Ebu’d-Derdâ (radıyallahü anh)

İsmi Uveymir İbn-i Âmir. Fakat Ebu’d-derdâ künyesiyle meşhur. Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) sahâbisi. Ümmetin âlimi ve husûsiyle Şam kurrâsının efendisi. Aynı zamanda Efendimiz’in (a.s.m.) hayatında Kur’ân’ı cem’edenlerden
Bedir günü müslüman olduğu için Bedir Savaşı’na katılamamış, fakat Uhud Savaşı’na katılıp, büyük kahramanlık göstererek Efendimiz’in (a.s.m.) “Uveymir ne müthiş bir savaşçıdır.” iltifâtına mazhar olmuştu. Hz.Ömer (r.a.)’in halifeliği döneminde Hz.Muâviye (r.a.) onu Şam kadılığına getirmiş, hicrî 32 yılında da orada vefat etmişti. Ebu’d-derdâ (r.a.) önceleri ticaretle uğraşıyordu. Müslüman olduktan sonra ibadetle ticareti birlikte yürütmek istemiş, fakat bunu gerçekleştiremeyeceğini anlayınca ticareti arka plana atıp, ibadete yönelmişti. Başkalarının hoşlanmadığı 3 şey vardı ki onun çok istediği şeylerdi. Bunlar: Fakirlik, hastalık ve ölüm idi. Âhirette zengin olmanın yolunu, dünyada fakir kalmakta bulmuştu. Bir gün kaldığı yere uğradılar; baktılar ki altında deriden veya yünden bir yatak, üzerinde de yün bir elbise vardı. Hasta idi ve terliyordu. Dediler ki: “Eğer istersen halîfenin bize gönderdiği kumaşlardan yatağına kılıf yaparız.” O şöyle cevap verdi: “Bizim için öyle bir âhiret yurdu hazırlanmış ki, hepimiz eninde sonunda orada olacağız. Oradaki rahat evler için hazırlanmak daha akıllıca geliyor.” Bir dostuna yazdığı mektupta da şunu söylemişti: “Kardeşim! Bugün elinde ne kadar dünya malı varsa senden önce başkalarının idi, senden sonra da başkalarının olacak. Senin olan ise sadece âhiret için hazırladığın azıktır.”
Ebu’d-derdâ (r.a.) bazen bütün bütün dünyayı unuturdu Çok oruç tutar, gece alabildiğine ibadet ederdi. Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) ona kardeş yaptığı Selman ise cesedinin de hakkını vermesi gerektiğini hatırlatmıştı. Ebu’d-derdâ durumu Efendimiz (a.s.m.)’e naklettiğinde şu cevabı almıştı: “Ey Ebu’d-derdâ; Selman’ın dediği gibi cesedinin de sende hakkı vardır.”
Ebu’d-derdâ’nın hayatında ilmin de ayrı bir yeri vardı; adeta cehâlete savaş açmış gibiydi. İnsanları 3 kısma ayırmışı: Öğreten, öğrenen ve 3.sü ise hiç birini yapmayan hayırsız Şam kadısı olduğu sıralarda, aynı anda binden fazla insan Kur’ân-ı Kerîm öğrenmek için etrafında bulunurlardı. Her 10 kişinin başında birer öğretmen olur, onlar da meselelerini aralarında dolaşmakta olan Ebu’d-derdâ’ya sorarlardı. O ayrıca Efendimiz (a.s.m.)’dan 6 tane hadîs-i şerif rivayet etmişti.
Ebu’d-derdâ tefekkür ve ibret insanıydı da Kendi düşünüp ibret aldığı şeyleri halka da anlatır, onların da faydalanmasını arzu ederdi. Bir defasında Şam halkına şöyle hitap etmişti: “Hiç çekinmiyor musunuz ki yiyemeyeceğiniz şeyleri biriktiriyor, oturamayacağınız evler yapıyor, elinizin yetişemeyeceği, sonu gelmeyen emeller besliyorsunuz? Sizden öncekiler çok servetler yığdı, sağlam ve ihtişamlı binalar yaptılar. Fakat gelin görün ki yığdıkları servetler boşa gitti ve yaptıkları hesaplar birer aldanmadan ibaret kaldı. Evleri ise kabirler haline geldi. İşte Âd kavmi Aden’den Umman’a kadar uzanan mal, mülk ve çoluk-çocukla dolu bir hayat. Şimdi ise onlardan kalıp da alabileceğiniz iki dirhemlik bir şey dahi mevcut değil.” Yine bir keresinde şunu söylemişti: “Sizin en kötünüz ‘dünyaya bir daha gelmeyeceğiz ya; yiyip, içip, eğlenelim; keyfimize bakalım’ diyendir. En iyiniz ise arkadaşına ‘gel de ölmeden önce oruç tutalım’ diyendir.” Efendimiz (a.s.m.) Ebu’d-derdâ ile Selman’ı mânevî kardeş ilan etmişti. Yıllar sonra Ebu’d-derdâ Selman’a yazdığı baştan sona samimi hislerle dolu tavsiye mektubunu sona erdirirken şu can alıcı ifadeyi kullanıyordu: “Canım kardeşim. Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) ashâbı olmak sakın seni gaflete düşüp aldatmasın. Çünkü biz ondan sonra da yaşadık. Ne hatalar yaptığımızı ve ne günahlar işlediğimizi de ancak Allah bilir.” Selman’a yazdığı bu tavsiyeyi adeta ona değil de asırlar sonra gelip Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) kokusunu dahi alamadığı halde günah ve daha da kötüsü îmânsız gitme endişesinden emin yaşayan günümüz müslümanına yapmış gibidir.
Hayatı boyunca derin bir muhasebe hissiyle yaşayan Ebu’d-derdâ ölüm döşeğinde de aynıydı. Onun ağladığını gören hanımı: “Ey Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) sahâbisi. Niye ağlıyorsun?” diye sorunca o da şöyle demişti: “Niye ağlamayayım ki? Günahlarımdan ötürü karşıma ne çıkacak bilemiyorum