9- ÖLÜLERİN DİRİLMESİ
“Ubey b. Halef” isminde İslam düşmanlarından biri, çürümüş bir kemik ile (Resulullah’ın mead hakkındaki sözlerini batıl etmek hayaliyle) Peygamber (s.a.a)’in huzuruna geldi. O çürümüş kemiği elinde ezerek havaya serpip şöyle dedi:
“Hangi bir kudret, bu çürümüş ve toprak olmuş kemikleri yeniden diriltebilir ve hangi akıl onu kabullenebilir?”
Allah-u Teala Peygamber (s.a.a)’e onun cevabında şöyle buyurmasını vahyetti:
“Kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek verdi; dedi ki: ‘Çürümüş-bozulmuşken, bu kemikleri kim diriltecek?’ O, her yaratmayı bilir.”[13]
10- AHİR ZAMANIN ALAMETLERİ
İbn- i Abbas diyor ki:
Resulullah (s.a.a) ömrünün son yılında yapmış olduğu veda haccında biz de O’nunla birlikte idik. Resulullah (s.a.a) Ka’be’nin kapısının halkasını tutarak bize dönüp şöyle buyurdular:
“Ey insanlar! Ahir zâmanın alametlerini size söyleyeyim mi?”
O gün Resulullah (s.a.a)’e herkesten yakın olan Selman: “Evet ya Resulellah” diye cevap verdi.
Resulullah (s.a.a) buyurdu ki:
“Namazı zayi etmek, şehvet peşice gitmek, heva hevese uymak, zenginleri ululamak ve dini dünyaya satmak ahir zamanın alametlerindendir. O zaman müminin kalbi, gördüğü kötülüklerden ve onları önlemeğe gücünün olmadığından dolayı, tuzun suda eridiği gibi karnında erir.”
Selman: “Ya Resulellah! Böyle bir şey vaki olacak mı?”
Resulullah (s.a.a): “Evet, canım elinde olan Allah’a andolsun ki, böyle bir durum vaki olacaktır. Ya Selman, o zamanda amirler zalim, vezirler fasık, başkanlar zalim, eminler ise hâin olacaklar.”
Selman: “Ya Resulellah! Böyle bir şey vuku bulacak mı?”
Resulullah (s.a.a): “Allah’a andolsun ki, evet. Ya Selman, o zaman iyi işler kötü ve kötü işler ise iyi sayılacak; hâin emin sayılacak, emin ise hıyanet edecek; yalancı doğrulanacak, doğru konuşan ise yalanlanacaktır!”
Selman: “Ya Resulellah! Bunlar gerçekleşecek mi?”
Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a andolsun ki, bunlar gerçekleşecektir. Ya Selman! O zaman kadınlar emirlik (yöneticilik) yapacak, cariyelerle istişare edilecek, çocuklar minbere çıkacak, yalan konuşmak hoş ve güzel sayılacak, zekat vermek zarar, beyt’ul-mala ait mal ise ganimet sayılacak; evlatlar, anne ve babalarına kaba, arkadaşlarına ise iyi davranacaklar; kuyruklu yıldız doğacaktır!”
Selman: “Ya Resulellah! Böyle bir şey vuku bulacak mı?”
Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a andolsun ki, böyle olacaktır. Ya Selman! O zamanda kadınlar ticarette kocalarıyla ortak olacaklar, yağmur gayet azalacak, cömertler cimri olacak, fakirler küçümsenecek, pazarlar birbirine yakın olacak, biri: “Bir şey satmadım” diyecek, diğeri: “Bir kâr etmedim” diyecek; herkes Allah’tan şikayet edecek.”
Selman: “Ya Resulellah! Bu gibi şeyler olacak mı?”
Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a andolsun ki, bunlar gerçekleşecektir. O zaman halka öyle insanlar hükümet edecek ki, itiraz etmek için konuşurlarsa, öldürülürler; susarlarsa, malları yağma edilir; hakları çiğnenir, kanları dökülür, kalpleri korkuyla dolar; onları korkuya kapılmış olarak görürsün.”
Selman: “Ya Resulellah! Bunlar olacak mı?”
Resulullah (s.a.a): “Evet, canım elinde olan Allah’a andolsun ki, bunlar vuku bulacaktır. Ya Selman! O zamanda doğu ve batıdan eşyalar (ve kanunlar) getirilecek, ümmetim çeşitli renklere girecek (ahlakları bozulacak), ümmetimden (dini bilgi açısından) zayıf olanların vay haline, Allah'tan taraf onların vay haline! Ne küçüğe acıyacaklar, ne büyüğe saygı gösterecekler ve ne de günahkarın suçundan geçecekler. Sözleri sövüş ve çirkin sözlerdir; cüsseleri insan cüssesi gibidir oysa kalpleri şeytanların kalpleri gibidir.”
Selman: “Ya Resulellah! Bunlar gerçekleşecek mi?”
Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a andolsun ki, bunlar gerçekleşecektir. Ya Selman! O zamanda erkekler erkeklerle, kadınlar da kadınlarla yetinecek; evdeki kızlara kıskanıldı gibi erkek çocuklara da kıskanılacaktır; erkekler kendilerini kadınlara benzetecek, kadınlar da kendilerini erkeklere benzetecekler; kadınlar eğeri olan bineklere binecekler, ümmetimden taraf Allah’ın laneti onların üzerine olsun!”
Selman: “Ya Resulellah, bunlar vuku bulacak mı?”
Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a andolsun ki, bunlar vuku bulacaktır. Kilise ve havraların süslendiği gibi camiler süslenecektir; Kurânlar ziynetlenecektir; minareler yükselecektir; namaz kılanların safları, kalplerin birbirlerine karşı kin duymasına ve dillerin farklı olmasıyla birlikte artıp çoğalacaktır.”
Selman: “Ya Resulellah! Bunlar vuku bulacak mı?”
Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a andolsun ki, böyle olacaktır. (Ya Selman!) O zaman ümmetimin erkekleri altınla süslenecek, ipek elbise ve kaplanın postunu giyecekler.
Selman: “Ya Resulellah! Bunlar vaki olacak mı?”
Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a ant olsun ki bunlar vaki olacaktır. Ya Selman! O Zaman halk arasında fâiz yaygınlaşacak, gaybet ve rüşvetle muamele yapılacak ve din bırakılıp dünya tutulacaktır.”
Selman: “Ya Resulellah! Bu durum gerçekleşecek mi?”
Resulullah (s.a.a): “Evet, ruhum elinde olan Allah’a andolsun ki, böyle olacaktır. Ya Selman! O zaman talak artacak, Allah için had (şer’i ceza) uygulanmayacak ve (bu işleriyle) Allah’a bir zarar dokunduramayacaklar.”
Selman: “Ya Resulellah! Bunlar vaki olacak mı?”
Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a andolsun ki, bunlar vaki olacaktır. Ya Selman! O zaman şarkı söyleyen kadınlar ve çalgı aletleri ortaya çıkacak ve ümmetimin kötüleri onların peşice gidecekler.”
Selman: “Ya Resulellah! Bunlar olacak mı?”
Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a andolsun ki, bunlar olacaktır. Ya Selman! O zaman ümmetimin zenginleri gezi, orta hallileri ticaret, fakirleri ise gösteriş için hacca gidecekler. İşte o zaman bir grup insan, Kur’an’ı Allah’tan gayrisi için öğrenecekler, onunla şarkı için algılayacaklar, veled’üz-zinalar çoğalacak, Kur’an’la teğanni edilecek, dünya için birbirlerine düşman olacaklar.”
Selam: “Ya Resulullah! Bunlar gerçekleşecek mi?”
Resulullah (s.a.a): “Evet, canım elinde olan Allah’a andolsun ki, böyle olacaktır. Ya Selman! O zaman ihtiram kalkacak, günah kazanılacak, kötüler iyilere musallat olacak, yalan yaygınlaşacak, inat aşikar olacak, fakirlik çoğalacak, elbiselerle övünecekler, zamansız yağmurlara uğrayacaklar, tavla, satranç, küçük davul ve çalgı aletlerini benimseyecekler; iyiliğe emretmek ve kötülükten sakındırmayı kötü sayacaklar, gerçek mümin o zamanda cariyeden daha hor ve hakir olacak, Kurân okuyanlar ve ibadet edenler birbirlerini azarlayacaklar; oysa onlar gökler aleminde ercas ve encas (çirkef ve necis) olarak çağrılmaktalar.”
Selman: “Ya Resulullah! Bunlar gerçekleşecek mi?”
Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a andolsun ki, bunlar gerçekleşecektir. Ya Selman! O zaman zenginler fakirlikten korkacak; öyle ki fakir bir adam cemaatin arasında dolaştığında eline bir şey bırakan kimse bulunmayacaktır.”
Selman: “Ya Resulullah! Böyle bir zaman gelecek mi?”
Resulullah (s.a.a): “Evet, Allah’a andolsun ki, böyle bir zaman vuku bulacaktır. Ya Selman! O zaman ruveybize insanlar söz sahibi olacaklar.”
Selman: “Ya Resulullah, anam ve babam sana feda olsun “ruveybize” kimdir?” diye sorduğunda Resulullah buyurdular ki:
“Toplumun işleri hakkında konuşmaya liyakati olmayan (hakir ve ahmak) kimsedir. Çok geçmeksizin herkesin duyacağı bir şekilde yerden bir ses çıkacak, sonra yer içerisindeki altın ve gümüş hazinelerini dışarı çıkaracak, ama (kıyamet yaklaştığından dolayı) insana bir faydası olmayacaktır...”[14]
11- ADALET MAZHARI ALİ (A.S)
Hz. Ali (a.s)’ın şahadetinden sonra İmare’nin kızı “Sude”, Muaviye’nin kendilerine tayin etmiş olduğu zalim bir validen şikayet etmek için onun yanına gitti.
Sude, Siffin savaşında Hz. Ali (a.s)’ın ordusuyla birlikte idi ve halkı Muaviye’nin ordusu aleyhine kışkırtıyordu.
Muaviye onun kim olduğunu öğrenince onun şikayetini dinlemedi ve onu kınayarak şöyle dedi:
“Sıffin savaşında Ali’nin ordusunu aleyhimize kışkırtmış olduğunu unutmuş musun?” Nihayet şöyle dedi: “İsteğin nedir?”
Sude cevaben şöyle dedi:
“Allah-u Teala, bizim işimiz ve sana farz kıldığı hakkımız hakkında seni sorgulayacaktır. Sürekli senden taraf bazı kimseler (vali olarak) bize geliyor, senin onlara vermiş olduğun saltanat gücüyle bizlere baskı ve zulüm yapıyor, buğday sümbülü gibi bizi biçiyor, üzerlik gibi bizi çiğniyor, bizi hor-hakir ediyor ve ölümü bize tattırıyor. İşte bu “Buşr b. Ertat” sizden taraf gelerek erkeklerimizi öldürdü, mallarımızı yağmaladı. Eğer senin itaatini gözetmeseydik, ona karşı çıkabilirdik, zulmünün önünü alabilirdik. Onu azledersen teşekkür ederiz, aksi takdirde size karşı düşman kesiliriz. Muaviye onun bu sözlerine karşı şöyle dedi:
“Ey Sûde, beni kavminle mi tehdit ediyorsun? Seni serkeş deveye bindirterek Buşr b. Ertat’ın yanına döndürmeği ve senin hakkında onun hüküm vermesini karar aldım!”
Sûde, (Muaviye’nin bu tavrına karşı) başını önüne eğip biraz düşündükten sonra şu iki beyt şiiri okudu:
“Allah rahmet etsin o ruha ki, kabrin onu kuşatmasıyla adalet de onunla defnedildi.
O, hakkın dışında bir şey aramayacağına dair onunla ahitleşmişti; derken hakla iman (onun imanıyla hak) birleşmiş oluverdi.”
Muaviye: “Ey Sude! Bu sözden kimi kastediyorsun? diye sorduğunda, Sude cevaben şöyle dedi:
“Allah’a andolsun ki, o şahıs Emir’ul-Müminin Ali b. Ebi Talib’dir. Onun hükümeti döneminde memurlardan biri sadaka toplamak için bizim bölgeye geldi. Bize zulmedince onu şikayet etmek için Hz. Ali’nin yanına gittim. Onun yanına vardığımda o namaz kılmak için ayağa kalkmıştı. Beni görünce namazdan vazgeçip şefkat ve merhametle benim yanıma gelerek: “Bir işin mi vardır?” diye sordu. Ben de “Evet” dedim. Sonra memurun bize yaptığı zulmü ona anlattım. Sözlerimi duyunca ağladı. Daha sonra şöyle buyurdu: “Allah’ım, sen şahitsin ki ben onlara, yaratıklarına zulüm yapmaları için emretmedim.”
Sonra bir deri çıkararak şöyle yazdı:
“Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla. Rabbinizden taraf size bir delil ve burhan (Kur’an) gelmiştir. O halde muamelelerde ölçü ve terazileri doğru ve tam tutun; halkın eşyalarından bir şey azaltmayın, onları eksik ölçmeyin; yeryüzünde onu ıslah ettikten sonra bozgunculuk yapmayın; inanmış iseniz bu sizin için daha hayırladır. Mektubumu okuduğunda, emrimiz doğrultusunda toplamış olduğun malları, onları senden alacak birisi yanına gelene dek koru. Vesselam.”
Sonra o mektubu, o şahısa ulaştırmam için bana verdi. Ben de o mektubu sahibine ulaştırdım. Derken o memur, mezkur mektupla azledilmiş olduğu halde bizden uzaklaşmış oldu.”
Muaviye bu sözleri duyunca şöyle dedi: “Bu kadına, istediği şekilde bir mektup yazın ve onu bir şikayeti olmaksızın razı olduğu halde kendi şehrine geri döndürün.”[15]
12- AHİRET DÜŞÜNCESİNDE
Suveyd b. Ğafle şöyle diyor:
Emir’ul-Müminin Hz. Ali (a.s)’ın hilafeti için halktan biat alındıktan sonra, bir gün O’nun huzuruna vardım. Huzuruna vardığımda O’nun küçük bir hasır üzerinde oturmuş olduğunu gördüm. O’nun oturduğu odada o hasırdan başka bir şey yoktu.
Bu durumu görünce şöyle dedim:
“Ya Emir’el-Muminin! Beyt’ul-Mal sizin yetkinizde olduğu halde, odanızda hasırdan başka ihtiyaç duyulan diğer bir şey görmüyorum!”
Emir’ul-Müminin Ali (a.s) cevaben buyurdular ki:
“Ey Ğafle! Akıllı bir kimse, kendisinden başka bir yere göçüp gideceği bir evde ev eşyası toplamaz. Bizim, varacağımız huzurlu ve emniyetli bir ev önümüzde vardır; en iyi eşyalarımızı oraya gönderiyoruz. Biz yakında oraya göç edeceğiz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder