Allah’a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlanızdır.
Ne güzel mevladır, ne güzel yardımcıdır!
Sımsıkı sarılmak, tutunmak" anlamına gelen "i'tisam" kelimesi, Kur'an'da, bir yerde, "Allah'ın ipine sımsıkı sarılmak" şeklinde geçerken, bazı yerlerde de doğrudan doğruya "Allah'a sımsıkı sarılmak, tutunmak" şeklinde geçmektedir. Al-i İmran Suresinin 103'üncü ayeti şöyledir:
"Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O'nun (bu) nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki, doğru yola eresiniz."
Bu ayette geçen "Allah'ın ipi" ifadesi, Kur'an müfessirleri tarafından "Allah'ın kitabı, dini" şeklinde anlaşılmıştır. Ayette geçen "Bir ateş çukurunun kenarında idiniz" ifadesindeki mecaz da, Kur'an'ın edebi icazında, bu çukurdan kurtarmak için bir ip uzatmak mecazını beraberinde getirmiştir.
Kur'andaki "İ'tisam bi hablillah - Allah'ın ipine sarılmak" ifadesi çokça bilinir ve çokça hatırlanır. "İ'tisam billah" şeklindeki "Allah'a sarılın" anlamına gelen ifade ise çokça bilinmez, hatta bilinse bile kimi zaman "Allah'ın ipine sarılın" gibi tercüme edilerek yaklaşılır. Oysa kelam-ı ilahide kelimeler seçilmiş ve birkaç yerde "Allah'a sarılın" şeklinde, bazan da "O'na sarılırlar" şeklinde zikredilmiştir.
Şu ayetler "İ'tisam billah - Allah'a sarılma" ifadesinin yer aldığı Kur'an ayetleridir:
"Size Allah'ın ayetleri okunmakta ve O'nun Elçisi de aranızda iken nasıl inkar edersiniz? Kim Allah'a sarılırsa muhakkak ki o, doğru yola iletilmiştir. (Ali İmran, 101)
"Ancak tevbe edenler, dürüst ve erdemlice yaşayanlar, Allah'a sımsıkı sarılanlar ve yalnız O'na yürekten inanıp bağlananlar hariç: Zira bunlar müminlerle birlikte olacaklardır ve zamanı geldiğinde Allah bütün müminlere büyük bir mükafat bahşedecektir. (Nisa, 146)
"Allah'a inanıp O'na sımsıkı sarılanları (Allah), kendisinden bir rahmet ve lutfa sokacak ve kendisine varan dosdoğru yola iletecektir. (Nisa, 175)
"Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim'in dininde (de böyleydi). Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur'an'da) size "müslümanlar" adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekatı verin ve Allah'a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlanızdır. Ne güzel mevladır, ne güzel yardımcıdır! (Hacc, 78)
Aslında "Allah'ın ipine sımsıkı sarılmak" çağrısı da "Allah'a sarılmak" çağrısı da, mü'minlerin kafa karışıklığı yaşadığı, "parçalanıp ayrılma, fırka fırka olma" zamanlarının çağrısıdır. Bir anlamda "kafaları toparlama", "Allah'ın kitabında, dininde" buluşma, bütünleşme, kendine gelme çağrısıdır. Ayrıca böyle bir kafa karışıklığının dünya ve ebedi alemde insanı "Ateş çukuruna düşürme" tehlikesine işaret edilmektedir. Nitekim, Ali İmran Suresinin 103'üncü ayetinde "Allah'ın ipine sımsıkı sarılmak" ifadesi geçerken, yukarıya aldığımız 101'inci ayetinde "Allah'a sarılmak" ifadesi geçmekte, bu iki ayetin arasındaki 102'inci ayette ise şu çağrı yapılmaktadır.
"Ey iman edenler, Allah'tan nasıl korkup-sakınmak gerekiyorsa öylece korkup-sakının ve siz, ancak müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin. Ancak Müslümanlar olarak can verin." (Ali İmran, 102)
Burada iki olmazsa olmaz hassasiyetin altı çiziliyor. :
1. Takva. Allah'ın sevgisinden kopma kaygısı, korkusu.
2. Hayatı, Müslüman olarak tamamlama, son nefesi Müslüman olarak verme duyarlılığı... İslam üzere hayatı tamamlayamamaktan endişe duymak.
İnsan, savruluş zamanlarında daha çok tutunma, sarılma ihtiyacı hisseder. Fırtınalar eser çevrenizde ve siz, sığınacak bir liman ararsınız ya da tutunacak bir dal, bir kopmaz ip, bir yıkılmaz sütun...
Aslında Kur'an'da "Allah'a sarılmak - Allah'ın ipine sarılmak" ifadelerinin geçtiği yerler, böyle bir savruluş ortamına veya ihtimaline dikkat çekilen yerlerdir.
Nitekim, Nisa - 146'daki "Allah'a sarılın" ifadesine gelinceye kadarki ayetlerde, kadim bir ruh sarsıntısı, kafa karışıklığı, iman zelzelesi demek olan "nifak hali - münafıklık"a karşı uyarılar yer almaktadır. Hatta Nisa - 136'ıncı ayette "Ey iman edenler!" diye başlamakta ve ardından "Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab'a, ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse sapıklığın en koyusuna düşmüş olur." denilmektedir. "İman eden"in "yeniden imana çağırılması"ndaki hikmeti düşündüğümüzde, "nifak ortamları"nın iman savruluşuna yol açtığını anlamamız ve bundan korunmak için tutunacak ve asla yıkılmayacak bir "Dost" aramamız anlamlı hale gelir.
Nisa Suresinin "Nifaka karşı uyarı" niteliğindeki 137 - 145 ayetlerini okuyalım:
"İman edip sonra inkâr eden, sonra iman edip tekrar inkâr eden, sonra da inkârlarında ileri gidenleri Allah ne bağışlayacak, ne de doğru yola eriştirecektir. (137)
"Münafıklara da haber ver ki, kendileri için çok acı bir azab vardır. (138)
"Onlar, müminleri bırakıp kâfirleri dost ediniyorlar. Onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar? Halbuki bütün izzet ve şeref Allah'a aittir. (139)
"Allah size Kitab (Kur'an)da: "Allah'ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze geçmedikleri müddetçe, o kâfirlerle oturmayın. Aksi halde siz de onlar gibi olursunuz" diye hüküm indirdi. Muhakkak ki Allah, münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır. (140)
"Onlar sizi gözetleyip dururlar. Eğer Allah tarafından size bir zafer nasip olursa: "Biz sizinle beraber değil miydik?" derler. Şayet kâfirlerin zaferden bir payı olursa: (Bu defa da onlara): "Size üstünlük sağlayarak sizi müminlerden korumadık mı?" derler. Allah, kıyamet gününde aranızda hükmünü verecektir. Allah, müminlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermeyecektir. (141)
"Münafıklar, Allah'ı aldatmaya çalışırlar. Halbuki Allah, onların oyunlarını başlarına geçirecektir. Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar. Allah'ı pek az anarlar. (142)
"Münafıklar, küfür ile iman arasında bocalamaktadırlar. Ne bu müminlere bağlanırlar, ne de şu kâfirlere. Allah kimi doğru yoldan saptırırsa, sen artık ona kurtuluş yolu bulamazsın. (143)
"Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Kendi aleyhinizde Allah'a apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz? (144)
"Şüphesiz ki münafıklar, cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar. Onlara bir yardım edici de bulamazsın. (145)
Bu ayetlerden şöyle bir kişilik tipi çıkıyor.
.....Allah'ın ayetlerinin tartışıldığı ve onlarla alay edildiği ortamda sürekli kalarak kafa karışıklığı derinleşen, ortamı gözetleyip müminler güçlü ise onlara, kafirler baskınsa onlara yanaşan, namaza tembel tembel kalkan, insanlara gösteriş yapan ve bunu bir hile zannedip Allah'ı aldatma hevesine kapılan, mü'minleri bırakıp kafirleri dost edinen ve onlar nezdinde izzet - şeref arayan, izzet ve şerefin ancak Allah'a, Rasulüne ve mü'minlere has olduğu bilincini kaybetmiş bulunan, küfr ile iman arasında bocalayan ve ne net biçimde mü'minlere ne de kafirlere bağlanan....
İşte bu, kafası karışık tiptir. Ve savruluş zamanlarının, gözün gözü görmediği, yüreklerin darmadağın olduğu zamanların tipidir.
Rasulullah -sallallahü aleyhi ve sellem- bu ortamı "Derin gece karanlıkları"na benzetmekte ve bundan korunmak gerektiğini bildirmektedir. Böyle bir ortamda, yine Rasulullah Efendimiz'in uyarısına göre "İnsan sabah evden mü'min olarak çıkar, akşam eve kafir olarak döner, insan akşama mü'min olarak girer, sabaha kafir olarak çıkar." (Müslim, İman 186)
Bunun anlamı şudur:
Öyle bir savruluş ortamıdır ki yaşanan, bir gün gibi kısa süreler içine iman ile küfür gibi birbirinden fersah fersah uzak kalbi yönelişler sığar. Kalb bir imana yönelir, bir küfre savrulur.
İşte böyle zamanlarda insan tutunacak dal arar. Sığınacak liman, sarılacak dost arar...
"Dost Allah'tır!"
Evet Kelam-ı ilahide böyle buyuruluyor. İşte Şura suresinin 19'uncu ayeti:
"Yoksa onlar Allah'tan başka dostlar mı edindiler? Halbuki dost yalnız Allah'tır. O ölüleri diriltir, O her şeye kadirdir."
Şimdi yukarıya aldığımız Hacc suresi 78'inci ayetin son ifadelerini yeniden okuyalım:
".....Allah'a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlanızdır. Ne güzel mevladır, ne güzel yardımcıdır!"
"Allahü hüvel veliyyü... Dost Allah'tır..." (Şura, 19)
"Hüve mevlaküm... O sizin Mevlanızdır. Efendiniz, dostunuzdur." (Hacc, 78)
Ve;
"Ni'mel mevla ve ni'mennasir! O ne güzel Mevladır, dosttur ve ne güzel yardımcıdır!" (Hacc, 78)
O'na sarılın.
Bakın O (c.c.) öğretiyor Zatına nasıl sarılacağımızı, yüreğini topla ve yönel O'na:
"Rabbena, la tüziğ kulubena.... Ey Rabbimiz! Bizleri hidayete erdirdikten sonra kalblerimizi kaydırma ve bize katından bir rahmet ihsan eyle. Şüphesiz bütün dilekleri veren Vehhab ancak Sensin, Sen." (Ali İmran, 8)
Bakın Allah Rasulü -sallallahü aleyhi ve sellem- nasıl dualarla sarılıyor Rabbine:
"Ya mukallibel kulub! Sebbit kalbi ala dinik. Ey kalbleri evirip çeviren Rabbim. Benim kalbimi Senin dinin üzerinde sabit kıl." (Tirmizi, Kader, 7)
Ancak O'nun dost olduğunu hissederek, ancak O'nun yardım edebileceğini, O'nun mutlak kudret ve hüküm sahibi olduğunu, hem fiziki hem kalbi ölümlerde O'nun hayat verip dirilteceğini bilerek, inanarak O'na yönelen, O'na sarılan, O'na tutunan, tutunulması gerekene tutunmuş olur.
O güzel Mevla'dan, O güzel Yardımcı'dan, O keremi bol olandan, O rahmeti sonsuz olandan, O rauf, O rahim, O vedud, O gaffar, O settar, O tevvab olandan, bizim savruluşlarımıza bakmadan, bizim kalblerimizi - zihinlerimizi toparlamamıza yardım etmesini, Zatına tutunmamız için gönüllerimize dirayet vermesini dileyelim
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder