Kurân-ı kerîmi açıktan okuyan ilk sahâbî -
ABDULLAH BİN MESÛDun Hayatı
.:..:.. ABDULLAH BİN MESÛD ..:..:..
Abdullah bin Mesûd hazretleri, Eshâb-ı kirâmın meşhûrlarından olup, ilk
îmâna gelenlerdendir.
Gençliğinde fakîr idi. Bundan dolayı çobanlık
yapıyordu. Bir gün koyun güderken Peygamber efendimiz ve Hz. Ebû Bekir ile
karşılaştı. Resûlullah efendimiz:
- Ey genç! İçmemiz için sütün var mı? diye
sordu. O da:
- Yok efendim, deyince, Peygamber efendimiz, hiç yavrulamamış
bir koyunun memesini elleri ile sıvazlayıp, duâ etti. Koyunun memesi derhal süt
ile doldu. Hz. Ebû Bekir, büyük bir kap getirip doldurdu. Bu sütten içtiler.
Peygamber efendimiz sonra: "Çekil, büzül" buyurdu. Koyunun memeleri eski hâline
geldi.
Nasıl sağdınız?
Abdullah bin Mesûd, olanları hayretler içinde
seyretti. Dayanamayıp sordu:
- Bu nasıl oldu? Hiç sütü olmayan koyundan bu
kadar sütü nasıl sağdınız? Söylediğiniz duâyı lütfen bana da öğretin.
Peygamber efendimiz, başını sıvazlayıp:
- Allahü teâlâ sana rahmet
etsin! Sen Hakkı öğrenebilecek bir çocuksun, buyurdu.
Bu mucizeyi gören ve
konuşmaları işiten genç:
- Siz sıradan bir kimse değilsiniz. Senin, Cenâb-ı
Hakkın Peygamberi olduğuna inandım, deyip Kelime-i şehâdet getirdi ve Müslüman
oldu.
Kimse yok mu?
Abdullah bin Mesûd hazretleri Mekkede ilk defa
açıktan Kurân-ı kerîm okuyan sahâbîdir.
Bir gün Eshâb-ı kirâm, bir yerde
oturup sohbet ediyorlardı. İçlerinden birisi:
- Resûlullahtan başka, hiç
kimse çıkıp da Kurân-ı kerîmi müşriklere karşı açıktan okuyamadı. Bunu yapacak
kimse yok mu? dedi. İbni Mesûd hazretleri hemen atılıp:
- Ben okurum, dedi.
- Biz, sana bir zarar vermelerini istemeyiz. Müşriklerin, kabîlesinden
korkacakları bir kimse okusun.
- Bırakın gideyim! Siz dua edin! Allahü teâlâ
beni korur!
Ertesi gün, Makâm-ı İbrâhime gitti. Müşrikler orada toplanmış
hâldeydiler. İbni Mesûd hazretleri Besmele-i şerîfe çekip, "Errahmânu allemel
Kurâne..." diyerek Rahmân sûresini okumaya başladı.
Müşrikler hep birlikte
üzerine yürüdüler. Tekme tokat vurmaya başladılar. Yüzü gözü her tarafı yara
bere içersinde kaldı. Fakat o, sanki hiç bir şey yapılmıyormuş gibi sâkin sâkin
Kurân-ı kerîmi okumaya devam etti. Okuması bittikten sonra Eshâb-ı kirâmın
yanına vardığında dediler ki:
- Korktuğumuz başımıza geldi. Bir daha gidip
onların yanında okuma!
- Hayır yine gidip okuyacağım. Müşrikleri ilk defa
böyle perişan hâlde gördüm. Onların âcizliği beni çok sevindiriyor. Bana yapılan
işkencelerden acı duymuyorum.
O, ertesi günü yine gidip, tekrar okudu. Yine
tartakladılar. Hattâ kızgın çöllere yatırıp işkence ettiler. O yine aldırmadan
okumalarına devam etti. Sonunda müşrikler çâresiz kaldılar.
Mekkeli
müşrikler diğer Müslümanlara yaptıkları gibi, Abdullah ibni Mesûda da çok eziyet
ve işkence yaptılar. İşkenceler dayanılmayacak hâle gelince izin ile iki defa
Habeşistana hicret etti. Resûlullah efendimizin hicret etmesinden sonra,
Habeşistandan Medîneye hicret etti. Burada önce Muâz bin Cebelin evinde misâfir
kaldı. Sonra Mescid-i Nebînin yanında bir ev yaptırarak taşındı.
İbni Mesûd
hazretleri, cüssesinden umulmayan kahramanlıklar göstermiştir. Savaşlarda,
Resûlullahın yanından ayrılmayıp, canfedâ bir şekilde savaşırdı. Bedir
savaşında, küfrü ve îmânsızlığı meşhûr Ebû Cehilin başını o kesmiştir.
Savaşta, Eshâb-ı kirâmdan Afra hatûnun çocukları Muâz ve Muavviz, kılıç
darbeleri ile Ebû Cehili kımıldayamıyacak şekilde yaralayıp, yıktılar. Öldüğünü
zannedip oradan ayrıldılar. Peygamber efendimiz Ebû Cehili merak edip:
-
Acaba Ebû Cehil ne yaptı, ne oldu? Kim bakar? buyurarak, araştırılmasını
emretti. Aradılar bulamadılar. Gelip durumu bildirince Peygamber efendimiz:
Allahü teâlâ zelil etti
- Aramaya devam ediniz! Eğer onu tanıyamazsanız,
dizindeki yara izine bakınız. Birgün ben ve o, Abdullah bin Cûdanın ziyâfetine
gittik. İkimiz de gençtik. Ben ondan biraz büyükçe idim. Orada onu itince düştü,
dizlerinden birisi yaralandı. Bu iz onun dizinden kaybolmadı, buyurarak Eshâbına
kolay tanımaları için işâret verdi.
Bunun üzerine, İbni Mesûd hazretleri
yerinden fırlayıp aramaya gitti. Epey bir aramadan sonra, ölüler arasında tarife
uygun yaralı birisini gördü. Yanına yaklaşıp sordu:
- Sen Ebû Cehil misin?
- Evet, Ebû Cehilim.
- Ey Resûlullah düşmanı! Nihâyet Allahü teâlâ seni
hakîr ve zelîl etti?
Aldığı yaralardan, acılar içinde kıvranan İslâm düşmanı
Ebû Cehil, hâlâ inadına, düşmanlığına devam ediyordu. En ufak bir pişmanlık
eseri yoktu. Ebedî olarak, Cehennemde kalmak üzere dünyadan ayrılmakta iken bile
melûn hâlâ ağzından kin kusuyordu:
- Ne diye beni zelîl ve hakîr edecek ey
koyun çobanı! Hakîr olan sizler olacaksınız! Sen bana zaferden bahset! Kim
kazandı kim kaybetti?
- Zafer Allah ve Resûlünün tarafındadır, ey melûn.
Artık sonun geldi. Zehir kusan başını, şu iğrenç vücûdundan ayıracağım.
-
Doğrusu beni, senin gibi birisinin öldürmesi bana çok ağır gelecek.
- İşte
Allah ve Resûlüne karşı gelen, onlara düşmanlık besliyenin sonu böyle zelîl
olmaktır. Sen ve senin gibi olanların sonları böyle olacak. Burada zelîl
olduğunuz gibi, âhırette daha zelîl olacaksınız! Ebedî olarak, Cehennem ateşi
ile yanacaksınız. Cehennemde, şimdiki bu hâlinizi çok arayacaksınız. Fakat
bulamıyacaksınız.
İbni Mesûd hazretleri, başını kesmek için Ebû Cehilin
miğferini çıkartırken:
- Ne olur hiç olmazsa, boynumu gövdeme yakın kes ki,
başım heybetli görünsün, diyerek küfrünün, gurur ve kibrinin ne dereceye çıkmış
olduğunu gösterdi.
Ümmetin firavnı
İbni Mesûd, Ebû Cehilin başını
kılıcıyla kopardı. Kılıcını, miğferini aldı. Başına bir ip bağlayıp,
sürükliyerek Resûlullahın huzûruna götürdü. Sevinç içinde:
- Yâ Resûlallah!
Bu, Allahü teâlânın düşmanı Ebû Cehilin başıdır, dedi. Peygamber efendimiz de:
- O Allah ki, Ondan başka ilâh yoktur, buyurdu.
Sonra İbni Mesûd
hazretleri ile beraber, Ebû Cehilin cesedinin yanına gitti. Ona hitap ile:
-
Allahü teâlâya hamd olsun ki seni zelîl ve hakîr kıldı. Ey Allahın düşmanı! Sen
bu ümmetin firavnı idin! buyurdu.
Hz. Abdullah bin Mesûd, Uhudda, Hendekte,
Biat-ı Rıdvanda, Mekkenin fethinde ve Tebük seferlerinde bulundu. Peygamber
efendimizin vefâtından sonra da Yermük harbine katıldı. Kûfe kadılığına tayin
olundu. Orada hazine muhafızlığı da yaptı. Hz. Ömer, Kûfe halkına yazdığı
mektupta şöyle diyordu:
- Ey Müslümanlar! Size iki arkadaşımı yolluyorum.
Ammâr vâlî, Abdullah kâdı olacaktır. Onları dinleyiniz ve söylediklerini
yapınız. Çünkü ikisi de Resûlullahın Eshâbından olup, Bedir kahramanlarındandır.
İbni Mesûdu yanımda alıkoymayarak sizi kendime tercih ettim. Kendisi aynı
zamanda beytülmâl hesaplarına da bakacaktır.
Günâhtan şikâyet
Hz.
Osmanın son zamanlarında Medineye döndü. 60 yaşının üzerinde iken hastalandı.
Halife Hz. Osman, ziyâretine geldi. Dedi ki:
- Bir isteğin mi var?
-
Allahü teâlânın rahmetini isterim.
- Bir tabib getirelim mi?
- Hâcet
yok! Beni hasta eden tabibdir.
Bu hastalıktan vefât etti. Cenâze namazını
Hz. Osman kıldırdı. Vasiyeti üzerine Cennet-ül-Bakî Kabristanına defnedilmiştir.
Abdullah bin Mesud, Resûlullahın huzurunda, meclislerinde sık sık bulunurdu.
O derece ki, Resûl-i ekremin Ehl-i beytinden olduğu sanılırdı. Resûlullahın
eşyalarını taşırdı. Onlara hürmetinden çok güzel giyinirdi.
Peygamber
efendimiz, Abdullah bin Mesûdu Kurân-ı kerîm öğretenlerin başında sayardı ve,
"Kurân-ı kerîmi, İbni Mesûd, Salim, Übey bin Kab ve Muaz bin Cebelden öğrenin!"
buyururdu. 70 sûreyi Resûlullahın mübârek ağızlarından işiterek ezberlemiştir.
Âsım, Hamza, Kisaî, Halef, Ameş gibi meşhur kırâat imâmlarının silsilesi, İbni
Mesûdda son bulmaktadır.
Resûl-i ekrem Kurân-ı kerîmi ondan dinlemeyi çok
severdi. Peygamber efendimiz bir gün ona buyurdu ki:
- Nisa suresini oku,
dinleyelim.
- Kurân-ı kerîm size indi. Biz Onu sizden okuduk ve sizden
öğrendik. Resûl-i ekrem bunun üzerine buyurdu ki:
- Evet öyledir. Fakat ben
Kurân-ı kerîmi başkasından dinlemeyi severim.
İbni Mesûd okumaya başladı.
Meâlen; (Halleri ne olacak? Her ümmetten bir şahit getireceğimiz zaman...) Nisa:
41] âyet-i kerimesine gelince, Resûlullahın mübârek gözlerinden yaşlar boşandı.
İbni Mesûd gibi
İbni Mesûd hazretleri, Kurân-ı kerîmi çok güzel okurdu.
Hz. Ömer anlatır:
Bir gün Resûlullah efendimiz, Hz. Ebû Bekir ile
Müslümanların durumunu konuşuyordu. Ben de yanlarındaydım. Sonra beraber dışarı
çıktık. Baktık, tanımadığımız birisi mescidde Kurân-ı kerîm okuyor. Resûlullah
efendimiz dinlemeye başladı. Daha sonra da bize dönüp buyurdu ki:
- Kim
Kurân-ı kerîmi indiği andaki tazeliği ile okumaktan hoşlanıyorsa, İbni Mesûd
gibi okusun!
İbni Mesûd hazretlerinin vücûdu zayıf yapılı idi. Peygamber
efendimiz birgün Eshâbına buyurdu ki:
- Siz İbni Mesûdun vücutça zayıf
olduğuna bakmayın. Mîzânda hepinizden ağırdır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder