29 Şubat 2016 Pazartesi

besmele görselleri ile ilgili görsel sonucu

HİCR SÜRESİ AYET 21
وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ عِندَنَا خَزَائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُ إِلاَّ بِقَدَرٍ مَّعْلُومٍ ﴿٢١﴾
Ve in min şey’in illâ indenâ hazâinuhu ve mâ nunezziluhû illâ bi kaderin ma’lûm(ma’lûmin).
HİCR SÜRESİ AYET 22
وَأَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ فَأَنزَلْنَا مِنَ السَّمَاء مَاء فَأَسْقَيْنَاكُمُوهُ وَمَا أَنتُمْ لَهُ بِخَازِنِينَ﴿٢٢﴾
Ve erselnâr riyâha levâkıha fe enzelnâ mines semâi mâen fe eskaynâkumûhu, ve mâ entum lehu bi hâzinîn(hâzinîne).
HİCR SÜRESİ AYET 23
وَإنَّا لَنَحْنُ نُحْيِي وَنُمِيتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ ﴿٢٣﴾
Ve innâ le nahnu nuhyî ve numîtu ve nahnul vârisûn(vârisûne).
HİCR SÜRESİ AYET 24
وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِمِينَ مِنكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِرِينَ ﴿٢٤﴾
Ve lekad alimnâl mustakdimîne minkum ve lekad alimnâl muste’hırîn(muste’hırîne).
HİCR SÜRESİ AYET 25
وَإِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَحْشُرُهُمْ إِنَّهُ حَكِيمٌ عَلِيمٌ ﴿٢٥﴾
Ve inne rabbeke huve yahşuruhum, innehu hakîmun alîm(alîmun).
HİCR SÜRESİ AYET 21
HİÇbir şey yoktur ki bizim katımızda hazinesi  olmasın biz onu ancak belirli bir ölçüye göre indiririz 
HİCR SÜRESİ AYET 22
AŞILAYICI rüzgarlar gönderir gökyüzünden bir su indirir sizi onunla sularız onu depolayan siz degilsiniz 
HİCR SÜRESİ AYET 23
ŞÜPHESİZ biz evet yanlızca  biz yaşatırız öldürürüz (hepsinin ardından ) kalıcı olan bizizdir 
HİCR SÜRESİ AYET 24
YEMİN olsun ki biz içinizden önce gelenleri de biliriz sonra gelecek olanları da biliriz 
HİCR SÜRESİ AYET 25
GERÇEKTEN  rabbin işte o onları diriltip toplayacaktır o kesinlikle işi saglam yapan ve yaptıgında hikmet bulunan her şeyi bilendir 
besmele görselleri ile ilgili görsel sonucu

HİCR SÜRESİ AYET 15

لَقَالُواْ إِنَّمَا سُكِّرَتْ أَبْصَارُنَا بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَّسْحُورُونَ ﴿١٥﴾
Le kâlû innemâ sukkiret ebsârunâ bel nahnu kavmun meshûrûn(meshûrûne).
HİCR SÜRESİ AYET 16
وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَاء بُرُوجًا وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِرِينَ ﴿١٦﴾
Ve lekad cealnâ fîs semâi burûcen ve zeyyennâhâ lin nâzırîn(nâzırîne)
HİCR SÜRESİ AYET 17
وَحَفِظْنَاهَا مِن كُلِّ شَيْطَانٍ رَّجِيمٍ ﴿١٧﴾
Ve hafıznâhâ min kulli şeytânin racîm(racîmin).
HİCİR SÜRESİ AYET 18
إِلاَّ مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُّبِينٌ ﴿١٨﴾
İllâ menisterakas sem’a fe etbeahu şihâbun mubîn(mubînun).
HİCR SÜRESİ AYET19
وَالأَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ شَيْءٍ مَّوْزُونٍ ﴿١٩﴾
Vel arda medednâhâ ve elkaynâ fîhâ ravâsiye ve enbetnâ fîhâ min kulli şey’in mevzûn(mevzûnin).
HİCR SÜRESİ AYET 20
وَجَعَلْنَا لَكُمْ فِيهَا مَعَايِشَ وَمَن لَّسْتُمْ لَهُ بِرَازِقِينَ ﴿٢٠﴾
Ve cealnâ lekum fîhâ meâyişe ve men lestum lehu bi râzıkîn(râzıkîne).
HİCR SÜRESİ AYET 15
ÜZERLERİNE gökyüzünden bir kapı açsak da oradan yükselseler ya gözlerimiz döndürüldü belkide biz büyülenmiş bir topluluguz diyecekler 
HİCR SÜRESİ AYET 16
YEMİN olsun ki biz gökyüzünde bazı yıldızlar yarattık onları bakanlar için süsledik 
HİCR SÜRESİ AYET 17
ONLARI kovulmuş her şeytandan koruduk 
HİCR SÜRESİ AYET 18
ANCAK (içlerinde) kulak hırsızlıgı yapan olur onu da parlak bir yıldız izlenmektedir 
HİCR SÜRESİ AYET 19
YERYÜZÜNÜ de yaydık üzerine daglar koyduk onda ölçülü şeyler bitirdik 
HİCR SÜRESİ AYET 20
ORADA  sizin için ve rızkını saglamak durumunda olmadıklarınız için geçiminizi saglayacak şeyler yarattık 

ENES BİN MALİK RAN ANLATIYOR RİVAYET EDİYOR  RASÜLULLAH S A V BUYURDU Kİ
KİM benim üzerime bir defa salavat getirirse cenab ı hak c c salavat getiren kişinin nefesinden beyaz bir bulut yaratır ALLAH teala  c c sonra rahmet deryasından su almasını daha sonra da yağmur yağdırmasını emirini verir  ALLAH teala cc buluttan yere düşen her damladan altın dağlara düşen her bir damlasından gümüş yaratı o buluttan hangi kafirin kafasına bir damla düşerse cenabı hak cc onu iman nimetiyle rızıklandırır

ALLAH TEALA C C ŞÖYLE BUYURUR

SİZ İNSANLAR İÇİN ORTAYA ÇIKARILMIŞ EN HAYIRLI ÜMMETSİNİZ İYİLİGİ EMREDER KÖTÜLÜGE ENGEL OLUR VE ALLAH A İNANIRSINIZ 
132 ALU İMRAN SÜRESİ AYET 110
HAZRETİ ÖMER RAN NAMAZ KILMAYA KALKACAGI ZAMAN BÜTÜN VÜCUDU TİTİRERDİŞLERİ ZANGIRDARDI SANA NE OLUYOR DEDİKLERİ ZAMAN ŞÖYLE KARŞILIK VERDİ EMANETİ EDA ETMENİN VE FARZI  YERİNE GETİRMENİN VAKTİ GELDİ ONU NASIL EDA EDECEGİMİ BİLEMİYORUM
  • Mevlana Celaleddin Rumi Sözleri / Mevlana Sözleri / 
  • Dilini terbiye etmeden önce yüreğini terbiye et; Çünkü söz yürekten gelir, dilden çıkar.
  • Ne tükenmez hazinesin ey dil! Ne devasız bir dert!
  • Herkesin bir derdi var; Her derdin bir acısı.. Acılarım katlanılmaz değil ama , bir de tuz basanı var..
  • Bin sene de okusam, Ne biliyorsun diye sorsalar bana haddimi bilirim derim.
  • Seni Seveni Zehir Olsada Yut , Seni Sevmeyeni Bal Olsada Unut..!
  • Küsmek ve darılmak için bahaneler aramak yerine, sevmek ve sevilmek için çareler arayın.
  • Bırakacağın eli hiç tutma, Tutacağın eli ise hiç bırakma. Sahte sevgilere gül olmaktansa, gerçek sevgilere diken ol !!
  • Dediler ki: Gözden ırak olan gönülden de ırak olur. Dedim ki: Gönüle giren gözden ırak olsa ne olur.
  • AŞK Acısı taşımayan Yürek ; Ya Deliye aittir, Ya Ölüye.
  • Minareden Düşenin Parçası Bulunur, Bulunur da; Gönülden Düşenin Parçası Bulunmaz ..!
  • Dost ise düşünme, ver ömrünü gitsin. Dost değilse, hiç bekletme yol ver gitsin.
  • Kabiliyetsiz olmak bir kusur değildir..Ama Karaktersiz olmak çok büyük bir kusurdur.
  • Aşk, ücreti ve karşılığı olmayan bir hastalıktır Aşk hükmetmez ; terbiye eder...!
  • Gönlümün sevmediğini gözüm neylesin .. Rabbim herkese gönülden seveni nasip eylesin..!
  • Her Canlının Ölümü Tadacağını,Ama Sadece Bazılarının Hayatı Tadacağını Öğrendim.Ben Dostlarımı Ne Kalbimle Ne de Aklımla Severim.Olur ya Kalp Durur Akıl Unutur Ben Dostlarımı Ruhumla Severim.O ne durur,ne de unutur...
  • Demir gibi cahili, altın gibi bilginden daha kıymetli yapan şey, ahlâktır.
  • Bozuk olunca maya; ne ar tanır ne de haya.
  • Ne gönlümün derdini sor bana, Ne sararan yüzümü sor bana, Ne içimin ateşini sor bana, Gel gözünle gör, gel artık.
  • Ey sevgili.. Biz seninle bir salkımın iki aşık üzümüyken, başka şişelerde şarap olmuşuz, başka hayallerde harap olmuşuz...
  • Söküklerini dik sözlerinin, dilini kalbine yanaştır; dilinle söylediğini kalbinlede söyle. Kalbinden geçmeyeni diline değdirme.
  • Bitkinin Güzelliği,Tohumun İyiliğinden.. İnsanın Güzelliği İse Kalbinden Gelir.
  • Gönlünü yıkayıp arıtmamışsan, habire abdest alıp durmaktan fayda bekleme.
  • Yalnızlık, adam olmayanın vereceği sevgiden, saygıdan yeğdir.
  • Akılsız, yüzü güzele ; Akıllı, gönlü güzele tâlip olur . Zaman yüz güzelliğini tüketir ama gönül güzelliğini artırır.
  • Eğer Rabbim seni bana yazmışsa, Benden kaçışın yok..! Lakin kader seni benden almışsa, Ağlamaya lüzum yok...
  • Herkes dışını süslerken, sen içini,kalbini süsle. Herkes başkasının ayıbını araştırırken,sen kendi ayıplarınla meşgul ol!
  • Gönlü aydın bir kişiye kul olmak, padişahların başına tâc olmaktan iyidir.
  • Gerek yok her sözü laf ile beyana, Bir bakış bin söz eder bakıştan anlayana.
  • Cahil ile sohbet etmek güçtür bilene ; Çünkü cahil ne gelirse söyler diline.
  • Ey Gönül! En acı ilaç ayrılıktır; zira onun içinde Aşk gibi bir şifâ saklıdır.
  • Düşüncen konuşmana, Konuşman hareketine, Hareketin kaderine yansır, Güzel düşün. güzel yaşa..!
  • Her olayı hayır bil, her geceyi Kadir bil, her geleni Hızır bil.
  • Emek ver , Kulak ver , Bilgi ver Ama Sakın Boşverme.
  • Ey gönlümün sol yarısı. Aklıma koydum seni, AKLIM almadı. Yüreğime bıraktım, Sana doymadı..!
  • Her Yerde Olmak Gibi Bir Duan Varsa, Gönüllere Gir; Çünkü Sevenler, Sevdiklerini Gönüllerinde Taşırlar.
  • İki alem vardır: İlki varlık alemi, ikincisi manâ alemi. Varlık alemi gündüz gibidir, olanı biteni açıkça görürsün, kendini kolayca ele verir. Manâ alemi ise gece gibidir, onu bulmak için mutlaka gönül ışığını yakman gerekir.
  • Kişi gülüşüyle terbiyesini, güldüğü şey ile seviyesini gösterir.
  • Mecnun Değilim Dost; Lakin Çağırırsan Çöllere Gelirim !
  • Hak kuldan intikam kul ile alır, dini irfan bilmeyen bunu kul etti sanır.
  • Dünya pazarının sermayesi altındır. Öte alemin sermayesi ise; aşk ve daim nemli iki göz. Gönlüm bağdır, gözüm bulut. Bulut ağladı mı bağ yeşerir. Mum gibi yaş dök ki gönül evin aydınlansın.
  • Ey Gönül! Sevdiğini hiç gitmeyecekmiş gibi seversen, gittiğinde de hep gelecekmiş gibi beklersin.
  • Seni bağrıma değil, bağrımı ve başımı ayağının altına bastım. Gözüm toprak olacak, ama gönlüm daima aşk kokacak.
  • Fani Aşk Yoktur, Aşkların Hepsi Baki Olanadır. Tek Fark Şudur Ki; Kimi Sanatı Gôrür, Kimi Sanatçıyı...
  • Ey gönül Utanıyorum senden: yanında Bülbülün varken gargalardan gül sorarsın...
  • Gözlerinin gördüğünü yüreğinin gördüğüne değişiyorsan eyvallah! Yüreğinin gördüğünü gözlerinin gördüğüne değişiyorsan eyvah, eyvah!
  • Biz sevdik mi yer oluruz Biz sevdik mi sel oluruz Biz sevdik mi lal oluruz Biz sevdik mi can oluruz.
  • Herkesin günahını kapatamayacağına göre !..Kendi göz kapağını kapat !
  • Kalbi ve sözü bir olmayan kimsenin, Yüz dili bile olsa, o yine dilsiz sayılır.
  • Sabır; ağrıları dindiren acı bir ot gibidir. Hem can yakar hem de tedavi eder.
  • Dünya kurt, insan kuzu... Kurdun derdi kuzuyu mideye indirmek kuzu ise kurda aşık.!
  • Aklın güzelliği dil ile, dilin güzelliği söz ile, kişinin güzelliği yüz ile, yüzün güzelliği göz ile belli olur...!
  • Bizi bilen bilir, bilmeyende kendisi gibi bilir !
  • İnsanoğlu dünyayı zapt eder, ama ağzını zapt edemez.
  • Geçer dediklerimi gecirdim Biter dediklerimi bitirdim.! Nefret ettiklerimi sildim,... silkindim yeter dedim.! Geride bıraktıklarım hesap sormaya kalkmasın o yüzden bana.! Farkında olduğum için var oldunuz, vazgeçtiğim için bugün yoksunuz..!
  • Ey gönül, gönlümüzün dumanı, sevdamızın alametidir.
  • Dost; acı söyleyen değildir Acıyı tatlı söyleyebilendir.
  • Şu, içinde bulunduğun tek anlık ömrünü fırsat bil. Ve onunla meşgul ol. Ne geçmişle üzül, Ne gelecekten kork.!
  • Neden duasız bırakıyorsun dilini? Kapıyı çalmadan, açılmasını bekleyenlerden misin yoksa?
  • Kapı açılır, Sen yeterki Vurmayı bil! Ne zaman? Bilemem! Yeterki o kapıda durmayı biL!
  • Bu dünya tuzaktır, tanesi de arzular.
  • Sevgiden, tortulu bulanık sular arı-duru bir hale gelir. Sevgiden, dertler şifa bulur. Sevgiden, ölüler dirilir. Sevgiden, padişahlar kul olur. Bu sevgi de bilgi neticesidir.
  • Güzel günler sana gelmez. Sen onlara yürüyeceksin.
  • Allah'ın defineleri yıkık gönüldedir... Yıkık yerlerde pek çok defineler gömülüdür. Kırılmış, iki yüz parça olmuş gönülü yapmak, Allah'a Hac'tan da yeğdir, Umre'den de.
  • Gelmez sana bir ziyan bu aşktan gönlüm! Can gitsede korkma başka bir candır ölüm.
  • Ey insanoğlu! Bazen ağlıyorsun, gözyaşı döküyorsun, bazen de altın sevdasına kapılıyor, toprak eliyor, altın kırıntıları arıyorsun! Fakat düşünmüyorsun ki, sen, altın madenisin, değerli bir kimyasın!
  • Biz dile söze bakmayız. Gönüle hale bakarız. Edep bilenler başkadır, canı, ruhu yanmış aşıklar başka.
  • İnsanı ateş değil, kendi gafleti yakar; Herkeste kusur görür, kendisine kör bakar. Neye nasıl bakarsan, o sana öyle bakar.
  • Göz nereye bakar, gönül oraya akar.Gönül nereye akar, ayak oraya koşar.
  • Asalet; Boyda Değil, Soyda İncelik; Belde Değil, Dilde Doğruluk; Sözde Değil, Özde Güzellik; Yüzde Değil, Yürekte Olur !
  • aşka yanmalı can dediğin...ya canan olmalı; ya da canını almalı 'yar 'diyemezsin ki herkese; içindeki yaran olmalı...herkesin de bir yüreği vardır amma yürek dediğin bir başka yanmalı...!
  • İnsanları tanımak denizleri bardak bardak boşaltmaktan daha zordur.
  • Sabret Can ; üzülme sevmeyen gitsin. Niçin ağlarsın? Dua et Rabbim seni terketmesin. İşte O terkederse gerçekten bitersin. . .!
  • Gül bahçesinde geçen sırrı, gizli şeyi bir gül bilir, Bir de hazin hazin ağlayan, feryat eden bülbül bilir.
  • Gönül kazanmak istiyorsan, sevgi tohumu ek. Cenneti kazanmak istiyorsan, yollara diken serpmekten vazgeç.!
  • Kaderde sevmek var ama kavuşmak yok ise şayet, Olsun!.. Vuslata aşık gönül susmayada razı.
  • Sen benim; bügünüme şükür ve yarınıma dua edişim,azla yetinişim,çoğa göz dikmeyişimsin.
  • Ey Gönül ..! Sen sen ol , kimsenin gönlünü yıkma . Dikenin ucuna çıkta , Edep çizgisinden çıkma ..!
  • Dua ve ibadet Allah ile olmaktır. Allah ile olan kimse için ölüm de ömür de hoştur.
  • Vesveseli düşüncelerden sakın. İnsanın kalbi, sazlık ve orman gibidir. Orada aslan gibi de, yaban eşeği gibi de fikirler bulunur.
  • Ey Gafil! Sen kendi şehvetine Aşk adını koymuşsun. Şu halinle o namusu ekberi soymuşsun. Aşkın asıl manasının altını oymuşsun. Bir bilebilsen küstahlığa nasıl doymuşsun...
  • Kalp deniz, dil kıyıdır. Denizde ne varsa kıyıya o vurur.
  • Gözünün gördüğünü gönlünün gördüğüne değişirsen EYVALLAH. Gönlünün gördüğünü gözünün gördüğüne değişirsen EYVAH EYVAH.
  • Yaşadığın dünyaya bak; Yüce Tanrı, hangi eserini sevginin kucağında büyütmemiş? Neden okşamak ve kucaklamakla gidilecek yere, tekme ve tokatla erişmeyi tercih edesin?
  • Sevgi ve acıma, insanlık vasfıdır; hiddet ve şehvetse, hayvanlık vasfı.
  • Dayan be gönlüm! Biçare değilsin Yaradan sana yar. Kimsesiz değilsin, Yanında Kimsesizler Kimsesi var. Biliyorum, Sığmazsın hiç bir yere bu sevdayla. Dünya sana dar. Ama dayan gönlüm! Dayan ki Her gecenin mutlaka bir sabahı var.
  • Bizim canımıza gelsin senin bedenine gelen ağrı.
  • Kitaplardan önce, kendimizi okumaya çalışalım .
  • Sevgide fedakarlık yolunu bulamayanları, asla gönül kapınızdan içeri sokmayın..!
  • Hayat bir uykudur ölünce uyanır insan. Sen erken davran ölmeden önce uyan...
  • Aptalın sevgisi, ayının sevgisidir; kini sevgidir, sevgisi kindir.
  • İnsanın kanadı, gayretidir.
  • Bize Gözün Değil , Gönlün Gördüğü Yürek Gerek. Düşlerdeki Tabir Değil , Gerçeğe Vuslat Gerek.
  • Kadınlar, Aklı Olanlara, Gönül Sahiplerine Pek üstün Olurlar. Cahillere Gelince, Onlar, Kadına üstündür. çünkü Tabiatlarında Hayvanlık Vardır. Sevgi Ve Acımak, Insanlık Vasıflarıdır. Hiddet Ve şehvet Ise Hayvanlık Vasıfları.
  • İstedikde vermedi deme... İstemeyi bilmedin bari yalan söyleme...
  • Yol kesenler olmadıkça, lanetlenmiş şeytan bulunmadıkça, sabırlılar, gerçek erler, yoksulları doyuranlar nasıl belirir, anlaşılır?
  • Adalet nedir? Ağaçlara su vermek. Zulüm nedir? Dikeni sulamak. Adalet bir nimeti yerine koymaktır.; her su çeken tohumu sulamak değildir. Zulüm nedir? Bir şeyi yerinde kullanmamak, yeri olmayan yerde kullanmaktır.
  • Bazen bitmek bilmeyen dertler yağmur olur üstüne yağar. Ama unutma ki, rengarenk gökkuşağı yağmurdan sonra çıkar.
  • Eğer tamamıyla zorluklara daldınsa, daralıp kaldınsa, sabret; çünkü sabır genişliğin anahtarıdır.
  • Ey diken arayan kimse! Cennete girsen bile, orada senden başka diken bulunmaz.
  • Yorulacaksan zorlanacaksan şikayatçi olacaksan keşkelere sıgınacaksan söze ama diye başlayacaksan girme AŞK yoluna Aşk yolunda U dönüşü yoktur!.. Aşk Derki sana: Yolumdaysan başım feda yoluna ama bil ki senin de başını isterim yoluma! Kahir KApris gelecekse senden amenna..! Ama ayagına diken batarsa yolumda ah edip vahlanma..! Aşk Bilek Gücü Degil Yürek. Yüregin Yetmişki Düşmüşsün Bu Yollara.
  • Üzülme! Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan, ne mutlu sana! Elinde olmayanları söyleme bana. Elinde olanlardan bahset can! Geceler hep kimsesiz mi geçecek? ...Gidenler dönmeyecek mi? Yitirdiğin; bir bakarsın yağmurlu bir gecede Veya bir bahar sabahında karşına çıkmış. Bil ki güzellikler de var bu hayatta. Gel Git’lerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin? Hüzün olgunlaştırır, Kaybetmek sabrı öğretir.
  • Lisanı ağızda olanı değil; Lisanı gönülde olanlara Yâr Et Bizi… Tebessümü simasında olanı değil; Tebessümü gönülde olanlar kat bizi… Aşkı tende sananı değil; Aşkı ruhunda Cân bilenlere arat bizi.
  • Kokuların en güzeli GÖNÜL kokusudur; çünkü o koku RABBiN kokusudur. O koku kırık gönüllerde mağlup ruhlarda bulunur.
  • Gel, gel yine her neysen, Kimsen yine gel; kâfirsen, Ateş ve put seversen yine gel; Girmez ki, umutsuzluk dergâhımıza.
  • Gönül, dert ile yandı; derdimi paylaşacak bir dost yok. Çok yer gezdim hüznümü azaltacak bir kişi yok. “Ben yarinim” diyen çok amma gerçekte vefalı bir yar yok.
  • Duydum ki kapıma gelmiş, tokmak olmadığı için kapıya vurmadan geri dönmüşsün. Bilmez misin, kalp kapısının tokmağa ihtiyacı yoktur; o ancak içeriden açılır.
  • Üzülme der Mevlana ve devam eder; Bir yandan korku bir yandan ümidin varsa iki... kanatlı olursun. Tek kanatla uçulmaz zaten. Sopayla kilime vuranın gayesi kilimi dövmek değil, Kilimin tozunu almaktır. Allah sana sıkıntı vermekle tozunu, kirini alır. Niye kederlenirsin? Taş taşlıktan geçmedikçe parmaklara yüzük olamaz... Yüzük olmak dileyen taş, ezilmeyi yontulmayı göze almalıdır..!
  • Can'ı Canan'a teslime hazır değilsen "ben AŞK'ım" deme kimseye...
  • İsyanlardayım dedi. Hayır, imtihanlardaydı. Fark etseydi, kurtulacaktı.
  • Söz, dinleyene göre söylenir; terzi elbiseyi adamın boyuna göre diker.
  • Denizi bir testiye döksen ne alır? Bir günün kısmetini.
  • Kimseden sana kötülük gelmesini istemiyorsan; fena söyleyici, fena öğretici, fena düşünceli olma.
  • Rüzgar ateş için neyse, ayrılık da aşk için odur..Eğer aşk küçükse söndürür, büyükse daha da kuvvetlendirir.
  • Sen verdikçe dost görünen çok olur. İste de gör, hepsi yok olur. Sen kendine yetmeyi öğren, tüm dünyanın malına gönlün tok olur.
  • Ey Can ! Edep nedir diye arar sorarsan eğer , bil ki edep , her edepsizin edepsizliğine sabır ve tahammül gösterebilmektir..!
  • Dünya gözü ile bakan, yüzü; gönül gözü ile bakan, özü görür.
  • Yazık ki akşam oldu biz yine yalnız kaldık... Bir kıyısı görünmez denize daldık.. Bir gemiye binmişiz bulanık bir gecede... Allah'ın denizinde Allah'tan uzak kaldık...
  • Bir gün kızsan bana, alsan başını, yüz bin yıllık yere gitsen, dönüp kavuşacağın yer ben’im demedim mi?
  • Geminin yüzmesi için suya ihtiyaç vardır! Ama su geminin içine girerse onu batırır! Gemi için su ne ise mümin için dünya o dur!
  • Ey Gönül! Bir sürü dostlarının yanında, elbet ki düşmanların da olacak; Ama imtihan ya bu, onca düşmanın var iken seni dostun vuracak.
  • İnsanlar elbiseleri ile karşılanır sohbetleri ile uğurlanırlar.
  • Şunu iyi bil ki safları yaran, her şeyi yenen aslanla savaşmak kolaydır. Gerçek kahraman odur ki önce kendi nefsini yener.
  • Ey Gönül! Sana deli desinler, divane, mecnun desinler; sana mağlup desinler, yenilginin zillet içindeki çocuğu desinler. Fakat ey gönül, sana, zaferin sarhoşu demesinler. Sana, 'kalbini kıramadı' demesinler. Ey gönül, haydi yenilgini mübarek kıl. Kır kalbini ve 'gönül' ol. Kokular devşir cennetten; hatta daha ötelerden.
  • Aşk da tıpkı Elif gibidir. İsminde gizlidir, ama okunmaz. O olmadan da besmele sese gelmez.O her şeyin içindedir ama hiçbir şeyde görünmez.
  • Hiçbir mal sizin değil, neyi bölüşemiyorsunuz? Hiçbir can sizin değil, niye dövüşüyorsunuz?
  • Sarılmayı bilirmisin? Sahiplenmeyi, sahiplendiğinde sadık kalmayı? Sen bilirmisin aşık olmayı? Bölünebilirmisin ikilere, üçlere, gerekirse binlere? Yapabilirmisin? Gerçekten sevebilirmisin? Sevmenin demesi olmaz. Unutma; ya çok seversin bir kere, yada hiç sevmezsin.
  • Mum olmak kolay değildir. Işık saçmak için önce yanmak gerek.
  • Tenini besleyip geliştirmeye bakma, çünkü o sonunda toprağa verilecek bir kurban...dır.Sen gönlünü beslemeye bak! Yücelere gidecek,şereflenecek odur.
  • Nefis firavundur. Sakın doyurma. Başına kral kesilir.
  • AŞK Abdest Gibidir. Şüpheye Düşersen Bozulur.
  • Ben hem hamım, hem kavrulmuş kebap olmuşum. Hem gülmedeyim, hem ağlıyorum. Alemi de hayretlere salmışım, kendim de hayretteyim. Vuslat içinde ayrılığa düşmüşüm ben.
  • Dünya, kendisini yeni gelin gibi gösteren, cilveler eden, kokmuş bir kocakadındır.
  • Kusur bulmak için bakma birine, bulmak için bakarsan bulursun. Kusuru örtmeyi marifet edin ! İşte o zaman kusursuz olursun.
  • Eğer, şehvetten vazgeçersen, bu dünyaya niçin geldiğini ve nereye gideceğini apaçık görürsün.
  • Can ve gönül de yani kalpte hakikat coşkunluklarını kaldıracak takat, kulakta da bunu işitecek istidad yoksa, ben kime ne söyleyeyim?
  • Sen benim tellerime hangi notayi isteyerek vuruyorsan, ben o makamdan inliyorum SEVGiLi.
  • Hiçbir yere sığmadı Aşkın. Gönlüme sığdı yalnız. Şimdi gönlüme de sığmıyor. Gözlerimden sızıyor;
  • Hoşlanmadığına tahammül sabır değildir. Sevdiğine kavuşamayacağını bilsende, kavuşacakmışcasına gayret etmendir. Bırak, sabır sana sabretsinki acıyı bal eylesin.
  • Ölüm yaradılmışın Yaradan’a Kavuşmasıdır.
  • Aşk vadisinde, hiçbir nişane, hiçbir iz yoksa üzülmemeli; çünkü, Hakk’ın lûtfuyla bazen umutsuzluktan bile umutlar doğar. Ey gönül, sakın umutsuzluğa düşme! Allah'tan umudunu kesme ki, bazen can bahçesinde, sögüt ağacının dalı bile hurma verir.
  • Aşkının varlığında öyle yok oldum ki, O yokluk binlerce varlıktan daha hoştur.
  • Çoban uyudu mu kurt emin olur.
  • Deniz gibi mal kazan, fakat sen üzerinde gemi ol.
  • Daha ne kadar ihtiyaçlar içinde çırpınan canı düşüneceksin? Ne vakte kadar sıkıntılarla, kavgalarla dolu dünya için tasalanıp duracaksın? Dünyanın senden alabileceği ancak bu bedendir; sen böceklere yem olacak bu et yığınını bir çöplük say da, bu kadar düşüncelere dalma.
  • Sarılmayı bilir misin? Sahiplenmeyi, sahiplendiğinde sadık kalmayı? Sen bilir misin aşık olmayı? Bölünebilir misin ikilere, üçlere… gerekirse binlere? Yapabilir misin? Gerçekten sevebilir misin? "Sevmenin demesi" olmaz. Unutma, ya çok seversin bir kere, ya da hiç sevmezsin.
  • Ya da yazık GÜZELLİK'' Mevla'nın lütfudur. NUR'un yansımasıdır. ''EDEP'' ise kişinin GÖNÜL aynasıdır. . !
  • Günde elli sefer içimde şu sesi duyarım: avlanmayı bırak, ağa atla acı acıyla iyileşir, aşk ise daha büyük bir aşkla.
  • Ümitsizlik diyarına gitme, umutlar var. Karanlığa kapılma, güneşler var. Gönül, ...seni gönül ehlinin diyarına çağırır; ten ise seni su ve çamur hapsine çeker. Aklını kullan.Gönlüne kulak ver. Bir gönül ehline var.Ondan gönül gıdasını al... Onunla gönlünü gıdalandır.
  • Neyi arıyorsan sen O'sun der Mevlana.. Zulmün peşindeysen zalimsin, Aşkı arıyorsan Aşık...
  • Gönül öyle yol geçen hanı değil, Dergahtır..! Paldır küldür girip çıkılmaz, Günahtır..!
  • İyiyi ara, güzeli ara, doğruyu ara; ama kusur arama. . . !
  • Ele geçen şeyin tadı, tuzu, değeri, oraya varmak için çekilen yol zahmeti kadardır. Çölün tozunu yutmayan, dilini dudağını çöl güneşinde çatlatmayan zemzemin lezzetini bilemez.. Ömür boyu hayalini kurmayan Kabenin kadrini tartamaz. O halde önce yan ki su seni kandırsın, Acık ki ekmek damağında bir lezzet bıraksın. Özle ki bulduğunda gerçekten bulmuş olasın.
  • Kimden kaçıyoruz, kendimizden mi? Ne olmayacak şey! Kimden kapıp kurtarıyoruz, Hak'tan mı? Ne boş zahmet.
  • Kişinin kendine ettiğini sarhoş edemez, ayyaş edemez, mezar soyan nebbaş edemez. Kişinin kendine ettiğini edemez kişiye hiçbir fani. Tutmazsa gerçek dost elini kendi kendiyle baş edemez.
  • Namusun önemini öğrendim evde.. Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu; gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.
  • Sükut eyledim,'kahrı var' dediler. Biraz söyledim,'zehri var' dediler. Sustum,'kahrından susuyor' dediler. Biraz konuştum, 'zehrini kusuyor' dediler.
  • İnsanlarla dost ol. Çünkü kervan ne kadar kalabalık ve halkı çok olursa yol kesenlerin beli o kadar kırılır.
  • Her insanın evveli suretten ibarettir. Ondan sonra can gelir ki can, manevi güzellik, ahlak güzelliğidir. Her meyvenin evveli suretten başka nedir ki? Ondan sonra lezzet gelir ki lezzet, meyvenin manasıdır.
  • Ey sevgili sen bana kör'dün. ben ise sana kördüğüm.
  • Nefsin ejderhadır. Öldü sanma, uykuya dalar o. Dertten eline fırsat düşmediği için uyur. Derdin bitince çıkar hemen. Hüner; dertsizken de nefsi uykuda tutmadadır.
  • Sen git yaralarını bir gönül cerrahına göster Sen onları kendin tedavi edemezsin…
  • Vefa nedir, bilir misin? Vefa arkanda bıraktığını, giderken yaktığını yabana atmamandır. Vefa; dostluğun asaletine, bir dua sonrası verilen sözlere, hayallere ihanet ...katmamandır. Vefâ ötelerin sonsuz mükafatı karşısında, cehennemi hafife almaman, ulvi güzellikleri dünyaya satmamandır.
  • Çalınan her kapı hemen açılsaydı, ümidin, sabrın ve isteğin derecesi anlaşılmazdı… Bir kelebek avcısı bile çalıların yırttığı ayaklarla koşmak zorundaysa, hayatın anlamını eliyle koymuş gibi bulmak kimin harcı?
  • Aslında farkındayım, hayatımdaki sahte varlıkların.. İstesem bir anda temizlemesini de bilirim.. Ama, bunca sahteliğin benim samimiyetime ihtiyacı var.
  • İnsan akılla pir olur; saçı, sakalı ağarmakla değil.
  • Daha ne kadar ihtiyaçlar içinde çırpınan canı düşüneceksin? Ne vakte kadar sıkıntılarla, kavgalarla dolu dünya için tasalanıp duracaksın? Dünyanın senden alabileceği ancak bu bedendir; sen böceklere yem olacak bu et yığınını bir çöplük say da, bu kadar düşüncelere dalma...
  • Gönlüm dilime dargın, dilim gönlüme... Gönlüm duygularını anlatamadığı için kızarken dilime, Dilim anlatamayacağı şeyleri düşündüğü için kızıyor gönlüme...
  • Mecnun değilim dost; lakin çağırırsan çöllere gelirim. Sana yalan halde gelmem, toplarım özümü yalın halde gelirim. Kapıyı çaldığında "kim o?"dersen; ben olmam kapında sen olur gelirim. Sen gel de yeter ki,yola yük olmam,yol olur gelirim...
  • Başarı bir seyahattir, hedef değil. Mutluluk, gidilen yolun üzerindedir, yolun sonunda değil. Yolun sonunda olsa, ona varıldığında yol bitmiş ve vakit de geçmiş olurdu. Mutlu olmanın zamanı ise bugündür, yarın değil.
  • İranlı Bir Şair diyorki; Aşk'a Uçarsan Kanadın Yanar .. Bunun Üzerine Mevlana diyorki; Aşk'a Uçmazsan Kanat Neye Yarar...?
  • Hadi yaramı sarmaya merhemin yok Yalandan da olsa gönül alamaz mısın?
  • Göz iki, kulak iki, ağzımız ise tektir. Çok görüp, çok dinleyip, Az konuşmak gerekir.
  • Kişi kim olduğunu bilmek isterse, kimleri sevdiğine baksın.
  • Ey altın sırmalarla süslü elbiseler giymeye, kemer takmaya alışmış kişi. Sonunda sana da dikişsiz elbiseyi giydirecekler...
  • Ey gönül! Ne tuhaf değil mi? Bir ömür, şah damarından daha yakın bir Sevgiliyi aramakla geçiyor.
  • Sizi Harekete Geçirmeyen İmanın, Sizi Sırattan Geçirmesine İmkan Yoktur.
  • Hz. Mevlanaya; Neden hep yak takımı ve kötü insanlarla berabersin, neden onları kendine mürid olarak kabul ediyorsun, diyenlere verdiği cevap şudur; İyilerle herkes iyi olur maarifet kötülerle iyi olabilmek !
  • Sus gönlüm! Seni senden daha iyi bilen Rabbinin hükmü vuk'u buluncaya kadar, Senin nasibin sana ulaşıncaya kadar, ulaşmayanlarınsa senin nasibin olmadığını anlayana kadar sus.
  • Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Bugün hayat veren su, yarın sizi boğabilir.
  • İstiyorsan HAKK'a varmayı, meslek edin gönül almayı... Bırak saraylarda mermer olmayı, toprak ol bağrında güller yetişsin.
  • Suskunluk yaranın kanamasıdır.. Suskunluk dününü öldürmenin yasıdır.. Suskunluk İnsanım diyenlerin sahteliğine lal kalınmasıdır.
  • Misafirsin bu hanede ey gönül, Umduğunla değil bulduğunla gül, Hane sahibi ne derse o olur, Ne kimseye sitem eyle, Ne üzül...
  • Sen ki hayrı şerri bilmezsin. Önce kendini sına sonra da başkalarını. Kendini sınadığında zaten başkalarını sınamaktan vazgeçersin..!
  • Sen yine sükutu giyin, dilersen hiç konuşma !..Ben kelamlarımı çürüttüm yolunda, çarpsa da bir tokat gibi yüzüme, her harfi yoluna heceledim..! Ve bilesin üstüne aşkı giydirdiğim söz verdim ben bu yüreğe ; Hiçbir harfi sensiz bir cümleye kurban etmedim.
  • Ey Sevgili, ilacım de sensin, çarem de sensin. Yüz parça olmuş gönlünün nuru da sensin. Çaresiz gönlümde, senden başka ne varsa hepsi yok oldu, Beni kimsesiz bırakma! Gel!
  • Sen benim gönlümde oldukça Yemen'de de olsan benim yanımdasın. Eğer sen benim gönlümde değilsen yanımda da olsan Yemen'de sayılırsın.
  • Her aşkın bir hasreti var; Her hasretin bir çilesi. Çilem çekilmez değil amma bir de çektireni var.
  • Dünyada mevcut bütün canlar, sana karşı canlıktan çıkıyorlar, beden oluyorlar. Halbuki sen, cansın, canlar canısın, cansız beden ne işe yarar? Ben çok eskiden, sana gönül vermiştim. Gel, ey sevgili gel de şimdi sana canımı da vereyim!
  • Kısmet Etmiş ise Mevla; El getirir, Yel Getirir, Sel Getirir. Kısmet Etmez ise Mevla; El Götürür, Yel Götürür, Sel Götürür. .
  • Aynalar türlü türlüdür. Yüzünü görmek isteyen cam'a bakar, özünü görmek isteyen can'a bakar.
  • Şehvetin adını aşk koydular Eğer şehvet aşk olsaydı Eşekler aşkın şahı olurdu !
  • Mutlu olmak istiyorsan; gururu bırak, gönüller almaya bak.
  • Dibi yosun tutan denizlerle ilgilenme, sen dağları seyret...Yenik düşüyorsan özlemlerine aldırma, kalbindeki o uçsuz bucaksız sevgiyi hisset... Işıklar sönmüşse ve karanlıksa onada aldırma, ay ışığını seyret... SABRET!... Sabret ki herşey hissettiğin kadar derin ve sonsuz olsun...Sabret ki herşey gönlünce olsun.
  • Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini şaşırmayasın!
  • Gel Git’lerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin?. “Hüzün olgunlaştırır” . “Kaybetmek sabrı öğretir”.
  • Ey başkalarına ağlayan göz! Gel bir müddet otur da kendine ağla.
  • İnsanlar ağaçlardan ders almalıdırlar. Onlar; ne üzerlerinde barınan kuşların, ne gölgelerinde yatan insanların, ne de verdikleri yemişlerin hesabını tutarlar.
  • O kadar çok koşmayın, o kadar çok yorulmayın, şu yerin altında çırak ne olmuşsa usta da o olmuştur.
  • Güzel huy peşinde yürü, iyi huyla düş kalk. Gül yağına bak, nasıl gülün huyunu almış.
  • Yanlızlik ALLAH,a mahsus her canlı bir eş arar, TAŞIN kalbi yok ama onu bile yosun sarar. . . !
  • Boşver be kalbimm.. Kimse anlamasa da bilmesede yorgunluğunu...Yaradan bilir doğruluğunu.
  • Dostun sana düşmanlık eder, haset ve kinini dışarı vurursa senden yüz çevirdi diye feryat etme. Kendini ahmak ve bilgisiz hale düşürme. Allah'a şükret, yoksullara ekmek ver ki onun çuvalında eskimedin, yıpranmadın. Ebedi dostun Allah'tır.
  • Yine düşüncelerLe boğulmaktayım...Yine kararsızlklardayım..Kim iyi Kim Kötü hâLa bulamamaktayım.
  • İnsanları tanımak için tüm gücünüzü verin ama tüm sevginizi vermeyin. Onları tanımaya başladıkça verdiğiniz sevgiye acıyacaksnız.
  • Ele geçen şeyin tadı, tuzu, değeri, oraya varmak için çekilen yol zahmeti kadardır. Çölün tozunu yutmayan, dilini dudağını çöl güneşinde çatlatmayan zemzemin lezzetini bilemez.. Ömür boyu hayalini kurmayan Kabenin kadrini tartamaz. O halde önce yan ki su seni kandırsın, Acık ki ekmek damağında bir lezzet bıraksın. Özle ki bulduğunda gerçekten bulmuş olasın.
  • Bir bakarsın altınla aldatırlar beni o. Bir bakarsın şanla şerefle aldatır beni. Oysa altın falan istemiş değilim ondan, Şanla şerefe hele çoktan boş vermişim.
  • Kötü huy kılavuzun oldukça mutlu olacağım sanma! Sen sabaha kadar gaflet uykusundasın, ömürse kısadır. Korkarım ki, sen bu uykudan uyanınca gündüz olur.
  • Mevlanaya sormuşlar sevgili nasıl olmalı diye... Sevilecek biri olmadığı zamanl...arda bile seni sevmeli... Sarılacak biri olmadığı zamanlarda bile sana sarılmalı... DAYANILMAZ OLDUĞUN ZAMANLARDA BİLE SANA DAYANMALI.
  • Açlığa sabredersin adı "ORUÇ" olur. Acıya sabredersin adı ''METANET" olur. İnsanlara sabredersin adı "HOŞGÖRÜ" olur. Dileğe sabredersin adı "DUA"olur. Duygulara sabredersin adı "GÖZYAŞI" olur. ...Özleme sabredersin adı"HASRET" olur. Sevgiye sabredersin adı "AŞK" olur.
  • Bak bil ki domuzların önüne inciler serilmez Mücevherden sarraflar anlar ancak,başkası bilmez Ne fark eder ki kör insan için elmas da bir camda Sana bakan bir kör ise,sakın kendini camdan SANMA.
  • Ay doğmuyorsa yüzüne güneş vurmuyorsa pencerene,Kabahati; ne güneşte ne de ay da ara...Gözlerindeki perdeyi arala.
  • Diyorsunki; Ben sana gönlümü verdim. İyi de gönül dediğin nedir ki ey sevgilim...? Ben sana hiç gönlümü verirmiyim! Çünkü gönül dediğin toprağa girince toz olur, toprak olur. Ben sana ruhumu veririm. Çünkü ruhum sende sonsuzluk olur!
  • Gönül; bir gün olur, Seni gönlünü alana ulaştırır. Can; bir gün olur, Seni sevgiliye ulaştırır. Sen de derdin eteğini elden bırakma, Çünkü o dert, bir gün olur, Sen'i dermana ulaştırır.
  • Gönlü ışık yakmayı, aydınlanmayı öğrenen kişiyi, güneş bile yakamaz. Gündüz gibi ışıyıp durmayı istiyorsan, geceye benzeyen benliğini yakıver..!
  • Bir adamın birçok hüner, fen, bilgi sahibi olduğuna bakma! Verdiği sözde duruyor mu? Vefası var mı? Asıl ona bak! Hakla ettiği sözleşmeyi yerine getiriyorsa, insanlara verdiği sözde duruyorsa, vefâlıysa onu istediğin kadar öv! Onun iyi vasıflarını bir bir say! O, senin övgünden, saydığın meziyetlerden daha üstün bir kişidir...
  • Güzelliğin bir damlası olan LEYLA için uykuyu haram etmek çok değilse,Güzelliğin kaynağı MEVLA için bir ömrü feda etmek az bile.
  • İnsanla hayvan arasındaki fark, edeptir.
  • Yürek yanmadıkça, göz yaşarmaz.
  • HARF'ler yetmedi anlaşılmama, bari Hâl'den anla.
  • Ey AŞIK! Hani özlem çekiyorsun ya sevgiliye.Bil ki sevgilidendir özlemin özü.Odur asıl sana özlem duyan.Çünkü o tutuşturmayınca alevi,kimsede olmaz ateş.Ve AŞK ateşi önce sevilene, ondan sonra sevene düşer.
  • AŞK; Bilmektir Ey Sevgili! Bir Tek Yârı Bilmek, Onu Candan Daha AZİZ Bilmektir. ...Ondan Gayrı Bildiklerinin Hiçbir Şey Olduğunu, Dünyanın Onunla Mana Bulduğunu Bilmektir.. Onun Selamı ile Gelen BELA Olsa EYVALLAH Diyebilmektir.
  • Güvendiğiniz dağlara karlar yağdığında en güzel çare, dağ ile karı başbaşa bırak.
  • Yüce Mevlam . . Bana öyle bir insani sevdirki.. O insanın kalbinde ilk sen olasın ..! Ve Ben o insanın Kalbinde Seni bulayım..!
  • Şöhret afettir; şöhret peşinde koşmak iyi tanınmak için uğraşmak insanlığa yakışmaz. Eğer sen hakikati aşk incisini arıyorsan görünüşten kurtulman denize dalman derinliklere inmen gerek! Yoksa şöhret gösteriş deniz kıyısına düşen köpüktür.!
  • Herkes bedeninin ölümünü düşünüyor. Kalbinin ölümünü düşünen yok. Asıl önemli olan, kalbin ölmesidir.
  • Aklım her gün tövbe eder.Nefsim her an tövbemi bozar. Arada kalmış bîçareyim. İyi ki Senin kapın var.
  • Kimin aşka meyli yoksa o, kanatsız kuş gibidir.
  • Ey Akıllı ! Sakın aklın başına gelince, pişman olacağın bir sarhoşluğa düşme !
  • Sen değerinle ve düşüncenle, iki âleme de bedelsin, ama ne yapayım ki kendi değerini bilmiyorsun.
  • Başkasından üstün olmamız önemli değildir. Asıl önemli olan şey, dünkü halimizden üstün olmamızdır.
  • Cebi zengin fakat ruhu fakir olan insanın hali çok rezil ! Çünkü o; 'herşeyin fiyatını bilir, değerini değil.
  • Öyle bir 'Yâr' sev ki evladım; elinde su tasıyla, iftarı bekleyen oruçlu gibi beklesin seni...
  • Dertli insan içi duman dolu bir odaya benzer. Onu dinlemek, o odaya bir pencere açmak gibidir.
  • Bir insanın nasıl güldüğünden terbiyesini, Neye güldüğünden akıl seviyesini anlarsın.
  • Hüzün dalgası çarptıysa bir insanın yüreğine; ya Mevla'sını özlemiştir ,ya da Mevla'sı onu.
  • İnsanları iyi tanıyın, her insani fena bilip kötülemeyin, her insanı da iyi bilip övmeyin.
  • Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.
  • Cahil kimsenin yanında kitap gibi sessiz ol.
  • Gülene neden gülüyorsun diye sorulmaz, ama ağlayana neden ağladığı sorulur. Sende dualarında ağla ki, Rabbin sebebini sorsun.
  • Eğer sen, can konağını arıyorsan, bil ki, sen cansın. Eğer bir lokma ekmek peşinde koşuyorsan, sen bir ekmeksin. Bu gizli, bu nükteli sözün manasına akıl erdirirsen, anlarsın ki, aradığın ancak sensin sen!
  • Önemli Olan Seni Tamamlayacak Ruhu Bulmandır.. Her Peygamberin Verdiği Öğüt Aynıdır: Sana Ayna Olacak İnsanı Bul.
  • Akıllı insan düşündüğü herşeyi söylemez, fakat söylediği herşeyi düşünür.
  • Aşk nasip işidir, hesap işi değil! Aşk adayıştır, arayış değil! Sen adanmışsan ve yanmışsan bu uğurda, aşk seni bulmaya gelir!
  • Yaşlanmaktan kork, gençliğinin kıymetini bilememişsen. Unutulmaktan kork, arkanda iyi bir eser bırakamamışsan. Ölmekten kork, ölmeden önce ölmeyi becerememişsen.
  • Bir şeyden kaçacaksan yılandan, akrepten, arslandan, kaplandan kaçma da, bedenden kaynağını alan nefsanî isteklerden, heveslerden kaç! Çünkü başımıza gelen bütün belalar, çektiğimiz bütün zahmetler, meşakkatler boş ve olmayacak heveslerden meydana gelir.
  • Ben Aşıklığı senin kemalinden öğrendim. Beyit ve gazel söylemeyi cemalinden öğrendim. Gönül perdesinde hayalin raksetmede; Ben en güzel raksı senin hayalinden öğrendim.
  • Görmeyince tükenseydi sevgiler, insan varlığı boyunca görmediği Rabbine böylesi muhabbet duyar mıydı ?
  • Kendindendir çektiklerin gölgenden değil. Ne yaptın da sana dönüşünü görmedin? Ne ektin de ektiğini biçmedin? ... Eylemlerin ruhundan ve bedeninden doğar. Sonra da çocuğun gibi gelip eteğinden tutar..
  • Gözyaşının bile görevi varmış.. Ardından gelecek gülümseme için temizlik yaparmış.
  • Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir.
  • Senin için başkasını terk eden, başkası için de seni terk eder.
  • ORUÇ kuyusunda sabret ki; Yusuf gibi aşk Mısır'ında aziz olasın.
  • Candan ümidi kesebilirsiniz; ama CAN dostlarıyla irtibatı kesmek güçtür.
  • Değil mi ki gönül mutfağında yemekler tabak tabak, peki ne diye aşağılık kişilerin mutfağına kase tutacakmışım.
  • İnsanlar, uğrunda çaba gösterdikleri her şeye ulaşırlar. Ey bahtlı kişi! Kuru duayı bırak…. Ağaç mı istiyorsun, tohum ekmelisin.
  • Ulaşamayacağını bile bile neden O'nu arıyorsun? derler... Bende derim ki; Ölecegimi bile bile neden yaşıyorsam,o yüzden.
  • Tut ki bütün doğuyu, batıyı zaptettin, her tarafın saltanatına sahip oldun. Madem ki Bu saltanat kalmayacak, sen onu bir şimşek farzet; çaktı ve söndü. Ey gönüllü uyuyan, ebedi kalmayacak mülkü bir rüya gibi bil.
  • Keser Gibi Olma; Hep Bana, Hep Bana. Rende Gibi Olma; Hep Sana, Hep Sana. Testere Gibi Ol; Hem Sana, Hem Bana.
  • Bakmakla görmek, aşık olmakla sevmek arasındaki fark? Diye sormuslar Mevlana'ya. Cevaplamış; Senin baktığına herkes bakıyor; ama ya görebildiğini herkes görebiliyor mu? Herkes aşık olabiliyor; ama herkes senin gibi sevebiliyor mu? Aralarındaki tek fark sensin.Seni özel kılan görebildiğini ve sevebildiğini bilmektir..
  • Gönlüme girmene lafım yok.. Ama malumdur ki karga gül bahçesinde gezmekle bülbül olmaz! Bilesin sende.
  • Yarın yaparım yarın yaparım deme! Bugün'de dün'ün yarın'ıydı ne yapabildin.
  • Maşrapamız küçük ise deryayı suçlamaya hakkımız yok.
  • Her zaman doğruyu söyle, ama her zaman her doğruyu değil.
  • İnsanlar günahları ile övünüyor, sevaplarıyla alay ediyorlarsa, şeytan yüreklerinde tavaf ediyor demektir.
  • Dünle beraber gitti düne ait ne varsa, bugün yeni şeyler söylemek gerek.
  • Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir.
  • Her dil, gönlün perdesidir. Perde kımıldadı mı, sırlara ulaşılır.
  • Uzakta Olsan da Yanımda OLmalısın Daima; Unutma Gerçek Aşk Sevdiğini Anınca Yanmak...Yandıkca Sevdireni Anmaktır.
  • Her birimiz tek kanatlı melekleriz ve bizler ancak birbirimizi kucaklayarak uçabiliriz.
  • Ey Müslüman, edep nedir diye sorarsan bil ki edep, her edepsizin edepsizliğine katlanmaktır.
  • Aşk; topuklarından etine kadar işlemiş bir nasırdır; ya canın acıya acıya adım atacaksın, ya da canını acıta acıta söküp atacaksın.
  • Kim, ne olursa olsun, Sevgili bizim olsun tek, Canı, Canımız olsun...
  • En son ölüm gelir,yine de erken deriz.
  • Dayan be gönlüm!. Bîçâre değilsin Yaradan sana yâr. Kimsesiz değilsin, yanında “Kimsesizler kimsesi” var!. Biliyorum! Sığmazsın hiç bir yere bu sevdayla, dünya sana dar! Ama dayan gönlüm! Dayan ki her gecenin mutlaka bir sabahı var.
  • Her yağmur damlası bir yeşil yaratmak içindir.Sanmasınlar yıkıldık,sanmasınlar çöktük.Bir başka bahar için sadece yaprak döktük.
  • Üç şey seçildi cennetten:Kelimler,aşk,annelik duygusu. Kelimeleri Adem aldı, annelik duygusu Havvaya kaldı; ama aşk çok ağırdı.
  • karşılık DÜNYA'yı verseler kabul eder misin? Etmezsin... Peki gözü verene neden secde etmezsin !
  • Gelmez sana bir ziyan bu aşktan gönlüm! Can gitsede korkma başka bir candır ölüm.
  • Susmalıyım belkide.! Kefenleyip tüm kelimeleri ,cümleleri, öylece mısraları gömmeliyim.Ne sahibim bu ...yerde! nede kiracı! Sadece bir ömürlük misafirim ben.Yüregimiz kıymet bilene emanet.
  • Bilmek başka , Bulmak başka , Olmak daha başka ...
  • Ne kadar zengin olursan ol, ancak belirli bir miktar para yersin. Denize testiyi daldırırsan, bir testi kadar su alır, gerisi kalır.
  • Üzülme! Bil ki yaradan umudu en çaresiz anlarda yollar. Unutma; yağmurun en şiddetlisi en kara bulutlardan çıkar.
  • İncir çekirdeğini doldurmayacak kadar!..diye niye küçümserler ki; Kalp pekmi büyük incirden?Bakın bakalım insan neler çekiyor, incir çekirdeği kadar kalbe düşenden.
  • Nice alimler vardır ki, hakiki bilgiden, hakiki irfandan nasipleri yoktur. Bunlar, bilgi hafızıdır; bilgi sevgilisi değil.
  • Bir kimsede kibir varsa, söz söylediği zaman soğan gibi kokar.
  • Sırrını kötülerden gizlemen, şaşılacak bir şey değil; şaşılacak şey kendinden de saklaman, kendinden de gizlemendir.
  • Ben insanların ayıplarını gören gözlerimi kör ettim. Sen de onlara benim gibi iyi gözle bak. Diyor ve ekliyor.Bakın! Toplumsal bunalımların, kavga ve dövüş ortamının tek ve en güçlü doğuş sebebi sevgi eksikliğidir. Bunun en doğru tedavi yolu ise SEVGİYİ aramak, yaşamak, uygulamaktır. Hoşgörülü olursanız seversiniz. Sevilirsiniz. Karar verirseniz ve de bu yolda çalışırsanız her şeye ulaşırsınız...
  • Sukŭnetim asaletimdendir. her lâfa verilecek bir cevabım var.lâkin; Bir bakarım lâf lâf mı diye , bir de bakarım söyleyen adam mı diye.
  • Kimi zıddı ile bir araya koyarsan onu ölüm azabına atmış olursun. Ruh, doğan kuşudur, ten ise kuzgun. Kuzgun leşlere, doğan saraylara layıktır. Kuzgunla yaşamak, doğana eziyettir.
  • Eğer, şehvetin ve nefsin hevesine kapılır gidersen, Ben sana haber vereyim ki, eli boş, nasipsiz gideceksin..!
  • Küle döndüysen, yeniden güle dönmeyi bekle.. Ve geçmişte kaç kere küle dönüştüğünü değil, kaç kere yeniden küllerin arasından doğrulup yeni bir gül olduğunu hatırla.
  • Akıp giden zaman içinde bir kafesteyim , Her türlü amelde çok ahesteyim , Kabrim... beni bekliyorken dünyalık hevesteyim , Uyandır artık Ya Rab! belki son nefesteyim.
  • Bir insan bilmiyorsa ne istediğini, hem seni ziyan eder hem kendini. Dibini görmediğin suya dalmadığın gibi, emin olmadığın sevgiye de teslim etme kendini.
  • Diyorsun ki; ben sana gönlümü verdim. İyi de gönül dediğin nedir ki ey sevgili? Ben sana hiç gönlümü verir miyim? Çünkü gönül dediğin toprağa girince toz olur, toprak olur. Ben sana ruhumu veririm. Çünkü ruhum sende sonsuzluk olur.
  • Aşığa bir anlık ayrılık, bir yıl gibi gelir. Bir yıllık vuslat bile onca bir hayalden ibarettir. Aşk susuzdur, susuzu arar. Bunlar geceyle gündüz gibi birbirinin ardına düşmüşlerdir. Gündüz geceye aşıktır, onsuz olamaz. Fakat bakarsan görürsün ki gece, ona, ondan ziyade aşıktır.
  • Allah için ateşe atılmak vardır. Lakin ateşe atılmadan önce kendinde İbrahimlik olup olmadığını araştır. Çünkü ateş, seni değil, İbrahimleri tanır ve yakmaz..!
  • Rabbim Ben pislikten derimi yıkadım, arıttım İçimi de şerlerden Sen yıka, arıt...
  • Dildeşinden ayrı düşen yüz türlü nağmesi bile olsa, dilsizdir. Gül solup da mevsim geçince bülbülden nağme duyamazsın.
  • Ne kadar az yüksekten uçarsan, düştüğün zaman o kadar az incinirsin...Kibiri Bırak Alçak gönüllü ol !
  • İnsanın değeri nedir? sorusuna Hz Mevlana'nın verdiği cevap kısa, ama çok derindir: Aradığı Şeydir!
  • İnsan içki içmekte serbest, ama sarhoş olmakta serbest değildir.
  • Bir Eş isterim cana can olan, yaraya merhem olan, canı ben yarası ben olan, bana MEVLAYI anlatan ve hatırlatan.
  • Duydum Ki Gıybetimi Yapmışsın ,Yüzüme SöyLemekten Kacmışsın..! Benim Gibi bir Acizden Korkmuş ALLAH'tan Korkmamışsın.
  • Dünyada en büyük musibet, cahilin ilim davasında bulunması, o davanın da cahillerce doğru zannolunmasıdır. İnsan bilmediğini açıkça itiraf edecek olursa, hem vebal altına girmekten kurtulur, hem de hulus-u her hayırlı iş ve ameli Allah rızasını niyet ederek yapmak niyyeti dolayisiyle Allah'ın ilham ve talimine mazhar olur...
  • Çocukluğunda oyun, Gençliğinde sarhoşluk, İhtiyarlığında tembellik, Ne zaman ? ALLAH'a kulluk edeceksin.
  • Kalbimi ve ruhumu vermemin bir yararı yok, sen zaten bunlara sahipsin. O yüzden sana bir ayna getirdim. Kendine bak beni hatırla.
  • Eden kendisine eder. Yapan bulur ve çeker. Unutma ki; Kazanmak koca bir ömür ister, Kaybetmek içinse bir anlık gaflet yeter.
  • Herşey üstüne gelip seni dayanamayacağın bir noktaya getirdiğinde sakın vazgeçme ! Çünkü orası gidişatın değişeceği yerdir.
  • Aşk'a yakalanan derman istemez. Aşk aman vermez, bir kere aşk'a yakalanan bir daha onun pençesinden kurtulamaz: Ey aman bilmez aşk; senin elinden el aman, el aman!
  • Her zorluğun sonunda doğan bir ışık vardır. Eğer elleriniz diken yaralarıyla kan revan içinde kaldıysa güle dokunmanıza çok az kalmış demektir.
  • İyi dostu olanın aynaya gereksinimi yoktur.
  • Ümitsizler köyüne gitme; ümitler var, karanlığa doğru yürüme; Güneşler var .
  • Gönlüne belalar geldikçe gülerek karşıla. Şükrü ve sabrı öğreniyorsun, korkma rıza makamı yakın sana...
  • Uzaklık deyip dert ettiğin nedir ki sevgili?.. Biz Yaradan'ı görmeden sevmedik mi?
  • Biz Sözlerimizi Artık Satırlara Değil Sadr'ımıza Yazdık..Kalbinizin Gözü Varsa Okur, Kulağı varsa Duyar, Dili Varsa Konuşursunuz...
  • Eli görmeyen kişi yazıyı kalem yazdı sanır!
  • Görünüşte ateş, tencerenin altındadır; ama anlam bakımından ateş, tencerenin canının içindedir. Görünüşte dışarıdadır, anlamıysa içeride; can sevgilisinin anlamı, kan gibi damarların içindedir.
  • Küllî sevdâ dururken, cüz'î sevdâyı neyleyim. Aç gözlülüğümü bağışla RABBİM, ben Sevdana Tâlibim.!
  • Duydum ki kapıma gelmiş, tokmak olmadığı için kapıya vurmadan geri dönmüşsün. Bilmez misin, kalp kapısının tokmağa ihtiyacı yoktur; o ancak içeriden açılır.
  • Cahille girme münakaşaya. Ya sinirini zıplatır tavana..! Ya da yazık olur Adabına.
  • Aşk, kimseye niyazı ve ihtiyacı olmayan Allah’ın vasıflarındandır. Ondan başkasına âşık olmak, geçici bir hevestir.
  • Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakilerin anlayabileceği kadardır.
  • Ne insanlar gördüm üzerlerinde elbise yok, ne elbiseler gördüm içlerinde insan yok.
  • Yılan sokması seni sadece canından eder. Ama kötü dost hem candan, hem de imandan eder!
  • Sen uzattığın elini tutmayan ele mi dargınsın, tutmayacak bir ele uzattığın için kendine mi kızgınsın.
  • Fakirim Diye Ne Üzülürsün !.. Aklın Başında ve Desteksiz Ayakta Durabiliyorsan , En Zengin Kul Sensin ; Bilmez misin.
  • Ben bir balığım, aşk ise daldığım bir derya... Aşktan gözlerim yaşlı olsa da o derya gözyaşımı nerden bilir... Başımı o denizden çıkarayım desem, balığım ya; Nefesim Kesilir.
  • Unutma ki!! Nefret ve Kinin ertesi Pişmanlıktır... Ve her Canlıya ölüm vardır. İnsan Ölür ama Ölmeyen "INSANLIKTIR.
  • Aşkın hikâyesini, durmaksızın feryâd eden bülbüle değil..Sessiz sedasız can veren pervanelere sor.
  • Susmak mânâ eksikliğinden değil, belki mânânın derinliğindendir.
  • Gönlünde olanı benden gizleme ki benim gönlümdeki de ortaya çıksın.
  • Hangi Meyve Oldu da Dalın da Kaldı ? Öyleyse Ölmekten Korkma,Ham Olmaktan Kork.
  • Ey Gönül ! Madem Sığınacağın Bir Limanın Yok ; Yoksa Dayanacağın Bir İmanın Da Mı Yok!!!..
  • Sen çiçek olup etrafa gülücükler saçmaya söz ver. Toprak olup seni başının üstünde taşıyan bulunur.
  • Sevdiğini mertçe seven kişi, pervane gibi özler ateşi. Sevip de yanmaktan korkanın, 'masal anlatmaktır' bütün işi.
  • Kalp bir bahçe gibidir. Onda mutlaka birşeyler bitecektir. O halde güzel şeyler ekin ki güzel şeyler bitsin!
  • Diyorsun ki âşık oldum; yalan! Aşk ile yanmadan gelme kapıma. Diyorsun ki yanıyorum; tamam ama, kül olmadan gelme kapıma !
  • İnsan büyük bir şeydir ve içinde her şey yazılıdır. Fakat karanlıklar ve perdeler bırakmaz ki insan içindeki o ilmi okuyabilsin. Bu perdeler ve karanlıklar; bu dünyadaki türlü türlü meşguliyetler insanın dünya işlerinde aldığı çeşitli tedbirler ve gönlün sonsuz arzularıdır.
  • Umursama Dünya Gelse de Üstüne, Tek Umudun Allah'ın Olsun! Elbet Birgün Devran Döner Tersine, SABIR En Büyük Silahın Olsun.
  • Vazifesini tam yerine getirmemiş olanın vicdan yarasına, ne mazaretin devası ne ilacın şifası deva getirmiş.
  • Ey gönül! Oruçlu iken ALLAH'a misafirsin; sana gökyüzü sofrası yakışır!
  • Ey Gözyaşı! Mademki, Gözümün Kapısından Çıktın, Gidiyorsun, Bari Sevgilinin Kapısına Git de, Başını ONUN Eşiğine Koy!
  • Merhamette güneş gibi ol; cömertlikte akarsu gibi ol; tevazuda toprak gibi ol; ayıpları, kusurları örtmekte gece gibi ol.
  • Marifet nedir bilir misin? Taşlara bakan gözlerin çicekleri görmesidir!
  • Yaya düzgün ok lazımdır. Yay ne kadar güçlü çekilirse çekilsin düz olmayan ok uzağa gidemez. O halde ey Hak yolunun yolcusu! Sen de niyetinle amelinle bu yolda ok gibi dümdüz ol! Ta ki üstadın bir yay gibi seni ötelerin ötesine ulaştırsın.
  • İyilik aradın mı, insanda kötülük kalmaz.
  • Sus artık yeter! Sır perdelerini pek o kadar yırtma. Çünkü bize, kırıkları sarıp onarmak, sırları örtmek yaraşır.
  • Sevgini vermesini öğren..Çünkü gönlün anlasın ki hepsine yer varmış.Sevgisiz insandan dünya, unutma ki korkarmış.
  • Öfke rüzgar gibidir, Bir süre sonra diner; ama birçok dal kırılmıştır bile.
  • Erkek sevdiği kadını herşeyden sakınmalıdır. Çünkü gül dalından koparılınca kırılır; ancak koklanmak için koparılır.
  • Sık sık verilen aynı öğütten sıkılma .. Çünkü bir çiviyi çakabilmek için defalarca vurmak gerekir.
  • Aldırma söylenenlere: Varsın, görenler seni bir ot sansın. Sen gül ol da, uğruna ötmeyen bülbül utansın.
  • Beni bir ben bilirim, bir de Yaradan.Bana bir ben lazımım, bir de Anlayan.
  • Bazen halimize Melek'ler imrenir, bazen de halimizden Şeytan bile iğrenir.
  • Yılan insanın sadece canını alır. Kötü arkadaş cehenneme sürer de ebedi hayatını mahveder.
  • Aklım kalbime;'' İman nedir?'' diye sordu:Kalbim ise aklımın kulağına eğilerek;''İman edeptir.'' dedi.
  • Unutma, Sır gibi seversen eğer muradın gerçekleşir. Çünkü tohum, toprağa gizlenirse yeşerir.
  • Aşık, sevgilisinden başkasını seyre dalarsa aşk değildir bu, boş bir sevdadır..
  • Yarabbi! Bildir de ben beni bileyim... Beni bilen ben ile kendime geleyim. Benim bensizliğim ile ben seni bileyim... Seni bilmeyen beni ben neyleyeyim.
  • Sen böyle güzelken bana söz düşmez. Bakma böyle yazılar yazdığıma,ben aslında Oku! emrine amade SENİ okuyorum sevgili.
  • Ey İman incisini bir ekmek karşılığı veren. Ey gönül mâdenini bir arpaya feda eden. Nemrud, gönlünü Hakk'ın dostu İbrahim'e teslim etmedi de sonunda canını bir sivrisineğe verdi.
  • Seviyorum seni... Bana bunun için nasihat neye yarar? Zehir içmişim ben... Bana şeker ne eder? Benim icin: Onun ayagına zincir vurdunuz! diyorlar; Divane olan gönlümdür,ayağıma zincir vurmak niye?
  • Aşk deliliktir biz delinin delisiyiz.
  • Ey gönül! Bu yolda kervanla beraber yürü! Yapayalnız bu yola düşme! Çünkü hadiselere gebe olan zaman, kim bilir ne fitneler doğurur. Dediğim gibi gidersen zahmetsizce gidersin. Hakk'ın emânında olarak yol alırsın.
  • Oruç anasının güzel yüzünü seyret! Onun lütuf sütünü em! Onun yurdunu yurt edin! Orucun kapısında otur!
  • Kanat vardır Doğanı padişaha götürür;Kanat vardır Kuzgunu leşe götürür.
  • Sen Bizim Suretimize [Yüzümüze] DeğiL, Siretimize [AhLakımıza] Bak.
  • Kanaatten hiç kimse ölmedi, hırsla da hiç kimse padişah olmadı.
  • Adam savaşmakla çetin er sayılmaz, öfkelendiği zaman kendini tutabilendir çetin.
  • İnsan gözdür, görüştür, gerisi ettir. İnsanın gözü neyi görüyorsa, değeri o kadardır.
  • Sana nasıl gönlümü aldın diyebilirim ki. Sen, zaten gönlümün ta kendisisin, sen benim gönlümsün.
  • Susmak degil söylemekti emelim. Razıyım sükunete lakin "Kelime-i Şehadet" ten sonra gelsin ecelim !
  • Nerede su olursa, orada yeşillik olur. Gözyaşı Hakk'ın rahmetine vesiledir. Nemli gözle bostan kuyusu dolabı gibi inle ki, can meydanın yeşersin, orada bahar olsun. Tövbe bineği, şaşılacak bir binektir. Bir solukta aşağılık dünyadan göğe sıçrayiverir...
  • Anlamak bilmek; bilmek affetmektir.
  • Unutma ki; İnsan Dünyanın Hakimi Olabilir, Ama Küçük Bir Kalbin Esiridir.
  • Burnuna sarımsak tıkamışsın, gül kokusu arıyorsun.
  • İstediğin kadar inançlıyım de namaz kıl, sadaka ver. Umut verip, güven aşılayıp da yarıyolda bıraktığın insanın gönül sadakasını her iki dünyada da veremezsin...
  • Buğdayı olmaksızın değirmene gidenin ancak saçı sakalı ağarır, başka bir şey elde edemez.
  • ‎Ey can..! Güneş herkesin üzerine eşit doğar ama ; Gül başka, leş başka kokar.
  • Bir gönül yapmak gelmiyorsa elinden, bari bir gönül yıkılmasın dilinden.
  • Sen gel de yeter ki, yola yük olmam, yol olur gelirim.
  • Yalnızlığın en kötüsü, anlamayanların arasında kalmaktır .
  • Cahil olanların merhameti ve lütfu azdır.
  • Bir gün kızsan bana, alsan başını yüzbin yıllık yere gitsen dönüp kavuşacağın yer benim, demedim mi.
  • Hırsı bırak, kendini boş yere harcama, şu toprak altında, çırak da bir ustada .
  • ‎Sesini değil, sözünü yükselt! Yağmurlardır yaprakları büyüten, gök gürültüleri değil.
  • Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme.
  • Sen yerde olanlara merhamet et ki,gökte olanlr da sana merhamet etsin Senden aşağı olana acı ki,senden üstün olan da sana acısın..
  • Gözün bir an içinde gördüğünü, dil yıllarca söylese anlatamaz; Kulak, anlayışın bir anda gördüğünü, anladığını yıllarca dinlese bitiremez.
  • Yüzde Israr Etme Doksan da Olur, İnsan Dediğinde Noksan da Olur, Sakın Büyüklenme Elde Neler Var, Bir Ben Varım Deme, Yoksan da Olur.
  • Şarap küpü nereye konursa konsun şaraptır. Gül mezbelelikte bitmekle kötü olmaz, şarap altın tasa konmakla helal olmaz.
  • Dünya hayatı bir rüyadan ibarettir. Dünyada servet sahibi olmak rüyada define bulmaya benzer. Dünya malı nesilden nesile aktarılır ama hep dünyada kalır...
  • Bencillik, gözüne takılmış ayna gibidir. O gözler nereye bakarsa baksın kendinden başka birini görmez.
  • Eden kendisine eder; yapan bulur ve çeker. Unutma, kazanmak koca bir ömür ister. Kaybetmeye ise anlık gaflet yeter.
  • KörLer çarşısında ayna satma , sağırLar çarşısında gazeL atma.
  • Söz vermek bir mana ise Sözü Tutmak binbir mana...!!! Herkes söz vermesini bilir ama Şeref" yürekli olana.
  • İsyan et eyy arkadaşım, söz söyleyecek an değil Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme.
  • Mevlanaya sormuşlar sevgili nasıl olmalı diye… Sevilecek biri olmadığı zamanlarda bile seni sevmeli Sarılacak biri olmadığı zamanlarda bile sana sarılmalı.
  • İnsanların en hayırlısı, insanlara yararı olandır. Sözün en hayırlısı, az ve anlaşılır olanıdır.
  • Bazı alimlerin Allah'ı ispat etmeye çalışmalarına şaşıyorum. Allah'ın varlığı sabittir, sen kulluğunu ispat etmeye çalış !
  • Define yıkık yerlere saklanır. Sakın ola fakir ve dertlilerin kalbini kırma, ahlarını alma.
  • Ne yüzünde göz izi, ne de yüzlerde göz izin olsun. Hâyâ denen ulvi servet, en güzel çeyizin olsun !
  • Aklını Başına Al Da, Fanî Olan Bu Dünya Zindanında Kimseden Vefa Arama! Bu Dünyanın Vefası Bile Vefasızdır.
  • Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme, Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme.
  • Ecel verileni almadan önce, verilmesi gereken her şeyi vermek gerekir.
  • Yüz kişinin içinde aşık, gökte yıldızlar arasında parıldayan ay gibi belli olur.
  • Yerde bir zayıf aman dilerse, gökyüzü askerleri birbirlerine karışırlar.
  • Kadınlarda hayvani sıfat fazladır. Çünkü kadın koku ve renge fazlaca meyleder.
  • Uyku ve uyanma bir nevi küçük mahşerdir.
  • Pisler, pisliklerini yapar ama sular da temizlemeye çalışır.
  • Kargalar gülistanı işgal ettiklerinde bülbüller siner ve susar.
  • Hırs insanı kör ve ahmak eder. Bilgisiz hale sokar da ölümü kolaylaştırır.
  • Herkes aynı fikirdeyse, hiç kimse yeterince düşünmüyor demektir.
  • Herkesin bakmadığı yönden bak dünyaya.
  • İki kişinin bildiği sır değildir.
  • İnsan dostunun huyunu alır.
  • İçteki kiri su değil, ancak gözyaşı temizler.
  • Ayıpsız dost arayan, dostsuz kalır.
  • Maksada sabırla erişilir.. Aceleyle değil! Sabret, Doğrusunu Allah daha iyi bilir.
  • Nasıl olur da deniz, köpeğin agzından pislenir, nasıl olur da güneş üflemekle söner?
  • Leş, bize göre rezildir ama, domuza, köpeğe şekerdir, helvadır.
  • Dert, insanı yokluğa götüren rahvan attır.
  • Kardeşim sen düşünceden ibaretsin,Geriye kalan et ve kemiksin,Gül düşünür gülüstan olursun,Diken düşünür dikenlik olursun.
  • Sevgi, bilmekten doğar.
  • Kötülerin övülmesi arşı titretir.
  • Sende bulunan beş duyu ışığını, gönül nuruyla aydınlat. Duyuları beş vakit namaz gibi bil. Gönlünse yedi âyetten ibâret olan Fatiha Sûresine benzer. Her sabah göklerden bir ses gelir, gönlünden dünya sevgisini atabilirsen o sesi duyar, hakikat yolunun izini bulur, yol alır gidersin.
  • Kışın yüzü soğuktur ama şefkâtlidir. Yaz gülümser ama yakar, kavurur. Darlık geldi mi onda genişlik görmeye bak.
  • Bu dünya bir ağaca benzer, biz de bu ağaçta, yarı ham, yarı olmuş meyveler gibiyiz.
  • İnsan gözden ibarettir aslında, geri kalan cesettir. Göz ise ancak gerçek dostu görendir.
  • Çalış çabala da nura ulaş. Pekmez içinde ne kaynatılırsa pekmez lezzeti alır. Havuç, elma, ayva, ceviz pekmezde kaynasa pekmez tadı alır. Bilgi nura karışırsa inatçı ve kötü kişiler bile bilgiden nur bulurlar.
  • İçinde azıcık nur olmayana, dışarıdan verilen öğüt fayda vermez.
  • Ne olursan ol,yine gel.
  • Savaşsız, sabırsız yenme olur mu hiç?
  • Dert daima insana yol gösterir.
  • Tuzağa saçtığın taneler , cömertlik sayılmaz ki...
  • Testide ne varsa dışına o sızar.
  • Şu tertemiz tarlaya sevgiden başka bir tohum ekmeyiz biz.
  • Sual de bilgiden doğar, cevap da.
  • Sende en iyi ne varsa, dostuna onu ver.
  • Dert, GizLice Allah'ı Anmana VesiLe OLacaksa Tüm Dünya MüLkünden DeğerLidir.
  • Sen diri oldukça ölü yıkayıcı seni yıkar mı hiç?
  • Sebatsız sedef, inci tutmaz.
  • Sabır sevinç anahtarıdır.
  • Sabır, demir kalkandır.
  • Yaydan fırlayan ok gibidir ağzından çıkan bir söz. Ve hiç geri dönmüş değildir atıldıktan sonra bir ok.
  • Herşeyi, aramadıkça bulamazsın; fakat bu dost başka; bunu bulmadan arayamazsın.
  • Her rüzgarla otlar gibi sallanırsan, dağlar kadar olsan da bir ota değmezsin.
  • Her insan bir alemdir. İnsan düşünceden ibarettir, geri kalan et ve sinirdir.
  • Gürzü kendine vur. Benliğini, varlığını kır gitsin. Çünkü bu ten gözü, kulağa tıkanmış pamuğa benzer.
  • Gerçek aşkta ne vefa vardır ne cefa.
  • Genişlik, sabırdan doğar.
  • Ey Zulümle bir kuyu kazan! Sen kendin için tuzak hazırlıyorsun.
  • Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür. Selviyi hür bir halde yücelten, kederi de sevinç haline sokabilir.
  • Cibilliyetsize ilim öğretmek, eşkıyanın eline kılıç vermektir.
  • Birşeyi bulunmadığı yerde aramak aramamak demektir.
  • Yok dünyada hicrandan daha acı Ne istiyorsan et de onu etme...
  • Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu, dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.
  • Bir mum diğer bir mumu tutuşturmakla, ışığından bir şey kaybetmez.
  • Bir kimseyi tanımak istiyorsan, düşüp kalktığı arkadaşlarına bak.
  • Arslanın boynunda zincir bile olsa, bütün zincir yapanlara beydir arslan.
  • Aklın yoksa yandın, ya kalbin yoksa o zaman sen zaten yoksun ki.
  • Aşk,herşeydedir ama hiçbirşeyde görünmez.
  • Ayrılık içinde insanın gözünü açıp kapayıncaya kadar geçen zaman yıl gibi gelir.
  • Aklın varsa bir başka akılla dost ol da, işlerini danışarak yap.
  • Açlık, ilaçların padişahıdır. Hekimler niye perhiz verir düşünsene.
  • Muhabbet ve merhamet, insanlığın; hiddet ve şehvet de hayvanların sıfatlarıdır.
  • Şu dünyada yüzlerce ahmak, etek dolusu altın verir de, şeytandan dert satın alır.
  • Şeytan tabiatı bakımından insana düşmandır. İnsanın helak oluşuna sevinir o.
  • Üç sözden fazla değil , Tüm ömrüm şu üç söz , Hamdım, piştim, yandım.
  • Yarasindan taze kan sizan gönül ehline,dostlarin yüzünü görmek merhem gibidir.
  • Zulüm demiriyle taşını birbirine vurma! Çünkü bu ikisi, erkek ve kadın gibi çocuk meydana getirirler.
  • Üstünün dostu ol ki üstün olasın... Kendine gel be hey azgın, mağluplarla dost olma! Münkirin delili ancak ve ancak şudur: Ben şu görünen yurttan başka bir şey görmüyorum! Hiç düşünmez ki nerede görünen bir şey varsa o, gizli hikmetleri haber vermededir. Her görünen şeyin faydası, faydanın ilaçlarla gizli oluşu gibi o şeyin içinde gizlidir.
  • Tutalım ki Ali’den Zülfikâr sana miras kaldı. Sende Ali kolu ve kalbi yoksa Zülfikar neye yarar ki?
  • Tövbe bineği, şaşılacak bir binektir. Bir solukta aşağılık dünyadan göğe sıçrayiverir.
  • Ten midesi insanı samanlığa çeker, gönül midesi reyhana çeker. Ot ve arpa yiyen kurban olur, Allah nuru ile nurlanan Kuran olur. Senin yarın pislik, yarın da misktir. Kuran’la miskini artır.
  • Sarhoş, cinayeti yapar da sonra "özrüm vardı, kendimde değildim"der. Kendinde olmayış,kendiliğinden gelmedi sana,onu sen çağırdın.
  • Şunu iyi bilki;eğer, gönlün, sırlarına mezar olursa muradın çabucak hasıl olur.
  • Sen öyle büyük bir varlğın aşkını seç ki, bütün peygamberler, onun aşkıyla kudret ve kuvvet buldular, şeref ve saadete erdiler.
  • Sen zayıfları yardımcısız, kimsesiz sanma; Kur’ân’dan “İzâ câe nasrullâh”ı oku.
  • Sen anılması güzel olan söz ol. Çünkü insan, kendisi hakkında söylenilen güzel sözlerden ibarettir.
  • Secde ve rükû, varlık tokmağını, Allah kapısına vurmaktır. Çok vur, mutlaka açılır kapı.
  • Bir defa kalp kırmak ; Kâbe' yi alt üst etmekten daha kötüdür !..Zira kâbe' yi Hz.İbrahim inşa etmiş, gönlü ; Allah yaratmıştır.
  • Gönlünü hoş tut sen Sabreden erer, Sevenlerin duası heryerde geçer, Mutsuzluk dediğin durmaz gider,Dönecek devrandan şüphenmi var...
  • Dost istersen ALLAH yeter yar istersen MUHAMMED yeter delil istersen KURAN yeter...... huzur istersen NAMAZ yeter zenginlik istersen KANAAT yeter düşman istersen NEFSİN yeter şeref istersen İSLAM yeter öğüt istersen ÖLÜM yeter..!
  • Oruç tutmak güçtür, çetindir ama Allah'ın kulu kendisinden uzaklaştırmasından, bir derde uğratmasından daha iyidir.
  • O dağa bir kuş kondu, sonra da uçup gitti. Bak da gör, o dağda ne bir fazlalık var ne bir eksilme.
  • O beden testisi ab-ı hayatla dopdolu, bu beden testisi ise ölüm zehiri ile. İçindekine bakarsan padişahsın, kabına bakarsan yolu yitirdin.
  • Nerde akarsu varsa, orada yeşillik vardır. Nerde akan gözyaşı varsa, oraya rahmet gelir.
  • Nefsin, üzüm ve hurma gibi tatlı şeylerin sarhoşu oldukça, ruhunun üzüm salkımını görebilir misin ki?
  • Nefsinin istediğini yapıp da bir de “inşallah” demek Allah’la alay etmektir. Kimi kandırıyorsun?
  • Müzik Allah'ın dilidir.
  • Münafığın özrü kabul edilmez. Çünkü o özür dilindedir kalbinde değil.
  • Mücevherler vakitle alınabilir ama vakitler mücevherle alınamaz.
  • Mideyi bırak da gönül t
besmele görselleri ile ilgili görsel sonucu

HİCİR SÜRESİ AYET 16
وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَاء بُرُوجًا وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِرِينَ ﴿١٦﴾
Ve lekad cealnâ fîs semâi burûcen ve zeyyennâhâ lin nâzırîn(nâzırîne).
HİCİR SÜRESİ AYET 17
وَحَفِظْنَاهَا مِن كُلِّ شَيْطَانٍ رَّجِيمٍ ﴿١٧﴾
Ve hafıznâhâ min kulli şeytânin racîm(racîmin).
HİCR SÜRESİ AYE 18
إِلاَّ مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُّبِينٌ ﴿١٨﴾
İllâ menisterakas sem’a fe etbeahu şihâbun mubîn(mubînun).
HİCR SÜRESİ AYET 19
وَالأَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ شَيْءٍ مَّوْزُونٍ ﴿١٩﴾
Vel arda medednâhâ ve elkaynâ fîhâ ravâsiye ve enbetnâ fîhâ min kulli şey’in mevzûn(mevzûnin).
HİCR SÜRESİ AYET 20
وَجَعَلْنَا لَكُمْ فِيهَا مَعَايِشَ وَمَن لَّسْتُمْ لَهُ بِرَازِقِينَ ﴿٢٠﴾
Ve cealnâ lekum fîhâ meâyişe ve men lestum lehu bi râzıkîn(râzıkîne).
HİCR SÜRESİ AYET 16
YEMİN olsun ki biz gökyüzünde bazı yıldızlar yarattık onlar bakanlar için süslendik
HİCR SÜRESİ AYET 17
ONLARI kovulmuş her şeytandan koruduk
HİCR SÜRESİ AYET 18
ANCAK (içlerinde) kulak hırsızlığı yapan olur onu da parlak bir yıldız izlemektedir
HİCR SÜRESİ AYET 19
YERYÜZÜNÜ de yaydık üzerine dağlar koyduk ondan da parlak bir yıldız izlemektedir
 HİCR SÜRESİ AYET 20
ORADA sizin için ve rızkını sağlamak durumunda olmadıklarınız için geçiminizi sağlayacak şeyler yarattık
 
besmele görselleri ile ilgili görsel sonucu
HİCR SÜRESİ AYET 11

وَمَا يَأْتِيهِم مِّن رَّسُولٍ إِلاَّ كَانُواْ بِهِ يَسْتَهْزِؤُونَ ﴿١١﴾
Ve mâ ye’tîhim min resûlin illâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).
HİCR SÜRESİ AYET 12
 
كَذَلِكَ نَسْلُكُهُ فِي قُلُوبِ الْمُجْرِمِينَ ﴿١٢﴾
Kezâlike neslukuhu fî kulûbil mucrimîn(mucrimîne).
HİCR SÜRESİ AYET 13
لاَ يُؤْمِنُونَ بِهِ وَقَدْ خَلَتْ سُنَّةُ الأَوَّلِينَ ﴿١٣﴾
Lâ yu’minûne bihî ve kad halet sunnetul evvelîn(evvelîne).
HİCR SÜRESİ AYET 14
وَلَوْ فَتَحْنَا عَلَيْهِم بَابًا مِّنَ السَّمَاء فَظَلُّواْ فِيهِ يَعْرُجُونَ ﴿١٤﴾
Ve lev fetahnâ aleyhim bâben mines semâi fe zallû fîhi ya’rucûn(ya’rucûne).
HİCR SÜRESİ AYET 15
 
 
لَقَالُواْ إِنَّمَا سُكِّرَتْ أَبْصَارُنَا بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَّسْحُورُونَ ﴿١٥﴾
Le kâlû innemâ sukkiret ebsârunâ bel nahnu kavmun meshûrûn(meshûrûne).
HİCR
SÜRESİ AYET 11
KENDİLERİNE bir rasul gelmesin ki onunla alay etmesinler
HİCR SÜRESİ AYET 12
BİZ ONU günahkarların kalplerine işte böyle sorarız
HİCR SÜRESİ AYET 13
ONLAR ona iman etmezler önlerinde öncekilerin kanunu geçmiştir
HİCR SÜRESİ AYET 14-15
ÜZERLERİNE gökyüzünden bir kapı açsak da oradan yükselseler ya gözlerimiz döndürüldü belkide biz büyülenmişbir topluluğuz diyecekler

26 Şubat 2016 Cuma

besmele görselleri ile ilgili görsel sonucu


HİCR SÜRESİ AYET 1


 الَرَ تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْآنٍ مُّبِينٍ ﴿١﴾
Elif lâm râ tilke âyâtul kitâbi ve kur’ânin mubîn(mubînin).
HİCR SÜRESİ AYET 2

رُّبَمَا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَوْ كَانُواْ مُسْلِمِينَ ﴿٢﴾
Rubemâ yeveddullezîne keferû lev kânû muslimîn(muslimîne).
HİCR SÜRESİ AYET 3
ذَرْهُمْ يَأْكُلُواْ وَيَتَمَتَّعُواْ وَيُلْهِهِمُ الأَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ ﴿٣﴾
Zerhum ye’kulû ve yetemetteû ve yulhihimul emelu fe sevfe ya’lemûn(ya’lemûne).
HİCR SÜRESİ AYET 4
وَمَا أَهْلَكْنَا مِن قَرْيَةٍ إِلاَّ وَلَهَا كِتَابٌ مَّعْلُومٌ ﴿٤﴾
Ve mâ ehleknâ min karyetin illâ ve lehâ kitâbun ma’lûm(ma’lûmun).
HİCR SÜRESİ AYET 5
مَّا تَسْبِقُ مِنْ أُمَّةٍ أَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ ﴿٥﴾
Mâ tesbiku min ummetin ecelehâ ve mâ yeste’hırûn(yeste’hırune)
HİCR SÜRESİ AYET 6
وَقَالُواْ يَا أَيُّهَا الَّذِي نُزِّلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ إِنَّكَ لَمَجْنُونٌ ﴿٦﴾
Ve kâlû yâ eyyuhâllezî nuzzile aleyhiz zikru, inneke le mecnûn(mecnûnun)
HİCR SÜRESİ AYET 7
لَّوْ مَا تَأْتِينَا بِالْمَلائِكَةِ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ ﴿٧﴾
Lev mâ te’tînâ bil melâiketi in kunte minas sâdıkîn(sâdıkîne).
HİCR SÜRESİ AYET8
مَا نُنَزِّلُ الْمَلائِكَةَ إِلاَّ بِالحَقِّ وَمَا كَانُواْ إِذًا مُّنظَرِينَ ﴿٨﴾
Mâ nunezzilul melâikete illâ bil hakkı ve mâ kânû izen munzarîn(munzarîne).
HİCR SÜRESİ AYET9
إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ ﴿٩﴾
İnnâ nahnu nezzelnâz zikre ve innâ lehu le hâfizûn(hâfizûne).
HİCR SÜRESİ AYET 10
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ فِي شِيَعِ الأَوَّلِينَ ﴿١٠﴾
Ve lekad erselnâ min kablike fî şiyaıl evvelîn(evvelîne).
HİCR SÜRESİ AYET 1
ELİF LAM RA bunlar kitabın ve apaçık kur an ın ayetleridir 
HİCR SÜRESİ AYET 2
BELKİ bir zaman gelecek kafirler keşke müslüman olsaydık  arzusunda bulunacaklar 
HİCR SÜRESİ AYET 3
BIRAK onları yesinler içsinler haz alsınlar (gelecekle ilgili iyi) ümit olanları oyalayıp dursun yakında bilecekler 
HİCR SÜRESİ AYET 4
BİZ hiçbir memleketi kendileriyle ilgili belirlenmiş bir hüküm olmaksızın helak etmedik 
HİCR SÜRESİ AYET 5
HİÇBİR  topluluksüresinin ne önüne geçe bilir ne de erteleyebilir 
HİCR SÜRESİ AYET 6
EY kendisine bir uyarı ve ögüt (olan kur an ) indirilen şüphesiz sen delisin dediler 
HİCR SÜRESİ AYET 7
SÖZÜNDE dogru olanlardan isen bize meleklerigetirsene dediler 
HİCR SÜRESİ AYET 8
BİZ o melekleri ancak gerçek bir nedene baglı olarak indiririz o zaman onlara göz açtırılmaz 
HİCR SÜRESİ AYET 9
ŞÜPHESİZ bir uyarı ve ögüt (olan kur an ı) biz indirdik biz onu mutlaka biz koruyacagız 
HİCR SÜRESİ AYET 10
YEMİN olsun ki senden önce öncekilerin topluluklarına da rasuller gönderdik 

25 Şubat 2016 Perşembe

HAZRET-İ KUR'AN'DA YAHUDİLERİN HIRİSTİYANLARIN VE MÜNAFIKLARIN İÇYÜZÜ
"İnsanlar İçerisinde, Müminlere En Şiddetli Düşman Olarak Yahudileri Bulursun." (Mâide: 82)
"Sen Onların Dinlerine Uymadıkça Ne Yahudiler Ne De Hıristiyanlar Aslâ Senden Hoşnud Olmazlar." (Bakara: 120)
"Varlığım Kudret Elinde Olan Allah'a Yemin Ederim ki, Bu Ümmetten Yahudi Olsun Hıristiyan Olsun, Kim Benim Peygamberliğimi Duyar da Benim Getirdiğime İman Etmeden Ölürse, Mutlaka Cehennemliklerden Olur."(Müslim)
İlâhî Hükümler Böyle Olduğu Halde; Bu Hükümleri Beğenmeyenlerin Durumu İse Şudur:
"Onlar Ne Sizdendir, Ne De Onlardan." (Mücadele: 14)


"Hadis-i şerif'te Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
"Allah yahudileri de hezimete uğratacaktır. Artık Allah'ın yarattığı yaratıklardan arkasında bir yahudinin saklanıp da Allah'ın konuşturmayacağı hiçbir şey kalmayacaktır. 'Ey Allah'ın müslüman kulu! İşte bu bir yahudidir. Gel de onu öldür!' demeyen ne bir taş, ne bir ağaç, ne bir duvar, ne de bir hayvan olacaktır. (Yalnız Gargad ağacı bu hükmün dışındadır. Çünkü bu ağaç onların ağaçlarındandır, konuşmayacaktır.)" (İbn-i Mâce: 4077)
İsrail demek, Amerika demek, Amerika demek, hıristiyan âlemi demek. Amerika demek yahudi demek, yahudi demek Amerika demek. Bütün dünya bunlardan ikrah etti. Müslümanların cezaları var, cezalarını çekiyorlar. Müslümanların cezası bitince onların cezası başlayacak. Amerika'nın daha bu bölgede işi var. Irak'tan sonra sırada; İran, Suudi Arabistan, Mısır var. İşte dünya böyle tutuşacak."
(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)

Yahudilerin Filistin'deki müslümanlara mütemadiyen saldırması, çocuk-kadın demeden insanları pervasızca katletmesi kendi tıynetlerinin icabındandır. Karşısında bir kuvvet bulmadığı müddetçe bu tıynetini sergilemekten çekinmez. Nitekim çekinmiyor da.
Bunların bu düşmanlığı nereden geliyor?
Allah-u Teâlâ Kelâm-ı kadim'inde yahudi ve hıristiyanların küfrünü, İslâm'a ve müslümanlara olan düşmanlıklarını haber vermiş, küfürden ve bu küfür ehlinden korunmamız için bize Âyet-i kerime'lerinde emir ve nehiyler beyan buyurmuştur..
Nitekim Âyet-i kerime'lerinde buyurur ki:
"Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır." (Nisâ: 101)
"Sen onların dinlerine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar aslâ senden hoşnut olmazlar." (Bakara: 120)
Yahudi ve hıristiyanlar küfürde ve İslâm düşmanlığında ortaktırlar. Bir ve beraberdirler.
Bununla beraber yahudilerin İslâm düşmanlığı hıristiyanlardan da putperestlerden de daha şiddetlidir. İslâm'ın ve müslümanların en büyük hasmı bunlardır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"İnsanlar içerisinde müminlere en şiddetli düşman olarak yahudileri bulursun." (Mâide: 82)
Buna mümasil birçok Âyet-i kerime'sinde Allah-u Teâlâ gerek yahudi, gerek hıristiyan olsun bu küfür ehlini bize tanıtmıştır.
Nitekim yahudi ve hıristiyanlar tarih boyunca İslâm'a ve müslümanlara düşmanlık etmişler, hasım kesilmişler, İslâm'ı ve müslümanları yok etmeye çalışmışlardır. Her türlü katliamı, soykırımı sergilemişler, putperestlerle işbirliği yapmaktan çekinmemişlerdir. Haçlı seferlerinde, Kudüs'te, Anadolu'da, Endülüs'te her türlü vahşeti yaptıkları gibi yakın tarihte Kıbrıs'ta, Bosna'da, ve halen Filistin'de, Arakan'da ve daha pek çok yerde bu böyledir.
Bunların, bu küfür ehlinin durumu budur.
Bu küfür ehlinin küfrünü ve düşmanlığını kabul etmemek onlara sevgi beslemek Allah-u Teâlâ'nın hükmünü inkâr etmek demektir.
"Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin." (Mümtehine: 1)
İlâhî hüküm budur.
İman ile küfrü ayıran Allah-u Teâlâ'dır:
"İman ile küfür birbirinden kesin olarak ayrılmıştır." (Bakara: 256)
"Birbirine hasım iki zümre." (Hacc: 19)
Allah-u Teâlâ'nın hükmü ve tecellisi budur. İman ile küfrü ayırdığı gibi müminlere ayırmalarını emretmiştir.
İmanın en sağlam kulpu Allah için sevmek, Allah için buğzetmektir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Amellerin en üstünü Allah için sevmek, Allah için buğzetmektir." (Ebu Dâvud)
Binaenaleyh imanın alâmetlerinden birisi de, Allah düşmanlarına karşı dostluk ve sevgi göstermek değil, onlardan nefret etmektir.
"Onlar size gelen gerçeği inkâr etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz." (Mümtehine: 1)
Onlar Allah-u Teâlâ'yı da, O'nun Peygamber'ini de ve o Peygamber'e indirilen kitabı da inkâr ederek küfür içinde yaşamaktadırlar.
Allah-u Teâlâ'ya, O'nun dini din-i İslâm'a ve Hazret-i Allah'a iman eden müslümanlara hasım kesilmeleri küfürlerinin icabatındandır.
Bu Hazret-i Allah'a hasım kesilenleri hasım kabul etmek, iman-küfür berzahını muhafaza etmek iman ehli olmanın icabatındandır.
Herkes bu aynada kendisine bakabilir. İmanı muhafaza edenlerden mi, yoksa küfre meyledenlerden mi? Buradan anlayabilir.
Bu emr-i ilâhi'yi dinlemeyenlerin, cehennemdeki feryatlarını da dinleyen bulunmayacaktır.
Zira Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde:
"Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır." buyuruyor. (Mâide: 51)
Dünyada onları dost edinen, onlarla beraber olan, ahirette azapta da onlarla beraberdir, onlarla beraber haşrolunur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Kişi sevdiğiyle haşrolunur." (Keşf'ül-hafâ)
Gayemiz iman ile küfrü ayırt etmek, Allah-u Teâlâ'nın koyduğu hudutları muhafaza etmektir. Bu hudutları kaldırmaya çalışan kâfirlere ve münafıklara fırsat vermemektir.

Günümüzde Yahudiler:
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri muhtelif aralıklarla bu isyânkâr millete azapların en kötüsünü tattıracak kimseler gönderceğini beyan buyurmaktadır:
"Rabb'in yeminle şunu bildirdi:
Elbette tâ kıyamet gününe kadar onlara azabın en kötüsünü yapacak kimseler gönderecektir." (A'raf: 167)
Bu Âyet-i kerime'lerde yahudilerin kıyamete kadar tarih sahnesinden silinmeyeceğine, zaman zaman aynı azgınlıklarını devam ettireceklerine bu yüzden de sık sık azaba uğratılacaklarına işaret vardır.
Yahudiler eski geleneklerine sıkı sıkıya bağlı kalmışlar, karşılarındaki en büyük düşmanın İslâm ve müslümanlar olduğunu nesilden nesile sürdüregelmişlerdir.
"Zira hiçbir yahudi yoktur ki müslümanı öldürmek niyetinde olmasın." (İbn-i kesir)
Bugün rahmetli ll. Abdülhamid Han'ın reddettiği yahudilerin çirkin teklifinden sonra yahudiler İngilizler'in yardımıyla 1945'te Filistin'deki müslümanları gerek yok ederek, gerek sürgün ederek mukaddes topraklara yerleşmişler ve müslüman ülkelerin ortasında çıbanbaşı olmuşlardır.
Öyle ki 20. yüzyılın yahudi devleti olan İsrail en güçlü silahlara en güçlü istihbarata en güçlü teknolojiye müttefiki olan ABD'nin yardımıyla ulaşmıştır.
Velhasıl, bugün müslümanların en büyük başbelası olmuştur. Filistin'deki müslüman katliamı hergün devam etmekte, dünyadaki müslüman mezalimlerinde yahudi İsrail'in rolü bulunmaktadır.
Arapları birbirine düşürmeyi başarmış, müslüman devletlerin birlik olmasını engellemek için her türlü fitneyi yaymıştır.
Hülâsa-i kelâm;
Yahudiler Resulullah Aleyhisselâm zamanından bugüne kadar İslâm'ın ve müslümanların düşmanıdırlar. Ve düşmanlıklarını sürdürmeye devam edeceklerdir.
Müslümanların, düşmanlarını iyi tanımaları şarttır.

Hıristiyanlıktaki Yahudi Nüfuzu:
Dikkat edilirse hıristiyan ülkeleri ve hususiyetle Amerika, İsrail vahşet ve soykırımına sessiz kalmakta hatta el altından desteklemektedir.
"Kâfir olanlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Eğer siz bunu yapmazsanız yeryüzünde fitne ve büyük bir fesad (kargaşalık) olur." (Enfâl: 73)
Hadis-i şerif'te de "Küfür tek millettir." buyurulmaktadır.
Hıristiyanlar küfürde yahudilere ortak oldukları için icraatları da ortak oluyor.
Asr-ı saadette Arabistan yarımadasındaki Arap kavimlerini kışkırtarak müslümanlara karşı ortak bir hareket tertip edilmesinden haçlı seferlerinin arkasındaki finans desteğine kadar birçok olayda bu ihanet ve fesatın izleri vardır.
Avrupa reformistlerinin birçoğu, materyalistlerin dört elle sarıldığı Evrim teorisinin atası Darwin, Rus sosyalist ve devrimcilerinin tamamına yakını, faşizm ideologlarından bir kısmı, insanlara hayvan ahlakını tavsiye eden sosyolog(!)ların mühim bir kısmı yine yahudidir.
Yahudilerin bu tahribatları yanında ülkeleri ve devletleri sinsice kontrol etmeye dönük faaliyetleri de tarih boyu devam etmiştir. Özellikle Avrupa'da "Saray Yahudileri" denilen sınıflar oluşmuş, birçok yahudi de din değiştirerek gizlice gayesine devam etmiştir. Şu hakikat iyice ortaya çıkmıştır ki din değiştiren yahudilerden büyük kısmı siyaset ve dünya menfaati gayesi güderek böyle bir yol izlemiş, gizlice kendi dinini yaşamaya devam etmiştir. Nitekim bu din değiştirenlerin büyük kısmı İsrail'de yahudi muamelesi görürler.
Ortaçağ'da memuriyet işlerinde ve sarayda etkinlik kurmaya çalışan yahudiler 1700'lü yıllarda faaliyetleri artan gizli cemiyetler ve mason teşkilatları vasıtası ile yahudi olmayanları da kendi gayeleri doğrultusunda kullanmaya başlamışlardır. Sermayenin çok büyüdüğü ve şirketleşmenin yayıldığı son devirlerde -özellikle sanayi devriminden sonra- para ve sermaye üzerindeki kontrollerini artırmaya önem vermişlerdir. Bu şekilde ortaya çıkan tiröstler (küresel ekonomide tekel haline gelen şirketler) vasıtası ile dünya siyaseti üzerinde söz sahibi olur hale gelmişlerdir. BM, NATO, AB gibi birçok uluslararası kuruluşun temelini kendi çıkarları doğrultusunda inşa etmeye çalışmışlar, ancak gün gelip işlerine yaramaz hale gelince yıkmak için gerekeni yapmaktan da kaçınmamışlardır.
Özellikle son yüzyıllarda cereyan eden siyasî hadiselerde yahudi rolünü şöyle özetlemek mümkündür: Yap-Boz...
Bu "Yap-Boz"un sebebi yahudi siyasetinin yıllar içinde değişmesidir.
19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başındaki yahudi siyaseti Filistin topraklarına mümkün olduğunca çok yahudiyi yerleştirmekti. Bu gaye önünde engel kim varsa yıkılması gerekiyordu. Birinci Dünya Savaşı bu süreci hızlandırdı. Osmanlı Devleti yıkıldı. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonraki yıllarda bu siyasi hedef özellikle İngiltere'nin yardımı ile amacına ulaşmıştı.
Sırada yahudi devletinin kurulması vardı. 2. Dünya Savaşı akabinde bu siyasi gaye de gerçekleşti. Sonraki soğuk savaş yılları İsrail varlığının pekiştirilmesine hizmet eden yıllar oldu.
Sırada Vadedilmiş Topraklar ve Dünya Krallığı var. Bu sefer siyasi hedef büyük. Hadiseler de buna göre büyük planlanıyor. Irak'ta ateş başladı. Çok daha büyüklerini bekleyin. Bu yıkıcı nükleer silahlar patlayacak. 3. Dünya Savaşı ve çok büyük afatlar ile dünya dümdüz olacak. Kıyamet Alametlerini haber veren Hadis-i şerif'lere baktığımızda bunları görüyoruz.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız. Bu, Kitap'ta (Levh-i mahfuz'da) yazılıdır." (İsra: 58)
Binaenaleyh bunların hepsi Hazret-i Allah'ın takdiri ile oluyor.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu hususta şöyle buyuruyorlar:
"Hadis-i şerif'te Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
"Allah yahudileri de hezimete uğratacaktır. Artık Allah'ın yarattığı yaratıklardan arkasında bir yahudinin saklanıp da Allah'ın konuşturmayacağı hiçbir şey kalmayacaktır. 'Ey Allah'ın müslüman kulu! İşte bu bir yahudidir. Gel de onu öldür!' demeyen ne bir taş, ne bir ağaç, ne bir duvar, ne de bir hayvan olacaktır. (Yalnız Gargad ağacı bu hükmün dışındadır. Çünkü bu ağaç onların ağaçlarındandır, konuşmayacaktır.)" (İbn-i Mâce: 4077)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen diğer bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Müslümanlarla yahudiler harbetmedikçe kıyamet kopmaz. Müslümanlar onları öyle bir öldürecekler ki, hatta yahudi taşın ve ağacın arkasına saklanacak, taş veya ağaç da: 'Ey müslüman, ey Allah'ın kulu! Şu arkamdaki yahudidir, hemen gel de onu öldür!' diyecektir. Yalnız Ğargad ağacı bunu demeyecek, çünkü o yahudilerin ağacıdır." (Müslim: 2922)
Allah-u âlem yahudiler Mekke-i mükerreme'ye ve Medine-i münevvere'ye giremeyecek, Medine-i münevvere'ye nötron bombası atsalar gerek.
Amma onlar, amma Çinliler. Bütün halk ölecek. Bundan değil müslümanlar, bütün küffar halkı da rahatsız olacak.
Sonra Allah-u Teâlâ onların öldürülmesini murad ettiği zaman, küffar memleketine sığınmış bir yahudiyi dahi ikrah ettikleri için haber verecekler. Yalnız Amerika haber vermeyecek, çünkü Amerika onlardandır.
Ve bugünler çok yakın, çok yakın. Ben 80 yaşımda olduğuma kendim inanamıyorum. Bütün bu hadiselerin oluşu, bitişi 40 sene sürecek. Demek istiyoruz ki, bundan sonra harpler var, darpler var, üzüntüler var, sıkıntılar var, hüzünlü seneler var.
Mühim hadiseler olacak, mühim hadiseler doğacak ve büyük kanamalar olacak. Vakit bekleniyor. Ne zaman? O bilir. Allah'u-âlem doğacak hadiseler çok kan dökülmesine vesile olur.
Ben dünyayı harap olmuş bir ev olarak görüyorum. Ne zaman çöktürecek, onu O bilir.
Bu isyan cezasız kalmaz, vakit geldi. Allah'ım beterinden korusun. Bakalım Allah-u Teâlâ ne gösterecek.
İsrail demek, Amerika demek, Amerika demek, hıristiyan âlemi demek.
Amerika demek yahudi demek, yahudi demek Amerika demek.
Bütün dünya bunlardan ikrah etti. Müslümanların cezaları var, cezalarını çekiyorlar. Müslümanların cezası bitince onların cezası başlayacak.
Amerika'nın daha bu bölgede işi var. Irak'tan sonra sırada; İran, Suudi Arabistan, Mısır var. İşte dünya böyle tutuşacak.
Amerika dört devleti gözüne kestirdi; Irak, İran, Suudi Arabistan ve Mısır.
Amerika'nın bütün gayesi petrolü elde etmek, dünyayı elde tutmak. Ondan sonra büyük bir patlak verecek, dünya kaynayacak.
Allah'ımız sonumuzu hayırlı etsin."
Yahudilerin tarih boyunca müslümanlar üzerindeki entrikaları hiç bitmemiştir.
Ülkemiz üzerinde de bu böyledir. Bugün Irak Kürtlerine sinsice destek veriyorlar. Yarın yahudi aleni olarak karşımıza dikildiğinde kimse şaşırmasın.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri muhtelif aralıklarla bu isyankâr millete azapların en kötüsünü tattıracak kimseler göndereceğini beyan buyurmaktadır:
"Rabb'in yeminle şunu bildirdi:
Elbette tâ kıyamet gününe kadar onlara azabın en kötüsünü yapacak kimseler gönderecektir." (A'raf: 167)
Bu Âyet-i kerime'de; yahudilerin kıyamete kadar tarih sahnesinden silinmeyeceğine, zaman zaman aynı azgınlıklarını devam ettireceklerine, bu yüzden de sık sık azaba uğratılacaklarına işaret vardır.
Hepsi Hazret-i Allah'ın ruhsat vermesi ile oluyor. Bugün müslümanlar isyan ve günahının cezasını çekiyor. Hiç şüphe olmasın bu devreden sonra da bunlar isyan ve azgınlıklarının cezasını daha dünyada iken çekecekler. Böylece dünyanın son devresi tamamlanmış; her şey yaşanmış ve bitmiş olacak.
Bu iman ile küfrün harbidir. Küfür ehli hakiki müslümanlara hiçbir zarar veremez:
"Onlar incitmekten başka size herhangi bir zarar veremezler. Sizinle savaşa girişecek olsalar bile, arkalarına dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez." (Âl-i imran: 111)

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin
"Hazret-i Kur'an'da Yahudilerin, Hıristiyanların ve
Münafıkların İçyüzü" İsimli Eseri:
Muhterem, merhum Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri tebliğ ve irşadla geçen 85 yıllık ömr-ü sââdetlerinde gönüllere Allah ve Resul'ünün sevgisini yerleştirmeye, İslâm ahlâk ve yaşayışını yaymaya gayret etmişlerdi. Aynı zamanda içinde bulunduğumuz ahir zamanın fitneleri ile mücadele etmişler, hükm-ü İlâhî'yi ortadan kaldırmaya matuf söz ve hareketlere karşı eserler neşrederek büyük bir mücadele ve mücahede yapmışlardı.
Zira bu gibi fitneler müslümanların imanlarına tasallut eden büyük bir afattır.
Bunlardan birisi de yahudi ve hıristiyan gibi küfür ehlinin küfrünü hoş görme fitnesidir. Zira gerek Kuran-ı kerim'de, gerek Hadis-i şerif'lerde, gerekse asırlar boyu gelmiş-geçmiş bütün İslâm âlimlerinin eserlerinde; yahudi ve hıristiyanların küfür ehli oldukları; onların bu küfrünü inkâr etmenin, onların bu küfrünü hoş görmenin,"Onlar da cennete girecek, onlar da tevhid ehli!" demenin de kişiyi küfre sokacağı, kâfir yapacağı açık seçik olarak beyan edilmiş iken küffarın küfrünü hoş görmek bugün moda oldu.
Allah-u Teâlâ'nın hükmünü beğenmeyerek bu fitneye kapılanlar müslüman iken münafık oldu.
Dış düşmanın da teşviki ile bu fitne dünyada ve memleketimizde moda oldu. Riyaset, ikbal ve menfaat peşinde olan pek çokları bu modaya ayak uydurdu.
Kitabullah'ın hükmüne rızâ göstermeyenleri dost edinmenin insanı İslâm hudutları haricine çıkaracağı kesinlikle bilinmelidir. Bir müminin her şeyden önce dininde ve imanında samimi olması gerekir. Küfre rızâ küfürdür.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin hayat-ı saadetlerinde bu gibi fitnelere karşı şiddetli müdahaleleri olmasaydı, herkes "İslâm budur" zannedecek, din ortadan kalkacaktı.
Bugün bu fitneler devam etse bile, müslümanlar biliyor ki bu söz ve icraatlar İslâm'da yoktur. İslâm bu fitnelerden uzaktır. Hüküm Allah'ındır. İman Allah'ın hükmüne teslim olmakla mümkündür.
Din nasihattır. Bu hakikatlerin hatırlatılması da müslümanların vazifesidir. Biz de bu vazifeyi yapabilmek gayesi ile bu dergimizde Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "Hazret-i Kur'an'da Yahudilerin, Hıristiyanların ve Münafıkların İçyüzü" isimli eserindeki bu hakikatleri öz olarak duyurmaya çalışacağız inşaallah.

"İBRAHİM NE YAHUDİ NE DE HIRİSTİYANDI.
FAKAT O ALLAH'I BİR TANIYAN DOSDOĞRU BİR MÜSLÜMANDI."
(Âl-i İmran: 67)
İsrâiloğulları İbrahim Aleyhisselâm'ın soyundan geldikleri için, imamet ve risâlet makamına kendilerinin müstehak olduklarını iddia ediyorlardı. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde onların bu iddialarını reddetmiş, dini hükümlere muhalefet edenlere o nesebin hiçbir fayda vermeyeceğini duyurmuştur.
İsrâiloğulları bozulup dinlerini kaybedince yahudiliği, daha sonra da hıristiyanlığı icâd etmişlerdi.
Daha sonra Allah-u Teâlâ imameti İsrâiloğulları'ndan almış, İbrahim Aleyhisselâm'ın soyunun diğer koluna vermiş; âlemlere rahmet olarak müjdelenen son peygamber, İsmail Aleyhisselâm'ın neslinden gelmiştir.
Âhir zaman peygamberi Muhammed Aleyhisselâm, Tevhid inancı esasına dayanan İbrahim Aleyhisselâm'ın dinine tâbi olmakla vazifeliydi.
Nitekim Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Resul'üm! Sonra da sana 'Doğruya yönelen İbrahim'in dinine uy! O müşriklerden değildi.' diye vahyettik." (Nahl: 123)
Allah-u Teâlâ'nın Resul'üne tavsiyesi şüphesiz ki ümmetine de tavsiyesi demektir.
Görülüyor ki bu din-i mübinin temeli, İslâm ümmetinin atası olan İbrahim Aleyhisselâm'a kadar uzamaktadır.
Beşeriyette Tevhid esası İbrahim Aleyhisselâm'dan önce de mevcut olmakla beraber, asıl yeryüzüne yerleşmesi kendisinden sonra olmuştur.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"O sizi seçmiş, babanız İbrahim'in yolu olan dinde sizin için hiçbir zorluk yüklememiştir." (Hacc: 78)
İbrahim Aleyhisselâm Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin cedd-i âlâsı ve babası bulunduğundan, ümmetinin de babası sayılır. Bir peygamberin ümmeti, o peygamberin evladı hükmünde olduğu gibi, o peygamber de ümmetinin babasıdır.
Bunun içindir ki İbrahim Aleyhisselâm'a Kuran-ı kerim'de oldukça geniş yer verilir.
İbrahim Aleyhisselâm'ın yahudi veya hıristiyan olduğunu iddiâ eden ehl-i kitap hakkında nâzil olan Âyet-i kerime'de Allah-u Teâlâ şöyle buyurur:
"Ey ehl-i kitap! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? Halbuki Tevrat da İncil de ondan sonra indirilmiştir. Siz hiç düşünmez misiniz?" (Âl-i imran: 65)
İbrahim Aleyhisselâm'a dair bu iddialarını isbat edecek Tevrat'ta İncil'de hiçbir bilgi yoktur. O, bu kitaplar gönderilmeden çok önce yaşamıştı.
Allah-u Teâlâ yahudi ve hıristiyanlara, onların torunlarından olmalarına rağmen, onlarla aralarında hakiki bir bağ olmadığı gibi, böyle bağ olduğunu iddia etmeye haklarının da olmadığını, iftihar ettikleri geçmişlerinin yolundan ayrılmakla yaptıklarının karşılıklarını göreceklerini Âyet-i kerime'sinde beyan buyuruyor:
"Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız da size âittir. Siz onların yaptıklarından sorumlu değilsiniz."(Bakara: 134 ve 141)
Kur'an-ı kerim'in on yerinde İbrahim Aleyhisselâm'ın milletinden ve hanif olduğundan söz edilir.
İbrahim Aleyhisselâm'ın dinine tâbi olan ancak Muhammed Aleyhisselâm'dır ve ona iman edenlerdir:
"İnsanların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar, bu peygamber (Muhammed) ve müminlerdir. Allah müminlerin dostudur." (Âl-i imran: 68)
Allah-u Teâlâ onların İbrahim Aleyhisselâm hakkındaki iddialarını yalanlayarak Âyet-i kerime'sinde ulûl-azm peygamberlerden İbrahim Aleyhisselâm'ın "Ne hıristiyan ne de yahudi" olduğunu, "Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslüman" olduğunu haber veriyor:
"İbrahim ne yahudi ne de hıristiyandı. Fakat o Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslümandı. Müşriklerden de değildi." (Âl-i İmran: 67)
Allah-u Teâlâ dinini bütün dinlerden üstün kılmıştır.
İslâm geldikten sonra ne yahudiliğin, ne hıristiyanlığın, ne de diğer dinlerin hükmü kaldı. Hiçbirisi de İslâm'ın karşısında tutunamadı.
O günden itibaren bütün âleme karşı şu hakikat tamamen açıklık kazandı ki; Allah'tan başka ilâh yoktur ve Muhammed Aleyhisselâm Allah'ın peygamberidir.

İsrâiloğulları Üç Peygamber Diliyle Lânetlenmişlerdir:
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"İsrâiloğullarından küfre sapanlar hem Dâvut'un hem de Meryem oğlu İsa'nın diliyle lânetlenmişlerdir." (Mâide: 78)
"(Musa dedi ki:) Aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi helâk eder misin Allah'ım?" (A'raf: 155)
Yahudiler tarihte "Peygamberlerini öldüren kavim" olarak tanınmaktadır.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde buyurur ki:
"Allah'ın âyetlerini inkâr edenlere, haksız yere peygamberlerini öldürenlere ve insanlardan adâleti emredenleri öldürenlere elem verici bir azabı müjdele!
Onların yaptıkları dünyada da ahirette de boşa gitmiştir. Onların hiçbir yardımcıları da yoktur." (Âl-i imran: 21-22)
Diğer bir Âyet-i kerime'lerinde ise şöyle buyuruyor:
"Her ne zaman onlara hoşlarına gitmeyen hükümlerle bir peygamber gelmişse; bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler." (Mâide: 70)
"Resul'üm! De ki: Şayet siz gerçekten inanmış kimseler idiyseniz, daha önce Allah'ın peygamberlerini neden öldürüyordunuz?" (Bakara: 91)
İmanınızda samimi iseniz onları niçin öldürdünüz? İnandığınız Tevrat bunu yasak kılmamış mıydı? Ecdâdınızın bu cinayetlerini doğru bir davranış gördüğünüz için, siz de onlar gibi câni hükmünde bulunmaktasınız.
Yahudiler peygamberlerini böylece haksız yere öldürdükleri gibi, bu zamanın kâfirleri de Allah-u Teâlâ'nın seçkin âlimlerini, nur saçan kandillerini, peygamber vekillerini öldürdüler. Yahudiler peygamberlerini öldürüyorlardı amma peygamber vekillerini de kâfirler öldürdü.
Gayeleri din-i İslâm'ı yıkmak ve yok etmekti.
Yahudiler mukaddes bir istirahat günü istemişlerdi. Allah-u Teâlâ bunun üzerine haftanın altı gününü iş günü, yedinci cumartesi gününü de sadece din işleri ile uğraşmaları ve gönüllerinde dini şuuru sağlamlaştırmaları için mukaddes bir tatil günü yaptı. O gün çalışmak, balık avlamak ve yemek yasaktı.
Bu husus Kur'an-ı kerim'de şu şekilde açıklanmaktadır:
"Onlara şu deniz kıyısındaki şehrin durumunu sor! Hani onlar cumartesi yasaklarına saygısızlık edip ilâhi sınırı aşıyorlardı. Cumartesi tatili yaptıkları gün, balıklar meydana çıkarak sürü halinde akın akın yanlarına geliyordu. Diğer günler ise gelmiyorlardı.
Biz onları yoldan çıkmaları sebebiyle böylece imtihan ediyorduk." (A'raf: 163)
Allah-u Teâlâ bu günahkâr yahudileri itaatsizlikleri sebebiyle maymun şekline çevirmiştir:
"İçinizden cumartesi günü azgınlık edip haddi aşanları elbette biliyorsunuz. Biz onlara 'Aşağılık maymunlar olunuz!' demiştik." (Bakara: 65)
Bir Âyet-i kerime'de de bu husus yeniden hatırlatılıyor. Bu cezanın sadece maymunlaşma ile değil, domuzlaşma ile de ilgili olduğu belirtiliyor:
"De ki: Allah katında bundan daha kötü bir cezanın bulunduğunu size haber vereyim mi?
Onlar Allah'ın lânetlediği, gazap ettiği, içlerinden maymunlar ve domuzlar yaptığı kimselerle tağuta tapanlardır.
İşte onlar mevki bakımından daha kötü olanlar ve doğru yoldan daha çok sapmış bulunanlardır." (Mâide: 60)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"İsrâiloğullarından bir ümmet kayboldu, hayvan sûretine çevrildi. Bilinmez ki o topluluk ne fenalık işlemiştir. Fareyi bunlardan sanıyorum. Çünkü o deve sütü konunca içmez, koyun sütünü içer." (Buharî Tecrid-i sarih: 1364)
İsrâiloğullarına devenin eti ve sütü haram kılınmıştı.
Çünkü onlar haram olan bazı şeyleri helâl sayıyorlardı. Bu yüzden Allah-u Teâlâ ceza olarak onlara helâl olan şeyleri bile haram kılmıştır.
Âyet-i kerime'lerde buyuruluyor:
"Yahudilerin yaptıkları zulümden, birçok kimseleri Allah yolundan çevirmelerinden, menedildikleri halde fâiz almalarından ve haksız yere insanların mallarını yemelerinden dolayı kendilerine helâl kılınan temiz şeyleri onlara haram kıldık. İçlerinden inkâr edenlere de elem verici bir azap hazırladık."(Nisâ: 160-161)
"Biz onlara zulmetmedik, onlar kendilerine zulmediyorlardı." (Nahl: 118)
Yahudilerin hak ettikleri bu cezaların bir ibret ve öğüt kılındığı beyan buyurulmaktadır:
"İşte biz bu (maymunlaşma cezasını), kendi devirlerinde yaşayıp hadiseyi bizzat görenlere ve sonradan gelecek olanlara bir ibret dersi, takvâ sahibi müminlere de bir öğüt yaptık." (Bakara: 66)
Âyet-i kerime'lerden açıkça anlaşılıyor ki, Allah-u Teâlâ'nın lânet ve gazabına uğrayan yahudiler, hayvan şekline dönüştürülmüşlerdir.
Bir insanın şeklinin değiştirilip hayvan şekline konmasına "Mesh" denir. Eski milletlerde bu değişme olurdu. Resul-i Kibriya -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz âlemlere rahmet olduğu için, Hazret-i Allah onun hürmetine zahiren sıfat değiştirmeyi bu ümmetten kaldırmıştır. Bu sıfatlar örtü altında kaldı. Şimdiki zamanda da hayvani sıfatlar mevcuttur. İnsan hangi sıfatta öldüyse o sıfatta dirilecek. Herkese saldıranlar köpek şeklinde, nankör insanlar kedi şeklinde, herkese düşmanlık yapanlar ise yılan suretinde mahşere çıkacaklar. Hayvan suretinde dirilecek amma; Hazret-i Allah dünyadaki şeklini yüzüne verecek, kim olduğu şeklinden tanınacak. Hayvani sıfatlardan arınanlar ise insan şeklinde ve sıfatında olacaklar.

Resulullah Aleyhisselâm'ın Devrinde
Yahudilerin Durumu:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in âlemlere rahmet olarak gönderildiği yıllarda Arabistan'ın her tarafında yahudi bulunmasına rağmen, Mekke'de hemen hemen hiç yoktu. Mekke devrinde iken müslümanların düşmanı yalnız müşriklerdi. Medine'ye hicret ettikten sonra Medineli yahudilerle müslümanların içindeki münâfıklar da bu düşmanlığa katıldılar.
Medine'nin yarısı yahudi idi. Resulullah Aleyhisselâm, putperestlerden daha çok yahudilerin hücum ve saldırısına maruz kaldı.
Kudüs'ün yıkılması üzerine Rumlar tarafından tecavüze uğrayan yahudiler, Hicaz bölgesine sığınarak bu bölgenin yerli halkı haline gelmişlerdi.
Resulullah Aleyhisselâm'ın Medine'ye teşriflerinde; KaynukaNadir ve Kureyza oğullarına mensub üç yahudi kabilesi vardı. Her kabile kendi başına müstakil bir topluluk teşkil ediyordu. İktisâdi yönden Medine'de hakim durumda idiler. Medine etrafında kuvvetli kaleler içinde yaşıyorlardı.
Yahudiler kendi ırk, soy ve kültürleriyle iftihar ederler; Araplara vahşi ve câhil gözüyle bakarlar, onlara hayvanca muamele yapmayı âdeta bir hak sayarlardı. Mallarını çeşitli hile ve bahane ile yemeyi âdet edinmişlerdi. Yahudi din adamları ve ulemâsının bir bölümü falcılık ve bir takım sihir, büyü ile ilgileniyor, Araplar'ı kandırmaya çalışıyorlardı.
Yahudiler maddî refah açısından çok güçlüydüler. Araplar'ın bilmedikleri bazı sanat ve hünerleri biliyorlardı, ticaretin çoğu ellerinde idi. Etraf memleketlerden gıda maddeleri getirirler, oralara hurma götürüp satarlardı. Hayvancılık yaptıkları gibi, dokuma imalatı da yapıyorlardı. Kaynuka oğulları kuyumculuk, demircilik, çanak çömlek imalatında mahir idiler.
Ticarette doğruluk ve dürüstlük ancak kendi ırklarından olanlarla yapıldığı zaman geçerli idi. Kendilerinden olmayanlarla yaptıkları ticaret ve diğer muamelelerde sahtekârlığın her türlüsünü icrâ etmekten çekinmezlerdi.
En büyük işleri tefecilikti. Borç para verip karşılığında çok yüksek fâiz alırlardı. Fâizler çok yüksek, ödeme şartları çok ağır olduğu için, yahudilerden bir defa borç almış olan Araplar bir daha yakalarını kurtaramazlar, fâiz ödemekten ana parayı ödeme fırsatı bulamazlardı. Araplar'ın yahudilere böylesine bağlanması, onlara karşı kin ve nefretlerini artırmıştı, bu baskıdan bir an evvel kurtulma çarelerini arıyorlardı.
Yahudiler ise maddî menfaatlerini korumak maksadıyla Araplar'ın hiçbir zaman birlik ve beraberlik içinde olmalarını istemiyorlardı. Zira Araplar arasında birlik kurulduğu takdirde, yahudilerin sahip bulundukları verimli topraklardan, bağ ve bahçelerden, mamur beldelerden sürüleceklerini biliyorlardı. Yahudiler ayrıca kendi can ve mal güvenliklerini koruma altına almak için, güçlü olan Arap kabileleri ile ittifak kurup onların himayesine girerlerdi. Böylece güçlü olan bir başka Arap kabilesinin tecavüzlerinden korunmuş olurlardı.

Bekledikleri Peygamberi
Bile Bile İnkâr Ettiler:
Evs ve Hazreç kabileleri, yahudilerle bazen anlaşır bazen bozuşurlardı. Ne zaman araları açılsa yahudiler: "Bir Peygamber gönderilmek üzeredir, gölgesi üzerimize düştü. O gelince biz ona tâbi olacağız, sizin kökünüzü kazıyacağız." derlerdi. Ayrıca: "Ey Allah'ımız! Tevrat'ta özelliklerini yazılı bulduğumuz âhir zaman peygamberi hürmetine bize yardım et!" diye duâ ve istimdat ederlerdi.
Resulullah Aleyhisselâm Medineliler'le konuşup onları İslâm'a dâvet edince birbirlerine: "Vallahi bu size yahudilerin, geleceğini haber verdikleri ve bizi korkuttukları Peygamber olsa gerek! Sakın yahudiler ona tâbi olmakta bizi geçmesinler." demişlerdi. Çünkü yahudilerin böyle bir beklenti içinde yaşadıklarını biliyorlardı.
Aslında yahudiler Resulullah Aleyhisselâm'ın geleceğini ve vasıflarını "Kendi öz çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlardı." Fakat tıynetleri icabı olsa gerek ki "Ne zaman bir Peygamber gelip de gönüllerinin hoşlanmadığı bir şey getirse ona karşı büyüklük tasladılar. Peygamberlerinin kimini yalanladılar, kimini öldürmekten çekinmediler." Resulullah Aleyhisselâm'ı da çekemeyecekleri tabiî idi. "Bile bile ona düşmanlık edeceklerdi." Kıskançlık ve hasetlerinden, kin ve düşmanlık etmeye başladılar.
Bu hususta nâzil olan Âyet-i kerime'de Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
"Yanlarında bulunan (Tevrat'ı) tasdik etmek üzere onlara Allah katından bir kitap gelince, daha önceleri kâfirlere karşı onunla yardım isteyip durdukları halde, tanıdıkları ve bekledikleri (o Kur'an) kendilerine gelince, bu defa onu inkâr ettiler.
İşte bundan dolayı Allah'ın lâneti kâfirlerin üzerinedir." (Bakara: 89)
Bunun içindir ki bunlar melun oldular.
Medineli müslümanlar yahudilerin bu kadar merakla ve heyecanla bekledikleri Peygamber'i kabul etmek yerine, ona karşı çıkmalarını, onun en azılı düşmanları olmalarını bir türlü anlayamıyorlardı.
Hatta Muaz bin Cebel -radiyallahu anh- gibi bazı müslümanlar yahudilere şöyle dediler:
"Ey yahudiler! Allah'tan korkun ve İslâm'a girin. Bizler müşrik iken siz bir peygamber gönderileceğini bize bildiriyor ve bu vasıfları ile bize onu tanıtıyordunuz."
Fakat onlar itiraz ettiler. "Bizim kendisinden söz ettiğimiz kişi bu değildir." dediler. Onun gelmesiyle Araplar'ın üstünlüğünün sona ereceğine ve kendilerinin iktidar ve ikbal sahibi olacaklarına kesinlikle inanan yahudiler sabahtan akşama kadar: "Geliyor... Gelmek üzeredir..." gibi laflarla onun geleceğinden sözedip dururlardı. Fakat o gelince bütün bunları unutup insanlıktan çıktılar. "Vakti geldi" dedikleri Peygamber için "Hayır! Beklediğimiz bu değildir, daha onun vakti gelmedi, bu bizden değildir." dediler.
Yahudilerin ileri gelenlerinden birinin kızı, diğerinin de yeğeni olan Hazret-i Safiye -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz şöyle buyurmuştur:
"Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Medine'ye hicret edince babamla amcam onu görmeye gittiler ve kendisiyle uzunca müddet sohbet ettiler. Eve döndüklerinde amcam: 'Bu gerçekten, kitaplarımızdaki haberi verilen peygamber midir?' dedi. Babam: 'Evet, vallahi o aynı peygamberdir!' diye cevap verdi. 'Sen buna inanıyor musun?' diye sorduğunda: 'Evet!' dedi. 'O halde ne yapmalı, niyetin nedir?' dedi. Babam: 'Yaşadığım müddetçe vallahi ona muhalefet edeceğim.' dedi."
Gerçek apaçık meydanda iken, bundan daha çirkin bir kıskançlık olamaz. Çünkü böyle bir inatlaşma ve kıskançlık doğrudan doğruya zât-ı ulûhiyete karşı bir itirazdır.
Yahudiler bu şerefli Peygamber'i tasdik edip destek olacak yerde inkâr etmek suretiyle, nefislerini çok kötü bir bedelle satmış oldular:
"Nefislerini ne kötü şeye değişip sattılar! Allah'ın, kullarından dilediğine lütfundan (kitap) indirmesine hased ederek Allah'ın indirdiğini inkâr ettiler ve bu sebeple gazap üstüne gazaba uğradılar.
Küfredenlere kahredici bir azap vardır." (Bakara: 90)
Yahudiler beklenen Peygamber'in geldiğini bildikleri halde, onun kadr-ü kıymetini düşürmek için, devamlı olarak karışık sorular sormaktan, kasıtlı bir takım itirazlar ortaya koymaktan geri durmuyorlardı.
Müslümanları dinlerinden soğutmak ve uzaklaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar, âyetlerin mânâlarını bozacak şekle sokuyorlar, dilleri sürtmüşcesine kelimeleri yanlış söylüyorlar, bir gün müslümanlığa girip ertesi günü çıkıyorlardı. Gayeleri müslümanlığı küçük düşürmek, müminleri şaşırtmak, kalplere şüphe ve fesat tohumları saçmaktı.
İslâm düşmanlığı o kadar ileri gitmişti ki, ehl-i kitap'tan oldukları halde putperestliği müslümanlığa tercih bile ediyorlar, müşriklerin daha doğru yolda olduklarını söylüyorlardı.

Özelliklerin En Kötüleri:
Kur'an-ı kerim'de çeşitli Âyet-i kerime'lerde yahudilerin özellikleri beyan buyurulmaktadır:
"Yemin olsun ki, sen onları yaşamaya karşı diğer insanlardan, hatta müşriklerden de daha düşkün ve hırslı görürsün." (Bakara: 96)
"Onlardan her biri ömrünün bin yıl olmasını ister." (Bakara: 96)
"Onlar, ellerinin yapıp öne sürdüğü işlerden dolayı ölümü aslâ istemezler." (Bakara: 95)
"Onların içinde öylesi var ki, ona bir dinar versen, tepesine dikilmedikçe onu sana ödemez." (Âl-i imran: 75)
"Yoksa onların mülkten bir payı mı var? Eğer öyle olsaydı, insanlara bir çekirdek zerresi bile vermezlerdi." (Nisâ: 53)
"Onlar yeryüzünde durmadan fesat çıkarmaya koşarlar." (Mâide: 64)
"İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima hainlik görürsün!" (Mâide: 13)
"Sen kendileriyle andlaşma yaptığın halde, onlar her defasında hiç çekinmeden andlaşmalarını bozarlar." (Enfâl: 56)
"'Kitap ehli olmayan Arapların ve sâir kimselerin (hakkını yemekten dolayı) üzerimize bir sorumluluk yoktur.' derler." (Âl-i imran: 75)
"Onlardan bir çoğunun, kâfirleri dost edindiklerini görürsün!" (Mâide: 80)
"Kitap ehlinden olan kâfirler de müşrikler de size Rabb'inizden bir hayır inmesini istemezler." (Bakara: 105)
"'Sayılı birkaç gün dışında cehennem ateşi bize dokunmaz.' derler." (Bakara: 80 - Âl-i imran: 24)
"'Biz nasıl olsa bağışlanacağız.' diyorlar." (A'raf: 169)
"'Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz.' (derler.)" (Mâide: 18)
"Allah'ın nûrunu ağızlarıyla (üfleyip) söndürmek isterler." (Tevbe: 32)
"İnsanlar içerisinde, müminlere en şiddetli düşman olarak yahudileri bulursun." (Mâide: 82)
"Onlar size fenalık etmekten geri kalmazlar." (Âl-i imran: 118)
"Size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar." (Âl-i imran: 118)
"Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır." (Âl-i imran: 118)
"Kalplerinin gizledikleri ise daha büyüktür." (Âl-i imran: 118)
"Sen onların dinlerine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar aslâ senden hoşnud olmazlar." (Bakara: 120)
"'Sizin dininize uyanlardan başka hiçbir kimseye inanmayın!' (derler.)" (Âl-i imran: 73)
"Onlar Allah'tan bir gazaba uğramışlardır." (Âl-i imran: 112)
"Onlara alçaklık damgası vurulmuştur." (Bakara: 61 - Âl-i imran: 112)
"O yahudiler nerede bulunurlarsa bulunsunlar, zillet altında kalmaya mahkûmdurlar." (Âl-i imran: 112)
"Verdikleri kesin sözü bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık." (Mâide: 13)
"İnkârları yüzünden Allah onlara lânet etmiştir." (Nisâ: 46)
"Allah onlara gazap etmiştir." (Mâide: 80)
Ayrıca;
Bakara sûre-i şerif'inin 94. Âyet-i kerime'sinde; âhiret yurdundaki nimetlerin bütünüyle kendilerine âit olduğunu iddia ettikleri,
76. Âyet-i kerime'sinde; münafıklarla İslâm'a karşı işbirliği yaptıkları,
97. Âyet-i kerime'sinde; Kur'an-ı kerim'i indirdiği için Cebrâil Aleyhisselâm'a düşman oldukları,
61. Âyet-i kerime'sinde; nankörlükleri, haksız yere peygamberlerini öldürdükleri, isyana daldıkları, mütecaviz oldukları,
246. Âyet-i kerime'sinde; dönek oldukları,
Mâide sûre-i şerif'inin 79. Âyet-i kerime'sinde; iyiliği emredip kötülükten sakındırmadıkları,
A'raf sûre-i şerif'inin 146. Âyet-i kerime'sinde; her âyeti görseler yine de inanmadıkları, doğru yolu görseler onu yol edinmedikleri, azgınlık yolunu gördüklerinde onu yol edindikleri... beyan buyurulmaktadır.
Yahudilerin tarih boyunca müslümanlar üzerindeki entrikaları hiç bitmemiştir.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri muhtelif aralıklarla bu isyankâr millete azapların en kötüsünü tattıracak kimseler göndereceğini beyan buyurmaktadır:
"Rabb'in yeminle şunu bildirdi:
Elbette tâ kıyamet gününe kadar onlara azabın en kötüsünü yapacak kimseler gönderecektir." (A'raf: 167)
Bu Âyet-i kerime'de; yahudilerin kıyamete kadar tarih sahnesinden silinmeyeceğine, zaman zaman aynı azgınlıklarını devam ettireceklerine, bu yüzden de sık sık azaba uğratılacaklarına işaret vardır.

Peygamberlere Yapılan İftiralar:
Yahudiler Tevrat'taki tahribatları sayesinde birçok Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz'e iftirada bulunmuşlardır.
Bu ifadeler bugünkü muharref Tevrat'ta geçmektedir. Bu hakaret ve iftiraları İslâm tamamıyla reddetmektedir. Çünkü Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz seçilmiş, muhafaza edilmişlerdir. Her hususta doğru sözlüdürler. Aslâ yalan söylemezler. Her türlü itimada haiz olup istikametten ayrılmazlar. Masumdurlar, günah işlemezler. Son derece iffet ve ismet sahibidirler. İnsanların en zekisi ve en akıllılarıdırlar. Kuvvetli bir iradeye sahiptirler. Allah'tan aldıkları emir ve nehiyleri insanlara bildirirler.
Âyet-i kerime'de:
"Onları emrimizle doğru yolu gösterecek rehberler kıldık." buyuruluyor. (Enbiya: 73)
Onlar en yüksek ahlâka ve vasıflara sahiptirler.
Âyet-i kerime'lerde:
"Onlar bizim katımızda seçilmişlerden ve hayırlılardan idiler." (Sâd: 47)
"O peygamberler Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. O halde sen de onların gittiği doğru yolu tutup onlara uy, o yoldan yürü." buyuruluyor. (En'am: 90)
Muharref Tevrat'ta (Tekvin: 3/22-23) Nuh Aleyhisselâm'a, (Tekvin: 12/14-19) İbrahim Aleyhisselâm'a, (Tekvin 19/30-36) Hazret-i Lût Aleyhisselâm'a, (Tekvin 12/10-13, 20/1-3) İshak Aleyhisselâm'a (Tekvin: 35/22) Yakub Aleyhisselâm'a, (Çıkış: 32/1-4) Hazret-i Harun Aleyhisselâm'a, (II. Samuel: 11-13/10-12) Hazret-i Dâvud Aleyhisselâm'a, (I. Krallar 11/4) Süleyman Aleyhisselâm'a iftira etmişlerdir.
Ve buna benzer birçok ifade muharref Tevrat'ta mevcuttur.
Allah'ın bu sevgili kullarına isnat edilmek istenen çirkin iftiralar, ancak hak vasfını kaybetmiş bir kitapta bulunabilir.

Tevratın Tahrip ve Tahrif Edilmesine Misaller,
Tevrattaki Tenakuzlar:
"Ve Rabbin sözüne göre, Rabbin kulu Musa orada Moab diyarında öldü. Ve Moab diyarında Beyt-Poer karşısındaki derede onu gömdü, fakat bugüne kadar kimse onun kabrini bilemez." (Tesniye: 34/5-6)
Allah-u Teâlâ yaşayan Hazret-i Musa Aleyhisselâm'a böyle hitap etmez. Demek ki Tevrat sonradan yazılmıştır.
"Ve İsrâiloğulları, Moab ovasında, otuz gün Musa'ya ağladılar ve Musa için yas ağlama günleri tamam oldu." (Tesniye: 34/8)
Musa Aleyhisselâm daha hayatta iken İsrâiloğulları onun ölümü için yas tutmuştur. Öte yandan Tekvin (14/14) Hakimler (18/2) cümleleri karşılaştırıldığı vakit bu daha açık görülebilir. Tekvin'de geçen "Dan" bir şehir adıdır ve Musa'dan seksen sene sonra bu ismi almıştır.
İşte bu Yahudiler'in Tevrat'ı sonradan elleriyle yazdıklarını gösterir.
Eski Ahid'deki tahrif unsurlarından biri de içinde bulunan çelişik ifadelerdir.
Tekvin'in ilk babında Allah'ın insanı kendi suretinde erkek ve dişi olarak aynı anda; Tekvin (1/27)de ise önce erkek ve onun kaburga kemiğinden kadını yarattığı ifade ediliyor.
Tufan hadisesi anlatılırken, bir yerde Tufan'ın 40 gün, diğer bölümde 150 gün sürdüğü ifade ediliyor. (Tekvin: 7/4,12,17,24)
Nuh Aleyhisselâm'ın gemisine getirilen hayvanların her cinsinden Tekvin 6. bab da 2, Tekvin (7/9,10,14,16) ise 7 çift alındığı söylenmektedir.
Allah, İsrâiloğullarının sayımı için II. Samuel'de (24/1-6) Davud Aleyhisselâm'ı görevlendirmekte; I Tarihler'de (21/1-7) aynı konunun, şeytanın tahrikiyle olduğu belirtilmektedir.
II. Samuel'in 24. bölümünde "vilâyetimizde yedi sene kıtlık" denirken I. Tarihler'in 21. bölümünde "üç sene kıtlık..." denilmektedir.
I. Krallar'ın beşinci bölümünde: "Süleyman'ın işte çalışan kavmin üzerine hükmeden, işin başında bulunan üçbin üçyüz baş kâhyaları vardı." denilirken, II. Tarihler'in ikinci bölümünde: "Ve onların üzerinde iş başı olan üçbin altıyüz adam saydı." deniliyor.
İşte Yahudilerin iman ettikleri muharref Tevrat bu ve bunun gibi tutarsızlıklarla doludur.
Hazret-i Musa'ya gelen ilk vahiylerde böyle çelişkiler yoktu. Bunlar sonradan meydana geldi. Allah sözünde böyle birbirine zıt olan, birbirini çürüten ifadeler bulunmaz.
Yahudiler Allah'ın kendilerine gönderdiği kitabı tahrif etmiş, kelime ve cümlelerin yerlerini değiştirmiş, manalarını saptırmış, gerçekleri ve bu arada Hazret-i Peygamber'in geleceğini müjdeleyen kısımları örtmüş, bozmuş ve inkâr etmişlerdir.
"Kitabı elleriyle yazıp da, sonra onu az bir pahaya satmak için: 'Bu Allah katındandır.' diyenlerin vay haline! Ellerinin yazdıklarından ötürü vay haline onların! Kazandıkları vebalden ötürü vay haline onların!" (Bakara: 79)
"Onlar, ellerinin yapıp öne sürdüğü işlerden dolayı ölümü aslâ istemezler. Allah zâlimleri bilir." (Bakara: 95)
Diğer bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:
"Allah'ın indirdiği Kitap'tan bir şeyi gizleyenler ve onu az bir pahaya satanlar var ya, işte onların karınlarına doldurdukları ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmaz, onları temize de çıkarmaz. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır." (Bakara: 174)
Çünkü onlar bile bile gerçeği gizlerler.
"Tevrat indirilmeden önce İsrâil'in (Yakub'un) kendisine haram ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrâiloğullarına helâl idi. De ki: 'Eğer doğru sözlü iseniz Tevrat'ı getirip okuyun.'
Artık bundan sonra da kim Allah'a yalan uydurup iftirâ ederse, işte onlar zâlimlerin tâ kendileridir." (Âl-i imran: 93-94)
Resulullah'ın zamanında da ilk anda kötü maksatlarını belli etmeyecek sözler kullanarak onu tahkir etmek ve kinlerini tatmin eylemek yoluna gitmişlerdir.
Allah-u Teâlâ yahudi ve hıristiyanlardan teşekkül eden ehl-i kitaba seslenerek, kendilerine Muhammed Aleyhisselâm'ı peygamber olarak gönderdiğini haber veriyor:
"Ey ehl-i kitab! Peygamberlerin ardı arkası kesildiği, bir boşluk meydana geldiği sırada size PEYGAMBER'imiz gelmiştir. Gerçekleri size açıklıyor ki, 'Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi.' demeyesiniz. İşte müjdeleyici ve uyarıcı geldi.
Allah'ın her şeye gücü yeter." (Mâide: 19)
Bu Âyet-i kerime mucibince Resulullah Aleyhisselâm geldiği halde inanmayan hiçbir ehl-i kitabın kurtulması mümkün değildir.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri onu peygamberlerin arkasının kesildiği bir dönemde; dinlerin değiştirildiği, hak ve hakikatten uzaklaşıldığı, yolların çıkmaza girdiği, putperestlerin çoğaldığı bir devirde gönderdi.
Onun gönderilişindeki nimet, nimetlerin en büyüğüdür.
Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:
"Varlığım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bu ümmetten yahudi olsun hıristiyan olsun, kim benim Peygamberliğimi duyar da benim getirdiğime iman etmeden ölürse, mutlaka cehennemliklerden olur." (Müslim)
Bunların hepsi onu duyduğu halde inkâr ettiler, itiraz ettiler. Bunların hepsinin cehennemlik olduğunu bu Hadis-i şerif beyan eder.
Bir de "Onların da dini hak" diyenler var. Hayır!
"Allah katında din İslâm'dır." (Âl-i imran: 19)
Bir kimse Hazret-i Allah'a ve Resul'üne iman etmedikçe cennete giremez. Bu Âyet-i kerime ve bu Hadis-i şerif mucibince muhakkak onların hepsinin cehennemde olduğunu görürsünüz.
İsa Aleyhisselâm göğe yükselmeden önce bütün insanlara en büyük müjdeyi vererek şöyle söylemişti:
"Ey İsrâiloğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş Tevrat'ı tasdik edip doğrulayan, benden sonra gelecek ve ismi Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen Allah'ın size gönderilmiş bir peygamberiyim." (Saf: 6)
Görülüyor ki, Allah-u Teâlâ Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini bütün peygamberlere ismiyle cismiyle nasıl tanıtmış ve bildirmiştir. Hiçbir yahudinin bu vebal altından kurtulması mümkün değildir. Çünkü açık bir ferman-ı ilâhiye var. Zira Hazret-i Allah ve Peygamber'i bildirip açıklıyor. Yani ben bilmiyordum, duymadım gibi bir itirazı kabul etmek mümkün değildir.
İbn-i Abbas -radiyallahu anh-den rivayet edilen Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Benim ismim Kur'an'da Muhammed, İncil'de Ahmed, Tevrat'ta Ühîd'dir."

HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELÂM
İsa Aleyhisselâm, Allah-u Teâlâ'nın İsrâiloğullarına gönderdiği ve mucizevî bir şekilde doğmuş bir peygamberidir. Kudsî ruhla desteklenmiştir ve Allah-u Teâlâ'nın bir kelimesidir. Kendisinden önce Musa Aleyhisselâm'a verilen Tevrat'ı tasdik etmekle birlikte, Tevrat'ı ve İncil'i öğretmek üzere gelmiş, muhataplarını Allah-u Teâlâ'nın kulluğuna yönelmeye teşvik etmiştir.
Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm'ın gerçek kişiliğini Âyet-i kerime'sinde şöyle beyan buyurmaktadır:
"Meryemoğlu İsa'ya açık mucizeler verdik." (Bakara: 87 ve 253)
"Ve onu kudsi ruh ile destekledik." (Bakara: 87 ve 253)
Gerek Âyet-i kerime'lerde, gerekse Hadis-i şerif'lerde; hayat menkıbesi anlatılan ulül-azm peygamberlerden birisi de İsa Aleyhisselâm'dır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyururlar:
"İnsanlar arasında Meryem oğlu İsa'ya dünyada ve ahirette en yakın olan benim. Bütün peygamberler kardeştir, bir babanın ayrı kadınlardan doğmuş evlatları gibidir. Dinleri birdir." (Buhari. Tecrid-i sarih: 1403)

Hıristiyanlık ve Teslis İnancı:
İsa Aleyhisselâm göğe yükseltildikten sonra Havarîler İsa Aleyhisselâm'ın vasiyeti üzerine dinini yaymaya çalıştılar. İnananlar hayli çoğaldı. Fakat zamanla hıristiyanlar da İsrâiloğulları gibi yoldan çıktılar, tefrikaya düştüler.
Yahudiler İsa Aleyhisselâm hakkında, babasız dünyaya geldiğini bahane ederek zinâ çocuğudur dediler, iftira ettiler. Hıristiyanlardan bir kısmı "İlâh" dediler, bir kısmı "İlâhın oğludur." fikrine saplandılar. Bir başka fırka da "Üçten biridir." demişlerdi.
Kur'an-ı kerim'de Allah-u Teâlâ'nın çocuğu olmaktan münezzeh olduğuna dair beyanlar sık sık ifade buyurulmaktadır:
"Allah çocuk edindi dediler. Hâşâ! O yücedir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur. Hepsi O'na boyun eğmişlerdir." (Bakara: 116)
Allah-u Teâlâ'nın çocuk edindiğini söylemek, O'nun insanlara benzediğini söylemek mânâsına gelir. O halde hiçbir şeyin kendisine benzemediği Zât-ı Ecell-ü A'lâ'nın çocuk edinmesi aslâ düşünülemez. O, başlangıcı ve sonu bulunmayan yegâne yaratıcıdır.
"Elinizde O'nun çocuk edindiğine dair hiçbir delil yoktur. Allah hakkında bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?" (Yunus: 68)
Allah-u Teâlâ onların ileri sürdükleri iddiâlardan ne kadar uzaktır! Çocuğu olduğunu haber vermediğine veya bu mânâya gelebilecek bir beyan Zât-ı Akdes'inden sâdır olmadığına göre, bu gibi kimseler kuru bir zanna ve kötü bir yalana isnat etmektedirler.
"De ki: Allah'a karşı yalan uyduranlar aslâ iflâh olmazlar." (Yunus: 69)
Korktuklarından emin, umduklarına nâil olamayacaklar, cennete değil cehenneme sevkedileceklerdir.
"Bak! Nasıl da Allah'a yalan yere iftira ediyorlar. Apaçık bir günah olarak bu yeter!" (Nisâ: 50)
Bundan başka hiçbir günahları olmasa bile, bu iftiraları onların hepsini gölgede bırakan büyük bir günah olur.
"O hiçbir çocuk edinmemiştir. Mülkünde hiçbir ortağı yoktur. Her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, mukadderatını tayin etmiştir." (Furkan: 2)
Her şey bütün mukadderatı ile O'nun kudret eli altındadır. Her şeyin bir sınırı ve ölçüsü vardır ki, kul onu aslâ aşamaz. O'nun kudretine ise sınır ve son yoktur. Bunun içindir ki hiçbir şey, yaratılmış olma sınırını aşıp da O'na ortak olmaya güç yetiremez.
"Yahudiler: 'Üzeyir Allah'ın oğludur.' dediler." (Tevbe: 30)
Bu sapkın sözleri ile hıristiyanların: "Mesih Allah'ın oğludur." sözüne bir kapı açmış oldular.
"Hıristiyanlar da: 'Mesih (İsa) Allah'ın oğludur' dediler." (Tevbe: 30)
Başlangıçta bunu söyleyenler bir kısım hıristiyanlar ise de, sonradan hemen hepsi böyle söylemeye başladılar, hatta böyle söylemeyenleri kâfirlikle itham ettiler.
"Bu, daha önce inkâr edenlerin sözlerine benzeterek geveledikleri sözlerdir." (Tevbe: 30)
Bunlar ehl-i kitaptan olmakla beraber müşriklere benzerler ve müşrik sayılırlar.
"Allah onları kahretsin! Nasıl da uyduruyorlar?" (Tevbe: 30)
Bu iftiralarından dolayı Allah-u Teâlâ'nın ilâhî gadabına maruz kalmışlardır:
"Rahman çocuk edindi dediler." (Meryem: 88)
"Andolsun ki siz, pek çirkin bir şey ortaya attınız." (Meryem: 89)
"Onlar o Rahman olan Allah'a çocuk iddia ettiler diye, bu sözden dolayı neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar dağılıp çökecekti."(Meryem: 90-91)
"Halbuki Rahman olan Allah'a çocuk isnat etmek aslâ yakışmaz." (Meryem: 92)
Onlar yaratma ile üretme arasındaki farkı anlayamadılar. Doğurma ve doğmanın, her şeyden önce bir yaratmaya bağlı olduğunu düşünemediler.
Hıristiyanlar o ilk günahtan kurtulmak için aklı ve nefsi bu teslis inancına feda etmek gerektiğini ve bu fedâkârlığı yapmanın bu imanın şartı ve kurtuluş sebebi olduğunu iddiâ ederler ki, bütün bunlar Allah inancını hafife almaktan başka bir şey değildir. Büyük bir saygısızlıktır ve küfürdür.
Teslis inancı, hıristiyanlığın kaynağından gelen bir inanç değildir. Tahriften kaynaklanan bâtıl inancıdır.
Hıristiyanlık teslis inancı şu şekildedir:
"Bir ilâh baba'ya inanırız ki, her şeyin mâliki, görülen ve görülmeyen şeylerin yaratıcısıdır. Yine, Rab olan Mesih'e inanırız ki, Allah'ın oğludur ve bütün yaratılmışların ilkidir. Yaratılmış değildir, Baba'nın cevherinden Hak İlâh'tır. O'nun eliyle bütün âlemler vücud bulmuştur. O, herşeyin yaratıcısıdır. Bizim kurtuluşumuz için gökten inmiş, Ruhu'l-Kudüs'ten cesetlenip, insan olmuş, "Meryem" ona hamile olmuş ve bâkire Meryem'den doğmuştur." (Histoire des Sectes Chrétiennes, Sh: 52, 62)
Görüldüğü gibi, hıristiyan kredo'sunda önce, "görülen ve görülmeyen şeylerin yaratıcısı bir ilâh" kabul edilmiş, sonra da "Rab olan Mesih'e inanırız ki, Allah'ın oğludur." denilmiştir. Bu iki söz birbirine zıttır. Çünkü hıristiyanlar, önce bir Allah'a inandıklarını söylüyorlar, sonra da herşeyin Rab İsa'nın eliyle yaratılmış olduğunu belirterek İsa Mesih'i Rab kabul ediyorlar. Hem ilâh baba'ya inanmakla beraber, onu hem ilâh, hem oğul, hem de ruhû'l-kudüs olarak vasıflandırıyorlar. Bunların hangisi doğrudur?
Markos İncili'nde (12/30) "Dinle ey İsrâil! Allah'ımız Rab, bir olan Rab'dır." sözü ile Allah'ın bir olduğu ifade ediliyorken, Matta İncili'nde (28/19) "Şimdi, siz gidip bütün milletleri şâkird edin, onları baba ve oğul ve Ruhû'l-Kudüs ismi ile vaftiz eyleyin." sözü ile de teslise (üçleme) giriyorlar. Böylece "Allah'ımız Rab, bir olan Rab'dır." ifadesiyle tezata, tenakuza, çelişkiye düşüyorlar.
Matta İncili'nin bir yerinde (4/10) "Çekil git şeytan. Tanrın olan Rab'be tap, yalnız O'na kulluk et." denilirken, yine Matta İncili'nin başka bir yerinde (28/17) "İsa'yı gördükleri zaman ona tapındılar." denilmektedir. Bunun hangisi doğrudur. Bu büyük tenakuz, çelişkidir.
Görüldüğü gibi İnciller kendi aralarında büyük tezata düşmektedir. Bir yerde hem "Allah'a tap" deniliyor, diğer bir yerde "İsa'ya tapındılar" deniliyor. Bu nasıl bir çelişkidir. Bu dinin asliyetinin bozulduğu aşikârdır.
Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm hakkında gerçek dışı beyan ve inançlarda ısrar eden ehl-i kitabın bu müfrit telâkkilerini reddeder. Hıristiyanların Allah'ı bırakıp İsa Aleyhisselâm'a tapacak kadar onun hakkında aşırı tazimde bulunmak suretiyle düştükleri durumu anlatarak şöyle buyurur:
"Ey Ehl-i kitap! Dininizde taşkınlık etmeyin. Allah hakkında ancak gerçeği söyleyin." (Nisâ: 171)
Onu ancak yüksek sıfatlarıyla, güzel isimleri ile nitelendirin. O'na bir eş ve bir çocuk veya buna benzer zatına yakışmayan şeyleri nispet etmeyin.
"Meryem oğlu İsa Mesih, Allah'ın peygamberidir." (Nisâ: 171)
O sadece Allah-u Teâlâ'nın peygamberlerinden bir peygamberdir, sizin iddia ettiğiniz gibi Allah'ın oğlu değildir.
"Meryem'e ulaştırdığı kelimesidir." (Nisâ: 171)
O'nun taraf-ı izzetinden tecelli eden bir emirdir. "Ol" emr-i şerifiyle var olmuştur.
"Ve O'ndan bir ruhtur." (Nisâ: 171)
Kendisinin yaratmasıyla meydana gelen bir ruhtur. O'nun "Kün" emri ile bir mucize olarak vücuda getirdiği için kendisine bir şeref olmak üzere "Kelimetullah"denilmiştir. Bu ruhun Allah-u Teâlâ'ya izafe edilmesi şerefini yükseltmek içindir. Allah-u Teâlâ onunla bir çok ölü kalplere hayat vermiştir.
Şu halde;
"Allah'a ve peygamberlerine inanın. (Allah) üçtür demeyin." (Nisâ: 171)
Ne "İlâhlar üçtür: Allah, Mesih, Meryem'dir." diye açık bir şirk ile; ne de "Allah üçtür: Baba, oğlu, ruhü-l Kuds üç esas, üç şahıs olarak tek esastır." gibi yorumlu şirk ile "Üç İlâh" anlayışına sapmayınız.
"Sizin için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin. Şüphesiz ki Allah ancak bir tek ilâhtır. O, çocuk sahibi olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur. Vekil olarak Allah yeter." (Nisâ: 171)
İsa Aleyhisselâm kendisine insan olmanın dışında bir sıfat yakıştırmak isteyenlere kul olduğunu hatırlatmak ihtiyacı duymuş ve:
"Ben ancak Allah'ın kuluyum." buyurmuştur. (Meryem: 30)
Muhataplarına: "Beni ilâh edinin." dememiş:
"Şüphesiz ki Allah benim de Rabb'im, sizin de Rabb'inizdirO'na kulluk edin. İşte doğru yol budur." buyurmuştur. (Meryem: 36)
Allah-u Teâlâ Tevhid akidesini temelinden yıkan Üç İlâh (Teslis) inancının doğuracağı elim âkıbeti haber vermektedir. Allah'tan başka iki ilâh edinenlerle İsa Aleyhisselâm ilâhî huzurda yüz yüze getirilecekler, Allah'a ve Peygamber'ine iftira edenler hak ettikleri cezayı göreceklerdir.
"Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimize sor! Biz Rahman'dan başka tapılacak ilâhlar kılmış mıyız?" (Zuhruf: 45)
Allah öyle bir Allah'tır ki, İhlâs sûre-i şerif'inde beyan edildiğine göre "Doğmamış, doğrulmamıştır." Çocuğu, babası, eşi olmaktan münezzehtir.
Kur'an-ı kerim'inde Hazret-i Allah onlara şöyle cevap veriyor:
"Resul'üm! De ki: O Allah bir tektir. Allah Samed'dir, her şey O'na muhtaçtır, O ise hiçbir şeye muhtaç değildir. O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Hiçbir şey O'nun dengi ve benzeri değildir." (İhlâs: 1-4)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimize hitap ederek bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"De ki: Rahman'ın çocuğu olsaydı, ona kulluk edenlerin ilki elbette ben olurdum.
Göklerin ve yerin Rabb'i, arşın da Rabb'i olan Allah, onların vasıflandırdıkları noksan sıfatlardan münezzehtir.
Bırak onları! Kendilerine vaad edilen günlerine kavuşuncaya kadar dalsınlar, oynayıp dursunlar." (Zuhruf: 81-82-83)
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde Zât-ı akdes'ine kullarından bir parça isnad edenler hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Kullarından bir kısmı, O'nun bir cüz'ü kıldılar. İnsan gerçekten apaçık bir nankördür." (Zuhruf: 15)
O'na çocuk nispet etmek bir küfürdür, küfür ise her türlü nankörlüğün esasıdır.

İsa Aleyhisselâm'ın Kulluğunun
Peygamberliğinin Delilleri:
İsa Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ'nın kulu ve Resul'üdür.
Yuhanna İncili'nde (6/14) "Gerçekten, dünyaya gelecek peygamber budur." Matta İncili'nde (15/24) "Ben İsrâil evinin kaybolmuş koyunlarından başkasına gönderilmedim." Luka İncili'nde (7/16) "Aramızda büyük bir peygamber ortaya çıktı." ifadeleri ile yine Matta İncili'nde geçen (13/57) "Bir peygamber, kendi memleketinden ve evinden başka yerde itibarsız değildir." cümlesi, İsa Aleyhisselâm'ın açıkça resül, elçi ve gönderilmiş bir peygamber olduğunu gösterir. Diğer taraftan bütün bu ifadeler "Allah'ın oğlu." tabirleri (Luka: 9/35, Matta: 3/17, Markos: 1/11, Yuhanna: 1/18) ile tenakuza düşmektedir. İsa Aleyhisselâm için bir yerde"Peygamber" başka bir yerde "Allah'ın oğlu" diyorlar. Böyle bir durum ilâhi bir kitapta ve dinde olmaz.
Kur'an-ı kerim de bu durumu sarih bir şekilde beyan eder. Âyet-i kerime'de onun bir kul ve Allah'ın elçisi peygamber olduğu bildirilmiştir:
"Hani havarilere, 'Bana ve peygamberime iman edin' diye ilham etmiştim. Onlar (da), 'İman ettik, bizim Allah'a teslim olmuş kimseler (müslümanlar) olduğumuza sen de şahit ol' demişlerdi." (Mâide: 111)
Buna karşı Ey hıristiyanlar! "Mesih nasıl kul olur?" demeyiniz.
"Mesih de, Allah'a yaklaştırılmış mukarreb melekler de, Allah'a kul olmaktan aslâ çekinmezler.
Kim O'na kulluktan çekinir ve büyüklük taslarsa, bilsin ki O, hepsini huzuruna toplayacaktır." (Nisâ: 172)
"O, sadece kendisine nimet verdiğimiz ve İsrâiloğullarına numune kıldığımız bir kuldur." (Zuhruf: 59)
İsa Aleyhisselâm bir beşerdir, insanlara hidayet yolunu göstermek için Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir. Peygamberlik vazifesi ise halkı Allah'ın birliğine ve yalnız O'na kulluk yapmaya dâvet etmekten ibarettir.

İncil'in Tahrif Edilmesi:
İlâhi vahiy olan semâvi kitaplar her türlü tezat ve ihtilaftan uzaktır. Zira gönderilen elçiye verilen kitap kelâmullah'tır. İncil'in tahrif edilmiş olduğu dört İncil'in bulunmasından, bu incillerin, birbiri ile çelişip tezata düşmesinden, farklı bilgiler vermesinden, alenen anlaşılır.
Yine Matta incilinin amacı; İsa'nın yaşamı, ölümü, dirilişi üzerinedir. Markos en kısa İncil olup, insanların İsa Aleyhisselâm'a gösterdikleri ilgi ve İsâ Aleyhisselâm'ın hayatından çokca bahseder. Luka ise daha kitabının başında amacının İsa Aleyhisselâm'ın yaşamını doğru ve ayrıntılı biçimde anlatmak olduğunu açık seçik ortaya koyuyor. Kitabını Teofilos'a hitaben (Luka: 1/3) yazdığını belirtmesi İsa Aleyhisselâm'a âit olmadığını gösterir. Yuhanna ise incili bizatihi kendisinin kaleme aldığını; "Onun adıyla yaşama kavuşasınız" (20/30-31) diyerek belirtmiştir.
İlâhi vahiy ise ancak Allah'ın kelâmı, sözü, beyanıdır. Peygamber ve ümmetine Allah'ın koyduğu kanunları, emirleri, nehiyleri içerir. Geçmiş peygamberlerden ve ölümden sonrasından haber verir.
Görüleceği üzere bu bahsedilen inciller İsa Aleyhisselâm'dan sonra yazılmış ve onun hayatını kaleme almışlardır. İlâhi vahyin nüshaları karışmış ve fakat İsa Aleyhisselâm'a inen gerçek incil tahrif edilmiştir. İncelendiğinde, akl-ı selim ile düşünüldüğünde bu gerçek açıkça görülebilecektir.
Bir kere inciller, İsa Aleyhisselâm'dan yüzyıl gibi bir zaman sonra yazılmışlardır, İsa Aleyhisselâm'ın dili ile yazılmamışlardır. Hatta Yeni Ahid'de yazıldığına göre İncil yazarları; "Sözlü söylentiyi saptayan ilk hıristiyan topluluğunun sözcülerinden başka birşey değildir..." "İncil yazarlarından herbiri kendi uslûbuna, kendi kişiliğine, kendine özgün dini kaygılarına göre, çevrelerindeki gelenekten aldıkları sözler ile hikayeler arasında bir takım bağlar kurmuşlardır."
Binaenaleyh İsa Aleyhisselâm'a indirilen İncil'in sonradan insan eliyle yazıldığı ve tahrif edildiği anlaşılmaktadır.
İncil'in tahrif edildiğini Kur'an-ı kerim şöyle haber vermektedir:
"Onlardan bir grup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları kitaptan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde 'Bu Allah katındandır.' derler. Onlar bile bile Allah'a iftirâ ediyorlar." (Âl-i imran: 78)
Diğer bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:
"Şimdi siz (ey müminler) bunların size inanmalarını mı umuyorsunuz? Oysa bunlardan bir grup vardır ki, Allah'ın sözünü işitirler de düşünüp akıl erdirdikten sonra bile bile onu değiştirirlerdi." (Bakara: 75)
Tevrat'ın tahrif edildiğine dair ise şöyle buyurulmaktadır:
"Verdikleri kesin sözü bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler ve kendilerine belletilenlerin bir kısmını unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan dâima hâinlik görürsün. Onları affet ve aldırma. Şüphesiz ki Allah iyilik yapanları sever." (Mâide: 13)

Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm'ın
İncil'de Haber Verilmesi:
Allah-u Teâlâ tarafından Hazret-i İsa Aleyhisselâm'a verilen İncil'in asılları, daha sonraları insan sözü ile karıştırılıp tahrif edilmesine rağmen şu anda mevcut olan nüshalarda Peygamberimiz Muhammed Mustafa -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in geleceğine dair bazı işaretlere rastlanmaktadır.
"Bununla beraber ben size hakikatı söylüyorum; benim gitmem sizin için hayırlıdır. Çünkü gitmezsem Tecellici size gelmez. Fakat gidersem onu size gönderirim. Ve o geldiği zaman günah için ve hüküm için dünyayı ilzam edecektir." (Yuhanna: 16/7-8)
"Size söyleyecek daha çok şeyim var, fakat şimdi dayanamazsınız. Ama o Hakikat ruhu gelince, size her hakikate yol gösterecek, çünkü kendiliğinden söylemeyecektir. Fakat her ne işitirse söyleyecek ve gelecek şeyleri size bildirecektir." (Yuhanna: 16/12-13)
"Eğer beni seviyorsanız, emirlerimi tutarsınız ben de babaya yalvaracağım ve O size başka bir tecellici, hakikat ruhunu, verecektir; ta ki, daima sizinle beraber olsun." (Yuhanna: 14/15-16)
"Fakat benim ismimle babanın göndereceği tecellici, ruhul-kudüs, O size her şeyi öğretecek ve size söylediği herşeyi hatırınıza getirecektir." (Yuhanna: 14/26)
Bunlar İsa Aleyhisselâm'ın hıristiyanların bugün ellerinde bulunan İncil'deki bizzat kendi ifadeleridir. İsâ Aleyhisselâm yakınlarına kendinden çok daha faziletli bir peygamberin geleceğini ve ona iman etmeleri gerektiğini bildiriyor. Aynı zamanda onun fazilet ve meziyetinin yüksek olduğunu haber veriyor.
Bu sebepledir ki, ehl-i kitap âlimlerinden bazıları, beklenen peygamber geliverince hemen iman ettiler.
"Kendilerine kitap verdiklerimiz (Peygamber'i), kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini hüsrana uğratanlara gelince, onlar iman etmezler."(En'am: 20)

Yeryüzüne Geliş:
İsa Aleyhisselâm, Deccal'in fitnesi ile müslümanların iyice bunaldığı bir sırada yeryüzüne inecek ve icraatlarını gerçekleştirecektir.
İsa Aleyhisselâm'ın halen sağ olduğuna, âhir zamanda mutlaka yeryüzüne inerek Muhammed Aleyhisselâm'ın şeriatı ile hükmedeceğine ve Allah yolunda mücadele mücahede edeceğine inanmak farzdır.
Bu husus tevatür derecesine ulaşmış; Kitap, Sünnet ve İcmâ ile sabit olmuştur.
Ümmet-i Muhammed'in her asırdaki âlimlerinin ileri gelenleri, İsa Aleyhisselâm'ın kıyamete yakın bir zamanda ineceği hakkında icmâ etmişler, muhalefette bulunmamışlardır. Ancak bir takım filozoflar inkâra kalkışmışlardır.
İsa Aleyhisselâm'ı çok sevmeli ve gelmesini de beklemeliyiz, ancak henüz daha gelmiş değil. Bu yüzden bu çıkanların hepsi sahtedir, yalancıdır, soytarıdır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurur:
"Şüphesiz ki o, kıyametin kopacağını gösteren bir bilgidir." (Zuhruf: 61)
İsa Aleyhisselâm'ın yeryüzüne inmesi de kıyametin en büyük ve en bariz alâmetlerinden birisidir. Allah-u Teâlâ kıyametin kopmasından az önce onu gökten indirecektir. Onun belirmesi ile kıyametin kopmasının yakın olduğu anlaşılır.
"Ehl-i kitaptan her biri, ölümünden önce İsa'ya muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o onlara şâhit olacaktır." (Nisâ: 159)
Bu ehl-i kitap, âhir zamanda onun nüzulü esnasında hayatta bulunacak olan kitap ehlidir. Yeryüzüne indiği zaman onun vefatından önce bütün ehl-i kitap iman edeceklerdir. O zaman bütün insanlar İslâmiyet'e nâil olacaklar, bir ümmet halinde bulunacaklardır.
Mehdi Resul ve İsa Aleyhisselâm zamanında gerçeği görererek iman edenler de aynı sözü söyleyecekler. İman ettikçe hatırlanacak.
İsa Aleyhisselâm'ın kıyamete yakın bir zamanda ineceğine dair Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyururlar:
"Hayatım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki; çok sürmez Meryemoğlu İsa âdil bir hakem olarak inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizye vergisini kaldıracak ve mal o kadar çoğalacak ki, onu kabul eden kimse bulunmayacaktır." (Buhari. Tecrid-i sarih: 1018)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-
Efendimiz'e İman Etmeyen Cennete Giremez:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Varlığım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bu ümmetten yahudi olsun hıristiyan olsun, kim benim Peygamberliğimi duyar da benim getirdiğime iman etmeden ölürse, mutlaka cehennemliklerden olur." (Müslim)
Mümin ve muvahhid olmayı arzu eden kimse onun peygamberliğini tasdik etmedikçe, hiçbir iyiliği makbul olmaz, cennete de giremez. Zirâ bütün peygamberler âhir zaman peygamberini tasdik etmişlerdir. Onlara indirilen kitaplar içinde Muhammed Aleyhisselâm'ın peygamberliği açıkça beyan olunmuştur.
Âyet-i kerime'de:
"O daha öncekilerin kitaplarında da vardır." (Şuarâ: 196)
Yani Hakk Celle ve Alâ Hazretleri gerek Tevrat'ta gerekse İncil'de onun fazileti ve meziyetini, daha gelmeden evvel buyurmuş ve duyurmuştur.
Ehl-i kitap bu suretle onun geleceğini biliyordu. Nasibdar olanlar iman şerefiyle müşerref oldular, kibrine yediremeyenler de ebedi hüsrana uğradılar. Çünkü bu hakikat onlara bildirilmişti. Bildirildiğinden ötürü de ebedi hüsrana uğradılar.
Bütün meleklerin, peygamberlerin, ulvî ve süflî yaratılmışların malumu idi. Zamanı ile mekânı ile bilinen bir durumu vardı. Ona iman etmeyenler inat ve hasetlerinden iman etmediler.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'-in ism-i şerifleri ve vasıfları Tevrat'ta da İncil'de de yazılı bulunuyordu.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Onlar ki yanlarında bulunan Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyarlar." (A'raf: 157)
Yahudiler Tevrat'ta hıristiyanlar İncil'de âhir zaman peygamberinin vasıflarını gördüler ve onun gelmesini beklediler. Her nesil bunu kendinden sonra geleceklere anlattı ve geldiği zaman inanmalarını tenbihledi. Bu sebeple her iki zümre de bu peygamberin gelmesini dört gözle bekliyorlardı. Ancak beklenen peygamberin Araplar arasından ve bir yetim kimse olarak gönderildiğini görünce, sırf ırkçılık gayretiyle inkâr ettiler. Halbuki onun gerçekten peygamber olduğunu, kendi oğullarını bilip tanıdıkları gibi tanıyorlar ve gelmesini bekliyorlardı.
Peygamberler onun gönderileceğini ümmetlerine müjdelediler ve ona tâbi olmalarını emrettiler. Onun sıfatları peygamberlerin kitaplarında, tahrif edilmelerine rağmen hâlâ bulunmaktadır.
Meselâ Matta İncilinde İsâ Aleyhisselâm'ın şu beyanı yer almaktadır:
"O ki, benden sonra gelecek, benden evvel yaratılmıştır. Ben onun papuçlarının bağını çözme hizmetine bile lâyık değilim."
Allah-u Teâlâ Musa Aleyhisselâm'a mikatte ve Tevrat'ta, âlemlere rahmet olan son peygamberi bildirmiş ve istenilen rahmet ve iyiliğin onun ümmeti için yazılacağını vaad ederek, İsrâiloğullarından ona yetişeceklerin ona iman etmelerini ve uymalarını böylece teşvik etmiştir. Tevrat'tan sonra ve Kur'an-ı kerim'den önce İncil'in geleceğini haber verip açıklamıştır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin peygamber olarak gönderildiği sırada Tevrat'ı ve İncil'i hakkıyla okuyup anlayan kitap ehli, ona uymak sayesinde rahmete nâil olabileceklerini ellerindeki kitaplarında yazılı olarak buluyorlardı.
Yahudiler Tevrat'ta, hıristiyanlar İncil'de âhir zaman peygamberinin vasıflarını gördüler. Onun gerçekten peygamber olduğunu, kendi oğullarını bilip tanıdıkları gibi tanıyorlar ve gelmesini bekliyorlardı.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Kendilerine kitap verdiklerimiz onu, öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar." (Bakara: 146 - En'am: 20)
Âyet-i kerime'de "Seni tanırlar" buyurulmayıp da "Onu tanırlar" buyurulmasında mühim bir incelik vardır.
Şöyle ki; Tevrat'ta "Musa'ya benzer bir peygamber" diye vasıfları anlatılmış bulunduğu için öteden beri ehl-i kitap tarafından: "O peygamber" diye anılır ve böyle tanınırdı. "O" dedikleri zaman bunu anlarlardı. Ancak onun Muhammed Aleyhisselâm olduğunu gösterecek bir belgeye ihtiyaç vardı. Muhammed Aleyhisselâm'ın getirdiği apaçık âyetler karşısında o zamanki ehl-i kitap âlimlerinin hiçbir şekilde şüphe ve tereddüdü kalmamıştı. Bunu çocuklarını bildikleri gibi kesin bir şekilde biliyorlardı.
Nitekim Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-, yahudi âlimlerinden müslüman olan Abdullah bin Selâm -radiyallahu anh-e sorduğu zaman şöyle demişti:
"Ben onu oğlumu bildiğimden daha iyi bilirim. Çünkü onda hiçbir şüphe ve tereddüte yer yoktur. Fakat çocuklarımıza gelince, ne bileyim, belki anneleri hiyanet etmiş olabilir."
Bunun üzerine Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- onun başını öpmüştü.
Bu Âyet-i kerime hususiyetle şunu da ispat ediyor ki, sadece bilmek iman etmek için yeterli değildir. İtaat etmek, boyun eğmek, hakikati gizlemeyip açıktan ikrar ve itiraf etmek de lâzımdır.
Ehl-i kitap âlimleri o peygamberi kalben çok iyi tanıdıkları halde mümin olmamışlar, aksine bile bile gerçeği gizlediklerinden dolayı inatçı kâfirlerden olmuşlardı.
Âyet-i kerime'nin devamında şöyle buyuruluyor:
"Buna rağmen onlardan bir grup, bile bile gerçeği gizlerler." (Bakara: 146)
Bile bile onun vasıflarını gizleyenler bilginleridir. Bildikleri hakikati avam halktan gizlerlerdi.
"Kendilerini hüsrana uğratanlara gelince, onlar iman etmezler." (En'am: 20)
Beklenen peygamberin Araplar arasından gönderildiğini görünce, sırf ırkçılık gayretiyle inkâr ettiler.
İşte ırkçılığın insanlara bu kadar zararı ve tahribatı oluyor, ebedi azaba maruz bırakıyor. Bu inkâr ırkçılıklarından ötürüdür. Gerek yahudi gerekse hıristiyanlardan ancak iman edenler kurtulmuştur.

İSLÂM'IN İÇ DÜŞMANLARI
MÜNAFIKLAR
İlâhi Hüküm:
Allah-u Teâlâ'nın varlığına, birliğine ve O'nun peygamberi Muhammed Aleyhisselâm'a inandığını dili ile söyleyip kalbi ile tasdik etmeyen kimselere münafık denir.
Müslümanlar arasında yaşadıkları için müslümanlara en fazla fenalığı dokunanlar ve kendilerine karşı en fazla tetikte durulması gerekenler bunlardır. Müşrikten de kâfirden de tehlikelidirler. Çünkü gerçek yüzlerini göstermezler. Etraflarını kendilerine inandırarak uyuttuktan sonra zehirlerini akıtırlar.
Bir Âyet-i kerime'de onlar hakkında şöyle buyurulmaktadır:
"Hiç özür beyan etmeyin. Çünkü siz inandıktan sonra inkâr ettiniz." (Tevbe: 66)
Asr-ı saâdetten sonra İslâm âlemine en büyük kötülüğü yapan kişiler münafıklardır. Gerçek yüzlerini gizledikleri için onlardan sakınmak zordur.
Allah-u Teâlâ Kur'an-ı kerim'inde her fırsatta münafıkları lânetlemiş ve onların durumlarından müminleri haberdar etmiştir. Bunlarla cihad etmek hususunda Resulullah Aleyhisselâm'a dahi emir buyurmuş, hususiyetle Münafikûn sûre-i şerif'ini indirerek münafıkların sahtekârlıklarını ortaya sermiştir.
Münafıklar Hakk kelâmını işitmek istemezler. Kur'an-ı kerim âyetlerini dinleyip, emir ve nehiylerini dikkate almazlar. Hükümlerindeki hikmetleri idrak etmezler.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinin üzerinde kilitler mi var?" (Muhammed: 24)
Kalpleri katılaşmış ve kararmıştır. Küfür kilitleri ile kilitlenmiş ve kapanmıştır. Artık o kalplere ne nur girebilir, ne de iman.
Kalpler hakikati aramak, Hakk'ı bulmak için yaratılmıştır. Onda bu hususiyet kalmayınca yok gibi olur.
"Hidayet kendilerine apaçık belli olduktan sonra arkalarını dönenlere, yaptıklarını şeytan hoş göstermiş ve onları uzun emellere düşürmüştür."(Muhammed: 25)
Nifak, kalbin kötü sıfatlarındandır. Dışın içe, sözün fiile aykırı olması münafıklıktır.
Huzeyfe -radiyallahu anh-: "Bugün münafıklar Resulullah Aleyhisselâm zamanındakilerden daha kötüdür." dediğinde: "Nasıl olur?" diye sordular. Bunun üzerine: "O zaman nifaklarını gizliyorlardı, bugün ise âşikâr yapıyorlar." cevabını verdi.
"Allah hiç şüphesiz ki iman edenleri de bilir, münafıkları da bilir." (Ankebut: 11)
Kalpte bulunan iman cevheri ile nifak, ancak sabırla veya sıkıntı anında sarsılma ile kendini gösterir.

En Kötü Vasıflar Münafıklarındır:
Allah-u Teâlâ çeşitli Âyet-i kerime'lerinde münafıkların özelliklerini beyan buyurmaktadır:
"Onlar ne sizdendir, ne de onlardan." (Mücadele: 14)
"Ne onlarla olurlar, ne bunlarla olurlar. İkisinin arasında bocalayıp dururlar." (Nisâ: 143)
"Sizden olmadıkları halde sizinle beraber olduklarına yemin ederler." (Tevbe: 56)
"Onların kalplerinde sizin korkunuz Allah'ın korkusundan fazladır. Böyledir, çünkü onlar anlamayan bir topluluktur." (Haşr: 13)
"Sen onları derli-toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır." (Haşr: 14)
"Kendilerine: 'Yeryüzünde fesad çıkarmayın!' denildiği zaman 'Biz ancak ıslah edicileriz' derler. İyi bilin ki asıl ortalığı ifsad edenler kendileridir, lâkin anlamazlar." (Bakara: 11-12)
"Onlara 'Müslümanların inandığı gibi siz de inanın!' denilince de 'Beyinsizlerin inandığı gibi mi inanalım?' derler." (Bakara: 13)
"Müminlerle karşılaştıkları zaman 'İnandık!' derler, elebaşları ile başbaşa kaldıklarında ise 'Biz şüphesiz sizinleyiz, onlarla sadece alay etmekteyiz.' derler." (Bakara: 14)
"Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Sanki onlar direk olmuş keresteler gibidirler." (Münâfikun: 4)
"Her gürültüyü kendi aleyhlerinde sanırlar." (Münâfikun: 4)
"Onlar düşmandır, onlardan sakın! Allah onları kahretsin!" (Münâfikun: 4)
"Onlara: 'Geliniz, Resulullah sizin için mağfiret dilesin!' denildiği zaman, başlarını çevirirler ve sen onların büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün." (Münâfikun: 5)
"Onlar 'Allah'ın Peygamber'inin yanında bulunanlara hiçbir şey vermeyin ki dağılıp gitsinler!' diyenlerdir. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Fakat münafıklar bu gerçeği anlamazlar." (Münâfikun: 7)
"Allah onların kalplerini imandan çevirmiştir." (Tevbe: 127)
"İnsanlardan öyleleri de vardır ki dünya hayatı hakkında söyledikleri söz senin hoşuna gider. Hatta böyleleri, söylediklerinin kalpten geldiğine (samimi olduğuna) Allah'ı şahit tutarlar. Halbuki o hasımların en yamanıdır." (Bakara: 204)
"Doğrusu münafıklar Allah'ı aldatmaya kalkışıyorlar. Oysa Allah onlara aldatmanın ne olduğunu gösterecektir." (Nisâ: 142)
"Onlar namaza kalktıkları zaman üşene üşene kalkarlar." (Nisâ: 142)
"İnsanlara gösteriş yaparlar." (Nisâ: 142)
"Allah'ı pek az zikrederler." (Nisâ: 142)
"Bunlar güya Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar." (Bakara: 9)
"Onların kalplerinde hastalık vardır." (Bakara: 10)
"Onlar korkak bir topluluktur." (Tevbe: 56)
"Sen onları sözlerinin üslûbundan tanırsın." (Muhammed: 30)
"Münafıklara, kendileri için acı bir azap olduğunu müjdele!" (Nisâ: 138)
Ayrıca;
Bakara sûre-i şerif'inin 15. Âyet-i kerime'sinde; Allah-u Teâlâ'nın onlara mühlet verdiği, bu yüzden bir müddet başıboş dolaşacakları,
16. Âyet-i kerime'sinde; hidayet karşısında sapıklığı satın aldıkları, bu alış-verişlerinin kendilerine kâr sağlamadığı, doğru yolu da bulamadıkları,
Tevbe sûre-i şerif'inin 127. Âyet-i kerime'sinde onların gerçeği anlamayan kimseler oldukları,
54. Âyet-i kerime'sinde; sadakaları istemeyerek verdikleri,
67. Âyet-i kerime'sinde; kötülüğü teşvik edip iyilikten alıkoydukları, cimri olup ellerini sıkı tuttukları,
68. Âyet-i kerime'sinde; Allah-u Teâlâ'nın onları lânetlediği,
69. Âyet-i kerime'sinde; amellerinin dünyada da, âhirette de boşa gittiği, çok büyük ziyana uğradıkları,
84. Âyet-i kerime'sinde; münafıkların cenaze namazının kılınmayacağı,
Haşr sûre-i şerif'inin 16. Âyet-i kerime'sinde durumlarının şeytanın durumu gibi olduğu,
Münafikun sûre-i şerif'inin 1. Âyet-i kerime'sinde; yalancı oldukları,
2.Âyet-i kerime'sinde; yeminlerini kalkan yapıp insanları Allah yolundan saptırdıkları, yaptıklarının çok kötü olduğu,
3.Âyet-i kerime'sinde; önce iman edip sonra inkâr ettikleri, bu yüzden de kalplerinin mühürlendiği,
5.Âyet-i kerime'sinde; büyüklük tasladıkları,
6.Âyet-i kerime'sinde; yoldan çıktıkları, Allah-u Teâlâ'nın onları kesinlikle bağışlamayacağı,
Nisâ sûre-i şerif'inin 60 ve 61. Âyet-i kerime'si ile, Nur sûre-i şerif'inin 48. Âyet-i kerime'sinde; Allah-u Teâlâ'nın ve Resul'ünün hükmüne râzı olmadıkları,
139. Âyet-i kerime'sinde; müminleri bırakıp kâfirleri dost edindikleri,
Mücadele sûre-i şerif'inin 14. Âyet-i kerime'si ile Mâide sûre-i şerif'inin 52. Âyet-i kerime'sinde; "Başımıza bir felâket gelmesinden korkarız." diyerek yahudilere ve hıristiyanlara yandaşlık ettikleri,
Mücadele sûre-i şerif'inin 19. Âyet-i kerime'sinde şeytanın adamları oldukları,
Muhammed sûre-i şerif'inin 16. Âyet-i kerime'sinde peygamberlerle alay ettikleri, kalplerinin mühürlü olduğu,
28. Âyet-i kerime'sinde; yaptıkları iyiliklerin boşa gideceği,
Âl-i imran sûre-i şerif'inin 161. Âyet-i kerime'sinde; peygamberlere iftira ettikleri,
Ahzab sûre-i şerif'inin 1. ve 48. Âyet-i kerime'lerinde; kâfirlere ve münafıklara uymamanın gerektiği,
Yine Nisâ sûre-i şerif'inin 140. Âyet-i kerime'sinde; Allah-u Teâlâ'nın kâfirleri ve münafıkları cehennemde bir araya getireceği,
145. Âyet-i kerime'sinde; cehennemin en alt tabakasında olacakları,
Tevbe sûre-i şerif'inin 68. Âyet-i kerime'sinde "cehennemde ebedi kalacakları" beyan buyurulmaktadır.

İSLÂM'A GÖRE
DOST VE DÜŞMAN
Şimdi size Allah-u Teâlâ'nın hükümlerini sıralıyoruz. Bu hususta seksenyedi kadar Âyet-i kerime beyan ediliyor. Şu kadar var ki bu Âyet-i kerime'ler iman edenlere mahsustur.

İlâhî Hüküm (1):
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine hitap ederek onun şahsında bütün beşeriyete şu gerçeği ferman buyurmaktadır:
"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir milletin; babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa, Allah'a ve Peygamber'ine muhalefet eden kimselere sevgi beslediklerini göremezsin." (Mücâdele: 22)
Gerçek iman budur, bu İslâm dinine göredir.

İlâhî Hüküm (2):
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi dost edinmeyin.
Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zâlimlerdir." (Tevbe: 23)
Yani başkaları şöyle dursun öz babalarınızı, öz kardeşlerinizi bile, kâfirliği müminliğe tercih ettikleri takdirde dost edinmeyin, küfre yardımcı olmayın.
İslâm bu imanı gerektirir. Bu Âyet-i kerime'ler kimlerin dost ve kardeş olacağını anlatıyor.

İlâhî Hüküm (3):
Müminleri bırakıp kâfirlerle dostluk yapmak münafıklığın en açık delili olduğu gibi, münafıkların en bâriz huy ve hususiyetlerindendir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde müminlere dost ve düşmanlarını ayırdetmelerini muhakkak emrediyor ve şöyle buyuruyor:
"Ey inananlar! Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Allah'ın aleyhinize apaçık ferman vermesini mi istersiniz?" (Nisâ: 144)
Cinsi ne olursa olsun küfür, İslâm'a göre tek bir millettir. Müminlerin dostu ise ancak müminlerdir.

İlâhî Hüküm (4):
Allah-u Teâlâ müminlere kâfirleri dost edinmemelerini muhakkak emrettikten sonra, bu emr-i şerif'e uymayanların ise Allah'ın dostluğunu kaybetmekle cezalandırılacağını bildirmektedir:
Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Müminler müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler. Kim bunu yaparsa, Allah ile bir dostluğu kalmaz." (Âl-i imran: 28)
Allah-u Teâlâ ile hiçbir ilgileri kalmadığı gibi, Allah-u Teâlâ'nın dininde onların hiçbir yeri yoktur. Aradaki bütün bağlar tamamen kesilmiştir.
Gerçekten de onlar kâfirlerle birliktedirler. Hem onları severler, hem de sevgilerini gizlerler.
Bu Âyet-i kerime bile onların işini bitirmek için kâfidir. Bu ilâhî ferman, Allah-u Teâlâ'nın haklarında verdiği hükümdür.
Bir Âyet-i kerime'sinde de buyurur ki:
"Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler. Onların tarafında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Bilsinler ki şeref ve kudret tamamen Allah'a âittir."(Nisâ: 139)
Allah-u Teâlâ'nın şeref vermediği kimseler hiçbir şekilde şeref sahibi olamazlar. Şu halde kâfirlerden ve kâfirlerin dostluğundan şeref beklemek ne büyük bir sapkınlıktır!

İlâhî Hüküm (5):
İmanın alâmetlerinden birisi de hiç şüphesiz ki Allah-u Teâlâ'nın düşmanlarından nefret etmektir. Allah-u Teâlâ onlara düşman olmayı emretmiş ve onları dost edinmeyi yasaklamıştır.
Âyet-i kerime'sinde müminlerin düşmanının kendi düşmanı, kendi düşmanının da müminlerin düşmanı olduğunu beyan buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin." (Mümtehine: 1)
Onları dost edinmek şöyle dursun, onlardan gayet uzak durmak lâzımdır. Allah-u Teâlâ'nın lütfettiği İslâm nimeti unutulmamalıdır.
Eğer onlar gerçekten iman etmiş olsalardı, kâfirleri dost edinmezler; Allah-u Teâlâ'ya, Peygamber'ine ve Kur'an-ı kerim'e düşmanlık gibi ağır bir suçu işlemeye cüret etmezlerdi.
Nitekim bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Eğer onlar Allah'a, Peygamber'e ve ona indirilen Kur'an'a inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi.
Fakat onların çoğu yoldan çıkmışlardır." (Mâide: 81)
Onlar küfür ve nifaklarını devam ettiren kimselerdir.
Bu Âyet-i kerime dahi onları tanımanız için kâfi değil midir?

İlâhî Hüküm (6):
Bu sapmışlıklarının vahim neticelerini ahirette elbette göreceklerdir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Onların bir çoğunun, kâfirleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin kendi önlerine sürdüğü şey ne kötüdür! Allah onlara gazap etmiş ve azapta ebedî kalıcıdırlar." (Mâide: 80)
Nefislerinin kendilerine sunduğu bu kötü şey, ebedî olarak azaplandırılmalarına ve Allah'ın gazabına uğramalarına sebep olmuştur.
Umarım ki bu kâfirin küfür kokusu ile bütün müslümanlar rahatsız olduğu gibi, cehennem ehli de onun pis kokusundan rahatsız olur.
Allah kahretsin!

İlâhî Hüküm (7):
Allah-u Teâlâ'nın gadap ettiği kimselere yardakçılık yapan ve aslında ne müslümanlardan ne de o kimselerden olmayan münafıkların yalan yere yemin edip kendilerini müslüman göstermek istedikleri Âyet-i kerime'lerde haber verilmektedir:
"Allah'ın gadap ettiği bir toplulukla dostluk kuranları görmedin mi?" (Mücadele: 14)
İman ettiklerini iddiâ eden münafıklar, gadaba uğramış yahudileri dost edinmişlerdi.
"Onlar ne sizdendir, ne de onlardan." (Mücadele: 14)
Çünkü onlar münafıktırlar. Her iki zümre arasında bazen o tarafa, bazen bu tarafa gidip gelirler, bir orada bir burada çalkalanıp dururlar.
"Bilerek yalan yere yemin ediyorlar." (Mücadele: 14)
Burada bile bile yalan yemin ettikleri şey, müslüman oldukları iddiâsıdır.
"Allah onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. Gerçekten onların yaptıkları şey ne kötüdür!" (Mücadele: 15)
Son derece şiddetli ve elem verici azap, cehennemin en alt tabakasıdır.
Yaptıkları bu kötü şey; kâfirleri dost edinmeleri, buna karşılık müminleri aldatmaları, onları Allah yolundan çevirmeleridir.

İlâhî Hüküm (8):
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır." (Mâide: 51)
Bu ilâhî hitap, İslâmiyet'in ilk yıllarından itibaren kıyamete kadar gelip geçecek olan bütün müslümanlaradır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"İnsanlar içerisinde, müminlere en şiddetli düşman olarak yahudileri bulursun." (Mâide: 82)
Onlar İslâm'ın ve müslümanların düşmanıdırlar, müslümanların başına daima bir gaile çıkarmaktan ve kötülük etmekten başka bir şey düşünmezler. Dinini terk edip kendilerine tâbi olmadıkça, hiçbir müslümandan memnun olmazlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Sen onların dinine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar senden aslâ hoşnut olmazlar." (Bakara: 120)
Müslümanlarla savaşmak hususunda tarih boyunca daima dinsizlerden yana olmuşlardır. İkiyüz yıl boyunca haçlı seferleriyle İslâm beldelerine saldıranlar onlardır.
Onlar hiçbir yerde, hiçbir tarihte müslümanlara dost olmamışlardır. Müslümanlarla savaşmakta her zaman için birbirine dost olmuşlardır. İnkâr ve sapkınlıkta birleştikleri için, müslümanlara karşı bir el gibidirler.
Bunun içindir ki zâhirde gösterdikleri sevgi ve ünsiyete katiyyen itibar edilmemesi gerekir, zira sahtedir. İçleri dışlarına uygun değildir.

İlâhî Hüküm (9):
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! Allah'ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinmeyin." (Mümtehine: 13)
Onların dostluklarına tutunmayın, hiçbir şeylerine heves edip yönelmeyin.
Allah-u Teâlâ'nın emri ve hükmü: "Onları dost edinmeyin."dir.
Bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyuruluyor:
"Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır." (Nisâ: 101)
Ehl-i küfür hiçbir zaman müslümanlara olan düşmanlıklarından vazgeçmezler.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler." (Bakara: 217)
Bu ilâhî buyruk, kâfirlerin müslümanlara düşmanlıkta ne kadar ileri gittiklerini, bâtıl inançlarında ne derece katı davrandıklarını, düşmanlıklarının sürekliliğini bildirmekte, müslümanları dinlerinden çeviremedikleri sürece bu savaşlara ara vermeyeceklerini beyan etmektedir. Güçleri yetse, bundan hiç de geri kalmazlar.
"Sizden her kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da ahirette de boşa gitmiştir. Onlar cehennemliktirler ve orada ebedî kalırlar." (Bakara: 217)
Çünkü kâfir olarak ölmüşlerdir. Mürted olmak suretiyle dünyada müslümanların sahip oldukları imkânlardan, ahirette de sevaptan mahrum kalırlar. Cehennemden aslâ çıkmayacaklardır.

İlâhî Hüküm (10):
Allah-u Teâlâ gayr-i müslimlerin müslümanlara karşı takındıkları tavrı Âyet-i kerime'sinde haber vermektedir:
"Kitap ehlinden olan kâfirler de müşrikler de size Rabb'inizden bir hayır inmesini istemezler." (Bakara: 105)
Yahudi, hıristiyan ve putperest kâfirler sizi kıskandıkları ve kin kustukları için Rabb'iniz tarafından size bir iyilik dokunmasını, öne geçmenizi, yükselmenizi istemezler.
Diğer bir Âyet-i kerime'sinde Allah-u Teâlâ onların durumlarını açıklayarak şöyle buyurmuştur:
"Size bir iyilik dokunursa bu onları üzer. Başınıza bir musibet gelse buna da sevinirler." (Âl-i imran: 120)
Müslümanlar Allah-u Teâlâ'nın yardımıyla güçlenirler, zaferler kazanırlarsa onlar bundan hoşlanmazlar. Bir bozgun ile karşılaşırlarsa, bundan dolayı da son derece sevinç duyarlar. Bu ise düşmanlığın en ileri derecesidir.
"Eğer sabreder Allah'tan korkarsanız, onların hilesi size hiçbir zaman zarar veremez. Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır." (Âl-i imran: 120)
Bütün bunlara karşı müslümanların vazifesi sabır ve takvâdır.
Eğer müslümanlar Allah-u Teâlâ'ya itaat etmekte sabreder, yasaklarından iyice korunurlarsa, o kâfirlerin ve münafıkların hile ve entrikalarının hiçbir zararını görmezler.
Diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Müminler yalnız Allah'a güvenip bağlansınlar." (Tevbe: 51)

İlâhî Hüküm (11):
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde müslümanların dışında kalan kâfir ya da münafıklardan herhangi bir kimseyi dost edinmeyi açık olarak yasaklamakta ve şöyle buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! Sizden olmayan kimseleri sakın sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenâlık etmekten aslâ geri kalmazlar." (Âl-i imran: 118)
İslâm dışındaki bütün din mensupları, inkârcı ateistler ve münafıklar da bu Âyet-i kerime'nin kapsamına girmektedir.
Bu gibi kimseler İslâm'a daima karşıdırlar ve müslümanlara sıkıntı ve zorluk verecek her şeyi arzu ederler.
"Onlar size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizledikleri ise daha büyüktür." (Âl-i imran: 118)
Sinelerinde gizledikleri ise açıkladıklarından çok daha fazladır. Düşmanlıkları yüzlerinden okunur. İslâm'a ve müslümanlara karşı gizledikleri kini aklı başında herkes anlayabilir.
Bu bakımdan Âyet-i kerime'nin sonunda şöyle buyurulmaktadır:
"Eğer düşünürseniz, âyetleri size açıklamış bulunuyoruz." (Âl-i imran: 118)
Müminleri dost, kâfirleri düşman edinmenin önemini ve lüzumunu delilleri ile beraber size açıkladık.
Daha sonra Allah-u Teâlâ onların müminleri hiçbir zaman sevmediklerini ve sevmeyeceklerini açıklayarak şöyle buyurmaktadır:
"İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz." (Âl-i imran: 119)
Allah'ın düşmanlarına sevgi beslemenin ne derece yanlış ve çirkin olduğu bu Âyet-i kerime'den de anlaşılmaktadır. Onlar hiçbir zaman dost tutulmaya lâyık değillerdir.
Bu Âyet-i kerime'lere bakarak narcıların durumunu kıyas edin. Bu Âyet-i kerime'lere inanıp iman ediyorsanız, İslâm'dan çıktıklarını, İslâm'la hiçbir ilgilerinin olmadığını bilin ve tanıyın artık.
Zira bugün sizi dininizden ettikleri gibi, yarın da vatanınızdan etmek istiyorlar.

İlâhî Hüküm (12):
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde, İslâmiyet'in ulviyetini ihlâle çalışan küfür ve şirk erbabını müslümanların dost ittihaz edemeyeceklerini ferman buyurmaktadır:
"Ey inananlar! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alay ve eğlenceye alanları ve kâfirleri dost edinmeyin.
Eğer mümin iseniz Allah'tan korkun!" (Mâide: 57)
Allah'tan korkun da, sizin ve dininizin düşmanı olan bu kişileri dost edinmeyin. Çünkü hakiki iman, bu gibi din düşmanlarından kaçınmayı ve sakınmayı iktiza eder.
Bu beyan, ilâhi bir hükümdür ve inananlara mahsustur.
Bu nokta, iman ile küfrün ayrılış noktasıdır. Yetmişiki fırka nasıl cehenneme gidecek? İşte böyle gidecek.

İlâhî Hüküm (13):
Allah-u Teâlâ müminleri, ehl-i kitabın saptırma ve azdırmalarına karşı sakındırmış, onların sözlerine iltifat etmekten menetmiş ve Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmuştur:
"Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir zümreye uyarsanız, imanınızdan sonra sizi çevirirler de kâfir yaparlar.
Size Allah'ın âyetleri okunurken ve aranızda O'nun Resul'ü bulunurken nasıl küfre dönersiniz? Kim Allah'a sımsıkı sarılırsa, muhakkak ki o doğru bir yola iletilmiştir.
Ey iman edenler! Allah'tan nasıl korkmak lâzımsa öylece korkun. Sakın siz müslüman olmaktan başka bir sıfatla can vermeyin." (Âl-i imran: 100-101-102)
Allah için ihlâslı ve samimi olun, Allah'tan başkasını O'na aslâ ortak kılmayın.

Küfür ve Kâfirler Aslâ Hoşgörülemez:
Kureyş'in ileri gelenleri Muhammed Aleyhisselâm'a gelerek kendi putlarına saygı göstermesi halinde, onlar da onun Rabb'ine karşı saygılı olabileceklerini söyleyerek uzlaşma taraftarı olduklarını belirtmek istiyorlardı.
Bu hususta nâzil olan Âyet-i kerime'lerde ise İslâm'la ve İman'la bağdaşmayan hiçbir teklife iltifat edilmemesi beyan buyuruldu:
"(Hakikatı) yalan sayanlara boyun eğme! Onlar senin yumuşak ve müsamahalı davranmanı isterler ki, kendileri de sana yumuşak davransınlar." (Kalem: 8-9)
Âyet-i kerime'de geçen "Müdâhene", lüzumsuz yere yumuşak davranmak demektir.
Resulullah Aleyhisselâm İslâmiyet'in yayılmasını engelleyen pürüzlerin az da olsa kalkması için dinin esasını bozmayan bazı hususlarda Kureyş müşriklerine biraz hoşgörülü davranmayı düşünmüştü.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurdu:
"Eğer biz sana sebat vermemiş olsaydık, neredeyse onlara birazcık meyledecektin.
O takdirde sana hayatın da ölümün de kat kat azabını tattırırdık. Sonra bize karşı kendin için bir yardımcı da bulamazdın." (İsrâ: 74-75)
Âyet-i kerime'ler Allah-u Teâlâ'nın Resulullah Aleyhisselâm'a olan lütfunu bildiriyor. Onu azgınların hilesinden, kötülerin şerrinden koruduğunu, işlerini kendisinin yönettiğini, ona yardımı kendisinin üzerine aldığını, yarattıklarından hiçbir kimseye onu bırakmadığını, ona karşı çıkıp reddedenlere galip getireceğini, dinini yücelteceğini haber veriyor.
Allah-u Teâlâ onu istikamet üzerinde sabit kıldığı için müşriklere meyletmesi kesinlikle imkânsızlaştı.
Âyet-i kerime'ler Resulullah Aleyhisselâm'ın şahsında, iman ve İslâm esaslarını muhafaza bakımından ümmetine büyük dersler vermektedir. Allah-u Teâlâ'nın hükümlerini küçümseyip önemsememenin ne kadar büyük tehlike doğuracağına, böyle bir sapkınlığa cüret eden bir kimsenin dünyada da ahirette de çok ağır bir ceza göreceğine işaret edilmektedir.
Ayrıca müslümanların bu gibi Hazret-i Allah'a ve Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e isyan edenlere karşı susması, onları hoş görmesi de bu kapsama girer. Bu unutulmamalıdır.

İSLÂM
BÜTÜN PEYGAMBERLERİN DİNİDİR
İsa Aleyhisselâm havarilerine hiçbir zaman "Hıristiyanlar" veya "Mesih" dememiştir. Çünkü İsa Aleyhisselâm hiçbir zaman kendi adına yeni bir din kurmak için gelmemiştir. Kendisinden önce gelip geçen peygamberlerin getirdiği aynı dini diriltmek için gelmiştir.
İslâm dini aslında yalnızca Peygamberimiz Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in peygamberliği ile başlamış değildir.
Bütün Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz'in getirdiği din aslında İslâm dini idi.
Nitekim Kur'an-ı kerim'de buyurulduğu üzere;
İbrahim Aleyhisselâm ömrünün sonuna doğru evlâtlarına dine bağlı kalmalarını vasiyet etmiş, Yakup Aleyhisselâm da aynı şekilde vasiyette bulunmuştu:
"Oğullarım! Allah bu dini sizin için beğenip seçmiştir. Siz de ancak müslüman olarak can verin." (Bakara: 132)
Musa Aleyhisselâm da kavmine şöyle söylemişti:
"Ey kavmim! Eğer siz gerçekten Allah'a inanıyorsanız ve O'na teslim olmuş müslümanlar iseniz, O'na güvenin." (Yunus: 84)
Havarilerin de İsa Aleyhisselâm'a şöyle dedikleri Kur'an-ı kerim'de ifade edilmiştir:
"Biziz Allah'ın yardımcıları, Allah'a inandık, (sen de ey İsa!) şahit ol ki biz müslümanlarız." (Âl-i imran: 52)
Ehl-i kitaptan, iman edenler hakkında nâzil olan bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyurulmaktadır:
"Kur'an onlara okunduğu zaman: 'Ona iman ettik, doğrusu o Rabb'imizden gelen hakikattır. Esasen biz bundan önce de müslümanlığı kabul etmiş kimselerdik.' dediler." (Kasas: 53)
İslâm dini ilk insan ve ilk peygamber Âdem Aleyhisselâm ile başlamış, zamanın akışı içerisinde ve her peygamber gelişinde en mükemmele doğru daima bir gelişme kaydetmiştir. Musa Aleyhisselâm'a indirilen İslâm, Nuh Aleyhisselâm'a indirilen İslâm'dan daha geniş ve daha mükemmeldi. İsa Aleyhisselâm'a gönderilen İslâm, Musa Aleyhisselâm'a indirilen İslâm'dan daha şümullü ve daha mükemmeldi. Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm'a gelince de kemâlini buldu ve en mükemmel şeklini aldı.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı beğendim." buyuruyor. (Mâide: 3)
Bu böyledir, bu Allah-u Teâlâ'nın fermanıdır.
İslâm dini Allah-u Teâlâ'nın râzı olduğu bir dindir ve ondan başka hiçbir dini kabul etmemiştir.
Nitekim diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, onunki katiyyen kabul edilmeyecektir ve o ahirette kaybedenlerden olacaktır." (Âl-i imran: 85)
İslâm'dan yüz çevirip başka bir din arayan kimse, büyük bir sapkınlığa düşmüştür.
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"'Dine bağlı kalın ve dinde ayrılığa düşmeyin.' diye Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya, İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı." (Şûrâ: 13)
Âyet-i kerime'deki tavsiye, emretmek ve emredilen şey hakkında bütün dikkatleri vererek eğilmek demektir.
Bütün Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz dini ayakta tutmuşlar, ona hizmet etmişler ve insanları hak dine dâvet etmişlerdir.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Allah katında din İslâm'dır." buyurmuştur. (Âl-i imran: 19)
Burada Allah-u Teâlâ peygamberler arasında bir ayırım yapmamıştır.
Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"O'nun peygamberlerinden hiçbirini diğerinden ayırmayız." (Bakara: 285)
Ancak derecelerinin yüksekliğinde, Allah-u Teâlâ'ya yakınlık cihetinden birbirinden ayrı yanları vardır.

İslâm dini ezelî ve ebedî bir dindir. İnsanlar onu tanısalar da tanımasalar da zeval bulması düşünülemez. Fakat tanır ve tâbi olurlarsa kendileri kârlı çıkarlar.