalanamıyacaksınız” dedi.
Sûmâme bin Üsâl (r.a.) ve onunla beraber olanların dışında bütün Yemâme halkı İslâm’dan çıkıp, mürted olmuşlardı. O sırada Sûmâme bin Üsâl (r.a.) Yemâme’de bulunuyordu. Halkı, Peygamberlik dâvasına kalkışan Müseyleme’ye tabi olmaktan, onu tasdik ve desteklemekten alıkoymaya çalıştı. Onlara şöyle dedi: “Ey Hanîfeoğulları! Bu irtidad (İslâm’dan dönüş) nursuz, çok karanlık bir iştir. Bundan sakınıp, uzak kalınız. Bu, onu destekleyenler için bir bedbahtlık, karşı olanlar için bir musîbettir. Son Peygamber Hz. Muhammed’dir (s.a.v.). Ondan sonra Peygamber gelmiyecek, ona ortak da. olmıyacaktır.” dedi. Kur’ân-ı kerîm’den şu âyet-i kerîmeleri okudu: “Ha, mim. Bu kitabın indirilişi, Azîz, Âlim olan Allah’dandır. O, günah bağışlayan, tevbe kabul eden, âzâbı şiddetli olan Allah’dandır ki, O’ndan başka hiç bir ilâh yoktur; dönüş ancak O’nadır.” işte bu Allahü teâlâ’nınt kelâmıdır, dedi. Yemâme halkı onun bu nasihatlarını dinlemedi. Onlar Müseyleme’ye uymakta birlik halinde idiler. Bu sırada, Âlâ bin el-Hadramî komutasında bir İslâm ordusu, Bahreyn’e doğru gidiyordu. Bu arada Yemâme tarafına da uğradı. Sûmâme (r.a.) bunu duydu. Orada bulunan müslümanlara “Vallahi ben, bu irtidat fitnesi varken, burada kalmayı uygun görmüyorum. Muhakkak Allahü teâlâ bu mürtedlere lâyık oldukları belâyı verecektir. İslâm ordusuna katılmamak hoş bir şey değildir. Ne için gittiklerini biliyoruz. Hem yakınımıza da geldiler. Derhal onların yanına gidelim” dedi. Yanında bulunan müslümanlar ona tâbi oldular. Âlâ bin el-Hadrainî’nin ordusuna iştirak ettiler. Temim kabilesinden de bir hayli asker katılıp, Alâ’nın ordusu iyice kuvvetlendi. Âlâ bin el-Hadramî, bu ordu ile, Bekir bin Vâil kabilesi içinde çıkan ve etrafına bir hayli adam toplamış olan Hatam isimli mürtedin üzerine yürüdü. Bahreyn hükümdarlığına seçilen Münzir bin Nu’man da Hatam’ın tarafına geçmişti. Diğer müşrik ve mürtedler de onun tarafında yer aldılar. İki taraf, şiddetli ve uzun süren muharebeler yaptı. Nihayet, bir gece müşrik ve mürtedlerin sarhoş oldukları bir vakitte, İslâm ordusu gece baskını yaptı. Müşrik ve mürtedler perişan olup, bir kısmı, öldürüldü., Bir kısmı esir edildi. Diğerleri kaçtılar. Müslümanlar harbi kazandılar. Ganimetin beşte biri ayrıldıktan sonra, geri kalan, mücâhidler arasında taksim edildi. İbn-i İshâk’ın şöyle bir rivâyeti vardır: Sümâme’ye (r.a.) ganimet taksiminde, bir elbise düşmüştü. Bu elbise, Kays bin Sa’lebe kabilesinin ileri gelenlerinden birine aitti. Hz. Sûmâme, muharebenin zaferle sona ermesinden sonra, memleketine giderken bu kabilelerden bazıları Sümâme’nin (r.a.) kendisine, elbisesi düşeni öldürüp, soyarak aldığını zannettiler. Bu yüzden Sümâme’yi (r.a.) şehîd ettiler.

KAYNAKLAR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder