29 Haziran 2015 Pazartesi
El-Kahhar – القهار
Düşmanlarını kahreden ve perişan eden, mutlak galibiyetin sahibi ve her an kahretmeye muktedir olan manalarına gelir.
YARABBİM İSRAYİLİN AMERİKANIN VE MÜSLÜMANLARA HERTÜRLÜ İŞGENCE YAPAN LARIN SOYUNU KURUT KAHAR İSMİNLE KAHRU PERİŞAN EYLE İMANIN ZAYIF NOKTASINDAN ALLAH IM AMİN
Yine Kahhar ismi, binlerce kişinin öldüğü depremlerde, sel felaketlerinde, ağaçları kökünden koparan fırtınalarda, kasırgalarda ve maddi musibetlerde tecelli ettiği gibi, en büyük ve asıl perişanlık olan imansızlık ve küfür musibetinde de tecelli etmektedir.
Zira iman nimetinden mahrum olanlar devamlı manevi bir cehennemde yanarak kalben ve ruhen sıkıntı çekerler. Bu da manevi bir kahır olduğu için el-Kahhar isminin bir tecellisidir. Kahhar ism-i şerifi ile dünyada onları böyle manevi bir kahır ile kahreden Allah, ahiret aleminde de Kahhar isminin en geniş aynası olan cehennemde onları mahv-ı perişan ederek, adaletini ve mutlak galibiyetin tek sahibi olduğunu gösterecektir. Evet cehennem, el-Kahhar ismine en geniş ayna olarak ehl-i isyanı içine alacaktır.
Madem biz bu aleme, bu alemin sahibi olan Allah’ı tanımak ve O’na iman etmek için geldik. Ve madem her şeyde O’na açılan pencereler ve hakka giden yollar vardır. O halde bizler her şeyde O’na pencereler açmalı ve o pencerelerdeki isimler ile O’nu zikir ve tesbih etmeliyiz. Yani;
Helak olan bir kavmin kalıntılarını gördüğümüzde; “Ey kendisine isyan edenleri helak eden Allah’ım! Sen Kahharsın, dilediğini perişan ve mahvedersin. Senin kahrın, adaletinle tecelli eder. Her şeyin perçemi senin kudret elindedir. Hiçbir asi senin kahrından kaçamaz ve hiçbir zalim sana karşı gelemez. Sen mühlet verirsin ama ihmal etmezsin…”
Bahardaki mahlukların, kışın gelmesiyle ölümlerini gördüğümüzde; “Ey bahara Muhyi ismi ile hayat verip, hayat verdiği bu mahlukatı kışın kahhar ismi ise kahreden Rabbim! Sen kahretmeye muktedir olansın ve el-Kahharsın. Bu kışta ölen her bir mahluk lisan-ı haliyle seni kahhar ismiyle zikrettiği gibi, ben de onların halka-i zikrine girerek lisan-ı kalimle seni “Ya kahhar, Ya kahhar” diyerek zikrediyorum…”
Bir deprem felaketinde binlerce kişinin öldüğünü ve binaların yıkıldığını gördüğümüzde; “Ey yeryüzünü kudretiyle bir beşik gibi sallayan Rabbim! Yıkılan bütün bu binalar ve ölen bütün bu insanlar üzerinde senin Kahhar isminin mührü gözüküyor, sancağı dalgalanıyor. Ancak bu Kahhar isminin tecellisi altında, yine rahmetin tecelli ediyor. Ölen ehl-i imanı şehit kabul ediyorsun. Çektikleri sıkıntıları, günahlarına keffaret yapıp, ağaçların yapraklarını döker gibi, bu sıkıntılarla onların günahlarını döküyorsun. Ve onların helak olan mallarını sadaka kabul ediyorsun. Hem biliyorum ki, senin Kahhar isminin bu tecellisine bizim işlediğimiz günahlar sebep oldu. Ey Sultanlar sultanı! Kahhar isminin tecellisinden senin rahmetine sığınıyorum.
Fırtınaların, kasırgaların ve hortumların “Ya Kahhar, Ya Kahhar” diyerek döndüğünü gördüğümüzde; “Ey azameti ve büyüklüğü karşısında her şeyin küçüldüğü, Ey Celalinin korkusundan dağların parçalandığı, Ey kudret ve azametine her şeyin boyun eğdiği ve Ey korkusu altında her şeyin zillet içinde bulunduğu rabbim! Bu fırtınalar ve kasırgalar senin itaatkar askerlerindir ve Kahhar isminin tecellileridir. Onlar nasıl “ya kahhar ya kahhar “ diyerek alemi titretiyorlar, ben de, her ne kadar sesim onlar gibi gür çıkmasa da ve günahlarım sesimi kıssada seni “ya kahhar ya kahhar” diyerek zikir ve tesbih ediyorum…
Kahhar isminden insanın alacağı en büyük ders ise şudur;
İnsan, geçmiş asırlara bakmalı ve o asırlarda yaşayan asi ve inatçı kavimlerin akıbetini görmeli. Ve anlamalı ki, insan başıboş değildir. Her vakit bir celal ve kahır sillesine maruzdur. Günahlarından dolayı azabın onu yakalamaması, Allahın kendisine verdiği mühletten dolayıdır. Yoksa Allah asla ihmal etmez.
Bu mühleti bir ganimet bilmeli ve kahhar isminin tokadına yemeden evvel takva dairesine girmelidir
26 Haziran 2015 Cuma
A RAF SÜRESİ AYET 128
قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ اسْتَعِينُوا بِاللّهِ وَاصْبِرُواْ إِنَّ الأَرْضَ لِلّهِ يُورِثُهَا مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ
Kâle mûsâ li kavmihisteînû billâhi vasbirû, innel arda lillâhi yûrisuhâ men yeşâu min ibâdihî, vel âkıbetu lil muttekîn(muttekîne).
A RAF SÜRESİ AYET 129
قَالُواْ أُوذِينَا مِن قَبْلِ أَن تَأْتِينَا وَمِن بَعْدِ مَا جِئْتَنَا قَالَ عَسَى رَبُّكُمْ أَن يُهْلِكَ عَدُوَّكُمْ وَيَسْتَخْلِفَكُمْ فِي الأَرْضِ فَيَنظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ
Kâlû ûzînâ min kabli en te’tiyenâ ve min ba’di mâ ci’tenâ, kâle asâ rabbukum en yuhlike aduvvekum ve yestahlifekum fîl ardı fe yanzure keyfe ta’melûn(ta’melûne).
A RAF SÜRESİ AYET 130
وَلَقَدْ أَخَذْنَا آلَ فِرْعَونَ بِالسِّنِينَ وَنَقْصٍ مِّن الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ
Ve lekad ehaznâ âle fir’avne bis sinîne ve naksın mines semerâti leallehum yezzekkerûn(yezzekkerûne).
A RAF SÜRESİ AYET 128
MUSA halkına ALLAH tan yardım isteyin acıya tammül edip dayanın muhakkak ki yeryüzü ALLAH ındır ona kularından diledigini varis kılar akibet muttakilerindir dedi
A RAF SÜRESİ AYET 129
BİZ sen bize gelmeden önce de sıkıntıya ugratıldık sen bize geldikten sonra da dediler rabbiniz düşmanınızı yok edip sizi yeryüzünde yöneticiler kılacak sizin nasıl işler yapacagınıza bakacak dedi
A RAF SÜRESİ AYET 130
YEMİN olsun ki firavun ailesini düşünüp ibret alsınlar diye yıllarca kıtlık ve ürün eksiklligiyle sıktı
25 Haziran 2015 Perşembe
A RAF SÜRESİ AYET 123
قَالَ فِرْعَوْنُ آمَنتُم بِهِ قَبْلَ أَن آذَنَ لَكُمْ إِنَّ هَذَا لَمَكْرٌ مَّكَرْتُمُوهُ فِي الْمَدِينَةِ لِتُخْرِجُواْ مِنْهَا أَهْلَهَا فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
Kâle fir’avnu âmentum bihî kable en âzene lekum, inne hâzâ le mekrun mekertumûhu fîl medîneti li tuhricû minhâ ehlehâ, fe sevfe ta’lemûn(ta’lemûne).
A RAF SÜRESİ AYET 124
لأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُم مِّنْ خِلاَفٍ ثُمَّ لأُصَلِّبَنَّكُمْ أَجْمَعِينَ
Le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hilâfin summe le usallibennekum ecmaîn(ecmaîne).
A RAF SÜRESİ AYET 125
قَالُواْ إِنَّا إِلَى رَبِّنَا مُنقَلِبُونَ
Kâlû innâ ilâ rabbinâ munkalibûn(munkalibûne).
A RAF SÜRESİ AYET 126
وَمَا تَنقِمُ مِنَّا إِلاَّ أَنْ آمَنَّا بِآيَاتِ رَبِّنَا لَمَّا جَاءتْنَا رَبَّنَا أَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَتَوَفَّنَا مُسْلِمِينَ
Ve mâ tenkımu minnâ illâ en âmennâ bi âyâti rabbinâ lemmâ câetnâ, rabbenâ efrıg aleynâ sabran ve teveffenâ muslimîn(muslimîne).
A RAF SÜRESİ AYET 127
وَقَالَ الْمَلأُ مِن قَوْمِ فِرْعَونَ أَتَذَرُ مُوسَى وَقَوْمَهُ لِيُفْسِدُواْ فِي الأَرْضِ وَيَذَرَكَ وَآلِهَتَكَ قَالَ سَنُقَتِّلُ أَبْنَاءهُمْ وَنَسْتَحْيِي نِسَاءهُمْ وَإِنَّا فَوْقَهُمْ قَاهِرُونَ
Ve kâlel meleu min kavmi fir’avne e tezeru mûsâ ve kavmehu li yufsidû fìl ardı ve yezereke ve âliheteke, kâle se nukattilu ebnâehum ve nestahyî nisâehum ve innâ fevkahum kâhirûn(kâhirûne).
A RAF SÜRESİ AYET 123 124
FİRAVUN ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz şüphesiz bu sizin yerli ahaliyi oradan çıkarmak için şehirde pilanladıgınız bir hiledir yakında anlarsınız kesinlikle ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kesecegim sonra hepinizi çarmıha gerecegim dedi
A RAF SÜRESİ AYET 125 126
şüphesiz BİZ RABBİMİZE dönecegiz senin bize kızman sadece rabbimizin ayetleri bize geldiginde bizim onlara iman etmemizdendir ey rabbimiz üzerimize sabır yagdır bizim canımızı iman selametiyle al dediler
A RAF SÜRESİ AYET 127
FİRAVUN UN halkının ileri gelenleri musa yı ve halkını yer yüzünde bozgunculuk yapsınlar seni ve tanrılarını terk etsinler diye mi serbest bırakacaksın dediler (firavun ) ogullarını öldürür kadınlarını diri tutarız şüphesiz biz tepelerinde mutlak kahrımızı yürütürüz dedi
A RAF SÜRESİ AYET 116
قَالَ أَلْقُوْاْ فَلَمَّا أَلْقَوْاْ سَحَرُواْ أَعْيُنَ النَّاسِ وَاسْتَرْهَبُوهُمْ وَجَاءوا بِسِحْرٍ عَظِيمٍ
Kâle elkû fe lemmâ elkav seharû a’yunen nâsi vesterhebûhum ve câû bi sihrin azîm(azîmin).
A RAF SÜRESİ AYET 117
وَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى أَنْ أَلْقِ عَصَاكَ فَإِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَ
Ve evhaynâ ilâ mûsâ en elkı asâke, fe izâ hiye telkafu mâ ye’fikûn(ye’fikûne).
A RAF SÜRESİ AYET 118
فَوَقَعَ الْحَقُّ وَبَطَلَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Fe vakaal hakku ve batale mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
A RAF SÜRESİ AYET 119
فَوَقَعَ الْحَقُّ وَبَطَلَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Fe vakaal hakku ve batale mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
A RAF SÜRESİ AYET 120
وَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِدِينَ
Ve ulkıyes seharatu sâcidîn(sâcidîne).
ARAF SÜRESİ 121
قَالُواْ آمَنَّا بِرِبِّ الْعَالَمِينَ
Kâlû âmennâ bi rabbil âlemîn(âlemîne).
A RAF SÜRESİ AYET 122
رَبِّ مُوسَى وَهَارُونَ
Rabbi mûsâ ve hârûn(hârûne).
A RAF SÜRESİ AYET 116
SİZ atın dedi onlar attıklarında insanların gözlerini büyülediler onları dehşete düşürdüler büyük bir sihir gösterdiler
A RAF SÜRESİ AYET 117
BİZDE musa ya asanı bırakı ver diye vahiyede bulunduk bir de baktılarki o onların bütün uyduklarınıyalayıp yutuyor
A RAF SÜRESİ AYET 118
ARTIK hak meydana çıktı onların bütün yaptıkları boşa gitti
A RAF SÜRESİ AYET 119
ARTIK orada maglup olmuş küçük düşmüşlerdi
A RAF SÜRESİ AYET 120 121 122
SİHİRBAZLAR hep birlikte secdeye kapanıp alemlerin rabbine musa ve harun un rabbine iman ettik dediler
İŞTE MÜTÜİ BİR İMANIN GERÇEYİ
İŞTE MAŞİTE ANNEMİN ANNEMİZİN İMANI ALLAH BÖYLE BİR İMAN KAMİLİ İMAN NASİP ETSİN CÜMLEMİZE
İŞTE MAŞİTE ANNEMİN ANNEMİZİN İMANI ALLAH BÖYLE BİR İMAN KAMİLİ İMAN NASİP ETSİN CÜMLEMİZE
Zaman: Hz.Musa zamanı.
Yer: Fravun un sarayı.
Saray da bir sultan Bir iman abidesi var.
Vazifesi: Hizmetçi.
Adı: Maşite.
Önce Bir LA diyerek Fravunun ilahlığını reddetmiş.Ve Allah c.c. ın tek ilah olduğunu kabul ederek İLLALLAH sarayını varmıştı.Zira gönül sultanlarından biri şöyle buyurmuştur.LA süpürgesi ile yolları temizlemeyen İLLALLAH sarayına varamaz.
İmanını gizliyordu Maşite sultan.Gizlice Rabbine dua ve niyazda bulunuyor ibadet ediyordu.Bir gün sarayda vazifeli olduğu işlerinden birini yapmaya başlayacaktı ki:Ağzından bismillah lafzı aşikare döküldü.Hemen yanında bulunan diğer bir temizlikçi arkadaşı ,daha önce hiç duymadığı bu sözü duyunca merakla sordu:
-Sen ne dedin Maşite?
Şaşırmıştı,Çünkü o zaman bir işe başlayacakları zaman ‘Biizzetifarvun’ yani Fravun un izzeti ile diyerek başlarlardı.
Maşite sultan gerçekleri olduğu gibi anlattı.Belki arkadaşı da iman eder diye düşündü.Biri daha küfrün karanlığından imanın aydnlığına ulaşır diye ümitlendi. Ve dedi:
-Allah ın c.c. adı ile başlarım dedim.
Aralarında ki konuşma şöyle devam etti.
-Allah ne demek?Allah kim?
-Seni,beni ve her şeyi,herkesi yaratan,yöneten,rızık veren,yaşatan,öldüren tek ilah.
-Bizi yaşatan,öldüren,yöneten,rızkımızı veren Fravun değil mi?
-Geceleri göz kapaklarına sahip olamayan,söz geçiremeyen, bu dediklerini nasıl yapar? Düşündün mü hiç?
Kafası karıştı hizmetçinin.Ancak hemen kendini toparladı. Bunlar büyük laflardı. Asla inanmamalı Maşite ye ve dediklerine. Hatta derhal Fravun a bildirmeliydi. Zira eğer Firavun un haberi olurda Maşite nin iman ettiğinden ve eğer bunu bildiği halde kendisine haber vermediğini öğrenirse Fravun,başına gelecekleri düşünmek bile istemiyordu. Bunu göze alamadı.Arkadaşına ihanet etmeyi daha kolay buldu. Koştu hemen, Anlattı:
-Efendimiz! Hani Maşite var ya! Saray hizmetçilerin den. İşte o kafir oldu.Sizin ilahlığınızı reddediyor. Musa ya ve O’nun Rabbine iman ediyor.
Firavun kızdı,öfkelendi. Bu asla duyulmamalı idi. Zira bir hizmetçi nin Musa ya ve Rabbine iman ettiği duyulursa itibarı zedelenirdi.İlahlığı tehlikeye girebilirdi.Kafası karışanlar olabilirdi. Bu asla olmamalıydı. Belki başkalarına da anlatmış olabilirdi Maşite. Belki başkalarının gizlice Musa nın Rabbine iman etmesine sebep olabilirdi. Belki de olmuştu.İlahtı!(haşa)Ama bilmiyordu.
Hemen Maşite yi çağırttı.Sordu:
-Kafir olmuşsun Maşite.Musa ya ve O nun ilahına iman ediyormuşsun,doğru mu?
-Evet! dedi.
Yalan söylemek aklından bile geçmedi.Pervasızca,cesurca ‘EVET’dedi.
Firavun önce sükunetle davrandı. Bazı teklifleri vardı Maşite ye. İçi rahattı Maşite bu teklifler karşında dayanamaz,imanından dönerdi. Zira oldukça cazipti teklifleri bir hanım için.
-Maşite! Gel küfründen geri dön.Tekrar bana iman et.Bunu açıkla tüm saray halkının önünde.Buna karşılık sana istediğin herhangi sarayımdan birini vereyim.Git kocanla çocuklarınla yaşa.Ya da istediğin kadar mal mülk vereyim.Nereye istersen gidersin.
Emindi ki firavun kendinden o kadar olur.Hangi kadın bu teklifi geri çevirebilirdi ki.Ancak hiçte umduğu gibi olmadı. Maşite Hatun daha teklifin bitmesini beklemeden ‘HAYIR’cevabını verdi.
Firavun çok kızmıştı.Tehdit etmeye başladı.Zira küfrün metodu bu idi hep.
-Eğer halkın karşısında imanından döndüğünü açıklamazsan sana yapacaklarımı tahmin bile edemezsin.Seni cellatlarıma teslim ederim.Başına öyle şeyler açarım.öyle işkence ettiririm ki,bunlara dayanamazsın.Gel inadından dön ne istersen al ve çek git.
-Hayır! dedi Maşite. Asla imanımdan dönmem. Ne istersen yap.
Firavun cellatlarını çağırdı.’Alın götürün ‘dedi.Hiç sormadı cellatlar.Nereye götürelim,ne yapalım diye.Zira onlar ustaydı.Ne yapacaklarını,nereye götüreceklerini iyi bilirlerdi.
Maşite Sultan ı işkence mahzenlerine götürdüler.Önce çarmuha gerdiler.Tırnaklarını bir bir sökerek başladılar işkenceye.Her tırnak söktüklerin de soruyorlardı
-Maşite! Vazgeçtin mi?
Cevap net: Cevap tek kelimeden ibaret.
-LA İLAHE İLLALLAH
Şimdi düşünelim,o Sultan her tırnağı sökülürken o kadar işkence altında iken bile,Kelime-iTevhid i zikretmekten hiç gafil olmadı.Ya biz ,bunca rahatın içinde günde kaç kere Rabbimizi zikrediyoruz?
Tırnaklarını söktüler, kırbaçladılar, aç susuz bıraktılar. Ama nafile. Vazgeçmiyordu.Dilinden Kelime-i Tevhid düşmüyordu hiç.Firavuna anlattılar durumu artık ölecekti. Ama inkar etmeden ölmemeliydi.Kötü örnek olurdu. Bu ne büyük ,ne kıymetli bir iman ki,canını verdi,ama dönmedi,dememeliydi hiç kimse. Firavun yaptı firavunluğunu. Maşite nin iki kızı olduğunu biliyordu. Bir annenin en zayıf noktasının çocukları olduğunu da.
-Maşite nin kızlarını getirin,dedi
Getirdiler.Önce büyük kızını annenin yanına getirip annesine sarılmasına müsaade ettiler.Tam sarıldıkları anda ayırıp,iğrenç tekliflerini yinelediler.
-Bak Maşite!dedi Fravun.Al kızlarını git.Bak seni ne kadar özlemişler.Ama bir kere de ki:Ben Musa nın ilahını inkar ettim.Firavun a iman ettim.Eğer kabul etmezsen,kızını hemen buracıkta boğazlar,kanı ile de seni yıkarım.Teklif korkunç,tehdit korkunç ama Cevap aynı;
-LA İLAHE İLLALLAH
Kızını gözlerine önünde kestiler Maşite nin. Boğazından fışkıran kanlar Maşite nin yüzüne bulaştı. İçi yanmadı mı? yandı elbet. Anneydi o. Ama kaypak, korkak, dünya perest değildi. Ahiretini dünyasına değişecek kadar basit hiç değildi.
İstediğini elde edemeyen Firavun delirmişti. Kendi gözünde basit olan bir hizmetçiye lafı geçmemişti. Demezler miydi sen nasıl ilahsın? Mutlaka bir yolu olmalıydı bunun.
Şimdi sıra küçük kızına gelmişti.Koca bir ateş yaktılar.Bebekti daha küçük kız.Dokuz On aylık bir bebek ti. Annesi işkence mahzenine alındığından beri süt emememiş ti.Açtı. Bebeği annesine verdiler.Al emzir dediler. Aç olan ebbek yapıştı annesinin memesine.Tam emmeye başladığında hızla çekip aldılar.Başladı feryada .Bunu defalarca tekrar ettiler.En adi,en vahşi yaratığın bile içini acıtacak bu olay.Firavun un içini titretmedi bile.O nun tek isteği Maşite nin tekrar kendisine iman ettiğini açıklaması idi. Bebek feryad ediyor.Anne kucağını istiyordu.Maşite sultan a yeni bir teklif sundu Firavun,o pislikle dolu,hep zulme çalışan ve kendisini ebedi cehennemlik yapacak aklına çok güveniyordu.
-Bak Maşite!İstersen bir kere bana iman ettiğini söyle.Al bebeğini dilediğin yere git.Yok kabul etmezsen bu bebeği şu gördüğün ateşe atarım.Sonrada seni de, koca nı da yakarım. Dedi.
Maşite sultan. Yerde kanlar için de yatan kızına baktı bir.Bir de feryadı iç yakan,annesini isteyen,karnı aç bebeğine baktı.Bir de yaktıkları o kocaman ateşe.Bir an düşündü.’Acaba bir kere sadece dilimle Firavun a iman ettim desem.Ama kalbim de imanımı saklasam.Şu minicik yavrumu alıp gitsem.Bari bunu kurtarsam.Hangi anne göz göre razı olurdu ki evkadının diri diri yakılmasına. Karar verdi.İçinde ki imanının kuvvetini artırmasını istedi Allah tan. Allah ım affet sadece ama sadece dilimle söyleyeceğim. Kalbimde ki imanımın nasıl olduğunu sen biliyorsun dedi. Kararını vermişti.
Tam da ‘Benim rabbim sensin’diyecekti ki Firavun’a, minicik bebek konuşmaya başladı.
-Sakın anne. Sakın dönme imanından.Dilinle bile olsa dönme. Vallahi şu anda Rabbimizin bizim için hazırladığı cennet köşkünü görüyorum. Ve seni o kapıda bekleyeceğim dedi.
Herkes şaşkındı. Ama Firavun dehşete düştü. Konuşturmayın söyletmeyin şunu.Yoksa fitne çıkacak. Atın ateşe dedi. Hemen attılar.
Arkasından Maşite’nin kocasını getirdiler.
-Söyle karına, benim ilah olduğumu söyle. Dedi Firavun.
Yerde yatan kızına, perişan halde olan hanımına baktı. O da gizlice iman etmişti. Artık imanını saklaması için bir gerekçe yoktu.
-Sen ilah değilsin. Sen hiçbir şey değilsin.Sen hiçbir şeye sahipte, malikte değilsin dedi.
Firavun delirdi iyice.
-Derhal bir kazan getirin. İçine yağ doldurun. Bunların hepsini içine atın. Eriyene kadar kaynatın.Asla kabirleri olmasın. Kimse bunları anmasın. Hatırlamasın dedi.
Denileni yaptılar. O mubarek bedenleri eriyene kadar kaynattılar. Onların adlarını anmayı,bu olayı anlatmayı yasakladılar. Kimseye ibret olmasın,örnek olmasın diye.
Ama Allah c.c bu olay ibret olsun diye bize kadar ulaştırdı. Sadece kendi dönemi değil,yıllar sonrası dönemde bile ibretle ve rahmetle anıldı bu kutlu şehitlerin kıssası. Firavunda amacına ulaştı! O da unutulmadı. Ama adı lanetle ebedi cehennemlikler listesinde.
O mubarek şehide, zilletle yaşamaktansa, izzetle ölmeyi tercih etti. Ruhsat var iken, can korkusu olduğu durumlarda, kalbinde imanı muhafaza ederek, sadece dili ile inkar etmeye, o azimeti tercih etti.
Dili ile bile olsa inkar etmek istemedi. Sabretti Tam en hassas anda da, rabbimiz Onu korudu. Evladının dili ile cennetle müjdeledi o kutlu şehide yi. Ve şimdi o mubarek aile cennet köşklerin de refah içerisindeler.
Onca sıkıntı ve işkence altında gene de ruhsat olanı tercih etmemek. En doğruya en güzele sarılmak,canı veren uğruna hiç tereddüt etmeden can vermek şerefine erdiler. Peki ya bizler? Günde kaç dakikamızı ayırıyoruz rabbimizi zikir için. Ya da hangi zevkimizden, nefsi arzumuzdan vazgeçiyoruz Allah cc.rızası için. Ya da Rabbimiz den gelen sıkıntılara ne kadar sabrediyoruz. Yoksa en ufak imtihanda oflayıp,inleyenlerden miyiz.
Rabbimiz buyurur, KUDSİ HADİS’te: “Ben kulumdan razı olmam, kulum benden razı olmadıkça.”
Ve Efendimiz a.v.s buyurur:
Demirin pas tutuğu gibi kalplerde pas tutar. Kalbin pasını da ancak Allah ı c.c zikremek giderir.
İşte Maşite sultan ın hayatından çıkaracağımız en büyük iki ders, kulağa küpe iki öğüt.
1) Ne halde ve ne şartta olursak olalım her daim SABIR.
2) Ne halde ve ne şartta olursak olalım her daim ZİKİR
24 Haziran 2015 Çarşamba
A RAF SÜRESİ AYET 111
قَالُواْ أَرْجِهْ وَأَخَاهُ وَأَرْسِلْ فِي الْمَدَآئِنِ حَاشِرِينَ
Kâlû ercih ve ehâhu ve ersil fîl medâini hâşirîn(hâşirîne).
A RAF SÜRESİ AYET 112
يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَاحِرٍ عَلِيمٍ
Ye’tûke bi kulli sâhırin alîm(alîmin).
A RAF SÜRESİ AYET 113
وَجَاء السَّحَرَةُ فِرْعَوْنَ قَالْواْ إِنَّ لَنَا لأَجْرًا إِن كُنَّا نَحْنُ الْغَالِبِينَ
Ve câes seharatu fir’avne kâlû inne lenâ le ecren in kunnâ nahnul gâlibîn(gâlibîne).
A RAF SÜRESİ AYET 114
قَالَ نَعَمْ وَإَنَّكُمْ لَمِنَ الْمُقَرَّبِينَ
Kâle ne’am ve innekum le minel mukarrebîn(mukarrebîne).
A RAF SÜRESİ AYET 115
قَالُواْ يَا مُوسَى إِمَّا أَن تُلْقِيَ وَإِمَّا أَن نَّكُونَ نَحْنُ الْمُلْقِينَ
Kâlû yâ mûsâ immâ en tulkiye ve immâ en nekûne nahnul mulkîn(mulkîne).
A RAF SÜRESİ AYET 111 -112
ONU ve kardeşini egle şehirlere toplayıcılar yolla sana bütün bilgili sihirbazları toplayıp grtirsinler dediler
ARAF SÜRESİ AYET 113
BÜTÜN SİHİR BAZLAR firavuna geldiler eger biz galip gelirsek bize bir ödül var mı dediler
A RAF SÜRESİ AYET 114
(FİRAVUN ELBETTE sizi bana yakın olanlardan olacaksınız dedi
ARAF SÜRESİ AYET115
EY musa sen mi hünerini ortaya atacaksın yoksa atanlar biz im olacagız dediler
- PEYGAMBERİMİZİN SU İÇTİGİ KASE
emanetkase_itii_su_tas.jpgHz. Muhammed (sas)’in su içtiği ve kaynaklarda Kadeh–i Şerif olarak geçen; ancak kaybolduğu sanılan kâsenin günümüze kadar ulaştığı ortaya çıktı. Aksiyon dergisinin son sayısında yer alan haberde, “gümüş kâse” kaydıyla muhafaza edilen kabın Topkapı Sarayı’nda bulunduğu belirtildi.
Hazret–i Peygamber (sas)’e, su ikram edilen bir kap ashaptan Sehl bin Sa’d tarafından saklanarak Halife Ömer bin Abdülaziz’e hediye edilmiş. Efendimiz’in hatırasını taşıyan “Kadeh–i Şerif” kayboldu zannedilmesine rağmen, yıllar süren sessizliğinin ardından Topkapı Sarayı’nda ortaya çıkarıldı. Aksiyon dergisinin son sayısında Hilmi Aydın ve Ahmet Doğru imzasıyla yayınlanan haberde, Kadeh–i Şerifin ilginç serüveni ve ortaya çıkış süreci gözler önüne serildi. Olay, Saadet Asrı’nın mutlu günlerinden birinde Medine’de geçiyor. Hazreti Peygamber (sas)’in , yanında ashabından bazı zâtlar, bir yerden dönmektedir. Benî Sâide Sofası denilen mevkide istirahat etmek için oturulur. Efendimiz, Sehl ibni Sa’d’a dönerek “Ya Sehl, bizleri bir sulasan.” buyurur.
Bu emri canına minnet bilen Sehl de tahtadan bir kap ile Efendimiz ve ashabına su dağıtır. Sekiz yaşında iken Bedir Savaşı’nda babasını şehit veren, Resulullah (sas)’ın vefatında 15 yaşlarında bir delikanlı olan, hicri 91 yılında 96 yaşında vefat ettiğinde “Medine’de en son vefat eden sahabi” unvanını alan Sehl, o gün su ikram ettiği ağaçtan mamul kadehi yıllarca hatıra olarak saklar. Yıllar sonra, bir topluluğun içinde gösterdiğinde kadeh, orada bulunan Halife Ömer bin Abdülaziz tarafından istenir. Sehl de kadehi ona hediye eder. Kaynaklarda, tarihe “İkinci Ömer” ismiyle geçen yedinci Emevi Halifesi Ömer bin Abdülaziz’in, Hazreti Peygamber (sas)’e son derece hürmetkâr bir şahsiyet olduğu belirtiliyor. Öyle ki, Medine’de vali iken Efendimiz’in ayak bastığı yerleri adım adım dolaştığı, namaz kıldığı yerlerde namaz kıldığı, önemli olayların geçtiği her yeri ziyaret ettiği belirtiliyor. Ömer bin Abdülaziz, Efendimiz’in dudaklarının ve ellerinin değdiği kadehle birlikte, yine ona ait hurma yaprakları ile örülmüş bir serir, içi hurma yaprakları ile dolu deriden bir yastık, büyükçe bir çanak, elbise, el değirmeni, sadak ile bir kadife yorganı da hürmeten muhafaza ediyordu. Hastalandığında ise şifa umuduyla üzerinde Efendimiz’in terinin hâlâ misk gibi koktuğu yorganın suyu ile yıkanıyordu. Hırka–i Saadet Dairesi’nde Yaklaşık üç asır boyunca tam bir emanet titizliği ile korunan ve hikayesi kaynaklara geçen bu kadehin daha sonra ne olduğu bugün için bilinmiyor. Ama Sehl bin Sa’d tarafından muhafaza edilen kadeh günümüze kadar gelmiş durumda. Topkapı Sarayı Hırka–i Saadet Dairesi’nde bulunan Kadeh–i Şerif, ağaçtan yapılmış. Çapı dıştan 20, içten 16 cm; yüksekliği dıştan 8, içten 6 cm; kalınlığı ise 2 cm. Zaman içinde yıprandığı, adeta dağılacak gibi bir hal aldığı için dışı gümüşle kaplanmış. Yıpranan kısımları da siyah bir madde ile doldurulmuş. Dış kısmındaki kalem işi desenlerle bezeli gümüş kaplamanın etrafını sülüs hattıyla Ayete’l Kürsi yazılı bordür çeviriyor. Ağız kısmında ince bir yazı ile kadehin hikâyesi kayıtlı. Aynı kitabe sülüs hattıyla bir madalyon şeklinde dip kısmında da yer alıyor.
Kitabeye göre Hazreti Sehl tarafından muhafaza edilen Kadeh–i Şerif, bir müddet Kalkaşendi ismiyle tanınan bir ulema ailesi tarafından korunmuş, hicri 921 yılında da Şam emirlerinden Emir Sibay’ın eline ulaşmış. Üzerindeki gümüş kaplama da muhtemelen bu devirde yaptırılmış. Kadeh–i Şerif’in bu tarihten sonraki hikayesi ise tam bir muamma. Kaplamasında Emir Sibay tarafından teslim alındığı tarih olarak belirtilen hicri 921, miladi takvimle 1515/16’ya denk geliyor. Şam’ın Osmanlılar tarafından alındığı tarih de hicri 922. Şam, Memlük ordusunun Mercidabık’ta imhası sonunda 28 Eylül 1516’da kapılarını Yavuz Sultan Selim’e açmış, Yavuz da bir müddet burada ikamet etmişti. Üzerindeki kitabeyi saymazsak Kadeh–i Şerif’le alâkalı yazılı kaynaklardaki bilgiler en son Ömer bin Abdülaziz devrine kadar ulaşıyor. Kayboldu sanılıyordu Bu tarihten sonra nasıl muhafaza edildiği, Osmanlılara nasıl intikal ettiği konusu bir tarafa, varlığıyla ilgili bilgiye rastlamak dahi mümkün değildi. Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ali Yardım, Peygamberimizin Şemaili isimli eserini yazmadan önce 25 yıl boyunca bu konuları derinlemesine araştırdığını, bütün kaynaklara ulaşmaya çalıştığını; ama böyle bir bilgiye rastlamadığını belirtiyor. Kadeh–i Şerif, Topkapı Sarayı'nda 21/37 no’lu gümüş tas olarak kayıtlarda gözüküyor. Kutsal Emanetler Dairesi'nde, 1400 küsur yıl öncesinin mutlu bir gününden kalan bu hatıranın muhafazasına devam ediliyorE
23 Haziran 2015 Salı
A RAF SÜRESİ AYET 101
تِلْكَ الْقُرَى نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنبَآئِهَا وَلَقَدْ جَاءتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا كَانُواْ لِيُؤْمِنُواْ بِمَا كَذَّبُواْ مِن قَبْلُ كَذَلِكَ يَطْبَعُ اللّهُ عَلَىَ قُلُوبِ الْكَافِرِينَ
Tilkel kurâ nakussu aleyke min enbâihâ ve lekad câethum rusuluhum bil beyyinâti fe mâ kânû li yu’minû bi mâ kezzebû min kablu, kezâlike yatbaullâhu alâ kulûbil kâfirîn (kâfirîne).
A RAF SÜRESİ AYET 102
وَمَا وَجَدْنَا لأَكْثَرِهِم مِّنْ عَهْدٍ وَإِن وَجَدْنَا أَكْثَرَهُمْ لَفَاسِقِينَ
Ve mâ vecednâ li ekserihim min ahdin, ve in vecednâ ekserehum le fâsikîn(fâsikîne).
A RAF SÜRESİ AYET 103
ثُمَّ بَعَثْنَا مِن بَعْدِهِم مُّوسَى بِآيَاتِنَا إِلَى فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ فَظَلَمُواْ بِهَا فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ
Summe beasnâ min ba’dihim mûsâ bi âyâtinâ ilâ fir’avne ve melâihi fe zalemû bihâ, fanzur keyfe kâne âkıbetul mufsidîn(mufsidîne).
A RAF SÜRESİ AYET 104
وَقَالَ مُوسَى يَا فِرْعَوْنُ إِنِّي رَسُولٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ
Ve kâle mûsâ yâ fir’avnu innî resûlun min rabbil âlemîn(âlemîne).
A RAF SÜRESİ AYET
حَقِيقٌ عَلَى أَن لاَّ أَقُولَ عَلَى اللّهِ إِلاَّ الْحَقَّ قَدْ جِئْتُكُم بِبَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ فَأَرْسِلْ مَعِيَ بَنِي إِسْرَائِيلَ
Hakîkun alâ en lâ ekûle alâllâhi illâl hakk(hakka), kad ci’tukum bi beyyinetin min rabbikum fe ersil maiye benî isrâîl(isrâîle).
A RAF SÜRESİ AYET 106
قَالَ إِن كُنتَ جِئْتَ بِآيَةٍ فَأْتِ بِهَا إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ
Kâle in kunte ci’te bi âyetin fe’ti bihâ in kunte mines sâdikîn(sâdikîne).
A RAF SÜRESİ AYET 107
فَأَلْقَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُّبِينٌ
Fe elkâ asâhu fe izâ hiye su’bânun mubîn(mubînun).
A RAF SÜRESİ AYET 108
وَنَزَعَ يَدَهُ فَإِذَا هِيَ بَيْضَاء لِلنَّاظِرِينَ
Ve neze’a yedehu fe izâ hiye beydâu lin nâzırîn(nâzırîne).
A RAF SÜRESİ AYET 109
قَالَ الْمَلأُ مِن قَوْمِ فِرْعَوْنَ إِنَّ هَذَا لَسَاحِرٌ عَلِيمٌ
Kâlel meleu min kavmi fir’avne inne hâzâ le sâhırun alîm(alîmun).
A RAF SÜRESİ AYET 110
يُرِيدُ أَن يُخْرِجَكُم مِّنْ أَرْضِكُمْ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ
Yurîdu en yuhricekum min ardıkum, fe mâzâ te’murûn(te’murûne).
A RAF SÜRESİ AYET 101
İŞTE memleketler başlarına gelenlerden bazılarını sana anlatıyoruz yemin olsun ki peygamberleri onlara mucizelerle geldiler daha önce inkar etmeyi adet edindikleri için iman etmek istemediler ALLAH kafirlerin kalplerini işte böyle mühürler
A RAF SÜRESİ AYET 102
HEM biz onların çogunda ahde vefa görmedik şurası kesin ki biz onların çogunun itaatten çıkan fasıklar oldugunu gördük
A RAF SÜRESİ AYET 103
SONRA onların arkasından musa yı mucizelerimizle firavun a ve onun konsey üyelerine gönderdik ancak onları inkar ettikler inkar ederek bozgunculuk çıkaranların akıbetinin ne olduguna bak
A RAF SÜRESİ AYET 104
MUSA ey firavun şüphesiz ben alemlerin rabbi tarafından (gönderilen ) bir bir elçiyim dedi
A RAF SÜRESİ AYET 105
BİRİNCİ görevim ALLAH a karşı hak ve dogrudan başka bir şey söylememektir muhakkak ki ben size rabbinizden bir mucize getirdim artık israil ogullarını benimle beraber gönder
A RAF SÜRESİ AYET 106
EGER sen bir mucize getirdiysen dogru söyleyenlerdensen hadi onu ortaya koy bakalım dedi
A RAF SÜRESİ AYET 107
BUNUN üzerine asasını bırakı verdi birden o koskoca bir ejderha kesili verdi
A RAF SÜRESİ AYET 108
ELİNİ sıyırdı çıkardı birden o bakanlar bembeyaz parlayı verdi
A RAF SÜRESİ AYET 109-110FİRAVUN un halkının ileri gelenleri şüphesiz bu çok bilgili bir sihir baz sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor dediler firavun bu konuda ne diyorsunuz dedi
22 Haziran 2015 Pazartesi
A RAF SÜRESİ AYET 95
ثُمَّ بَدَّلْنَا مَكَانَ السَّيِّئَةِ الْحَسَنَةَ حَتَّى عَفَواْ وَّقَالُواْ قَدْ مَسَّ آبَاءنَا الضَّرَّاء وَالسَّرَّاء فَأَخَذْنَاهُم بَغْتَةً وَهُمْ لاَ يَشْعُرُونَ
Summe beddelnâ mekânes seyyietil hasenete hattâ afev ve kâlû kad messe âbâenâd darrâu ves serrâu fe ehaznâhum bagteten ve hum lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
A RAF SÜRESİ AYET 96
وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَى آمَنُواْ وَاتَّقَواْ لَفَتَحْنَا عَلَيْهِم بَرَكَاتٍ مِّنَ السَّمَاء وَالأَرْضِ وَلَكِن كَذَّبُواْ فَأَخَذْنَاهُم بِمَا كَانُواْ يَكْسِبُونَ
Ve lev enne ehlel kurâ âmenû vettekav le fetahnâ aleyhim berekâtin mines semâi vel ardı ve lâkin kezzebû fe ehaznâhum bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
A RAF SÜRESİ AYET 97
أَفَأَمِنَ أَهْلُ الْقُرَى أَن يَأْتِيَهُمْ بَأْسُنَا بَيَاتاً وَهُمْ نَآئِمُونَ
E fe emine ehlul kurâ en ye’tiyehum be’sunâ beyâten ve hum nâimûn(nâimûne).
A RAF SÜRESİ AYET 98
أَوَ أَمِنَ أَهْلُ الْقُرَى أَن يَأْتِيَهُمْ بَأْسُنَا ضُحًى وَهُمْ يَلْعَبُونَ
E ve emine ehlul kurâ en ye’tiyehum be’sunâ duhan ve hum yel’abûn (yel’abûne).
A RAF SÜRESİ AYET 99
أَفَأَمِنُواْ مَكْرَ اللّهِ فَلاَ يَأْمَنُ مَكْرَ اللّهِ إِلاَّ الْقَوْمُ الْخَاسِرُونَ
E fe eminû mekrallâhi, fe lâ ye’menu mekrallâhi illâl kavmul hâsirûn(hâsirûne).
A RAF SÜRESİ AYET 100
أَوَلَمْ يَهْدِ لِلَّذِينَ يَرِثُونَ الأَرْضَ مِن بَعْدِ أَهْلِهَا أَن لَّوْ نَشَاء أَصَبْنَاهُم بِذُنُوبِهِمْ وَنَطْبَعُ عَلَى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لاَ يَسْمَعُونَ
E ve lem yehdi lillezîne yerisûnel arda min ba’di ehlihâ en lev neşâu esabnâhum bi zunûbihim, ve natbeu alâ kulûbihim fe hum lâ yesme’ûn(yesme’ûne).
A RAF SÜRESİ AYET 95
SONRA köttülügün yerine iyiligi getirdik ardından çogaldıklar dogrusu atalarımızın başına sıkıntılı ve rahat zamanlar gelmiş dediler tam o zaman akılarından geçmezken ansızın onları tuttuk yok edi verdiler
ayet 96
EGR O memleketlerin halkı iman edip ALLAH tan korksaydılar elbette üzerlerine gökyüzünden yeryüzünden bereketler açıverirdik ancak onlar yalanladılar kendilerini yaptıklarından dolayı tuttuk yok edi verdik
AYET 97
ya şimdi şu kasaba halkı geceleyin uyurlarken azabımızın kendilerine baskın halinde gelivermeyeceginden emin mi oldular
AYET 98
YİNE o kasaba halkı kuşluk vakti oynayıp eglenip dururlarken kendilerine azabımızın gelivermiyeceginden eminmi oldular
AYET 99
ALLAH ın tuzagından (kurtulacaklarına ) emin mi oldular kendilerine yazık eden halklardan başka hiç kimse ALLAH ın tuzagından (kurtulacagına ) emin olamaz
AYET 100
ESKİ sahiplerinden sonra bu topraga varis olan kimselere şu gerçek ortaya çıkmadı mı eger dileseydik onların da günahlarını başlarına çarpardık biz onların kalplerinin üzerini mühürleriz onlar da hakkı duymazlar
20 Haziran 2015 Cumartesi
A RAF SÜRESİ AYET 92
الَّذِينَ كَذَّبُواْ شُعَيْبًا كَأَن لَّمْ يَغْنَوْاْ فِيهَا الَّذِينَ كَذَّبُواْ شُعَيْبًا كَانُواْ هُمُ الْخَاسِرِينَ
Ellezîne kezzebû şuayben ke en lem yagnev fîhâ, ellezîne kezzebû şuayben kânû humul hâsirîn(hâsirîne).
A RAF SÜRESİ AYET93
فَتَوَلَّى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا قَوْمِ لَقَدْ أَبْلَغْتُكُمْ رِسَالاَتِ رَبِّي وَنَصَحْتُ لَكُمْ فَكَيْفَ آسَى عَلَى قَوْمٍ كَافِرِينَ
Fe tevellâ anhum ve kâle yâ kavmi lekad eblagtukum risâlâti rabbî ve nesahtu lekum, fe keyfe âsâ alâ kavmin kâfirîn(kâfirîne).
A RAF SÜRESİ AYET 94
وَمَا أَرْسَلْنَا فِي قَرْيَةٍ مِّن نَّبِيٍّ إِلاَّ أَخَذْنَا أَهْلَهَا بِالْبَأْسَاء وَالضَّرَّاء لَعَلَّهُمْ يَضَّرَّعُونَ
Ve mâ erselnâ fî karyetin min nebiyyin illâ ehaznâ ehlehâ bil be’sâi ved darrâi leallehum yaddarraûn(yaddarraûne).
A RAF SÜRESİ AYET 92
ŞUAYB ı yalanlayanlar ( öyle bir azaba ugradılar ki ) sanki orada hiç zevk ve sefa sürmemişlerdi şuayb ı yalanlayanlar var ya işte onlar hüsrana ugrayanlar olmuşlardı
ayet 93
onlar ayrıldı ve ey halkım ben rabbimin mesajlarını size tamamen teblih ettim size nasihatte bulundum şimdi kafir bir halka nasıl acırım dedi
ayet 94
biz hangi memlekete bir peygamber gönderdikse oranın halkını yalvarıp yakarsınlar diye sıkıntı ve zorluga düşürmüşüzdür
19 Haziran 2015 Cuma
A RAF SÜRESİ AYET 89
قَدِ افْتَرَيْنَا عَلَى اللّهِ كَذِبًا إِنْ عُدْنَا فِي مِلَّتِكُم بَعْدَ إِذْ نَجَّانَا اللّهُ مِنْهَا وَمَا يَكُونُ لَنَا أَن نَّعُودَ فِيهَا إِلاَّ أَن يَشَاء اللّهُ رَبُّنَا وَسِعَ رَبُّنَا كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا عَلَى اللّهِ تَوَكَّلْنَا رَبَّنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ وَأَنتَ خَيْرُ الْفَاتِحِينَ
Kadiftereynâ alâllâhi keziben in udnâ fî milletikum ba’de iz necceynâllâhu minhâ, ve mâ yekûnu lenâ en neûde fîhâ illâ en yeşâallahu rabbunâ, vesia rabbunâ kulle şey’in ilmen, alâllâhi tevekkelnâ, rabbenâftah beynenâ ve beyne kavminâ bil hakkı ve ente hayrul fâtihîn(fâtihîne).
A RAF SÜRESİ AYET 90
وَقَالَ الْمَلأُ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِن قَوْمِهِ لَئِنِ اتَّبَعْتُمْ شُعَيْباً إِنَّكُمْ إِذاً لَّخَاسِرُونَ
Ve kâlel meleullezîne keferû min kavmihî le initteba’tum şuayben innekum izen le hâsirûn(hâsirûne).
A RAF SÜRESİ AYET 91
فَأَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَأَصْبَحُواْ فِي دَارِهِمْ جَاثِمِينَ
Fe ehazethumur recfetu fe asbehû fî dârihim câsimîn(câsimîne).
A RAF SÜRESİ AYET89
( SONRA sözlerine şöyle devam ettiler ) dogrusu ALLAH bizi ondan kurtarmışken sizin dinimize dönecek olursa yalan söyleyerek ALLAH a iftira atmış oluruz rabbimiz ilmiyle her şeyi kuşatmıştır biz ALLAH a tevekkül etik EY rabbimiz halkımızla bizim aramızda hakka göre hüküm ver sen hüküm verenlerin en iyisisin
ayet 90
HALKININ inkar eden ileri gelenleri eger şuayb a uyarsanız o taktirde siz kesinlikle hüsrana ugrayanlardan olacaksınız dediler
a raf süresi ayet 91
bunun üzerine onlar sarsıntı tuttuverdi yurtlarında çöküp kaldılar
A RAF SÜRESİ AYET86
وَلاَ تَقْعُدُواْ بِكُلِّ صِرَاطٍ تُوعِدُونَ وَتَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللّهِ مَنْ آمَنَ بِهِ وَتَبْغُونَهَا عِوَجًا وَاذْكُرُواْ إِذْ كُنتُمْ قَلِيلاً فَكَثَّرَكُمْ وَانظُرُواْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ
Ve lâ tak’udû bikulli sırâtın tû’ıdûne ve tasuddûne an sebîlillâhi men âmene bihî ve tebgûnehâ ivecen vezkurû iz kuntum kalîlen fe kesserekum vanzurû keyfe kâne âkıbetul mufsidîn(mufsidîne).
A RAF SÜRESİ AYET 87
وَإِن كَانَ طَآئِفَةٌ مِّنكُمْ آمَنُواْ بِالَّذِي أُرْسِلْتُ بِهِ وَطَآئِفَةٌ لَّمْ يْؤْمِنُواْ فَاصْبِرُواْ حَتَّى يَحْكُمَ اللّهُ بَيْنَنَا وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِمِينَ
Ve in kâne tâifetun minkum âmenû billezî ursiltu bihî ve tâifetun lem yu’minû fasbirû hattâ yahkumallâhu beynenâ, ve huve hayrul hâkimîn(hâkimîne).
A RAF SÜRESİ AYET 88
قَالَ الْمَلأُ الَّذِينَ اسْتَكْبَرُواْ مِن قَوْمِهِ لَنُخْرِجَنَّكَ يَا شُعَيْبُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ مَعَكَ مِن قَرْيَتِنَا أَوْ لَتَعُودُنَّ فِي مِلَّتِنَا قَالَ أَوَلَوْ كُنَّا كَارِهِينَ
Kâlel meleullezînestekberû min kavmihî le nuhricenneke yâ şuaybu vellezîne âmenû meake min karyetinâ ev le teûdunne fî milletinâ, kâle e ve lev kunnâ kârihîn(kârihîne).
A RAF SÜRESİ AYET 86
TEHTİT ederek her yolun başına oturup ALLAH ın yolunda ona iman edenleri çevirmeyin o yolun çarpıklıgını arzulamayın vaktiyle az oldugunuz onun sizi çogalttını hatırlayın bozguncuların sonunun nasıl olduguna bakın
A RAF SÜRESİ AYET 87
EGER içinizden bir gurup benim gönderilmiş oldugum hakikate inanmış bir gurup da inanmamışsa ALLAH aramızda hükmünün verinceye kadar sabredin o hakimlerin en iyisidir
A RAF SÜRESİ AYET 88
HALKININ büyüklük taslayan ileri gelenleri ey şuayb seni ve seninle birlikte iman edenleri memleketimizden çıkaracagız veya bizim dinimize döneceksiniz dediler istemesek de mi dedi
A RAF SÜRESİ AYET 82
وَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِهِ إِلاَّ أَن قَالُواْ أَخْرِجُوهُم مِّن قَرْيَتِكُمْ إِنَّهُمْ أُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ
Ve mâ kâne cevâbe kavmihî illâ en kâlû ahricûhum min karyetikum, innehum unâsun yetetahherûn(yetetahherûne).
AYET 83
فَأَنجَيْنَاهُ وَأَهْلَهُ إِلاَّ امْرَأَتَهُ كَانَتْ مِنَ الْغَابِرِينَ
Fe enceynâhu ve ehlehû illâmreetehu kânet minel gâbirîn(gâbirîne).
AYET 84
رَّبِّكُمْ فَأَوْفُواْ الْكَيْلَ وَالْمِيزَانَ وَلاَ تَبْخَسُواْ النَّاسَ أَشْيَاءهُمْ وَلاَ تُفْسِدُواْ فِي الأَرْضِ بَعْدَ إِصْلاَحِهَا ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ
Ve ilâ medyene ehâhum şuaybâ kâle yâ kavmi’budûllâhe mâ lekum min ilâhin gayruhu kad câetkum beyyinetun min rabbikum fe evfûl keyle vel mîzâne ve lâ tebhasûn nâse eşyâehum ve lâ tufsidû fîl ardı ba’de ıslahıhâ zâlikum hayrun lekum in kuntum mu’minîn(mu’minîne).
A RAF SÜRESİ AYET 82
BUNA halkının cevabı ise yalnızca onların memleketlerinden çıkarın çünkü bunlar eteklerinin çok temiz tutan insanlar demek olmuştur
A RAF SÜRESİ AYET 83
bunun ÜZERİNE ONU VE KARISI dışında ailesini kurtardık ancak karısı kalıp yere geçenlerden oldu
ayet 84
üzerlerine bir yagmur ( azap ) yagdırdık günahkarların sonunun nasıl olduguna bakın
ayet 85
MEDYEN e kardeşleri şuaybi gönderdik (onlara şöyle ) dedi EY halkım ALLAH a kulluk edin sizin ondan başka ilahınız yoktur RABBİNİZDEN size açık bir mucize geldi ARTIK ölçüyü tartıyı tam düzgün yapın insanların eşalarına haksızlık etmeyin düzeltilip düzene konduktan sonra yeryüzünü bozmayın bana inanırsanız bu söylediklerim sizin için daha hayırlıdır
TÖVBEYLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER
Doğrusu ben, tövbe edeni, iman edip salih amel işleyerek doğru yola gireni bağışlarım.”
“Allah daima tövbe edenleri sever, temizlenenleri de sever.”
“(Bu alış verişi yapanlar), tövbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İslam uğrunda) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlardır. O müminleri müjdele.”
“Kullarının tövbesini kabul eden, kötülükleri affeden, yaptıklarınızı bilen ancak O’dur.”
“Kötülükleri işleyip dururken, ölüm kendisine geldiği zaman; “Şimdi tövbe ettim” diyenler ile kâfir olarak ölenlerin tövbesi makbul değildir.” “Savaştan geri kalanların bir kısmı da, suçlarını itiraf ettiler. Onlar iyi işi kötüyle karıştırmışlardı. Allah'ın onların tövbesini kabul etmesi umulur.”
“Ettiği zulümden sonra tövbe edip düzelen kimse, bilsin ki Allah onun tövbesini kabul eder. Allah şüphesiz bağışlayandır, merhametli olandır.”
“Ey inananlar! Yürekten tövbe ederek Allah'a dönün ki, Rabbiniz kötülüklerinizi örtsün, sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koysun. Allah'ın peygamberini ve onunla beraber olan müminleri utandırmayacağı o gün, ışıkları önlerinde ve defterleri sağlarından verilmiş olarak yürürler ve: "Rabbimiz! Işığımızı tamamla, bizi bağışla, doğrusu Sen her şeye Kadir'sin" derler.”
“Ancak tövbe eden, iman edip salih amel işleyenlerin, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah bağışlar ve merhamet eder.”
Resulullah (s.a.a): “Tövbe, geçmişi örter.”
Resulullah (s.a.a): “Günahtan tövbe eden kimse, hiçbir günahı olmayan kimse gibidir.”
İmam Ali (a.s): “Tövbe kalbi temizler ve günahları yıkar.”
Resulullah (s.a.a): “Allah nezdinde tövbe eden mümin erkek ve kadından daha sevimli bir şey yoktur.”
Resulullah (s.a.a): “Tüm Âdemoğulları hata edicidir. Hata edenlerin en hayırlısı tövbe edenlerdir.”
İmam Ali (a.s), tövbe edenlerin niteliği hakkında şöyle buyurmuştur: “Günah ağaçlarını gözlerinin ve kalplerinin önüne diktiler. Onu pişmanlık suyu ile suladılar. Bu ağaçlar onlara esenlik yemişi vermiş; neticede hoşnutluk ve keramet (yücelik) kazandırmıştır.”
İmam Zeyn’ul-Abidin (a.s), münacatında şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! Bizleri (nefsinin) şehvet ateşlerinin perdesini tövbe suyunu dökerek söken ve cehalet kaplarını hayat suyu ile berrak kılan kimselerden kıl.”
İmam Ali (a.s): “Tövbe ihsan edilen kimse kabulünden mahrum kalmaz. İstiğfar ihsan edilen kimse mağfiretten mahrum kalmaz.”
Resulullah (s.a.a): “(Ölümü) müşahede etmeden önce tövbe eden kimsenin tövbesini Allah kabul eder.”
İmam Bakır (a.s), boğazına işaret ederek şöyle buyurmuştur: “Can buraya gelince âlim için artık tövbe etmek olmaz. Ama cahil için tövbe vardır.”
İmam Rıza (a.s), Firavun’un iman ettiği ve Allah’ın birliğini ikrar ettiği halde Allah’ın kendisini suda boğmasının nedeni sorulunca şöyle buyurmuştur: “Zira o azabı gördükten sonra iman etti. Azabı gördükten sonra iman etmek makbul değildir.”
İmam Ali (a.s): “Günahtan pişmanlık istiğfardır.”
İmam Ali (a.s): “Pişman olan şüphesiz tövbe eder. Tövbe eden ise Allah’a dönmüş sayılır.”
İmam Ali (a.s): “Günahını ikrar eden asi, ameliyle övünen itaatkâr kimseden daha hayırlıdır.”
İmam Bakır (a.s): “Allah’a yemin olsun ki günahtan sadece onu ikrar edenler kurtulur.”
İmam Bakır (a.s): “Hayır, Allah’a yemin olsun ki Allah-u Teala insanlardan sadece şu iki niteliği istemiştir: Nimetlerini itiraf etsinler ki Allah da onlara olan nimetlerini artırsın. Günahlarını itiraf etsinler ki kendileri için mağfiret buyursun.”
“Doğrusu ben, tövbe edeni, iman edip salih amel işleyerek doğru yola gireni bağışlarım.”
İmam Ali (a.s): “Tövbe dört şey üzere bina edilmiştir: Kalp ile pişmanlık, dil ile istiğfar, organlarıyla amel etmek ve bir daha günaha dönmemeye azmetmek.”
Veheb bin Abdurrabbeh Nehe’ büyüklerinden birinden naklen: İmam Bakır’a (a.s), “Ben Haccac’ın zamanından şimdiye kadar valiyim. Tövbem kabul olur mu?” diye sordum ama İmam sustu, cevap vermedi. Sözümü tekrarlayınca da İmam Bakır (a.s) şöyle buyurdu: “Hayır, her hak sahibine hakkını eda edinceye kadar (tövben) kabul olmaz.”
Tevbe-i Nasuh (Yürekten Tövbe)
“Ey iman edenler! Samimi bir tövbe ile Allah'a dönün.”
Resulullah (s.a.a): “Tevbe-i Nasuh, işlediğin günahtan pişman olman, Allah’tan mağfiret dilemen ve bir daha ebedi olarak günaha dönmemendir.”
İmam Hadi (a.s), Tevbe-i Nasuh hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Batının zahir gibi ve hatta ondan daha iyi olmasıdır.”
İmam Ali (a.s): “Tövbeyi yarına erteleyen kimse ölümün hücumu hususunda en büyük tehlike ile karşı karşıya kalmıştır.”
İmam Cevad (a.s): “Tövbeyi ertelemek, aldanmak; bugün yarın diye savsaklamak ise şaşkınlıktır.”
İmam Ali (a.s): “Günahı terk etmek tövbe talebinden daha kolaydır.”
Allah’ın Tövbe Edenin Ayıplarını Örtmesi
İmam Ali (a.s): “Her kim tövbe ederse Allah da onu affeder; organlarına (tövbekârın) ayıplarını örtmesini, yeryüzü parçasına günahlarını gizlemesini ve gözetleyici meleklere yazdıkları suçlarını unutmalarını emreder.”
İmam Sadık (a.s): “Aziz ve celil olan Allah Nebi Davud’a (a.s) şöyle vahyetmiştir: “Ey Davud! Mümin kulum bir günah işleyip dönünce, o günahtan tövbe edince ve o günahı hatırladığında benden hayâ edince ben de onu bağışlarım, gözetleyici meleklere o günahı unuttururum ve o günahını iyiliğe çeviririm. Bu işi yapmaktan çekinmem. Zira ben merhamet edenlerin en merhametlisiyim.”
2- “Tevbe rahmet indirir.”
3- “Tevbenin ihlâsı günahı düşürür.”
4- “Mümin (Allah’a) çevirici, istiğfar eden ve çok tövbe eden kimsedir.”
5- “Tövbe kalpleri temizler ve günahları yıkar.”
6- “Tövbe kalp ile pişmanlık, dil ile istiğfarda bulunmak, organlarıyla günahı terk etmek ve bir daha dönmeyeceğine dair karar almak.”
7- “Ölümü çatmadan önce günahlarından tövbe eden kimse var mıdır?”
8- “Tevbe dilemekten daha üstün şey günahı terk etmektir.”
9- “Kötülükler tevbe ile temizlenir.”
10- “Günahlar tövbe ile örtülür.”
11- “Tevbenin meyvesi nefsin kusurlarını telafi etmektir.”
12- “Güzel tövbe günahı yok eder.”
13- “Tevbe eden Allah’a dönmüştür.”
14- “Kendisine tövbe nimeti verilen kabulden mahrum olmaz.”
15- “Tevbeyi (özür dilemeyi) kabul etmeyenin günahı büyük olur.”
16- “Büyük günah için tövbe ne de (güzel bir) yıkıcıdır.”
17- “Tevbesini erteleyen kimse en büyük tehlike olan ecelin saldırısına uğrar.”
18- “Tövbesini sürekli erteleyenin dini yoktur.”
19- “Az bir tövbe ve istiğfarda bulunmak bile günahları ve günahlardaki ısrarı yok eder.”
Bir gün İmam (a.s)’a: “Ey Emir’el- Müminin! Bir kul günah yapıyor, sonra da mağfiret diliyor. Acaba mağfiret dilemenin haddi (gerçeği) nedir?” diye sordum.
İmam (a.s): “Ey Kumeyl! Mağfiret dilemenin haddi tövbedir?” buyurdular.
Kumeyl: “Sadece bu kadar mı?”
İmam (a.s): “Hayır!”
Kumeyl: “Nasıldır öyleyse?”
İmam (a.s): “Kul bir günah işlediğinde, tahrik ile “Esteğfirullah” (Allah’dan bağış diliyorum) diyor.”
Kumeyl: “Tahrik nedir?”
İmam (a.s): “Dil ve dudakları, hakikati peşinden getirmek kastıyla hareket ettirmektir.”
Kumeyl: “Hakikat nedir?”
İmam (a.s): “Kalple tasdik etmek (samimi bir kalple mağfiret dilemek) ve mağfiret dilediği günahı tekrarlamamaya karar vermektir.”
Kumeyl: “Bunları yaparsam mağfiret dileyenlerden sayılır mıyım?”
İmam (a.s): “Hayır!”
Kumeyl: “Neden?”
İmam (a.s): “Çünkü sen henüz mağfiret dilemenin aslına ulaşmamışsın.”
Kumeyl: “Mağfiret dilemenin aslı nedir?”
İmam (a.s): “Günahtan tövbe etmektir. İşte bu, ibadet edenlerin ilk derecesidir; bir de ileride her çeşit günahtan kaçınmaya karar vermektir.
Mağfiret dileme altı mananın gerçekleşmesiyle olur:
1- Geçmiş (günahlara) karşı pişmanlık duymak.
2- Günahı, ebedi olarak terk etmeye karar vermek.
3- Kendinle diğer yaratıklar arasında bulunan hakları eda etmek.
4- Bütün farzlarda, Allah’ın hakkını ödemek.
5- Haramdan biten etleri, deri kemiğe yapışacak derecede eriterek yerine (helalden biten) et meydana getirmek (vücudu helal yoldan geliştirmek).
6- Vücuda, günahın tadını tattırdığı gibi, ona itaat etmenin de zorluk ve acısını tattırmak.”
Abdulvahit bu sözü işitince üzerindeki cüppeyi bir kenara atarak feryat edip mezarlığa gitti. İlk gece Yusuf b. Hüseyin rüya aleminde bir münadinin Allah tarafından şöyle nida ettiğini işitti: “Günahkar gencin yardımına koş.” Yani onu bağışlama ve mağfiretimizle müjdele. Yusuf o genci aramaya koyuldu. Üç gün sonra onu mezarlıkta buldu. Onun yüzünü toprağa dayadığını, ağlayarak yalvarıp yakardığını gördü. Abdulvahit Yusuf’un yaklaştığını görünce şöyle dedi: “Seni üç gün, üç gecedir gönderdikleri halde daha bugün mü geliyorsun?” Bunu dedikten sonra ruhunu Hakk’a teslim etti.”
“Allah’ım! Mevlam! Nice kötülüklerimin üzerini örttün; nice büyük ve ağır belaları benden geri çevirdin; nice hatalardan korudun beni; nice hoşa gelmeyen şeyleri uzaklaştırdın; layık olmadığım nice güzel övgüleri, benim için yaydın.”
Dua, tövbe, yalvarma ve Allah’a dönüş haleti içinde, gece karanlığında, özellikle de Cuma akşamının geç saatlerinde muhtaç olan kulun dilinde cari olan “Mevla” kelimesinin zikrinde, örneği bütün varlık âleminde eşsiz olan bir lezzet vardır. Bu sebeple de Hz. Musa (a.s) Allah ile münacat ederken şöyle arz etmiştir: “Benim fakirlik ve yoksulluk keşkülümde öyle bir şeyim vardır ki senin bütün hazinelerinde (onun bir benzeri) yoktur.”
Kendisine: “Ey Musa! O şey nedir?”diye hitap edilince Musa şöyle arz etti: “Senin gibi bir Allah’ım var.”
Çirkinlik, kötülük ve ayıpları örtmek, Hak Teala’nın kul hakkındaki büyük nimetlerinden, yüce ihsanlarından ve eşsiz lütuflarındandır. Bilmek gerekir ki merhamet sahibi olan Allah-u Teala çirkinlik ve kötülük dünyasında mümin kulunun günahlarını örtmekte, insanlar arasında yüzsuyunu korumaktadır. Şüphesiz kıyamet günü de Mümin kuluna ve dergâhına yönelen günahkâr kuluna daha fazla teveccüh edecektir. Çirkinlik ve kötülüklerini daha çok örtecektir. Nitekim Allah Resulünden rivayet edilen bir hadiste de şöyle yer almıştır: “Kulun ahirette günahını örtmedikçe, dünyada örtmez.”
“Ey merhametli olan Allah’ın günahkâr kulu! Sen ilk defa tövbe edince seni bağışladım. Sen tövbeni bozduğun zaman senden intikam alabildiğim halde sana mühlet verdim. Sonunda yeniden tövbe ettin ve ben de tövbeni kabul ettim. Ama üçüncü defa yine tövbeni bozdun ve yine kendini günahlara bulaştırdın. Şimdi eğer tövbe etmek istiyorsan tövbe et ki ben de senin tövbeni kabul ederim.”
“Bir şahıs ailesiyle birlikte, deniz yoluyla yolculuk ediyordu. Onların gemisi denizin ortasında battı ve gemide olan yolculardan o şahsın hanımı dışında hiç kurtulanı olmadı. Bu kadın, bir tahta parçasına tutunarak, o denizin yakınlarındaki adaların birine sığındı. O adada eşkıya bir şahıs vardı. Allah’ın bütün hürmet perdelerini yırtmış biriydi. Aniden o kadının yanına geldiğini fark edince başını kaldırıp ona baktı ve şöyle dedi: “Sen insan mısın yoksa cin misin?” Kadın, “insanım” dedi.
Böylece adam hiç konuşmadan eşiyle oturur gibi onun karşısında oturdu ve onunla cinsel ilişkiye girmek istedi. Ama kadın titremeye başladı ve perişan bir hale geldi. Bu eşkıya ona şöyle dedi: “Neden böyle rahatsız oldun?”
Kadın eliyle göğe işaret ederek şöyle dedi: “O’ndan korkuyorum.” Adam şöyle dedi: “Daha önce böyle bir şey yaptın mı?”
Kadın: “Allah’ın izzetine yemin olsun ki hayır” dedi.
O şahıs şöyle dedi: “Sen hiçbir bir şey yapmadığın halde Allah’tan korkuyorsun, ben ise seni bu işe zorluyorum. Allah’a yemin olsun ki ben perişan olmaya ve Allah’tan korkmaya senden daha layığım.”
Daha sonra bir şey yapmadan ayağa kalktı, ailesine doğru yola koyuldu. Evine dönerken sürekli tövbe etmeyi ve yaptığı işlerden dönmeyi düşünüyordu.
Bir gün yol esnasında bir Rahib’e rastladı. Tepedeki kızgın güneş başlarına vuruyordu. Rahip gence şöyle dedi: “Dua et de Allah bizler için başımıza gölge göndersin ve güneş bizi böylesine yakmasın.” O genç şöyle dedi: “Ben kendim için Allah nezdinde iyi bir şey göremiyorum. Dolayısıyla da O’ndan bir şey istemeye cesaretim yoktur.”
Rahip şöyle dedi: “O halde ben dua ediyorum, sen de âmin de.” O da: “Evet” iyidir dedi.
Rahip dua etti, o genç de âmin dedi. Çok geçmeden onların başına bir bulut gölge saldı. Her ikisi de günün bir bölümünde bu bulutun altında yola koyuldular ve bir yol kavşağına geldiler. Genç bir tarafa, rahip de diğer bir tarafa yöneldi. O bulut, gençle birlikte hareket etti. Rahip şöyle dedi: “Sen benden daha iyisin, dua senin için müstecap oldu benim için değil. Bana kendi durumunu söyle.”
O genç adam, bu kadınla olan hikâyesini anlattı. Rahip şöyle dedi: “Allah’tan korktuğun için geçmişin bağışlanmıştır. Şimdi gelecekte de bu hal üzere olmaya dikkat et.”
Allah-u Teala, kullar gizlice günah işlediklerinde Allah’ın onlardan saygınlıklarını koruduğu, onu ve dosyasını başkaları karşısında açmadığını bilsinler diye kendini Settar’ul Uyub (ayıpları örten) olarak adlandırmıştır. Ama eğer bir günahkâr aşırı hayâsızlık ve küstahlık içinde herkesin gözleri önünde günah işler ve haysiyetinden korkmazsa, bu durumda artık böyle bir kimsenin günahlarını örtmenin ve haysiyetini korumanın bir anlamı da kalmamaktadır.
Nitekim Allah Resulü’nden şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Her kim tövbe ederse, Allah tövbesini kabul eder; organlarına günahlarını örtmesi emredilir; yeryüzü parçalarına da günahlarını örtmesi emredilir; amelleri yazan kâtiplere de yazdıkları şeyler unutturulur.”
Muaviye b. Veheb şöyle diyor: “İmam Sadık’ın şöyle buyurduğunu işittim: “Mümin kul halis bir şekilde tövbe edince; Allah onu sever, dünya ve ahirette günahlarını örter.” Ben (Muaviye b. Veheb) şöyle dedim: “Allah onun günahlarını nasıl örter?” İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Amel kâtiplerine yazdıkları günahları unutturulur. Böylece Allah’ı gördüğünde en küçük bir günahına şahitlik edecek herhangi bir şahit kalmaz.”
Ebu Zer şöyle diyor: “Bu esnada Peygamber (s.a.a) dişleri görünecek şekilde tebessüm etti ve daha sonra da şu ayeti tilavet buyurdu: “İşte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir.” -
Bu sözleri işitince başımı kapının arasına dayadım ve Kurân’dan şu ayeti okudum: “Ey iman edenler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun; onun yakıtı, insanlar ve taşlardır; görevlileri, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere baş kaldırmayan, kendilerine buyrulanları yerine getiren pek haşin meleklerdir.”
Bu ayeti okuduğum zaman o gencin feryadı yükseldi ve ben de o kapıdan geçip gittim.”
Ertesi sabah o kapıdan geçince, yaşlı bir kadının yalvarıp yakararak şöyle dediğini işittim:
“Benim bir çocuğum vardı ki geceleri Hak Teala’nın korkusundan ağlıyordu. Dün akşam yine münacat ettiğinde birisi geldi, kafasını kapının arasına dayadı, Hak Teala’nın azap ayetlerinden birini okudu. Bunun üzerine çocuğum feryat etti, şiddetle ağladı ve sonunda da ruhunu yaratıcıya teslim etti.”
Ben şöyle dedim: “Ey anne! O ayeti ben okudum ve çocuğunun ruhunun beka âlemine göçmesine ben sebep oldum. Eğer izin verirsen onu ben yıkayayım.” Anne şöyle dedi: “Evet, olur!”
Üzerinden kadife parçayı kaldırınca gencin boynunda bir parça bezin olduğunu gördüm, boynundaki bez parçasını açınca da yeşil hatla göğsüne şöyle yazıldığını gördüm: “Biz bu kulu tövbe suyuyla yıkadık.”
“Rabbimiz! Yunus bizlere, mükâfata müstahak olmamız için köleleri özgür kılmamızı istemişti; bizlere, nerede çaresiz bir kimse görürsek yardımına koşmamızı istemişti; biz de senin çaresiz kullarınız; senden başka feryadımıza ulaşacak kimse yoktur; o halde bize yardım et.”
Onların yalvarıp yakarmaları, içler acısı münacatı, merhamet sahibi yüce Allah’ın huzurunda kabul görünce, canlarının kurtuluş beraati nazil oldu, azap ve yıldırım dolu bulutlar başlarının üzerinden gitti, yerine rahmet ve lütuf bulutları geldi. Onların tümü tövbesi kabul olduğu için hoşnutluk ve sevinç içinde şehirlerine geri döndüler, kendi doğal işlerine koyuldular.
Hak Teala’ya teveccüh etmek, acizliğini ve kusurunu bildirmek, özür dilemek, pişman olmak, mağfiret dilemek, günahlarını itiraf etmek, tövbenin hakiki öğelerindendir. Gerçek sevgili olan Allah-u Teala’nın lütuf, rahmet, mağfiret ve bağışlama sebeplerindendir.
Doğrusu ben, tövbe edeni, iman edip salih amel işleyerek doğru yola gireni bağışlarım.”
“Allah daima tövbe edenleri sever, temizlenenleri de sever.”
“(Bu alış verişi yapanlar), tövbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İslam uğrunda) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlardır. O müminleri müjdele.”
“Kullarının tövbesini kabul eden, kötülükleri affeden, yaptıklarınızı bilen ancak O’dur.”
“Kötülükleri işleyip dururken, ölüm kendisine geldiği zaman; “Şimdi tövbe ettim” diyenler ile kâfir olarak ölenlerin tövbesi makbul değildir.” “Savaştan geri kalanların bir kısmı da, suçlarını itiraf ettiler. Onlar iyi işi kötüyle karıştırmışlardı. Allah'ın onların tövbesini kabul etmesi umulur.”
“Ettiği zulümden sonra tövbe edip düzelen kimse, bilsin ki Allah onun tövbesini kabul eder. Allah şüphesiz bağışlayandır, merhametli olandır.”
“Ey inananlar! Yürekten tövbe ederek Allah'a dönün ki, Rabbiniz kötülüklerinizi örtsün, sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koysun. Allah'ın peygamberini ve onunla beraber olan müminleri utandırmayacağı o gün, ışıkları önlerinde ve defterleri sağlarından verilmiş olarak yürürler ve: "Rabbimiz! Işığımızı tamamla, bizi bağışla, doğrusu Sen her şeye Kadir'sin" derler.”
“Ancak tövbe eden, iman edip salih amel işleyenlerin, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah bağışlar ve merhamet eder.”
Resulullah (s.a.a): “Tövbe, geçmişi örter.”
Resulullah (s.a.a): “Günahtan tövbe eden kimse, hiçbir günahı olmayan kimse gibidir.”
İmam Ali (a.s): “Tövbe kalbi temizler ve günahları yıkar.”
Tövbe Edenlerin Makamı
“Allah şüphesiz daima tövbe edenleri sever, temizlenenleri de sever.”Resulullah (s.a.a): “Allah nezdinde tövbe eden mümin erkek ve kadından daha sevimli bir şey yoktur.”
Resulullah (s.a.a): “Tüm Âdemoğulları hata edicidir. Hata edenlerin en hayırlısı tövbe edenlerdir.”
Tövbe Edenler
Resulullah (s.a.a): “Tövbe eden kimsenin dört alameti vardır: Amelinde Allah için hayır dilemesi, (ihlâslı olması) batılı terk etmesi, hakka bağlı bulunması ve hayır işlere ihtiraslı olmasıdır.”İmam Ali (a.s), tövbe edenlerin niteliği hakkında şöyle buyurmuştur: “Günah ağaçlarını gözlerinin ve kalplerinin önüne diktiler. Onu pişmanlık suyu ile suladılar. Bu ağaçlar onlara esenlik yemişi vermiş; neticede hoşnutluk ve keramet (yücelik) kazandırmıştır.”
İmam Zeyn’ul-Abidin (a.s), münacatında şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! Bizleri (nefsinin) şehvet ateşlerinin perdesini tövbe suyunu dökerek söken ve cehalet kaplarını hayat suyu ile berrak kılan kimselerden kıl.”
Tövbenin Kabulü
“Kullarının tövbesini kabul eden, kötülükleri affeden, yaptıklarınızı bilen O’dur.”İmam Ali (a.s): “Tövbe ihsan edilen kimse kabulünden mahrum kalmaz. İstiğfar ihsan edilen kimse mağfiretten mahrum kalmaz.”
Tövbe Ne Zaman Kabul Edilir?
“Kötülükleri işleyip dururken, ölüm kendisine geldiği zaman; “Şimdi tövbe ettim” diyenler ile kâfir olarak ölenlerin tövbesi makbul değildir.”Resulullah (s.a.a): “(Ölümü) müşahede etmeden önce tövbe eden kimsenin tövbesini Allah kabul eder.”
İmam Bakır (a.s), boğazına işaret ederek şöyle buyurmuştur: “Can buraya gelince âlim için artık tövbe etmek olmaz. Ama cahil için tövbe vardır.”
İmam Rıza (a.s), Firavun’un iman ettiği ve Allah’ın birliğini ikrar ettiği halde Allah’ın kendisini suda boğmasının nedeni sorulunca şöyle buyurmuştur: “Zira o azabı gördükten sonra iman etti. Azabı gördükten sonra iman etmek makbul değildir.”
Pişmanlık Tövbedir
Resulullah (s.a.a): “Pişmanlık tövbedir.”İmam Ali (a.s): “Günahtan pişmanlık istiğfardır.”
İmam Ali (a.s): “Pişman olan şüphesiz tövbe eder. Tövbe eden ise Allah’a dönmüş sayılır.”
Güzel İtiraf
“Savaştan geri kalanların bir kısmı da, suçlarını itiraf ettiler. Onlar iyi işi kötüyle karıştırmışlardı. Allah'ın onların tövbesini kabul etmesi umulur.”İmam Ali (a.s): “Günahını ikrar eden asi, ameliyle övünen itaatkâr kimseden daha hayırlıdır.”
İmam Bakır (a.s): “Allah’a yemin olsun ki günahtan sadece onu ikrar edenler kurtulur.”
İmam Bakır (a.s): “Hayır, Allah’a yemin olsun ki Allah-u Teala insanlardan sadece şu iki niteliği istemiştir: Nimetlerini itiraf etsinler ki Allah da onlara olan nimetlerini artırsın. Günahlarını itiraf etsinler ki kendileri için mağfiret buyursun.”
Tövbenin Dayanakları
“Ettiği zulümden sonra tövbe edip düzelen kimse, bilsin ki Allah onun tövbesini kabul eder. Allah şüphesiz bağışlayandır, merhametli olandır.”“Doğrusu ben, tövbe edeni, iman edip salih amel işleyerek doğru yola gireni bağışlarım.”
İmam Ali (a.s): “Tövbe dört şey üzere bina edilmiştir: Kalp ile pişmanlık, dil ile istiğfar, organlarıyla amel etmek ve bir daha günaha dönmemeye azmetmek.”
Veheb bin Abdurrabbeh Nehe’ büyüklerinden birinden naklen: İmam Bakır’a (a.s), “Ben Haccac’ın zamanından şimdiye kadar valiyim. Tövbem kabul olur mu?” diye sordum ama İmam sustu, cevap vermedi. Sözümü tekrarlayınca da İmam Bakır (a.s) şöyle buyurdu: “Hayır, her hak sahibine hakkını eda edinceye kadar (tövben) kabul olmaz.”
Tövbe Çeşitleri
Resulullah (s.a.a): “Her günah için bir tövbe icat et: Gizliye gizli ve açığa açık ile.”Tevbe-i Nasuh (Yürekten Tövbe)
“Ey iman edenler! Samimi bir tövbe ile Allah'a dönün.”
Resulullah (s.a.a): “Tevbe-i Nasuh, işlediğin günahtan pişman olman, Allah’tan mağfiret dilemen ve bir daha ebedi olarak günaha dönmemendir.”
İmam Hadi (a.s), Tevbe-i Nasuh hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Batının zahir gibi ve hatta ondan daha iyi olmasıdır.”
Tövbeyi Ertelemek
İmam Ali (a.s): “Her ne zaman bir günah işlersen, onu ortadan kaldırmak için tövbe etmekte acele davran.”İmam Ali (a.s): “Tövbeyi yarına erteleyen kimse ölümün hücumu hususunda en büyük tehlike ile karşı karşıya kalmıştır.”
İmam Cevad (a.s): “Tövbeyi ertelemek, aldanmak; bugün yarın diye savsaklamak ise şaşkınlıktır.”
Tövbeden Daha Kolay Şey
Mesih (a.s): “İnsanlardan hiç kimseye borcu olmayan kimse, her ne kadar borcunu zamanında ödese bile borçlu olan kimseden daha huzurlu yaşar ve az hüzünlenir. Hakeza günah işlemeyen kimse de halisane tövbe edip Allah’a dönse bile günah işleyen kimseden hüzün açısından daha huzurludur.”İmam Ali (a.s): “Günahı terk etmek tövbe talebinden daha kolaydır.”
Allah’ın Tövbe Edenin Ayıplarını Örtmesi
İmam Ali (a.s): “Her kim tövbe ederse Allah da onu affeder; organlarına (tövbekârın) ayıplarını örtmesini, yeryüzü parçasına günahlarını gizlemesini ve gözetleyici meleklere yazdıkları suçlarını unutmalarını emreder.”
Kötülüklerin İyiliklere Çevrilmesi
“Ancak tövbe eden, iman edip salih amel işleyenlerin, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah bağışlar ve merhamet eder.”İmam Sadık (a.s): “Aziz ve celil olan Allah Nebi Davud’a (a.s) şöyle vahyetmiştir: “Ey Davud! Mümin kulum bir günah işleyip dönünce, o günahtan tövbe edince ve o günahı hatırladığında benden hayâ edince ben de onu bağışlarım, gözetleyici meleklere o günahı unuttururum ve o günahını iyiliğe çeviririm. Bu işi yapmaktan çekinmem. Zira ben merhamet edenlerin en merhametlisiyim.”
GURER’UL-HİKEM’DEN
1- “Tevbe temizleyicidir.”2- “Tevbe rahmet indirir.”
3- “Tevbenin ihlâsı günahı düşürür.”
4- “Mümin (Allah’a) çevirici, istiğfar eden ve çok tövbe eden kimsedir.”
5- “Tövbe kalpleri temizler ve günahları yıkar.”
6- “Tövbe kalp ile pişmanlık, dil ile istiğfarda bulunmak, organlarıyla günahı terk etmek ve bir daha dönmeyeceğine dair karar almak.”
7- “Ölümü çatmadan önce günahlarından tövbe eden kimse var mıdır?”
8- “Tevbe dilemekten daha üstün şey günahı terk etmektir.”
9- “Kötülükler tevbe ile temizlenir.”
10- “Günahlar tövbe ile örtülür.”
11- “Tevbenin meyvesi nefsin kusurlarını telafi etmektir.”
12- “Güzel tövbe günahı yok eder.”
13- “Tevbe eden Allah’a dönmüştür.”
14- “Kendisine tövbe nimeti verilen kabulden mahrum olmaz.”
15- “Tevbeyi (özür dilemeyi) kabul etmeyenin günahı büyük olur.”
16- “Büyük günah için tövbe ne de (güzel bir) yıkıcıdır.”
17- “Tevbesini erteleyen kimse en büyük tehlike olan ecelin saldırısına uğrar.”
18- “Tövbesini sürekli erteleyenin dini yoktur.”
19- “Az bir tövbe ve istiğfarda bulunmak bile günahları ve günahlardaki ısrarı yok eder.”
İBRETLİ ÖYKÜLER
1- Günahın Tedavisi
Emir’ul-Muminin Hz. Ali (a.s)’ın muhlis ashabından biri olan Kumeyl şöyle diyor:Bir gün İmam (a.s)’a: “Ey Emir’el- Müminin! Bir kul günah yapıyor, sonra da mağfiret diliyor. Acaba mağfiret dilemenin haddi (gerçeği) nedir?” diye sordum.
İmam (a.s): “Ey Kumeyl! Mağfiret dilemenin haddi tövbedir?” buyurdular.
Kumeyl: “Sadece bu kadar mı?”
İmam (a.s): “Hayır!”
Kumeyl: “Nasıldır öyleyse?”
İmam (a.s): “Kul bir günah işlediğinde, tahrik ile “Esteğfirullah” (Allah’dan bağış diliyorum) diyor.”
Kumeyl: “Tahrik nedir?”
İmam (a.s): “Dil ve dudakları, hakikati peşinden getirmek kastıyla hareket ettirmektir.”
Kumeyl: “Hakikat nedir?”
İmam (a.s): “Kalple tasdik etmek (samimi bir kalple mağfiret dilemek) ve mağfiret dilediği günahı tekrarlamamaya karar vermektir.”
Kumeyl: “Bunları yaparsam mağfiret dileyenlerden sayılır mıyım?”
İmam (a.s): “Hayır!”
Kumeyl: “Neden?”
İmam (a.s): “Çünkü sen henüz mağfiret dilemenin aslına ulaşmamışsın.”
Kumeyl: “Mağfiret dilemenin aslı nedir?”
İmam (a.s): “Günahtan tövbe etmektir. İşte bu, ibadet edenlerin ilk derecesidir; bir de ileride her çeşit günahtan kaçınmaya karar vermektir.
Mağfiret dileme altı mananın gerçekleşmesiyle olur:
1- Geçmiş (günahlara) karşı pişmanlık duymak.
2- Günahı, ebedi olarak terk etmeye karar vermek.
3- Kendinle diğer yaratıklar arasında bulunan hakları eda etmek.
4- Bütün farzlarda, Allah’ın hakkını ödemek.
5- Haramdan biten etleri, deri kemiğe yapışacak derecede eriterek yerine (helalden biten) et meydana getirmek (vücudu helal yoldan geliştirmek).
6- Vücuda, günahın tadını tattırdığı gibi, ona itaat etmenin de zorluk ve acısını tattırmak.”
2- Tövbe Eden Günahkarın Akıbeti
Fasık, facir ve kötü kimselerden olan Abdulvahit b. Zeyd, abit ve zahitlerden biri olan Yusuf b. Hüseyin’in öğüt verdiği bir toplantının yanından geçti. O sırada Yusuf b. Hüseyin mecliste bulunanlara şöyle diyordu: “Allah-u Teala günahkârları sanki onlara muhtaçmış gibi lütfüyle kendine çağırmaktadır.”Abdulvahit bu sözü işitince üzerindeki cüppeyi bir kenara atarak feryat edip mezarlığa gitti. İlk gece Yusuf b. Hüseyin rüya aleminde bir münadinin Allah tarafından şöyle nida ettiğini işitti: “Günahkar gencin yardımına koş.” Yani onu bağışlama ve mağfiretimizle müjdele. Yusuf o genci aramaya koyuldu. Üç gün sonra onu mezarlıkta buldu. Onun yüzünü toprağa dayadığını, ağlayarak yalvarıp yakardığını gördü. Abdulvahit Yusuf’un yaklaştığını görünce şöyle dedi: “Seni üç gün, üç gecedir gönderdikleri halde daha bugün mü geliyorsun?” Bunu dedikten sonra ruhunu Hakk’a teslim etti.”
“Allah’ım! Mevlam! Nice kötülüklerimin üzerini örttün; nice büyük ve ağır belaları benden geri çevirdin; nice hatalardan korudun beni; nice hoşa gelmeyen şeyleri uzaklaştırdın; layık olmadığım nice güzel övgüleri, benim için yaydın.”
Dua, tövbe, yalvarma ve Allah’a dönüş haleti içinde, gece karanlığında, özellikle de Cuma akşamının geç saatlerinde muhtaç olan kulun dilinde cari olan “Mevla” kelimesinin zikrinde, örneği bütün varlık âleminde eşsiz olan bir lezzet vardır. Bu sebeple de Hz. Musa (a.s) Allah ile münacat ederken şöyle arz etmiştir: “Benim fakirlik ve yoksulluk keşkülümde öyle bir şeyim vardır ki senin bütün hazinelerinde (onun bir benzeri) yoktur.”
Kendisine: “Ey Musa! O şey nedir?”diye hitap edilince Musa şöyle arz etti: “Senin gibi bir Allah’ım var.”
Çirkinlik, kötülük ve ayıpları örtmek, Hak Teala’nın kul hakkındaki büyük nimetlerinden, yüce ihsanlarından ve eşsiz lütuflarındandır. Bilmek gerekir ki merhamet sahibi olan Allah-u Teala çirkinlik ve kötülük dünyasında mümin kulunun günahlarını örtmekte, insanlar arasında yüzsuyunu korumaktadır. Şüphesiz kıyamet günü de Mümin kuluna ve dergâhına yönelen günahkâr kuluna daha fazla teveccüh edecektir. Çirkinlik ve kötülüklerini daha çok örtecektir. Nitekim Allah Resulünden rivayet edilen bir hadiste de şöyle yer almıştır: “Kulun ahirette günahını örtmedikçe, dünyada örtmez.”
3- Tövbenin Şefaati
Muaviye b. Veheb şöyle diyor: “İmam Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğunu işittim: “Kul, halis bir şekilde tövbe edince Allah ona muhabbet duyar, dünya ve ahirette günahlarını örter.” Ben şöyle dedim: “Nasıl günahlarını örter?” İmam şöyle buyurdu: “Kendisine tayin edilen iki meleğin yazdığı günahları onların hafızasından siler ve organlarına şöyle vahyeder: Senin vesilenle yaptığın günahları gizle” Böylece aleyhine günahları hakkında şahitlik edecek hiçbir şeyin olmadığı halde Allah’ı mülakat eder.”4- Tövbe Üstüne Tövbe
Attar, “Mentık’ut-Tayr” adlı kitabında şöyle rivayet etmektedir: “Bir şahıs, günah üstüne günah işledikten ve birçok suçlara bulaştıktan sonra tövbe etme başarısını elde etti. Tövbe ettikten sonra da nefsinin isteklerinin galebe çalması sebebiyle yeniden günaha düştü. Ama bir müddet sonra yeniden tövbe etti. Bu defa yeniden tövbesini bozdu ve günaha bulaştı. Sonunda da bazı günahlarının cezasını gördü. Sonunda ömrünü boş yere geçirdiğini ve ölümünün yaklaştığını hissedince de tövbe etme düşüncesine kapıldı. Ama utanç duyduğu için tövbe etme yüzünü de bulamadı. Tıpkı ateş üzerindeki bir buğday tanesi gibi yanıp duruyordu. Sonunda bir seher vakti gaybi bir münadiden şöyle işitti:“Ey merhametli olan Allah’ın günahkâr kulu! Sen ilk defa tövbe edince seni bağışladım. Sen tövbeni bozduğun zaman senden intikam alabildiğim halde sana mühlet verdim. Sonunda yeniden tövbe ettin ve ben de tövbeni kabul ettim. Ama üçüncü defa yine tövbeni bozdun ve yine kendini günahlara bulaştırdın. Şimdi eğer tövbe etmek istiyorsan tövbe et ki ben de senin tövbeni kabul ederim.”
5- İmanlı Bir Kadının Şiddetli Hayâsı ve Korkusu
İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur:“Bir şahıs ailesiyle birlikte, deniz yoluyla yolculuk ediyordu. Onların gemisi denizin ortasında battı ve gemide olan yolculardan o şahsın hanımı dışında hiç kurtulanı olmadı. Bu kadın, bir tahta parçasına tutunarak, o denizin yakınlarındaki adaların birine sığındı. O adada eşkıya bir şahıs vardı. Allah’ın bütün hürmet perdelerini yırtmış biriydi. Aniden o kadının yanına geldiğini fark edince başını kaldırıp ona baktı ve şöyle dedi: “Sen insan mısın yoksa cin misin?” Kadın, “insanım” dedi.
Böylece adam hiç konuşmadan eşiyle oturur gibi onun karşısında oturdu ve onunla cinsel ilişkiye girmek istedi. Ama kadın titremeye başladı ve perişan bir hale geldi. Bu eşkıya ona şöyle dedi: “Neden böyle rahatsız oldun?”
Kadın eliyle göğe işaret ederek şöyle dedi: “O’ndan korkuyorum.” Adam şöyle dedi: “Daha önce böyle bir şey yaptın mı?”
Kadın: “Allah’ın izzetine yemin olsun ki hayır” dedi.
O şahıs şöyle dedi: “Sen hiçbir bir şey yapmadığın halde Allah’tan korkuyorsun, ben ise seni bu işe zorluyorum. Allah’a yemin olsun ki ben perişan olmaya ve Allah’tan korkmaya senden daha layığım.”
Daha sonra bir şey yapmadan ayağa kalktı, ailesine doğru yola koyuldu. Evine dönerken sürekli tövbe etmeyi ve yaptığı işlerden dönmeyi düşünüyordu.
Bir gün yol esnasında bir Rahib’e rastladı. Tepedeki kızgın güneş başlarına vuruyordu. Rahip gence şöyle dedi: “Dua et de Allah bizler için başımıza gölge göndersin ve güneş bizi böylesine yakmasın.” O genç şöyle dedi: “Ben kendim için Allah nezdinde iyi bir şey göremiyorum. Dolayısıyla da O’ndan bir şey istemeye cesaretim yoktur.”
Rahip şöyle dedi: “O halde ben dua ediyorum, sen de âmin de.” O da: “Evet” iyidir dedi.
Rahip dua etti, o genç de âmin dedi. Çok geçmeden onların başına bir bulut gölge saldı. Her ikisi de günün bir bölümünde bu bulutun altında yola koyuldular ve bir yol kavşağına geldiler. Genç bir tarafa, rahip de diğer bir tarafa yöneldi. O bulut, gençle birlikte hareket etti. Rahip şöyle dedi: “Sen benden daha iyisin, dua senin için müstecap oldu benim için değil. Bana kendi durumunu söyle.”
O genç adam, bu kadınla olan hikâyesini anlattı. Rahip şöyle dedi: “Allah’tan korktuğun için geçmişin bağışlanmıştır. Şimdi gelecekte de bu hal üzere olmaya dikkat et.”
6- Çirkinlikleri Örten
Hakk Teala’nın çok önemli sıfatlarından biri de, günahlarını gizlice yapan ve hiç kimsenin günahlarından haberdar olmasını istemeyen kulunun günahlarını örtmesidir.Allah-u Teala, kullar gizlice günah işlediklerinde Allah’ın onlardan saygınlıklarını koruduğu, onu ve dosyasını başkaları karşısında açmadığını bilsinler diye kendini Settar’ul Uyub (ayıpları örten) olarak adlandırmıştır. Ama eğer bir günahkâr aşırı hayâsızlık ve küstahlık içinde herkesin gözleri önünde günah işler ve haysiyetinden korkmazsa, bu durumda artık böyle bir kimsenin günahlarını örtmenin ve haysiyetini korumanın bir anlamı da kalmamaktadır.
Nitekim Allah Resulü’nden şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Her kim tövbe ederse, Allah tövbesini kabul eder; organlarına günahlarını örtmesi emredilir; yeryüzü parçalarına da günahlarını örtmesi emredilir; amelleri yazan kâtiplere de yazdıkları şeyler unutturulur.”
Muaviye b. Veheb şöyle diyor: “İmam Sadık’ın şöyle buyurduğunu işittim: “Mümin kul halis bir şekilde tövbe edince; Allah onu sever, dünya ve ahirette günahlarını örter.” Ben (Muaviye b. Veheb) şöyle dedim: “Allah onun günahlarını nasıl örter?” İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Amel kâtiplerine yazdıkları günahları unutturulur. Böylece Allah’ı gördüğünde en küçük bir günahına şahitlik edecek herhangi bir şahit kalmaz.”
7- Kötü Amellerin Silinip Yerine İyiliklerin Geçmesi
Allah-u Teala lütuf, kerem ve ihsanıyla, kul tövbe ettikten sonra kötü amellerini silmekte ve yerine iyilikleri geçirmektedir. Nitekim Ebu Zer’in Resulullah’tan (s.a.a) naklettiği bir rivayette şöyle yer almıştır: “Kıyamet günü olduğunda bazı kimseler getirilir. Allah-u Teala kula küçük günahlarının sunulmasını ve büyük günahlarının örtülmesini emreder ve kula şöyle denir: “Sen falan gün bir küçük günah işledin.” Kul da o günahını itiraf eder. Ama kalbi büyük günahlardan dolayı korku ve titreme haleti içindedir. Burada Allah dilerse kula lütfeder ve her kötülüğünün yerine iyiliğin koyulmasını emreder. Kul şöyle arz eder: “Ey Rabbim! Benim bir takım büyük günahlarım da vardır, ama burada göremiyorum.”Ebu Zer şöyle diyor: “Bu esnada Peygamber (s.a.a) dişleri görünecek şekilde tebessüm etti ve daha sonra da şu ayeti tilavet buyurdu: “İşte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir.” -
8- Günahkâr Gencin İkrar ve İtirafı
Mensur b. Ammar şöyle diyor: “Bir gece evden dışarı çıktım. Bir evin kapısından geçince, içeriden bir gencin yalvarıp yakararak Allah’a şöyle arz ettiğini işittim: “Ey Allah’ım! Sana karşı günah ettiğim zaman muhalefet ve isyan amacı içinde olmadım. Nefsimin istekleri bana üstün geldi, şeytan beni aldattı, sonunda kendime zulmettim ve senin gazabına maruz kaldım.”Bu sözleri işitince başımı kapının arasına dayadım ve Kurân’dan şu ayeti okudum: “Ey iman edenler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun; onun yakıtı, insanlar ve taşlardır; görevlileri, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere baş kaldırmayan, kendilerine buyrulanları yerine getiren pek haşin meleklerdir.”
Bu ayeti okuduğum zaman o gencin feryadı yükseldi ve ben de o kapıdan geçip gittim.”
Ertesi sabah o kapıdan geçince, yaşlı bir kadının yalvarıp yakararak şöyle dediğini işittim:
“Benim bir çocuğum vardı ki geceleri Hak Teala’nın korkusundan ağlıyordu. Dün akşam yine münacat ettiğinde birisi geldi, kafasını kapının arasına dayadı, Hak Teala’nın azap ayetlerinden birini okudu. Bunun üzerine çocuğum feryat etti, şiddetle ağladı ve sonunda da ruhunu yaratıcıya teslim etti.”
Ben şöyle dedim: “Ey anne! O ayeti ben okudum ve çocuğunun ruhunun beka âlemine göçmesine ben sebep oldum. Eğer izin verirsen onu ben yıkayayım.” Anne şöyle dedi: “Evet, olur!”
Üzerinden kadife parçayı kaldırınca gencin boynunda bir parça bezin olduğunu gördüm, boynundaki bez parçasını açınca da yeşil hatla göğsüne şöyle yazıldığını gördüm: “Biz bu kulu tövbe suyuyla yıkadık.”
9- Yunus’un Kavmi
Yunus’un kavmi, Yunus’un kendilerini terk ettiğini ve başka bir diyara gittiğini anladıklarında ve azabın belirtilerini görüp azap ve yok oluş ve helak olacaklarına yakin ettikleri zaman, merhamet sahibi bir âlimin hidayetiyle yegâne çözümün merhamet sahibi ve günahları bağışlayan Allah’ın huzuruna acizlik, özür dileme, yalvarıp yakarma ve günahlarını itiraf etmekte olduğunu anladılar. Böyle bir halle büyük, küçük, yaşlı, genç, kadın ve erkek eski elbiselerini giyerek, yalın ayak çöllere düştüler, erkekler bir tarafa, kadınlar diğer bir tarafa, süt ile beslenen çocuklar da annesinin kucağından ayrılıp çölün bir köşesinde kala kaldılar. Hep birlikte ağlayıp yakararak tövbe etmeye başladılar. Öyle ki hatta hayvanları bile acı acı inlemeye başladı. Hak Teala’nın vahdaniyetine şehadette bulundular. Yürekler yakan aşk dolu bir münacata koyuldular. Tövbe ve pişmanlık içine girdiler, şirk ve isyandan vazgeçtiler ve onlardan bir grup şöyle dua etti:“Rabbimiz! Yunus bizlere, mükâfata müstahak olmamız için köleleri özgür kılmamızı istemişti; bizlere, nerede çaresiz bir kimse görürsek yardımına koşmamızı istemişti; biz de senin çaresiz kullarınız; senden başka feryadımıza ulaşacak kimse yoktur; o halde bize yardım et.”
Onların yalvarıp yakarmaları, içler acısı münacatı, merhamet sahibi yüce Allah’ın huzurunda kabul görünce, canlarının kurtuluş beraati nazil oldu, azap ve yıldırım dolu bulutlar başlarının üzerinden gitti, yerine rahmet ve lütuf bulutları geldi. Onların tümü tövbesi kabul olduğu için hoşnutluk ve sevinç içinde şehirlerine geri döndüler, kendi doğal işlerine koyuldular.
Hak Teala’ya teveccüh etmek, acizliğini ve kusurunu bildirmek, özür dilemek, pişman olmak, mağfiret dilemek, günahlarını itiraf etmek, tövbenin hakiki öğelerindendir. Gerçek sevgili olan Allah-u Teala’nın lütuf, rahmet, mağfiret ve bağışlama sebeplerindendir.
10- Ahmed Hozreveyh ve Hırsız
Hak Teaa’nın ahlakıyla ahlaklanan kimseler, herkese karşı o ahlak üzere davranırlar ve hakikatte onların ahlak ve davranışları, Hak Teala’nın ahlak ve davranışlarının bir örneği ve yansımasıdır. Rivayet edildiği üzere bir hırsız Ahmet Hozreveyh’in evine girdi. O evde çalmaya değecek bir şey bulamadı. Eli boş olarak, Ahmed’in evinden dışarı çıkmak isteyince, Ahmed’in büyüklük ve yüceliği hırsızın eli boş olarak evinden çıkmasına engel oldu ve ona şöyle seslendi: “Ey hırsız! Eli boş olarak evimden gitmene razı değilim. Kuyudan bir kova al, tövbe guslünü yap. Daha sonra abdest al, namaz kıl, tövbe ederek mağfiret dile. Böylece belki bir vesile ortaya çıkar da eli boş olarak evden çıkmamış olursun.” Şafak sökünce bir büyük şahıs Şeyh’e yüz eşrefi hediye etti. Şeyh o yüz eşrefiyi hırsıza verdi ve şöyle buyurdu: “Bu bir gece ibadet ve ihlâsının sadece zahiri mükâfatıdır. Hırsız öyle bir halete büründü ki bütün günahlarından tövbe etti ve Allah’a yöneldi.”
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)