31 Ocak 2016 Pazar

besmele görselleri ile ilgili görsel sonucu

YÜSUF SÜRESİ AYET 51
قَالَ مَا خَطْبُكُنَّ إِذْ رَاوَدتُّنَّ يُوسُفَ عَن نَّفْسِهِ قُلْنَ حَاشَ لِلّهِ مَا عَلِمْنَا عَلَيْهِ مِن سُوءٍ قَالَتِ امْرَأَةُ الْعَزِيزِ الآنَ حَصْحَصَ الْحَقُّ أَنَاْ رَاوَدتُّهُ عَن نَّفْسِهِ وَإِنَّهُ لَمِنَ الصَّادِقِينَ ﴿٥١﴾
Kâle mâ hatbukunne iz râvedtunne yûsufe an nefsihî, kulne hâşe lillâhi mâ alimnâ aleyhi min sûin, kâletimraetul azîzil âne hashasal hakku ene râvedtuhu an nefsihî ve innehu le mines sâdikîn(sâdikîne).
YÜSUF SÜRESİ AYET 52
ذَلِكَ لِيَعْلَمَ أَنِّي لَمْ أَخُنْهُ بِالْغَيْبِ وَأَنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي كَيْدَ الْخَائِنِينَ ﴿٥٢﴾
Zâlike li ya’leme ennî lem ehunhu bil gaybi ve ennallâhe lâ yehdî keydel hâinîn(hâinîne).
YÜSUF SÜRESİ AYET 53
وَمَا أُبَرِّئُ نَفْسِي إِنَّ النَّفْسَ لأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ إِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّيَ إِنَّ رَبِّي غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿٥٣﴾
Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûi illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
YÜSUF SÜRESİ AYET
54
 
وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُونِي بِهِ أَسْتَخْلِصْهُ لِنَفْسِي فَلَمَّا كَلَّمَهُ قَالَ إِنَّكَ الْيَوْمَ لَدَيْنَا مِكِينٌ أَمِينٌ ﴿٥٤﴾
Ve kâlel meliku’tûnî bihî estahlishu li nefsî, fe lemmâ kellemehu kâle innekel yevme ledeynâ mekînun emîn(emînun).
YÜSUF SÜRESİ AYET 55
قَالَ اجْعَلْنِي عَلَى خَزَآئِنِ الأَرْضِ إِنِّي حَفِيظٌ عَلِيمٌ ﴿٥٥﴾
Kâlec’alnî alâ hazâinil ard(ardı), innî hafîzun alîm(alîmun).
YÜSUF SÜRESİ AYET 51
KIRAL kadınlara yüsuf un (erkekliginden ) yararlanmaya kalkıştıgında maksadınız neydi dedi ALLAH yemin olsun ki biz onun hakkında bir kötülük bilmiyoruz dediler ulu kişinin hanımı şimdi gerçek ortaya çıktı evet ben onun kendisinden (erkekliginden ) yararlanmak istedim muhakkak o sözü dogru olanlardandır dedi
YÜSUF SÜRESİ AYET 52
(YÜSUF şöyle dedi) (ulu kişi) şunu bilsin ki ben gıyabında ona ihanet etmedim gerçekten ALLAH hainlerin hilesinibaşarıya ulaştırmaz
YÜSUF SÜRESİ AYET 53
BEN nefsimi temize çıkarmam çünkü nefis daima kötülük emretmektedir rabbimin merhamet ettigi bunun dışındadır çünkü rabbin çok bagışlayan çok acıyandır
YÜSUF SÜRESİ AYET 54
KRAL onu bana getirin onu kendime tahsiz edeyim dedi onunla konuştugunda sen bugün yanımızda bir makam mevki sahibi güvenilir birisin dedi
YÜSUF SÜRESİ AYET 55
BENİ yer yüzünün hazineleriyle görevlendir çünkü ben iyi korur iyi bilirim dedi
 
 

28 Ocak 2016 Perşembe

besmele görselleri ile ilgili görsel sonucu


YÜSUF SÜRESİ AYET 46
يُوسُفُ أَيُّهَا الصِّدِّيقُ أَفْتِنَا فِي سَبْعِ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعِ سُنبُلاَتٍ خُضْرٍ وَأُخَرَ يَابِسَاتٍ لَّعَلِّي أَرْجِعُ إِلَى النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَعْلَمُونَ ﴿٤٦﴾
Yûsufu eyyuhâs sıddîku eftinâ fî seb’ı bakarâtin simânin ye’kuluhunne seb’un icâfun ve seb’ı sunbulâtin hudrin ve uhare yâbisâtin, leallî erciu ilân nâsi leallehum ya’lemûn(ya’lemûne).
 
YÜSUF SÜRESİ AYET 47
قَالَ تَزْرَعُونَ سَبْعَ سِنِينَ دَأَبًا فَمَا حَصَدتُّمْ فَذَرُوهُ فِي سُنبُلِهِ إِلاَّ قَلِيلاً مِّمَّا تَأْكُلُونَ ﴿٤٧﴾
Kâle tezraûne seb’a sinîne deebâ(deeben), fe mâ hasadtum fe zerûhu fî sunbulihî illâ kalîlen mimmâ te’kulûn(te’kulûne).
YÜSUF SÜRESİ AYET 48
ثُمَّ يَأْتِي مِن بَعْدِ ذَلِكَ سَبْعٌ شِدَادٌ يَأْكُلْنَ مَا قَدَّمْتُمْ لَهُنَّ إِلاَّ قَلِيلاً مِّمَّا تُحْصِنُونَ ﴿٤٨﴾
Summe ye’tî min ba’di zâlike seb’un şidâdun ye’kulne mâ kaddemtum lehunne illâ kalîlen mimmâ tuhsinûn(tuhsinûne).
YÜSUF SÜRESİ AYET 49
ثُمَّ يَأْتِي مِن بَعْدِ ذَلِكَ عَامٌ فِيهِ يُغَاثُ النَّاسُ وَفِيهِ يَعْصِرُونَ ﴿٤٩﴾
Summe ye’tî min ba’di zâlike âmun fîhi yugâsun nâsu ve fîhi ya’sırûn(ya’sırûne).
YÜSUF SÜRESİ AYET 50
وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُونِي بِهِ فَلَمَّا جَاءهُ الرَّسُولُ قَالَ ارْجِعْ إِلَى رَبِّكَ فَاسْأَلْهُ مَا بَالُ النِّسْوَةِ اللاَّتِي قَطَّعْنَ أَيْدِيَهُنَّ إِنَّ رَبِّي بِكَيْدِهِنَّ عَلِيمٌ ﴿٥٠﴾
Ve kâlel meliku’tûnî bihî, fe lemmâ câehur resûlu kâlerci’ ilâ rabbike fes’elhu mâ bâlun nisvetillâtî katta’ne eydiyehunn(eydiyehunne), inne rabbî bi keydihinne alîm(alîmun).
YÜSUF SÜRESİ AYET 46
YÜSUF ey sadık dost içinden yedi semiz inegin yedigi bir de yedi yeşil başakla diger kuru başagın bulugundugu rünyayı bize tabir et umulur ki ben insanlara (ikna edici bir cevapla ) dönerim de senin degerini ) bilirler
YÜSUF SÜRESİ AYET  47
ŞÖYLE dedi arka arkaya yedi yıl ekeceksiniz biraz yiyeceksiniz biraz yiyeceginden başka biçtiklerinizi başagından bırakınız
YÜSUF SÜRESİ AYET 48
SONRA onun ardından yedi kurak yıl gelecek biraz saklayacagınız dışında önce biriktirdiklerinizi yiyip götürecek
YÜSUF SÜRESİ AYET 49
SONRA onun arkasından halkın sıkıntıdan kurtulacagı bir yıl gelecek ( elde ettikleri ürünleri ) sıkacaklar
 YÜSUF SÜRESİ AYET 50
BUNU duyan kral onu bana getirin dedi elçi ona gelince efendine dön de ellerini kesen kadınların maksatlarının ne oldugunu ona sor bakalım şüphesiz rabbin onların hilelerini çok iyi bilendir dedi
 
 

27 Ocak 2016 Çarşamba

BÜTÜN KAİNAT  ŞAHİTTİR  Kİ

İNSANLIK TARİHİNİN EN BÜYÜK


İNKİLAPCISI VE TÜM ÇAGLARA

HİTAP EDEN EN BÜYÜK LİDER

HZ RETİ MUHAMMED

S A V  OLMUŞTUR

ŞABAN KÖPRÜBAŞI

26 Ocak 2016 Salı

besmele görselleri ile ilgili görsel sonucu

YÜSUF SÜRESİAYET 41
يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ أَمَّا أَحَدُكُمَا فَيَسْقِي رَبَّهُ خَمْرًا وَأَمَّا الآخَرُ فَيُصْلَبُ فَتَأْكُلُ الطَّيْرُ مِن رَّأْسِهِ قُضِيَ الأَمْرُ الَّذِي فِيهِ تَسْتَفْتِيَانِ
Yâ sâhıbeyis sicni emmâ ehadukumâ fe yeskî rabbehu hamrâ(hamren), ve emmâl âharu fe yuslebu fe te’kulut tayru min ra’sihî, kudiyel emrullezî fîhi testeftiyâni.
YÜSUF SÜRESİ AYET 42
وَقَالَ لِلَّذِي ظَنَّ أَنَّهُ نَاجٍ مِّنْهُمَا اذْكُرْنِي عِندَ رَبِّكَ فَأَنسَاهُ الشَّيْطَانُ ذِكْرَ رَبِّهِ فَلَبِثَ فِي السِّجْنِ بِضْعَ سِنِينَ
Ve kâle lillezî zanne ennehu nâcin minhumâzkurnî inde rabbike fe ensâhuş şeytânu zikre rabbihî fe lebise fîs sicni bid’a sinîn(sinîne).
YÜSUF SÜRESİ AYET 43
وَقَالَ الْمَلِكُ إِنِّي أَرَى سَبْعَ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعَ سُنبُلاَتٍ خُضْرٍ وَأُخَرَ يَابِسَاتٍ يَا أَيُّهَا الْمَلأُ أَفْتُونِي فِي رُؤْيَايَ إِن كُنتُمْ لِلرُّؤْيَا تَعْبُرُونَ
Ve kâlel meliku innî erâ seb’a bakarâtin simânin ye’kuluhunne seb’un icâfun ve seb’a sunbulâtin hudrin ve uhara yâbisât (yâbisâtin), yâ eyyuhâl meleu eftûnî fî ru’yâye in kuntum lir ru’yâ ta’burûn(ta’burûne).
YÜSUF SÜRESİ AYET 44
قَالُواْ أَضْغَاثُ أَحْلاَمٍ وَمَا نَحْنُ بِتَأْوِيلِ الأَحْلاَمِ بِعَالِمِينَ
Kâlû adgâsu ahlâm(ahlâmin), ve mâ nahnu bi te’vîlil ahlâmi bi âlimîn(âlimîne).
YÜSUF SÜRESİ AYET 45
وَقَالَ الَّذِي نَجَا مِنْهُمَا وَادَّكَرَ بَعْدَ أُمَّةٍ أَنَاْ أُنَبِّئُكُم بِتَأْوِيلِهِ فَأَرْسِلُونِ
Ve kâlellezî necâ minhumâ veddekere ba’de ummetin ene unebbiukum bi te’vîlihî fe ersilûni.
YÜSUF SÜRESİ AYET 41
EY benim hapisane arkadaşlarım gelelim rünyalarınıza sizden biriniz efendisine şarap sunacak digeri ise asılacak kuşlar başından yiyecek işte açıklamasını istediginiz konu halloldu
YÜSUF SÜRESİ AYET 42
BUNLARDAN kurtulacagını sannettigine efendinin yanında benden bahset dedi şeytan ona efendisinin yanında yüsuf tan bahsetmeyi unutturdu o da yıllarca hapisanede kaldı
YÜSUF SÜRESİ AYET 43
KRAL bir gün şöyle dedi ben rünyamda yedi semiz inegi yedi zayıf inegin  yedigini bir de yedi yeşil başakla diger yedi kuru başak görüyorum ey ileri gelenler eger siz rünya tabir ediyorsanız bana bu rünyayı tabir edin dedi
YÜSUF SÜRESİ AYET 44
BUNLAR karma karışık hayallerdir biz hayalleri tabirini bilemeyiz dediler
YÜSUF SÜRESİ AYET 45
O iki sinden hapsanede kurtulmuş olan nice zaman sonra ( yüsuf u ) hatırladı ve ben size onun tabirini haber vereyim beni hemen gönderin dedi
 
 

25 Ocak 2016 Pazartesi

besmele görselleri ile ilgili görsel sonucu

yüsuf süresi ayet 36
وَدَخَلَ مَعَهُ السِّجْنَ فَتَيَانَ قَالَ أَحَدُهُمَآ إِنِّي أَرَانِي أَعْصِرُ خَمْرًا وَقَالَ الآخَرُ إِنِّي أَرَانِي أَحْمِلُ فَوْقَ رَأْسِي خُبْزًا تَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْهُ نَبِّئْنَا بِتَأْوِيلِهِ إِنَّا نَرَاكَ مِنَ الْمُحْسِنِينَ
Ve dehale meahus sicne feteyâni, kâle ehaduhumâ innî erânî a’sıru hamrâ(hamren), ve kâlel âharu innî erânî ahmilu fevka ra’sî hubzen te’kulut tayru minhu, nebbi’nâ bi te’vîlihî, innâ nerâke minel muhsinîn(muhsinîne).
YÜSUF SÜRESİ AYET 37
قَالَ لاَ يَأْتِيكُمَا طَعَامٌ تُرْزَقَانِهِ إِلاَّ نَبَّأْتُكُمَا بِتَأْوِيلِهِ قَبْلَ أَن يَأْتِيكُمَا ذَلِكُمَا مِمَّا عَلَّمَنِي رَبِّي إِنِّي تَرَكْتُ مِلَّةَ قَوْمٍ لاَّ يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَهُم بِالآخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ
Kâle lâ ye’tikumâ taâmun turzekânihî illâ nebbe’tukumâ bi te’vîlihî kable en ye’tiyekumâ, zâlikumâ mimmâ allemenî rabbî, innî teraktu millete kavmin lâ yu’minûne billâhi ve hum bil âhiratihum kâfirûn(kâfirûne).
YÜSUF SÜRESİ AYET  38
وَاتَّبَعْتُ مِلَّةَ آبَآئِي إِبْرَاهِيمَ وَإِسْحَقَ وَيَعْقُوبَ مَا كَانَ لَنَا أَن نُّشْرِكَ بِاللّهِ مِن شَيْءٍ ذَلِكَ مِن فَضْلِ اللّهِ عَلَيْنَا وَعَلَى النَّاسِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَشْكُرُونَ
Vetteba’tu millete âbâî ibrâhîme ve ishâka ve ya’kûb(ya’kûbe), mâ kâne lenâ en nuşrike billâhi min şey’in, zâlike min fadlillâhi aleynâ ve alân nâsi ve lâkinne ekseren nâsi lâ yeşkurûn(yeşkurûne).
YÜSUF SÜRESİ AYET 39
يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ أَأَرْبَابٌ مُّتَفَرِّقُونَ خَيْرٌ أَمِ اللّهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ
Yâ sâhibeyis sicni e erbâbun muteferrikûne hayrun emillâhul vâhıdul kahhâr(kahhâru).
YÜSUF SÜRE 40
مَا تَعْبُدُونَ مِن دُونِهِ إِلاَّ أَسْمَاء سَمَّيْتُمُوهَا أَنتُمْ وَآبَآؤُكُم مَّا أَنزَلَ اللّهُ بِهَا مِن سُلْطَانٍ إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ أَمَرَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ
Mâ ta’budûne min dûnihî illâ esmâen semmeytumûhâ entum ve âbâukum mâ enzelallâhu bihâ min sultân(sultânin), inil hukmu illâ lillâh(lillâhi), emere ellâ ta’budû illâ iyyâhu, zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
YÜSUF SÜRESİ AYET 36
ONUNLA beraber hapsaneye iki delikanlı daha girmiş biri ben rünyamda kendimi şarap sıkarken görüyorum dedidigeri de ben ise rünyamda kendimi başımın üstünde ekmek götürdügüm görüyorum ondan kuşlar yiyor dedi bize bunun tabirini haber ver çünkü biz seni iyi ve güzel insanlardan biri olarak görüyoruz dediler
YÜSUF SÜRESİ AYET 37
SİZE yiyeceginiz yemek gelecek o size gelmeden önce ben bunun tabirini sizehaber vereyim bu bana rabbimin ögrettiklerindendir çünküben ALLAH ainanmayan toplulugun dinini terkettim onlaravarya işte onlar ahireti daima inkaredenlerdir dedi
YÜSUF SÜRESİ AYET 38
ATALARIM ibrahim ishak ve yaküb un dinine uydum bizim ALLAH a hiçbir şeyi ortak koşmamız söz konusu olamaz bu bize ve insanlara ALLAH ın ihsan ve ikramıdır ancak insanların çogu şükretmezler
YÜSUF SÜRESİ AYET 39
EY benim hapishane arkadaşlarım ayrı ayrı bir çok tanrı mı daha iyidir yoksa tek şeye egemen olan ALLAH mı
YÜSUF SÜRESİ AYET 40
SİZİN onu bırakıp da taptıklarınız ancak sizin ve atalarınızın (tanrı diye ) adlandırdıgı bazı isimlerden ibarettir ALLAH onların tanrı oldukları hakkında bir delil indirmemiştir hüküm ancak ALLAH ındır o size kendisinden başkasına tapmamanızı emretmiştirdogru ve saglam din budur ancak insanların çogu bilmezler
 
besmele görselleri ile ilgili görsel sonucu
YÜSUF SÜRESİ AYET 31

فَلَمَّا سَمِعَتْ بِمَكْرِهِنَّ أَرْسَلَتْ إِلَيْهِنَّ وَأَعْتَدَتْ لَهُنَّ مُتَّكَأً وَآتَتْ كُلَّ وَاحِدَةٍ مِّنْهُنَّ سِكِّينًا وَقَالَتِ اخْرُجْ عَلَيْهِنَّ فَلَمَّا رَأَيْنَهُ أَكْبَرْنَهُ وَقَطَّعْنَ أَيْدِيَهُنَّ وَقُلْنَ حَاشَ لِلّهِ مَا هَذَا بَشَرًا إِنْ هَذَا إِلاَّ مَلَكٌ كَرِيمٌ
Fe lemmâ semiat bi mekrihinne erselet ileyhinne ve a’tedet lehunne muttekeen ve âtet kulle vâhidetin minhunne sikkînen ve kâletihruc aleyhinn(aleyhinne), fe lemmâ raeynehû ekbernehu ve katta’ne eydiyehunne ve kulne hâşe lillâhi mâ hâzâ beşerâ(beşeren),in hâzâ illâ melekun kerîm(kerîmun).
 
YÜSUF SÜRESİ AYET 32
قَالَتْ فَذَلِكُنَّ الَّذِي لُمْتُنَّنِي فِيهِ وَلَقَدْ رَاوَدتُّهُ عَن نَّفْسِهِ فَاسَتَعْصَمَ وَلَئِن لَّمْ يَفْعَلْ مَا آمُرُهُ لَيُسْجَنَنَّ وَلَيَكُونًا مِّنَ الصَّاغِرِينَ
Kâlet fe zâlikunnellezî lumtunnenî fîhi, ve lekad râvedtuhu an nefsihî festa’sam(festa’same), ve le in lem yef’al mâ âmuruhu le yuscenenne ve le yekûnen mines sâgırîn(sâgırîne).
YÜSUF SÜRESİAYET 33
 
قَالَ رَبِّ السِّجْنُ أَحَبُّ إِلَيَّ مِمَّا يَدْعُونَنِي إِلَيْهِ وَإِلاَّ تَصْرِفْ عَنِّي كَيْدَهُنَّ أَصْبُ إِلَيْهِنَّ وَأَكُن مِّنَ الْجَاهِلِينَ
Kâle rabbis sicnu ehabbu ileyye mimmâ yed’ûnenî ileyhi, ve illâ tasrif annî keydehunne asbu ileyhinne ve ekun minel câhilîn(câhilîne).
YÜSUF SÜRESİ AYET 34
فَاسْتَجَابَ لَهُ رَبُّهُ فَصَرَفَ عَنْهُ كَيْدَهُنَّ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Festecâbe lehu rabbuhu fe sarafe anhu keydehunn(keydehunne), innehu huves semîul alîm(alîmu).
O zaman Rabbi ona icabet etti. Böylece onların hilesini ondan uzaklaştırdı. Muhakkkak ki O, en iyi işiten ve en iyi bilendir.
                                                                          YÜSUF SÜRESİ AYET 35
 
ثُمَّ بَدَا لَهُم مِّن بَعْدِ مَا رَأَوُاْ الآيَاتِ لَيَسْجُنُنَّهُ حَتَّى حِينٍ
Summe bedâlehum min ba’di mâ raevul âyâti le yescununnehu hattâ hîn(hînin).
YÜSUF SÜRESİ AYET 31
KADIN olanların bu gizliden gizliye dedikodularını duyunca onlara bir davetci gönderdi onlara dayalı döşeli bir sofra hazırladı onlardan her birine birer bıçak verdi delikanlıya haydi onların yanına gir dedi onu görü  görmez hepsi onu büyüttüler şaşırıp kaldılar ellerini dogradılar ve ALLAH a yemin olsun ki bu bir insan degil bu ancak degerli bir melek olabilir dediler
YÜSUF SÜRESİ AYET 32
 BU  gördügünüz delikanlı benim halkımdan kınayıp eleştirdiginiz benim kendisinin (erkekliginden ) yararlanmak isteyip de onun kendisini korudugu kişi eger o benim emrimi yapmazsa kesinlikle hapse
atılacak ve aşagılanmışlardan olacak dedi
YÜSUF SÜRESİ AYET 33
EY rabbim hapishane bana onların beni davet ettikleri fiilden daha sevimlidir  eger onların tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan ben onların sevdasına düşer cahillerden olurum dedi
YÜSUF SÜRESİ AYET 34
BUNUN üzerine rabbin onun duasını kabul etti onların tuzaklarını kendisinden uzaklaştırdı şüphesiz o her şeyi işiten her şeyi bilendir
YÜSUF SÜRESİ AYET 35
SONRA bu kadar deliller gördükleri halde onlara şu düşünce galip geldi onu bir süre hapishaneye atsınlar
besmele görselleri ile ilgili görsel sonucu
YÜSUF SÜRESİ AYET 26
قَالَ هِيَ رَاوَدَتْنِي عَن نَّفْسِي وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِّنْ أَهْلِهَا إِن كَانَ قَمِيصُهُ قُدَّ مِن قُبُلٍ فَصَدَقَتْ وَهُوَ مِنَ الكَاذِبِينَ
Kâle hiye râvedetnî an nefsî ve şehide şâhidun min ehlihâ, in kâne kamîsuhu kudde min kubulin fe sadakat ve huve minel kâzibîn(kâzibîne).
YÜSUF SÜRESİ AYET 27
وَإِنْ كَانَ قَمِيصُهُ قُدَّ مِن دُبُرٍ فَكَذَبَتْ وَهُوَ مِن الصَّادِقِينَ
Ve in kâne kamîsuhu kudde min duburin fe kezebet ve huve mines sâdikîn(sâdikîne).
YÜSUF SÜRESİ AYET 28
فَلَمَّا رَأَى قَمِيصَهُ قُدَّ مِن دُبُرٍ قَالَ إِنَّهُ مِن كَيْدِكُنَّ إِنَّ كَيْدَكُنَّ عَظِيمٌ
Fe lemmâ raâ kamîsahu kudde min duburin kâle innehu min keydikun(kunne), inne keydekunne azîm(azîmun).
YÜSUF SÜRESİ AYET 29
يُوسُفُ أَعْرِضْ عَنْ هَذَا وَاسْتَغْفِرِي لِذَنبِكِ إِنَّكِ كُنتِ مِنَ الْخَاطِئِينَ
Yûsufu a’rıd an hâzâ vestagfirî li zenbiki, inneki kunti minel hâtıîn(hâtıîne).
YÜSUF SÜRESİ AYET 30
وَقَالَ نِسْوَةٌ فِي الْمَدِينَةِ امْرَأَةُ الْعَزِيزِ تُرَاوِدُ فَتَاهَا عَن نَّفْسِهِ قَدْ شَغَفَهَا حُبًّا إِنَّا لَنَرَاهَا فِي ضَلاَلٍ مُّبِينٍ
Ve kâle nisvetun fîl medînetimraetul azîzi turâvidu fetâhâ an nefsihî, kad şegafehâ hubbâ(hubben), innâ le nerâhâ fî dalâlin mubîn(mubînin).
YÜSUF SÜRESİ AYET 26
YÜSUF o kendisi benim ( erkekligimden ) yararlanmak istedi dedi kadının akrabasından bir şahit de şöyle  tanıklık etti eger onun gömlegi ön taraftan yırtılmış ise kadın dogru söylemiş o yalancılardandır
YÜSUF SÜRESİ AYET 27
YOK eger gömlegi arka taraftan yırtılmış ise kadın yalan söylemiş bu ise dogru söyleyenlerdendir
YÜSUF SÜRESİ AYET 28
GÖMLEGİN arka taraftan yırtıldıgını gördügünde anlaşıldı bu siz kadınların hilelerinden biri şüphesiz sizin hileniz çok büyüktür dedi
YÜSUF SÜRESİ AYET 29
( ADAM ) yüsuf sakın bundan (kimseye) bahsetme sen de kadın günahın tövbe istigfar et çünkü sen büyük günahkarlardan oldun dedi
YÜSUF SÜRESİ AYET 30
ŞEHİRDE bazı kadınlar ulu kişinin hanımı delikanlının kendisinden erkekliginden yararlanmak
istemiş ona olan aşkından yüreginin zarı çatlamış karı besbelli çıldırmış dediler

24 Ocak 2016 Pazar

besmele görselleri ile ilgili görsel sonucu

YÜSUF SÜRESİ AYET 16
وَجَاؤُواْ أَبَاهُمْ عِشَاء يَبْكُونَ
Ve câû ebâhum işâen yebkûn(yebkûne).
YÜSUF SÜRESİ AYET 17
قَالُواْ يَا أَبَانَا إِنَّا ذَهَبْنَا نَسْتَبِقُ وَتَرَكْنَا يُوسُفَ عِندَ مَتَاعِنَا فَأَكَلَهُ الذِّئْبُ وَمَا أَنتَ بِمُؤْمِنٍ لِّنَا وَلَوْ كُنَّا صَادِقِينَ
Kâlû yâ ebânâ innâ zehebnâ nestebiku ve tereknâ yûsufe inde metâınâ fe ekelehuz zi’bu, ve mâ ente bi mu’minin lenâ ve lev kunnâ sâdikîn(sâdikîne).
 
YÜSÜF SÜRESİ AYET 18
وَجَآؤُوا عَلَى قَمِيصِهِ بِدَمٍ كَذِبٍ قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ أَنفُسُكُمْ أَمْرًا فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ
Ve câû alâ kamîsıhî bi demin kezib(kezibin), kâle bel sevvelet lekum enfusukum emrâ(emren), fe sabrun cemîl(cemîlun), vallâhul musteânu alâ mâ tasıfûn(tasıfûne).
 
YÜSUF SÜRESİ AYET 19
وَجَاءتْ سَيَّارَةٌ فَأَرْسَلُواْ وَارِدَهُمْ فَأَدْلَى دَلْوَهُ قَالَ يَا بُشْرَى هَذَا غُلاَمٌ وَأَسَرُّوهُ بِضَاعَةً وَاللّهُ عَلِيمٌ بِمَا يَعْمَلُونَ
Ve câet seyyâratun fe erselû vâridehum fe adlâ delvehu, kâle yâ buşrâ hâzâ gulâm(gulâmun), ve eserrûhu bidâaten, vallâhu alîmun bi mâ ya’melûn(ya’melûne).
 
YÜSUF SÜRESİ AYET 20
وَشَرَوْهُ بِثَمَنٍ بَخْسٍ دَرَاهِمَ مَعْدُودَةٍ وَكَانُواْ فِيهِ مِنَ الزَّاهِدِينَ
Ve şerevhu bi semenin bahsin derâhime ma’dûdetin, ve kânû fîhi minez zâhidîn(zâhidîne).
YÜSUF SÜRESİ AYET 21
وَقَالَ الَّذِي اشْتَرَاهُ مِن مِّصْرَ لاِمْرَأَتِهِ أَكْرِمِي مَثْوَاهُ عَسَى أَن يَنفَعَنَا أَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا وَكَذَلِكَ مَكَّنِّا لِيُوسُفَ فِي الأَرْضِ وَلِنُعَلِّمَهُ مِن تَأْوِيلِ الأَحَادِيثِ وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ
Ve kâlellezîşterâhu min mısra limraetihî ekrimî mesvâhu asâ en yenfeanâ ev nettehizehu veledâ(veleden), ve kezâlike mekkennâ li yûsufe fîl ardı ve li nuallimehu min te’vîlil ehâdîs(ehâdîsi), vallâhu gâlibun alâ emrihî ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemun(ya’lemune).
YÜSUF SÜRESİ AYET 22
وَلَمَّا بَلَغَ أَشُدَّهُ آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ
Ve lemmâ belega eşuddehû âteynâhu hukmen ve ilmâ(ilmen), ve kezâlike neczîl muhsinîn(muhsinîne)."
YÜSUF SÜRESİ AYET 23
وَرَاوَدَتْهُ الَّتِي هُوَ فِي بَيْتِهَا عَن نَّفْسِهِ وَغَلَّقَتِ الأَبْوَابَ وَقَالَتْ هَيْتَ لَكَ قَالَ مَعَاذَ اللّهِ إِنَّهُ رَبِّي أَحْسَنَ مَثْوَايَ إِنَّهُ لاَ يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
Ve râvedethulletî huve fî beytihâ an nefsihî ve gallekatil ebvâbe ve kâlet heyte leke, kâle maâzallâhi innehu rabbî ahsene mesvây(mesvâye), innehu lâ yuflihuz zâlimûn(zâlimûne).
YÜSUF SÜRESİ AYET 24
وَلَقَدْ هَمَّتْ بِهِ وَهَمَّ بِهَا لَوْلا أَن رَّأَى بُرْهَانَ رَبِّهِ كَذَلِكَ لِنَصْرِفَ عَنْهُ السُّوءَ وَالْفَحْشَاء إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُخْلَصِينَ
Ve lekad hemmet bihî ve hemme bihâ, lev lâ en raâ burhâne rabbihi, kezâlike li nasrife anhus sûe vel fahşâe, innehu min ibâdinâl muhlesîn(muhlesîne).
 
YÜSUF SÜRESİ AYET 25
وَاسُتَبَقَا الْبَابَ وَقَدَّتْ قَمِيصَهُ مِن دُبُرٍ وَأَلْفَيَا سَيِّدَهَا لَدَى الْبَابِ قَالَتْ مَا جَزَاء مَنْ أَرَادَ بِأَهْلِكَ سُوَءًا إِلاَّ أَن يُسْجَنَ أَوْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Vestebekâl bâbe ve kaddet kamîsahu min duburin ve elfeyâ seyyidehâ ledâl bâb(bâbi), kâlet mâ cezâu men erâde bi ehlike sûen illâ en yuscene ev azâbun elîm(elîmun).
 
YÜSUF SÜRESİ AYET 16
AKŞAMLEYİN aglayarak babalarına geldiler
YÜSUF SÜRESİ AYET 17
EY babamız biz gittik yarış yapıyorduk yüsuf u eşalarımızın başında bırakmıştık bir de baktık ki onu kurt yemiş şimdi biz dogruda söylesek sen bize inanmasın dediler
YÜSUF SÜRESİ AYET 18
YÜSUF UN gömleyinin üzerine yalandan bir kan sürüp getirdiler (yaküb ) hayır nefisleriniz sizi aldatmış başka bir işe sevk etmiş ( bana düşen ) güzelce sabretmektir sizin söylediklerinize karşı yardımına sıgınılacak yegane varlık ALLAH tır
YÜSUF SÜRESİ AYET 19
BİR kervan gelmiş sucularını göndermişlerdi sucu gidip kovasını saldı müjde bu bir çocuk dedi
tuttular onu bir ticaret malı gibi satmak için gizlediler ALLAH onların yapacaklarını biliyordu
YÜSUF SÜRESİ AYET 20
ONU degesiz bir parayla birkaç dirheme sattılar ona bir deger vermiyorlardı
YÜSUF SÜRESİ AYET 21
MISIR dan satın alan hanımına şöyle dedi buna güzel bak umulur ki bize yararı dokunur yahut onu çocuk ediniriz işte biz yüsuf u böylece orada yerleştirdik bunu ona olayların yorumlarını ögretelim ( diye yaptık ) ALLAH işine hakimdir ancak insanların çogu bilmezler
YÜSUF SÜRESİ AYET 22
ERGENLİK ulaştıgında biz ona hikmet ve ilim verdik biz iyi ve güzel davrananları işte böyle ödüllendiririz
YÜSUF SÜRESİ AYET 23
EVİNDE bulundugu hanım onu ( erkekliginden ) yararlanmak istedi kapıları kilitledi haydi ben seninim  dedi yüsuf ( ben günah işlemekten) ALLAH a sıgınırım şüphesiz  o (senin kocan ) benim efendimdir bana güzel baktı gerçek şu ki zalimler kurtuluşa ulşamazlar  dedi
YÜSUF SÜRESİ AYET 24
KADIN ciden onunla birlikte olmayı arzu etmişti o da onu arzulamıştı rabbiniz uyarısını görmemiş olsaydı (olanlar olacaktı) ondan kötülügü ve fuhşu uzaklaştıralım diye böyle oldu şüphesiz o bizim ihlasa ulaşmış kullarımızdandı
YÜSUF SÜRESİ AYET 25
İKİSİ BİRDEN  kapıya dogru koştular kadın onun gömlegini arkasından yırttı kapının yanında kadının beyine rastladılar  kadın senin hanımına kötülük yapmak isteyenin  cezası hapse atılmaktan veya acı veren bir azaptan başka nedir dedi

22 Ocak 2016 Cuma

Yahudi bilgini,ibni selam der ki;peygamberimizi ilk gördüğümde şöyle diyordu:Selami yayın,yemek yedirin,akrabayı arayın,namazı kılın.



Dünya'da ve ahirette izzetin ve zilletin belirleyici vasfı her zaman Hz.Muhammed-sav-olmuştur.O'na salât ve selam olsun



Kendini bilen Rabbini bilir...Rabbini bilen eliyle,diliyle,kalbiyle kimseyi incitmeyeceğini de bilir.


Güçlü ile zayıfa;adaletinde,meclisinde,gülümsemende eşit davran.Öyle ki,zengin şımarmasın,fakir ezilmesin.insanları eşitle.( Hz.Ömer)


Ebû Mesud der ki;bir gün hizmetçime vurdum.Birden Resulullah(as)in sesini duydum:Ebu Mesud!Elini indir.Allahın gücü de sana yeter.diyordu
besmele görselleri ile ilgili görsel sonucu

YÜSUF SÜRESİ AYET 12
أَرْسِلْهُ مَعَنَا غَدًا يَرْتَعْ وَيَلْعَبْ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
Ersilhu meanâ gaden yerta’ ve yel’ab ve innâ lehu le hâfizûn(le hâfizûne).
YÜSUF SÜRESİ AYET 13
قَالَ إِنِّي لَيَحْزُنُنِي أَن تَذْهَبُواْ بِهِ وَأَخَافُ أَن يَأْكُلَهُ الذِّئْبُ وَأَنتُمْ عَنْهُ غَافِلُونَ
Kâle innî le yahzununî en tezhebû bihî ve ehâfu en ye’kulehuz zi’bu ve entum anhu gâfilûn(gâfilûne).
YÜSUF SÜRESİ AYET 14
قَالُواْ لَئِنْ أَكَلَهُ الذِّئْبُ وَنَحْنُ عُصْبَةٌ إِنَّا إِذًا لَّخَاسِرُونَ
Kâlû le in ekelehuz zi’bu ve nahnu usbetun innâ izen le hâsirûn(le hâsirûne).
YÜSUF SÜRESİ AYET 15
فَلَمَّا ذَهَبُواْ بِهِ وَأَجْمَعُواْ أَن يَجْعَلُوهُ فِي غَيَابَةِ الْجُبِّ وَأَوْحَيْنَآ إِلَيْهِ لَتُنَبِّئَنَّهُم بِأَمْرِهِمْ هَذَا وَهُمْ لاَ يَشْعُرُونَ
Fe lemmâ zehebû bihî ve ecmeû en yec’alûhu fî gayâbetil cubb(cubbi), ve evhaynâ ileyhi le tunebbiennehum bi emrihim hâzâ ve hum lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
YÜSUF SÜRESİ AYET 12
ONU YARIN bizimle beraber gönder gezsin oynasın şüphesiz biz onu koruyup gözeteriz
YÜSUF SÜRESİ AYET 13
ONU götürmeniz beni üzer sizin haberiniz olmadan ben kurdun onu yemesinden korkuyorum dedi
YÜSUF SÜRESİ AYET 14
BİZ böyle güçlü kuvvetli bir toplulukken onu kurtyerse o zaman biz kaybedenlerden oluruz dediler
YÜSUF SÜRESİ AYET 15
ONU götürdüklerinde kuyunun dibine koymaya karar verdiler biz de ona şöyle vahiy ettik yemin olsun ki sen onlara hiç farkında degilerken bu işlerini haber vereceksin
 

21 Ocak 2016 Perşembe

besmele görselleri ile ilgili görsel sonucu

YÜSUF SÜRESİ AYET 6
وَكَذَلِكَ يَجْتَبِيكَ رَبُّكَ وَيُعَلِّمُكَ مِن تَأْوِيلِ الأَحَادِيثِ وَيُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَعَلَى آلِ يَعْقُوبَ كَمَا أَتَمَّهَا عَلَى أَبَوَيْكَ مِن قَبْلُ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْحَقَ إِنَّ رَبَّكَ عَلِيمٌ حَكِيمٌ
Ve kezâlike yectebîke rabbuke ve yuallimuke min te’vîlil ehâdîsi, ve yutimmu ni’metehu aleyke ve alâ âli ya’kûbe kemâ etemmehâ alâ ebeveyke min kablu ibrâhîme ve ishâk(ishâke), inne rabbeke alîmun hakîm(hakîmun).
yüsuf süresi ayet 7
لَّقَدْ كَانَ فِي يُوسُفَ وَإِخْوَتِهِ آيَاتٌ لِّلسَّائِلِينَ
Lekad kâne fî yûsufe ve ihvetihî âyâtun lis sâilîn(sâilîne).
Andolsun ki; Yusuf ve kardeşlerinde, soranlar için âyetler (dersler) vardır.
yüsuf süresi ayet 8
 
إِذْ قَالُواْ لَيُوسُفُ وَأَخُوهُ أَحَبُّ إِلَى أَبِينَا مِنَّا وَنَحْنُ عُصْبَةٌ إِنَّ أَبَانَا لَفِي ضَلاَلٍ مُّبِينٍ
İz kâlû le yûsufu ve ahûhu ehabbu ilâ ebînâ minnâ ve nahnu usbetun, inne ebânâ le fî dalâlin mubîn(mubînin).
yüsuf süresi ayet 9
اقْتُلُواْ يُوسُفَ أَوِ اطْرَحُوهُ أَرْضًا يَخْلُ لَكُمْ وَجْهُ أَبِيكُمْ وَتَكُونُواْ مِن بَعْدِهِ قَوْمًا صَالِحِينَ
Uktulû yûsufe evitrahûhu ardan yahlu lekum vechu ebîkum ve tekûnû min ba’dihî kavmen sâlihîn(sâlihîne).
YÜSUF SÜRESİ AYET 10
قَالَ قَآئِلٌ مَّنْهُمْ لاَ تَقْتُلُواْ يُوسُفَ وَأَلْقُوهُ فِي غَيَابَةِ الْجُبِّ يَلْتَقِطْهُ بَعْضُ السَّيَّارَةِ إِن كُنتُمْ فَاعِلِينَ
Kâle kâilun minhum lâ taktulû yûsufe ve elkûhu fî gayâbetil cubbi yeltekıthu ba’dus seyyârati in kuntum fâilîn(fâilîne).
YÜSUF SÜRESİ AYET 11
قَالُواْ يَا أَبَانَا مَا لَكَ لاَ تَأْمَنَّا عَلَى يُوسُفَ وَإِنَّا لَهُ لَنَاصِحُونَ
Kâlû yâ ebânâ mâ leke lâ te’mennâ alâ yûsufe ve innâ lehu le nâsıhûn(le nâsıhûne).
YÜSUF SÜRESİ AYET 6
İŞTE böyle rabbin seni seçecek sana rünyaların yorumlanmasını ögretecek daha önce babaların ibrahim ve ishak a tamamladıgı gibi sana ve yaküp ailesine verdigi nimetini tamamlayacak şüphe yok ki rabbin her şeyi bilen işi saglam yapan ve yaptıgında hikmet bulunandır
yüsuf süresi ayet 7
yemin olsun ki yüsuf ve kardeşlerinde  soranlar için ibretler vardır
yüsuf süresi ayet 8
bir vakit ( kardeşleri) muhakkak yüsuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir  biz ise güçlü kuvvetli bir topluluguz şüphesiz babamız açık bir yanılgı içindedir dediler
yüsuf süresi ayet 9
yüsuf u öldürün veya bir yere atın böylece babanızın ilgisi sizkalsın daha sonra (tövbe ederek)  iyi ve düzgün bir topluluk olursunuz
yüsuf süresi ayet 10
içlerinden bir söz sahibi yüsuf u öldürmeyin onu bir kuyu dibine bırakın onu kervanın biri alıp götürsün eger yapacaksanız böyle birşey yapın dedi
yüsuf süresi ayet 11
ey babamız yüsuf hakkında bize niye inanmıyorsun biz onun hakkında elbette iyi şeyler düşünüyoruz dediler

besmele görselleri ile ilgili görsel sonucu


YÜSUF SÜRESİ MEKKE DE İNMİŞTİR  111 AYETTİR
YÜSUF SÜRESİ AYET 1
الر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ
Elif lâm râ tilke âyâtul kitâbil mubîn(mubîni).
YÜSUF SÜRESİ AYET 2
إِنَّا أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَّعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
İnnâ enzelnâhu kur’ânen arabiyyen leallekum ta’kılûn(ta’kılûne).
YÜSUF SÜRESİ AYET 3
نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ أَحْسَنَ الْقَصَصِ بِمَا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ هَذَا الْقُرْآنَ وَإِن كُنتَ مِن قَبْلِهِ لَمِنَ الْغَافِلِينَ
Nahnu nakussu aleyke ahsenel kasası bimâ evhaynâ ileyke hâzâl kur’âne ve in kunte min kablihî le minel gâfilîn(gâfilîne).
YÜSUF SÜRESİ AYET 4
إِذْ قَالَ يُوسُفُ لِأَبِيهِ يَا أَبتِ إِنِّي رَأَيْتُ أَحَدَ عَشَرَ كَوْكَبًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ رَأَيْتُهُمْ لِي سَاجِدِينَ
İz kâle yûsufu li ebîhi yâ ebeti innî raeytu ehade aşera kevkeben veş şemse vel kamere raeytuhum lî sâcidîn(sâcidîne).
YÜSUF SÜRESİ AYET 5
قَالَ يَا بُنَيَّ لاَ تَقْصُصْ رُؤْيَاكَ عَلَى إِخْوَتِكَ فَيَكِيدُواْ لَكَ كَيْدًا إِنَّ الشَّيْطَانَ لِلإِنسَانِ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
Kâle yâ buneyye lâ taksus ru’yâke alâ ihvetike fe yekîdû leke keydâ(keyden), inneş şeytâne lil insâni aduvvun mubîn(mubînun).
YÜSUF SÜRESİ AYET 1
ELİF LAM RA  bunlar apaçık olan kitabın ayetleridir
YÜSUF SÜRESİ AYET 2
biz onu arapça bir kur an olarak indirdik belki akıl erdirirsiniz
YÜSUF SÜRESİ AYET 3
BİZ sana bu kur an ı  vahiy ederek sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz dogrusu senin bundan önce hiç haberin yoktu
YÜSUF SÜRESİ AYET 4
BİR zamanlar yüsuf babasına şöyle demişti babacıgım ben rünyamda on bir yıldızla güneş ve ayı gördüm onların bana secde ettiklerini gördüm
YÜSUF SÜRESİ AYET 5
o şöyle dedi yavrum rünyanı kardeşlerine anlatma sonra sana tuzak kurarlar çünkü şeytan insanın apaçık düşmanıdır
 

20 Ocak 2016 Çarşamba

CEBRAİL GELİP PEYGAMBERİMİZE(S.A.V) CEHENNEMİ ANLATMASI
CEBRAİL'İN KONUŞMASININ DEVAMI
Cebrail şöyle cevap verdi:
“Neden ağlaımayayım? Kim bilir belki ben Allah’ın ilminde şimdiki durumumdan başka bir durumda olurum. Kim bilir benimde başıma iblis ‘in başına gelen şeyler gelebilir. Zira (başlangıçta) o da meleklerdendi. Kim bilir Harut ile Marut’un uğradığı akıbete ben de uğrayabilirim.”
Cebrail böyle konuşunca ikisi de ağlamaya devam
ettiler. Nihayet kendilerine şöyle bir ses geldi:
“Ey Muhammed ve ey Cebrail! Allah-u Teala
kendine asi gelmekten sizi emin kıldı.”
Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem);
“Cehennemin katlarının sakinleri kimler
olacaktır?” diye sorunca, Cebrail (Aleyhisselam)
sözlerine şöyle devam etti:
Birinci cehennemin ismi, Sair’dir.


İkinci cehennemin ismi, Leza ‘dır.
Üçüncü cehennemin ismi, Sakar’dır.
Dördüncü cehennemin ismi, cahim ‘dir.
Beşinci cehennemin ismi, cehennem ‘dir.
Altıncı cehennemin ismi, Haviye ‘dir.
Yedinci cehennemin ismi, Hutame ‘dir.
Cebrail (Aleyhisselam) sözlerinin burasında Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’den çekinerek susunca, Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) kendisine;
“Yedinci kata kimlerin yerleştirileceğini bana
söyle!” dedi. Bunun üzerine Cebrail (Aleyhisselam);
“Yedinci kata da ümmetinden büyük günah
işleyipte tevbesiz ölenler yerleştirilecektir.” dedi.
Cebrail (Aleyhisselam)’in bu cevabı üzerine Hz.. Peygamber (Saliallahu Aleyhi Ve Sellem) bayılarak yere düştü ve Cebrail (Aleyhisselam) ayılıncaya kadar mübarek başını kucağına dayadı. Ayılır ayılmaz. Cebrail (Aleyhisselam)’ e;
“Ey Cebrail! Musibetim büyük ve derdim ağır. Acaba ümmetimden cehenneme giren olacak mı?” diye sordu. Cebrail (Aleyhisselam) ‘de: “Evet ümmetinden tevbe etmedikleri halde ölen büyük günah işleyenler cehenneme girecektir.” dedi.
Cebrail (Aleyhisselam)’in bu cevabı üzerine Hz.
Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) tekrar
ağlamaya başladı. Arkasından Hz. Peygamber



(Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) eve kapandı. Sadece namaz kılmak için odasından çıkıyor ve hiç kimse ile konuşmaksızın mescide gidiyordu. Namazda ağlıyor ve Allah’a yalvarıyordu. Böylece üç gün geçti.
Üçüncü günü Hz. Ebu Bekir kapısına geldi ve içeri girmek için izin istedi. Fakat içerden hiçbir cevap gelmeyince ağlaya ağlaya geri döndü. Arkasından Hz. Ömer, daha sonra Selman-ı Farisi de girmek için izin istedi. Fakat içerden yine cevap gelmeyince onlarda ağlamaya başladılar.
En son Hz. Fatıma Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’ in kapısına geldi ve izin istedi. Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) o sırada secde de idi. Kızının sesini duyunca başını secdeden kaldırdı ve girmesi için kızı Hz. Fatıma’ya izin verdi.
Hz. Fatıma Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’i görünce ağlamaya başladı. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’ in çehresini sararmış görmüştü. Devamlı ağlamaktan ve üzüntüden yanaklannda iz kalmıştı. Bu durumu görünce;
“Ey Allah’ın Resulü! Sana ne indi?” diye sordu.
Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’de
bütün olanları anlattı.
Hz. Fatıma;
“Ey Allah’ın Resulii! Ummetinin büyük günah
işleyenleri cehenneme nasıl girecek?” diye sordu. Hz.



Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’de bu soruyu şöyle cevaplandırdı:
“Azap melekleri, erkekleri sakallarından, kadınları ise saç örgüleri ile alınlarından tutup sürüklerler. Ümmetimin nice yaşlıları sakallarından tutulup cehenneme doğru sürüldenirken;
“Ah yaşlılık, ah zavallılık!” diye feryat ederler. Sakalından tutulup cehenneme sürüklenen nice gençlerde;
“Vah gençliğime, eyvah güzelliğime!” diye bağırır. Buna karşılık ümmetim içinde, alınlarından tutulup cehenneme doğru sürüklenen nice kadınlar da:
“Eyvah rezil oldum, eyvah üstüm başım açıdı! diye feryat ederler.
Böylece onlar cehennemin baş sorumlusu Malike teslim edilirler. Malik onlara kim olduklarını sorunca:
“Bizler kendilerine Kur’an indirilenlerdeniz bizler Ramazan ayında oruç tutanlardanız.” diye cevap verirler. 0 zaman Malik;
“Kur’an sadece Muhammed’in ümmetiıne indirildi.” deyince, hemen Hz. Muhammed’in adını hatırlayarak;
“Bizler Muhammed ümmetindediz.” bağırırlar. Fakat Malik de onlara şöyle der:
“Peki, Kur’an da sizi Allah’ın emirlerine aykırı hareket etmekten alıkoyacak bir ay et yok muydu?”



Bu Ümmetin günahkarları cehennemin kenarına kadar getirilip ateşle ve zebanilerle karşı karşıya bırakılınca;
“Ey Malik! İzin ver de halimize ağlıyalım.”
derler. Malik’in izin vermesi üzerine gözyaşları kuruyuncaya kadar ağlarlar. Gözyaşları akmaz olunca da kan ağlamaya başlarlar. Bu durumu gören malik kendilerine;
“Eğer bu ağlama dünyada iken olsaydı, ne iyi olurdu. Eğer bu ağlama dünyada ve Allah korkusu ile meydana gelseydi, bu gün size ateş hiç dokunmayacaktı.” der.
Arkasından Malik zebanilere;
“Haydi şunları cehenneme atıverin” diye emir verir. Bu ümmetin günahkarları ateşe atılınca hep birlikte;
“La ilahe illallah” diye seslenirler. Onlar böyle seslenince ateş geri çekilir. Bunun üzerine Malik cehenneme;
“Ey Ateş, onları yakala!” diye emir
verir.
Cehennem de;
“Onları nasıl yakalayayım,
illallah diyorlar.” diye cevap verir. Bunun üzerine Malik;
“Evet, öyle demelerine rağmen yakalayacaksın. Çünkü Arş’ın Rabbi
böyle



emretmiştir.” deyince ateş üzerlerine dönerek onları yakalayıverir.
Bu ümmetin günahkarları Allah’ın dilediği kadar bir süre cehennemde kalırlar. Cehennemdeyken;
“Ya Erhamerrahimin, ya Hannan, Ya Mennan diyerek Allah’a yalvarırlar.
Allah-u Teala’ nın hükmü yere gelince Cebrail’ e:
“Ya Cebrail! Muhammed ümmetinin günahkarları ne durumdadır?” diye sorar. Cebrail de;
“Ya Rabbi! Onların durumlarını sen daha i bilirsin!” diye cevap verir. Allah-u Teala, Cebrail’e;
“Git de gör bakalım, ne durumdadırlar?” diye emir verir.
Bu emir üzerine Cebrail, Malik’in yanına varır.. Cebrail’i görünce;
“Ey Cebrail! Seni buraya getiren sebep nedir! diye sorar. Cebrail de ona;
“Muhammed ümmetinin günahkarlarına ne yaptın?” diye sorar. Malik, Cebrail’ in bu sorusuna;
“Durumları pek fena, kaldıkları yer çok dar. Ateş vücutLarını ve etlerini yedi bitirdi, geride sadece yüzleri ve kalpleri kaldı. Çünkü buralarında iman parlıyordu.” diye karşılık verir.
0 zaman Cebrail, Malik’e;
“Onların üzerinden cehennem kapağını kaldır kendilerini göreyim.” der. Cebrail böyle deyince Malik, cehennem muhafızlarına derhal emir verir ve bu



ümmetin günahkarları üzerinden cehennem kapağı
kaldınlıverir.
Bu ümmetin cehennemlikleri Cebrail’i ve onun
güzelliğini görünce onun bir azap meleği olmadığını
hemen anlayarak kim oldğunu sorarlar. Malik de;
“Bu dünyada Muhammed’e vahiy getiren
Cebrail’dir.” diye cevap verir.
Bu ümmetin cehennemlikleri Hz. Muhammed’in
adını duyunca hep bir ağızdan yüksek sesle;
“Ya Cebrail! Muhammed’e günahlarımızın bizi
kendisinden ayrı düşürdüğünü ve ne kadar kötü
şartlar içinde bulunduğumuzu haber ver.” derler.
Bunun üzerine Cebrail oradan ayrılarak Allah’ın
huzuruna varır. Allah-u Teala kendisine;
“Muhammed’in ümmeti ne durumda?” diye
sorunca, bu soruya;
“Ya Rabbi! Durumları çok fena ve yerleri çok
dar!” diye karşılık verir. 0 zaman Allah-u Teala;
“Peki onlar senden bir şey istediler mi?” diye
buyurur. Cebrail de;
“Evet, peygamberlerine içinde bulundukları kötü
durumu bildirmemi istediler.” diye cevap verir. Bunun üzerine Allah-u Teala, Cebrail’e; “Git, durumu Muhammed’e bildir.” diye buyurur. Allah-u Teala’nın bu emri gereğince Cebrail,
hemen Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve



Sellem)’in yanına gider. Hz. Peygamber (Sallalahu Aleyhi Ve Sellem)’in yanına varır varmaz şöyle der
“Ya Muhammed! Ummetinden şu an cehennem azabı çeken günahkarlar adına sana geldim. Onlar durumlarının çok kötü ve yerlerinin çok dar olduğunu sana bildiriyorlar.”
Bunun üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi
Ve Sellem) hemen Arş’ın altına giderek secdeye
kapanır. 0 zaman Allah-u Teala;
“Başını kaldır da iste. Ne istersen verilecektir.
Şefaatçı ol şefaatın kabul edilecektir.” buyurur.
Allah-u Teala’nın bu buyruğuna karşılık Hz.
Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem):
“Ya Rabbi! Ümmetimin günahkarları ile ilgili hükmünü uyguladın. Şimdi onlar hakkında benim şefaatımı kabul eyle.” der. Allah-u Teala, Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’in bu dileğine şöyle cevap verir:
“Senin onlarla ilgili şefaatını kabul ediyorum.
Hemen cehenneme git ve (La Ilahe illallah) diyen
herkesi oradan çıkar.”
Allah-u Teala’nın bu emri uyarınca Hz. Peygamber
(Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) hemen Malik’in yanına
gider ve;
“Ey Malik! Ümmetimin günahkarları ne
durumdadır?” diye sorar. Malik bu soruya:



“Durumları çok fena ve yerleri çok dar!” diye cevap verir. Bunun üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu
Aleyhi Ve Sellem) ona:
“Kapıyı aç ve kapağı kaldır!” diye buyurur. Az sonra cehennemlikler Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’i görünce hep bir ağızdan ve yüksek sesle:
“Ya Muhammed! Ateş derilemizi ve ciğerlerimizi
yakıp kül etti.” diye seslenirler.
Daha sonra Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) hepsini cehennemden çıkarıverir. Ateş onları yemiş, kül ve kömür haline getirmiştir. Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) alıp onları cennetin kapısı önünden geçen ve hayat nehri adını taşıyan bir nehre götürür. Bu nehre girip yıkanırlar. Oradan da ak yüzlü birer delikanlı olarak çıkarlar, arkasından da cennete yerleştirilirler.
Diğer cehennemlikler müslümanların oradan
çıkarıldıklarını görünce:
“Keşke bizde Müslüman olsaydık,
cehennemden çıkardık!” derler. Nitekim
Allah-u Teala ayet-i kerime de şöyle buyurmuştur:
“Bir zaman gelir ki, kafirler; keşke Müslüman olsaydık, diye arzu ederler.” (Hicr; 2)
Ebu Said (Radıyallahu Anh) şöyle anlatmıştır:
“Resülullah (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) okudu:



“Ey Muhammed! Hala gaflet içinde bulunanları ve hala inanmayanları, onları işin bitmiş olacağı o hasret günü ile uyar.” (Meryem; 39)
Sonra dedi ki:
(Kıyamet günü) ölüm alaca bir koç suretinde getirilir. Cennetle cehennem arasında yer alan sur üzerinde durdurulur. Önce: “Ey cennet ahalisi!” diye bağırılır, onlar başlarını kaldırırlar. Sonra:
“Ey cehennem ahalisi!” diye bağırılır, onlar da başlarını kaldınrlar. Sonra sorulur: “Bunu tanıdınız mı, nedir bu?” Hepsi birden: “Evet tanıdık, Bu ölümdür!” derler. Koç yatırlır ve kesilir. Arkasından da önce cennetliklere: “Ey Cennetlikler! Artık size ölüm yok.” denir. Sonra cehennemliklere de: “Ey Cehennemlikler! Bundan sonra size de ölüm yok.”
diye seslenilir. İşte bu hadise sebebiyle cennet ehlinin ferahına bir ferah daha ziyade olur. Cehennem ehlinin kederine de bir keder daha ziyade olur.” (Buhari, Müslim, Tirmizi)
Cehennem ehlini yakan en şiddetli ateşten biririsi de pişmanlık ve hasret ateşidir. Bunlar kısa ömürlerinde yaptıkları hata ve yanlışlardan dolayı kendilerini ebedi veya çok uzun olan bir azaba müstehak etmelerine yanarlar. Uğrunda bu azaba müstehak oldukları zevk ve sef ayı kaybetmelerine yanarlar. Sevdiklerin ayrı ve uzak düşmelerine yanarlar.


O zaman anlatılanları sadece okumakla kalma, kalp gözüyle görerek yaşa ve o gün için salih amel işleyerek hazırlık yap Çünkü her şeyin üzerinde insanın büyük kazancı kuşkusuz Allah'ın rızasıdır.
       FAKİRE YARDIM VE KABUL OLAN HAC!   Ali   bin Muvaffak    ABDULLAH BİN MÜBAREK    
 
Tebe-i tabiînin büyüklerinden. Mücâhid bir zât olup, hadîs ve fıkıh âlimi idi. İsmi, Abdullah bin Mübarek bin Vâdıh Hanzalî Temîmî, künyesi Ebû Abdurrahmân’dır. Emevî halîfelerinden Hişâm bin Abdülmelik devrinde 736 (H. 118) yılında Horasan’da Merv şehrinde doğdu. 797 (H. 181) senesi bir gaza dönüşü, Bağdad yakınlarında Hît denilen yerde vefat etti. Türk asıllıdır.
Abdullah bin Mübarek, sâlih bir ana babadan dünyaya geldi. Ana ve babası ve doğumu ile ilgili menkıbe meşhûrdur: Merv şehri kadısının bir kızı vardı. Şehrin eşraf ve ileri gelenleri bu kızı istediler. Kadı, danışmaya ehil olanlarla meşveret etti. Bir de hıristiyan komşusu vardı. “Onunla da meşvret edeyim, başka dindendir ama, görünüşte komşumuzdur” deyip, çağırdı. Meşveretten sonra, hıristiyan şöyle dedi: “Ey Kadı! Bu işte, bizden öncekilerin yolları, âdetleri vardır. Sizden öncekilerin de âdetleri, sünnetleri vardır. Zamanımız insanlarının da âdetleri vardır. Şimdi sen serbestsin. Hangisini istersen seç.” Kadı; “Üç yolu, âdeti de açıkla” dedi. Hıristiyan şöyle anlattı: “Bizim evvelkilerin yolu, asîl, soylu birisini bulup, kızını oha verirlerdi. Sizin evvelkilerinizin sünneti, âdeti, takva sahibine (Allahü teâlâdan korkana) vermekti. Zamânımızdakilerin âdeti ise zenginleri tercih etmektir. İyi soya, asalete ve kuvvetli dîne îtibâr etmezler. Sen hangisini seçiyorsun!” Kadı; “Ben kendi evvelkilerimizin sünneti ile amel eder ve takva sahibini tercih ederim” dedi. Sonra düşündü. Merv’de, kölesinden daha muttaki (Allahü teâlâdan korkan) ve dindar kimse bulamadı. Kızını ona verdi. Fakat kölesi kırk gün kızın yanına gitmedi. Annesinin bundan haberi olunca, kadıya şikâyet edip; “Böyle sâlihâ bir kızı, kölene verdin de, henüz yüzüne bile bakmadı, senin bu yaptığın nedir?” dedi. Kadı, (kölesi Mübârek’e; “Ey Mübarek! Sen benim kızıma nâz mı ediyorsun da, yanına gitmiyorsun?” dedi. Mübarek cevâbında; “Ey müslümanların kadısı! Bu nasıl söz? Sizin kerîmenize nasıl nâz edebilirim? Ama siz kadısınız. Bu yüzden kızınızın evinizde iken şüpheli birşey yemesinden korktum. Ben ise, lokmalara çok dikkat ediyorum. Ona helâl yemek yediriyor ve kanının tamamen temiz olmasını istiyorum. Allahü teâlâ bize bir çocuk verirse, sâlih ve iyi olmasına çalışıyorum” dedi. Kırk gün sonra hanımının yanına yaklaştı. Haram ve helâle bu derece dikkat etmesi neticesinde, Allahü teâlâ ona Abdullah gibi bir oğul verdi. İşte bu çocuk; bütün dünyânın makbulü olan Abdullah bin Mübarek hazretleri idi.
Abdullah bin Mübarek, ilk tahsilini Merv şehrinde yaptı. Sonra Bağdad’a geldi. Tabiînden büyük âlim, şaşıranların yol göstericisi, dînin senedi, Hanefî mezhebinin reîsi olan İmâm-ı a’zamdan ilim tahsil etti. Ayrıca zamanın meşhûr âlimlerinin derslerine devam ederek, hadîs ve fıkıh ilimlerinde söz sahibi oldu.
Süleyman Teymî, Hamîd-i Tavîl, İsmail bin Hâlid, Yahya bin Sa’îd Ensârî, Sa’îd bin Sa’îd Ensârî, İbrahim bin Ebî Abele, Ebû Halde Hâlid bin Dînâr, Âsım el-Ahvel, İbn-i Avn, İkrime bin Ammâr, Îsâ bin Tahmân, Fıtr bin Halîfe, Muhammed bin Aslan, Mûsâ bin Ukbe, A’meş, Hişâm bin Urve, Süfyân-ı Sevrî, Şu’be bin Haccâc, Evzâî, İbn-i Cüreyc, Mâlik, Leys, İbn-i Ebî Zi’b hocalarından bâzılarıdır. Talebelerinden bâzıları da; Ma’mer bin Râşid, Ebû İshak Fezârî, Ca’fer bin Süleyman, Bakıyye bin Velîd, Dâvûd bin Abdurrahmân, Süfyân bin Uyeyne, Ebü’l-Ehvâs, Fudayl bin Iyâd, Mu’temir bin Süleyman, Velîd bin Müslim, Ebû Bekr bin lyâş ve başkalarıdır. Kitapları, kerametleri ve yetiştirdiği talebeleri pek çoktur. Bunlardan birisi de mezheb reisi Ahmed bin Hanbel hazretleridir.
Abdullah bin Mübarek, ilim tahsîlinden sonra tekrar Merv’e döndü. Burada bir yıl ticâretle uğraşır, kazancının hepsini fakirlere dağıtırdı. İkinci yıl, İslâmiyet’i yaymak için cihâda çıkar, harblere giderdi. İlmi, fıkhı, edebi, fesahati ve zühdü çok idi. Geceleri ibâdet ile geçirirdi. Az konuşmayı kendine âdet edinmiş olup, emîn ve sözleri sehed idi. Arkadaşından emânet aldığı bir kalemi iade etmek için, Merv’den Şam’a kadar yaya olarak gelmiş ve emâneti yerine ulaştırmıştır. Kitaplarında yirmi binden ziyâde hadîs-i şerîfe yer vermiştir.
“Tezkire”de onun hakkında şöyle bildirilmektedir: “Din düşmanları ile cihâd edenlerin başında gelirdi. Âlimlerin sultânı ismini alan Abdullah bin Mübarek, ayrıca yiğitlikte zamanının bir tanesi idi. Dînimizin büyüklerini görmüş, sohbet etmiş ve onların makbulü olmuştur. Onun hakkında, önceleri hıristiyan olan ve hidâyetine vesile olduğu, Hasen ibni Îsâ Masercis şöyle anlatır: “Abdullah bin Mübârek’in arkadaşlarından Fadl bin Îsâ, Muhalled bin Hüseyn ve başkaları yanıma gelip; “Haydi Abdullah bin Mübârek’in güzel hâllerini sayalım” dediler. Beraberce şöyle saydık “Onun; ilmi, edebi, fıkhı, nahvi, lügati, şiiri, fesahati, zühdü, verâı, insafı, gece ibâdeti, haccı, gazası, biniciliği, kahramanlığı, riyazeti, boşuna konuşmaması, arkadaşlarına karşı gelmemesi ve başkalarıdır.”
Ali bin Sadaka onun hakkında şöyle demiştir: “Hadîs âlimleri arasında İbn-i Mübarek, insanlar arasında Emîr-ül-mü’minîn gibidir.”
Ayrıca onun hakkında pek çok söz söylenmiştir. Meselâ, Abdullah bin Muhammed; “İbn-i Mübârek’i dinledim. O, bize göre insanların en yükseği ve onların içinde kendi zamanındaki ihtilâfları en’iyi bilendir” demiştir.
Talebesi Nuaym bin Hammâd; “İbn-i Mübarek gibisini görmedim. O, sanki benzeri olmayan, husûsî dokunmuş bir kumaş gibidir” buyurdu.
Şu’ayb bin Harb; “Abdullah bin Mübarekle kim karşılaşırsa şeref kazanır. Çünkü o, zamânındakilerin hepsinden üstün vasıflara sahip bir zât idi” şeklinde bildirmiştir.
Kütüb-i sitte ehlinden İmâm-ı Nesâî (rahmetullahi aleyh) şöyle dedi: “Biz, zamanımızda İbn-i Mübârek’ten daha kuvvetli, daha üstün, her övülen sıfatın kendinde bulunduğu bir başka zât tanımıyoruz.” Talebesi Yahya bin Sa’îd el-Kattân da, ondan bahisle; “İlimde anlayış sahibi, hafız, zâhid, âbid, zengin, çok hac ve gaza eden, nahiv bilgisi çok kuvvetli, şâir bir zât idi. Onun gibisini görmedim” demiştir.
İbn-i Hibbân; “Onda, kendi zamanında ilim ehlinden hiç bir kimsede olmayan güzellikler vardır” buyururken, İsmail bin lyâş; “Zamanında onun gibisi yoktu. Allahü teâlâ yarattığı her güzel hasletten ona da vermiştir” diye bildiriyordu.
Abdullah bin Mus’ab da (rahmetullahi aleyh); “Hadîs ve fıkıh ilmini, Arab edebiyatını iyi bilen, şecaati, ticâreti, cömertliği ve yanında olmadıkları zamanda, arkadaşlarına muhabbeti kendisinde toplamış mümtaz bir zât idi” buyurmuştur.
Süfyân-ı Sevrî (rahmetullahi aleyh); “Bütün ömrümde bir sene Abdullah bin Mübârek gibi olmayı isterdim. Fakat buna gücüm yetmez. Hattâ üç gün bile” buyurmuştur.
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) sünnete uyar, bid’atten ve bid’at ehlinden nefret ederdi. Böyle kimselerle oturmadığı gibi, oturanları da men ederdi. Zararını anlatır ve münafıklık alâmetlerinden olduğunu söylerdi.
Bir defasında, Horasan âlimlerinden olan Abdullah bin Ömer Serahbî şöyle buyurdu: “Bir keresinde bid’at ehliyle oturup yemek yedim. Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) bundan haberdâr olunca, bana; “Seninle otuz gün konuşmayacağım” dedi. Selâm bin Ebî Mutî’; “Doğuda onun bir benzerini görmedim”, Hâkim; “Asrında dünyânın imâmı idi. İlim, zühd, yiğitlik ve cömertlikte en iyileri idi”, Hasen bin Îsâ; “Duası kabul olunanlardandı” demişlerdir.
Ebû Üsâme de; “İbn-i Mübârek’ten çok ilim isteyen, bir başkasını görmedim” buyurdu.
İbn-i Mehdî; “İmamlar dörttür; “Süfyân-ı Sevrî, Hammâd bin Zeyd, İbn-i Mübarek, Mâlik” diyerek, onu imamlar içinde saymıştır.
İmâm-ı Ahmed; “Zamanında ilmi ondan daha çok taleb eden yoktu”, Fudayl bin Iyâd; “Ardından bir benzeri gelmedi”, İbn-i İshak Fezârî; “İbn-i Mübarek, müslümanların imamıdır”, Ata bin Müslim; “Onun bir benzerini görmedim. Başkaları da görmedi.” Evzâî; “Onu gören gönüller rahatlardı.” buyurmuşlardır.
Mevlânâ Muhammed Rebhâmî (rahmetullahi aleyh); “Üstadımın şöyle buyurduğunu işittim” dedi: “Abdullah bin Mübârek’in (rahmetullahi aleyh) dört şeyde eşi yoktu. Birincisi, zamanında dünyâda onun gibi bir âlim yoktu. Diğerleri sıra ile; hilm, şecaat ve yiğitliği, bir de cömertliği idi. Bu dört şeyde, zamanında, hiç kimse onunla eşit değildi.”
İbn-i İshak şöyle dedi: “Ben, Sahâbe-i kiram ile Abdullah bin Mübârek’in işlerine, hâllerine dikkat ettim. Onların aynı idi. Yalnız, Eshâb-ı kirâm’ın (radıyallahü anhüm) üstünlükleri, Peygamber efendimizin eşsiz sohbetinde bulunmaktan ileri geliyordu.”
Abdullah bin Mübârek’in (rahmetullahi aleyh) huzurunda birisi aksırdı. Fakat Elhamdülillah demeyi unuttu. O kimseye, suâl sorar gibi bir eda ile; “Aksıranın ne demesi îcâbeder efendim?” dedi. O da “Elhamdülillah” deyince, İmâm da; “Yerhamükellah” buyurdu. Bu rivayeti bildiren Muhammed bin Cemîl; “Bu edebli hareket bizi şaşırttı. Bu derece edebe hayran olduk” demektedir.
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh), Allahü teâlâdan çok korkar, titrer ve gözyaşı dökerdi. Arkadaşı Fudayl bin Iyâd (rahmetullahi aleyh); “Onu sevmemin asıl sebebi, Allahü teâlâdan çok korkmasıdır” buyurdu.
Kendisini Mekke-i mükerremeden uğurlayan hocası İbn-i Cüreyc (rahmetullahi aleyh), ona; “Sen, Allahü teâlâyı sevdikçe, O da senin yardımcın olsun” diye dua etmişti.
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh), hudut boylarında at koşturur ve Ribât denilen gözetleme karakollarında bulunurdu. Cihâd için Tarsus’a kadar geldi ve Rakka’ya uğradı. Buraya geldiğinde, muazzam bir kalabalık kendisini karşıladı, öyle ki, kalabalığın kaldırdığı toz, bulut gibi göğe yükseliyordu. Küçükler, büyükler ve şehrin ileri gelenleri onu görmek için can atıyorlardı.
Misis denilen yerde de ikâmet etti. Tarsus’da, hadîs-i şerîf rivayetinde bulundu. İlim, ibâdet ve cihâddan geri durmadı. Misis’de, ikindi namazında Cum’a Mescidi’ne gelir, güneş batıncaya kadar kıbleye karşı oturur, Allahü teâlanın zikriyle meşgul olur, kimseyle konuşmazdı. “Kim gündüzünü Allahü teâlâyı anarak geçirirse, o, bütün gün zikretmişlerden yazılır” buyururdu.
Muhammed bin Abdurrahmân bin Sehm’den rivayet edildiğine göre; Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh), Misis nahiyesinde on yedi bin hadîs-i şerîf rivayet etti. Küçük yaştaki talebesi Abdet bin Süleyman’a hadîs-i şerîf yazdırır, öğrendiği ilme karşılık bir şey vermemesi cin, üstelik para verirdi.
O zaman Şam’ın hudut vilâyeti olan Misis, Antalya ile Rumlar arasında bulunuyordu. Burada sâlih kimseler hudut muhafızı yâni murâbıt olarak kalırlardı. Abdullah bin Mübarek de (rahmetullahi aleyh) bu gaza mahallerinde, Rumlara karşı yapılan gazalara iştirak edip, büyük kahramanlıklar gösterdi. Mu’temir bin Süleyman ve Abdullah bin Sinan’la birlikte cihâda çıkarlardı. Abdullah bin Sinan (rahmetullahi aleyh) onun cihâd ve kahramanlıklarını şöyle bildirmektedir: “Abdullah bin Mübarek, harpteki kahramanlıklarını gizler, kimsenin kendisini tanımasını istemezdi. Bir defasında, harp sahasında bir çok müslümanı şehîd eden ve kimsenin karşısına çıkamadığı azılı bir kâfiri katletti. Arkasından da beş kişiyi daha öldürdü. O, bu kahramanlığından dolayı tanınmak istemeyip, kendini gizledi. Hattâ bana; kimseye söylememem için yemîn verdirdi.
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) böyle bir gazadan dönünce, Mekke-i mükerremede bulunan evliyadan Fudayl bin Iyâd’a (rahmetullahi aleyh) manzum bir mektup yazdı. Bu mektupta cihâdın faziletini bildirip, ibâdetle meşgul olan arkadaşına, mektubunda özetle şöyle demektedir:
“Ey Haremeyn’de ibâdet edip, göz yaşı döken! Bizi bir gör. Biz kanlarımızla boyanıyoruz. Akınlarda yorulan atlarımızın ayaklarından etrafa saçılan tozlar, bize misk ü anber olurken, oradaki misk-ü anber kokuları sizin olsun derim. Peygamber efendimizden bize hiç yalanlanamayan doğru haber geldi: “Allah yolunda savaşan atların sıçrattığı tozlar, bir kişinin burnunda. Cehennem ateşinin dumanıyla birleşmez.” Allahü teâlâ da meâlen şöyle buyurdu: “Allah yolunda şehîd olanlara “Ölülerdir” demeyiniz. Hakikatte onlar diridirler. Fakat siz anlayıp bilemezsiniz.” (Bekara sûresi: 154)
Fudayl bin Iyâd (rahmetullahi aleyh) mektubu gözyaşları içinde okudu. Sonra da; “Ebû Abdurrahmân doğru söylüyor ve bana nasihat ediyor” buyurdu.
Gaza arkadaşı Muhammed bin Âyun şöyle anlatır: “Seferde bir gece, Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) istirâhate çekilmişti. Ben de mızrağıma dayanmış oturuyordum. Benim uyuduğumu zannedip kalktı ve fecr vaktine kadar namaz kıldı. Sonra beni namaza kaldırmağa geldi. Uyumadığımı, kendisinin durumunu gördüğümü anlayınca, hayasından yüzü kızardı. Sefer boyunca böyle devam etti.”
Hıbbân; “İbn-i Mübarek ilemücâhidler olarak Şam’a varmıştık. Orada halkın ibâdetini, gazaya hazır hâllerini, her gün seriyyelerin (küçük askerî birliklerin) geliş-gidişlerini görünce, İbn-i Mübarek şöyle buyurdu: “Bu güzel hâller ile Rabbimizin huzuruna çıkacağız. Burada Cennet kapılarını açtık” buyurdu.
Sehl Ali bin Abdullah Mervezî, Abdullah bin Mübârek’in derslerine devam ederdi. Bir gün; “Artık senin dersine gelmeyeceğim. Çünkü, bugün gelirken, senin kızların dama çıkmış, beni çağırıyorlardı. Benim Sehl’im, benim Sehl’im diyorlardı. Bunların terbiyesini vermiyor musun?” dedi. Abdullah bin Mübarek, o gece talebesini toplayıp; “Sehl’in cenaze namazına gidelim” dedi. Gidip, vefat etmiş buldular. “Vefatını nerden anladın?” dediklerinde; “Benim hiç cariyem yok. O gördükleri Cennet hûrîleri idi. Onu Cennet’e çağırıyorlardı” dedi.
Abdullah bin Mübarek buyurdular ki: Bir ateşperest ile çalışıyorduk. Namaz vakti gelince ondan, namaz kılarken bana zarar vermiyeceğine dâir söz aldım. Bunun üzerine namaz vaktinde rahatça bir namaz kıldım. Sonra ateşperest olan o şahsın ibâdet zamanı gelmişti. Şimdi sıra bende, ben ibâdet ederken, sen de zarar vermiyeceğine dâir söz ver deyince; rahatça ibâdetini yapabileceğini bildirdim.
Fakat ateşperest, ateşe tapmak üzere secdeye varınca, hemen üzerine atıldım. Sözümde durmadım. Şöyle bir ses duydum: “Söz verdiğin zaman ahdini yerine getir!” Bunun üzerine, ona zarar vermeden geri çekildim. Sonra, ateşperest ibâdetini bitirdiğinde bana sordu: “Evvelâ hücûm ettin. Sonra niye vazgeçtin?...” “Ben, Allalrdan başkasına secde ettiğin zaman, dayanamadım, üzerine atıldım. Seni öldürmek istiyordum. Fakat tam o anda; “Söz verdiğin zaman, ahdifli yerine getir” diyen bir ses, beni o teşeb-büsten alıkoydu” dedim. Bunun üzerine ateşperest; “Rab, senin Rabbindir! Kendi düşmanı için, dostunu bile azarlıyor! İşte huzurunda müslüman oluyorum” diyerek Kelime-i şehâdet getirdi.
Bir gün Abdullah bin Mübarek, Şam’a gitmek üzere sefere çıktı. x Giderken, yolda ölmüş bir merkep gördü. Yanı başında ayakta bir fakir de ağlıyordu. Abdullah bin Mübarek ona niye ağladığını sordu. Fakir, cevap olarak; “Ben fakir bir kimseyim ve çoluk-çocuk sahibiyim. Bunu üç yüz dirheme almıştım. Bundan sonra ne yapacağımı düşünerek ağlıyorum!” dedi. Abdullah bin Mübarek; “Sen bunu sağ iken üç yüz dirheme almıştın. Şimdi ise bunu senden semeri ile beş yüz dirheme alıyorum” deyip, beş yüz dirhemi sayarak eline verdi. O gece fakir, rüyasında mahşeri gördü. Baktı ki, bahçeler, bağlar içerisinde bir merkep! Yularını ve palanını altın ve mercanlarla süslemişleri Yanı başında bir melek, şöyle nida ediyordu: “Kim buna binerse ona müjdeler olsun.” Fakir bunu duyunca, meleğin yanına gelip dedi ki: “Bu benim ölen merkebimdir. Bunu bana ver!” “Evet, bu senindir. Fakat ölüsüne sabır etmediğin için, şimdi başkasının oldu. Baksana, yuları üzerinde ne yazıyor?” Fakir yulara bakınca bir de ne görsün; “Bu, Abdullah bin Mübarek hazretlerinin bineğidir” yazılıydı. Sonra fakir, uykudan uyanıp, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Kendi kendine; “Bana yazıklar olsun, bir hayvanın ölmesine bile sabredemedim” dedi. Hemen beş yüz dirhemi alıp, doğruca Abdullah bin Mübarek hazretlerinin yanına gitti. Parasını geri vermek istedi ve dedi ki: “Ben satıştan vazgeçtim.” “Sen akşam gördüğün rüya üzerine geldin. Ben de vazgeçtim. Beş yüz dirhemi de sana hediye ettim” buyurdu.
Bir gün bir âmâ gelip; “Bana dua buyurun da, Allahü teâlâ gözlerime görme kuvveti versin!” dedi. Bunun üzerine Abdullah bin Mübarek, Allahü teâlâya yalvararak dua eyledi ve derhal âmânın gözleri görmeye başladı.
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh), bir hâtırasını şöyle anlatır: “Şiddetli bir kıtlık ve kuraklık senesi Medine’ye gitti m. Halk ile beraber yağmur duasına çıktık. Üzerinde adî ketenden iki elbise bulunan ve birini izâr, diğerini de peştemal olarak kullanan siyâhî bir genç, benim yanı başıma gelerek pturdu ve; “Yâ Rabbî! Amellerimizin kötülüğü’, günahlarımızın çokluğu, senin katında yüzlerimizi kararttı. Bizi terbiye etmek için rahmetini bizden kestin. Ey Hilm ü vakar sahibi olan ve ey kulları kendisinden iyilikten başka bir şey bilmeyen Rabbimiz! Şu anda kullarına rahmetini inzal etmeni senden dilerim” diye dua etti. “Bu saatte, bu saatte” derken gökyüzü bulutlandı ve her taraftan yağmur yağmaya başladı. Oradan ayrıldık. Fudayl’ın yanına gittim. Fudayl (rahmetullahi aleyh); “Ne oluyor, seni mahzun görüyorum?” dedi. Ben hâdiseyi kendisine anlattım ve siyâhî delikanlının bizi geçmiş olduğunu söyleyince, Fudayl, bir âh çekerek bayıldı ve yere düştü.”
Abdullah bin Mübarek hazretlerinin bir kölesi vardı. Bunun için etraftan kendisine; “Kölen mezar açıp, kefen soyuyor ve bu suretle aldığı paraları sana veriyor” dediler. Abdullah (rahmetullahi aleyh) buna çok üzüldü. Bir gece onu tâkib etti. Köle, mezarlığa girdi. Bir kabrin üstünü açtı, orada namaza durdu. Biraz daha yaklaşıp dikkatle baktığında, kölesinin üzerinde bir çul, boynunda bir zincir gördü. Secdeye gidip ağladı, sızladı. Onun bu hâlini gören Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh), sessizce geri çekildi ve bir köşede ağladı. Köle, sabaha kadar orada ibâdetine devam etti. Sonra mezardan çıkıp üstünü örttü. Sonra da camiye sabah namazına koştu. Namazdan sonra; “Ey asıl sahibim olan Rabbim! Mecazî efendime para vermem gerekiyor. Muhtaçların sığınağı sensin” diye dua etti. O zaman kölenin avucuna bir dirhem kondu. Bu hâdiseyi seyreden Abdullah bin Mübarek hazretleri, dayanamayıp onun yanına gitti ve kucaklayıp öptü. “Senin gibi köleye canlar feda olsun. Keşke sen efendi, ben de kölen olsam” dedi. Bunun üzerine köle; “İlâhî! Hâlim anlaşıldı. Emânetini al!” dedi. O anda ruhunu teslim etti. Cenaze namazı kılınıp, aynı elbise ile aynı kabre defnedildi.
‘Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) vefatı yaklaştığı zaman bütün malını fakirlere verdi. Hizmetinde bulunan bir talebesi dedi ki: “Efendim, malûmunuz üç çocuğunuz var. Onlara mîras bırakmayacak mısınız?” Buyurdu ki:
“Onları Allahü teâlâya emânet ediyorum, O, en iyi vekildir. Eğer çocuklarım, sâlih olursa, cenâb-ı Hak, onları hiç ummadıkları yerden rızııklandırır. Yok eğer, fâsık olurlarsa, malımın kötü insanlara kalmasını istemem.”
Vefatı ânında gözlerini açtı, güldü ve meâlen; “Amel edenler, bu ebedî nimete kavuşmak için çalışsınlar” (Sâffât sûresi: 61) âyet-i kerîmesini okudu.
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) vefatı esnasında, âzâdlı kölesi olan Nasr’a; “Başımı toprağa koy” dedi. Nasr ağladı. “Niçin ağlıyorsun?” deyince; “Senin iki varlığını, servetini ve şimdi de yoksul olarak ölümünü görüp ağlıyorum” dedi. İbn-i Mübarek; “Ağlama. Zîrâ ben, Allahü teâlâdan zenginler gibi yaşamamı ve yoksullar gibi ölmemi istedim. Sonra sen, bana şehâdeti telkin et ve ben başka bir söz konuşmadıkça da onu tekrar etme” buyurdu.
Hâlid bin Ma’dan’dan rivayet ettiği hadîs-i şerîfde, sevgili Peygamberimiz; “Şehîdler, Allah’ın emin kıldığı kimselerdir, ister öldürülsünler, isterse yataklarında ölsünler” buyurdu.
Fudayl bin Iyâd’ın oğlu Muhammed şöyle dedi: “Abdullah bin Mübârek’i rüyamda gördüm. Ona; “En üstün amel nedir?” dedim. “İçinde bulunduğundur” buyurdu. “Hudud boylarında beklemek ve cihâd mıdır?” dedim. “Evet” buyurdu. “Allahü teâlâ sana ne muamele yaptı?” dedim. “Beni sonsuz mağfireti ile mağfiret edip, izzet ve ikramlarda bulundu” dedi.
Misisli İsmail ibni İbrahim anlatır. “Haris bin Atıyye’yi rüyada görüp ona hâlini sordum; “Rabbim beni mağfiret etti” dedi. “Abdullah bin Mübarek nerededir? dedim. “O, hergün Allahü teâlâ’nın huzuruna çıkanlardandır” dedi!
Nevfel; “Abdullah bin Mübârek’i rüyada gördüm ve; “Rabbin sana ne muamele yaptı?” dedim. O da; “Beni mağfiret etti” buyurdu. Süfyân-ı Sevrî’ye ne yaptı?” dedim. “O, şehîdlerin içinde yüksek derecelerdedir” buyurdu.
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh), edeb ve hikmet sahibi idi. Hikmetli sözlerinden bâzıları şunlardır:
“Biz çok ilimden ziyâde az da olsa edebe muhtacız.”
“Âlimler edeb hakkında çok şeyler söylediler. Bize göre edeb, insanın kendini tanımasıdır.”
“Çalışman ve işlerini Allahü teâlâya ısmarlaman, tevekküle mâni değildir. Tevekkül ve tefviz hâli içinde kazanmak ibâdettir.”
“Hastalanınca harcamak, vefatında da kefenini almak için insan, çalışmalı ve bir mikdar mala sahib olmalıdır.”
“Çalışıp kazanma zahmeti çekmemiş kimsede hayır yoktur.”
Buyurdu ki: “İlmin evveli niyettir. Sonra anlamaktır. Sonra yapmaktır, sonra muhafazadır, sonra yaymaktır.”
“Nefsini bilen Rabbini bilir” hadîs-i şerîfinin sırrına eren, nefsini, sokakta gördüğü köpekten aşağı bilir.”
“Nice küçük amel, niyetle büyür, nice büyük amel de niyetle küçülür.”
“Bana hıyanet edecek hiç bir şeyi kalbime koymadım.”
“Ölümden sonrası için ölmeden önce hazırlık yap.”
“Sükût, doğruluk, vakar; kişi için en güzel süstür.”
“Allahü teâlâdan korkan kimselerle beraber ol. Bid’at sahipleriyle oturmaktan sakın!”
“Bir kimsenin çoluğu-çocuğu olup, onların ihtiyâcı için çalışsa, geceleri kalkıp üzerleri açık olarak, gördüğü evlâdının üzerlerini yorganları ile örtse, onun bu çeşit işleri gaza ve cihâddan daha üstündür.”
“Âlimleri hafîfe alanın âhıreti, ümerâyı hafîfe alanların dünyâsı, dostlarını hafîfe alanın mürüvveti yıkılır.”
“Salih kimselerden olmadığım hâlde, sâlihleri severim. Kötü kimselerden daha aşağı olduğum hâlde, kötüleri sevmem”
“Eğer gıybet etseydim; anamı, babamı gıybet ederdim. Çünkü sevâblarımın onlara verilmesi daha hayırlı olur.”
Allah için ilme çok ehemmiyet verirdi. Buyurdu ki:
“Müstehâbları yapmakta gevşek davranan, sünnetleri yapamaz. Sünnetleri yapmakta gevşek davranmak, farzların yapılmasını zorlaştırır. Farzlarda gevşek davranan da marifete, Allahü teâlânın rızâsına kavuşamaz.”
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) birisine; “Allahü teâlâyı murakabe et” dedi. O kişi; “Bu nasıl olur” dedikte; “Allahü teâlâyı görür gibi ol” buyurdu.
“İnsan nefs, şeytan, münafık gibi üç düşmanla karşı karşıyadır ve bunlardan kurtulmak çok güçtür.”
Salim bin Abdullah’ın naklettiğine göre, ilmin faydası hakkında da şöyle buyurdu:
“Kim ilmi ararsa öğrenir. İlmi öğrenen, günah işlemekten korkar. Günahtan korkan ondan kaçar. Ondan kaçan ise kıyamet günü hesaptan kurtulur.”
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) çok cömerd olup, misafiri çok sever, onsuz bir şey yemezdi. Sebebini sorduklarında; “Misafirle yenen yemekden suâl olunmayacak. Bu sebepten misafirle yemek yemeğe gayret ediyorum” buyururdu.
Onun ikramlarını gören yakınları; “Mal azaldı. Şu misafirleri biraz azaltsanız” dediklerinde; “Mal azaldıysa, ömür de azaldı” buyurdu.
Buyurdu ki: “Şüpheli bir kuruşu geri vermeyi, binlerce lira sadaka dağıtmaktan daha fazla severim.”
“Din kardeşimin bir ihtiyâcını görmem, bir sene nafile ibâdet etmemden daha önemlidir.”
Abdullah bin Mübârek’e (rahmetullahi aleyh); “İnsanların en alçağı kimdir?” diye sorulunca; “Din kisvesi altında dünyâ menfaati sağlayandır” buyurdu.
“Okumadan yüksek derece isteyene şaşarım.”
Abdullah bin Mübârek’in, Zeyd bin Eslem’den rivayet ettiği hadîs-i şerîfde; “Bir müslümanın hayırlı bir sözü öğrenip, öğretmesi ve onunla amel etmesi, bir senelik (nafile) ibâdetinden hayırlıdır.” buyruldu.
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: “İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe; âlim, âbid, zâhid, Allah’dan çok korkan ve O’nun rızâsmı dileyen bir zât olup, çoğu kere, gece namazı kılardı.” Yine İbn-i Mübarek hazretlerinin yanında. İmâm-ı a’zam hazretlerinden söz açıldığında şöyle buyurdu: “Bütün varlığıyla dünyâ, kendisine arzedildiği hâlde, ondan kaçan bir zâtın aleyhinde nasıl konuşuyorsunuz?”
Abdullah bin Mübarek hazretleri, sadakalarını öncelikle âlimlerin fakirlerine tahsis ederdi. Kendisine, niçin böyle yaptığı soruldukta; “Ben, peygamberlikten sonra ilimden daha üstün bir rütbe olduğunu zannetmiyorum. Alimlerden biri, bir ihtiyaçla karşılaşınca, onun ile meşgul olur da okuyamaz. Onun ihtiyâcını te’min edip, okumasını sağlamak daha makbuldür” buyurdu.
İnsanlar arasına karışmayıp uzak durmasının sebebi soruldukta; “Kalabalıklara karışıp da ne yapayım? Onlar birbirlerini gıybet etmekten başka ne yapıyorlar? Biz de hadîs-i şerîf okuyarak ve okutarak Resûlü ilah ve O’nun mübarek arkadaşları ile beraber oluyoruz” buyurdu.
“İlimde cimrilik yapan kişiye Allahü teâlâ üç belâ verir; “Ya ölür, ilmi gider. Yâhud unutur veya kendine ilmi unutturacak kimse ile dostluk kurar, öylece ilmi gider.”
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) çok soğuk bir kış günü Nişâbur pazarında giderken, sırtında sâdece bir gömlek bulunduğu için üşümekten titreyen bir köleye rastladı. Ona; “Efendine söylesen de sana bir palto alsa olmaz mı?” dedi, Köle; “Efendime ne söyliyebilirim ki, o hâlimi görüyor ve biliyor” deyince, Abdullah bin Mübarek hazretleri feryâd edip yere düştü. Kendine geldiğinde; “Sabrı ve kanâati bu köleden öğreniniz” buyurdu.
Abdullah bin Mübârek’e (rahmetullahi aleyh); “İnsandaki en üstün haslet hangisidir?” diye sorulunca; “Kâmil akıl” buyurdu. “Eğer o yoksa” dediler. “Güzel edebdir” buyurdu. “O da yoksa” dediler. “Kendisiyle istişare edilecek şefkatli bir kardeş” buyurdu. “O da yoksa” dediler. “Devamlı sükût” buyurdu. “O da bulunmazsa” dediklerinde, “Ölmek” buyurdu.
“Şöhretten (elle gösterilmekten) sakının.”
“Şu dört cümle, dört bin hadîs-i şerîften seçilmiştir; kadına güvenme, mala aldanma, mideni fazlaca doldurma, işine yarıyacak kadar ilim öğren.”
“Bir âlimin sakınması gereken en önemli husus; Allahü teâlânın haram kıldığı şeylerden uzak durması ve dünyâya gönül bağlamamasıdır.”
“Dünyâ sevgisi ve günahlar, kalbi istilâ ettiklerinde, o kalpten nasıl hayır beklenir.”
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: “Allahü teâlâya isyan ederken, O’nu sevdiğini açıklarsın. Bu ise kıyasta acâibdir. Eğer sevgin doğru olsaydı, O’na itaat ederdin; çünkü seven, sevdiğine itaat eder.”
Abdullah bin Mübârek’in (rahmetullahi aleyh) bir oğlu vefat etti. Mecûsînin biri onu şöyle taziye etti: “Aklı başında olana yakışan, bu gibi hâdiselerde, câhilin beş gün sonra yapacağını hemen yapmaktır.” Yâni câhil bağırır, çağırır, beş gün sonra susar. Aklı başında olan ise, mukadderata boyun eğerek hemen bu günden susar ve sabreder” demek istedi.
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: “Gece karanlığı bastığı zaman, Allahü teâlânın sevgili kulları rükû ederler. Çünkü korku, uykularını kaçırmıştır. Kendilerini emniyette hisseden gafiller ise, dünyâda gaflet uykusuna dalmış, bu fırsatı kaçırmışlardır.”
Abdullah bin Mübarek hazretlerine; “Güzel ahlâkı, bir cümlede hülâsa eder misin?” dediklerinde; “Kızmamaktır” buyurdu.
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh), Selmân-ı Fârisî’nin (radıyallahü anh) Ebü’d-Derdâ hazretlerine şöyle bir mektup yazdığını haber verdi: “Kardeşim! Muhakkak ki, nefsinin arzu ettiği şeyleri terk etmekle istediğin şeye kavuşabilirsin. İyi görmediğin şeylere sabretmekle arzuna kavuşabilirsin. Sözün zikir, sükûtun tefekkür, bakışın ibret olsun. Dünyâ, geçici, nimetleri, güzellikleri değişici, aldatıcıdır. Ona aldanma. Evin, mescidin olsun. Selâm ederim.” Bunun üzerine Ebü’d-Derdâ da (rahmetullahi aleyh) şu cevâbı yazdı: “Sana selâm ederim. Sonra Allahü teâlâdan korkmayı (takvayı); hastalanmadan önce sıhhatin, ihtiyarlıktan önce gençliğin, meşguliyetten önce boş vaktin, ölümden önce hayâtın kıymetini bilmeni tavsiye ederim. Âhıreti unutma. Orada Cennet ve Cehennem’den başka yer yoktur.”
Eserleri: Abdullah bin Mübârek’in (rahmetullahi aleyh) eserleri çoktur. Bunlardan bâzıları şunlardır: 1-Kitâb-üz-Zühd ver-Rekâik, 2-Kitâb-ül-Cihâd. “Keşf-üz-Zünûn”da bu ikisinin, onun ilk telif eserleri olduğu zikredilmektedir. 3-Kitâb-ül-Birr ves-sıla, 4-Müsned-i Abdullah.
Abdullah bin Mübârek’in (rahmetullahi aleyh) “Kitâb-ül-Cihâd” ındaki hadîs-i şerîflerden bâzıları şunlardır:
“Muhakkak Allah yolunda cihâd eden, namaz kılan, oruç tutan; Allahü teâlâya karşı huşu sahibi, rükû ve secde eden kimse gibidir.”
“Cennet’e giren kimse; dünyâda olan her şey kendisinin olsa bile, dünyâya geri dönmeyi istemez. Ancak şehîdler müstesna. Çünkü onlar, on defa geri dönmeyi temenni ederler.”
Ebü Hüreyre’den rivayet ettiği hadîs-i şerîfde, Peygamberimiz buyurdular ki: “Bana Cennet’e girenlerin ve Cehennemce girenlerin ilk üçü arz olundu. Cennet’e giren ilk üç kişi; 1-Şehîd, 2-Rabbine ibâdeti güzel yapan, efendisine de itaat eden bir köle, 3-Âilesi çok olan, buna rağmen kötü iş ve sözden uzak duran namuslu bir adam. Cehennemce giren ilk üçe gelince; 1-Zâlim sultan, 2-Malı olup, zekâtını vermeyen zengin, 3-Allahü teâlâya isyan eden fakir.”
“Farz namazlar ntizân gibidir. Kim ki, namazı âdabına riâyet ederek hakkıyla kılarsa, mükâfatını da bol alır.”
“Er-Rekâik”deki hadîs-i şerîflerde şöyle buyruldu.
“Kim ki akşam ile yatsı arasında namaz kılarsa, işte o Evvâbin namazıdır.”
“Kim ki, sadakayı güzelleştirir, helâlinden, gönlü coşarak, güler yüz, tatlı sözle verir ve vermekte acele ederse, Allahü teâlâ da onun vereselerini güzelleştirir, evlâdını âfetten muhafaza eder.”
“Sadaka, yetmiş şerrin kapısını kapatır.”
“Abdestli olarak uyuyan kişinin ruhu arşa yükselir.”
“Allah her şeyden daha büyük, daha üstün ve daha nezîhdir. Yâni daha çoğunu da verir.”
“Din kardeşine eziyet verecek sert bakış ile bakmak, mü’mine helâl olmaz.”
“Yüzüne karşı medhettiğin (din) kardeşinin boğazına, kızgın usturayı çekmiş gibi olursun.”
“Bir şey murâd ettiğin zaman, sonunu düşün. Dîne muvafık ise hemen yap, uygun değilse, hemen vazgeç.”
Resûl-i ekrem buyurdu ki: “Bir takım Kur’ân-ı kerîm okuyucular gelecek ki, okudukları Kur’ân, hançerelerinden aşağı geçmeyecektir. Onlar; “Biz Kur’ân-ı kerîmi okuyoruz, var mı bizim gibi okuyan? Var mı bizim gibi bilen?” diyeceklerdir. Onlar, Cehennem’in yakacaklarıdır.”
“Kul, işlediği günah sebebiyle Cennet’e girer” buyurdu. “Bu nasıl olur?” diye soranlara; “Çünkü, işlediği günaha pişman olur ve dâima ondan uzak kalmağa dikkat eder de bu sayede Cennet’e girer” diye cevap verdi.

FAKİRE YARDIM VE KABUL OLAN HAC!

Abdullah bin Mübarek, bir sene hacca gitmişti. Hacdan sonra rüyasında gökten inen iki melekten birinin diğerine; “Bu sene kaç kişi hacca geldi?” dediğini duydu. Öbür melek; “Altı yüz bin kişi” dedi. “Peki kaç kişinin haccı kabul edildi?” O da; “Bunlardan hiç birinin haccı kabul edilmedi” diye cevap verdi. Abdullah bin Mübarek buyurdu ki: “Bunu işitince üzerime büyük bir sıkıntı çöktü. Dedim ki: “Bunca insan, bunca zahmet ve meşakkete katlanıp dünyânın her tarafından hacca geldiler. Çöller ve diğer zor şartlarda büyük sıkıntılara katlandılar. Bütün bu emekler boşa mı gidecek?” Bunun üzerine o melek şöyle dedi; “Şam’da ayakkabı tamir eden Ali bin Muvaffak adında birisi vardır. O, hacca gitmeye niyet etmişti, fakat gidemedi. Lâkin haccı kabul edildi. Altı yüz bin hacıyı ona bağışladılar, Dolayısıyla hepsinin haccı kabul edildi.” Bunu işitince uykudan uyandım ve; “Gidip o zâtı ziyaret etmeliyim” dedim. Arkadaşlarımdan ayrılıp, Şam kafilesine katıldım, Şam’a gidince, o zâtın evini araştırıp buldum. Kapıyı çaldım. Bir kimse kapıya çıktı. Adını sordum. “Ali bin Muvaffak” dedi. İsmimi sordu. “Abdullah bin Mübarek” deyince, feryâd edip kendinden geçti. Kendine gelince, gördüğüm rüyayı kendisine anlattım. Haccının kabul edildiğini ve kendi haccı ile beraber altı yüz bin kişinin haclarının da kabul edildiğini haber vererek; “Bana nasıl hayırlı bir amel işlediğini anlat” dedim. O da şöyle anlattı: “Ben ayakkabı tâmircisiyim. Otuz seneden beri hacca gitmeyi arzu eder dururdum. Bu işimden, otuz senede üç yüz dirhem gümüş biriktirdim. Bu sene hacca gidecektim. Hanımım hamileydi, Komşumun evinden burnuna yemek kokusu geldi. Hanımım komşudan yemek istememi söyledi. Gidip, hanımımın arzusunu söyledim. Komşum ağlayarak şöyle dedi: “Ey Ali bin Muvaffak, bizim bu yemeğimiz size helâl değildir. Çünkü üç gündür, çocuklarım bir şey yememişlerdir. Bütün Şam şehrinde hiç bir iş bulamadım. Kimse bana iş vermedi. Ölü bir hayvan gördüm. Zaruret mikdârınca ondan bir parça kesip getirdim. Çocuklara yemek pişiriyorum. Size helâl olmaz” dedi. Bunu duyunca içime bir acı düştü. Hac için biriktirdiğim gümüşleri getirip verdim ve; “Bunu çocuklarına nafaka yap, haccımız bu olsun” dedim. Abdullah bin Mübarek bunun üzerine; “Allahü teâlâ, doğru rüya gösterdi” buyurdu.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
  1) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild 2, sh. 97
  2) Hilyet-ül-evliyâ; cild-8, sh. 162
  3) Tabakât-ül-Kübrâ (Şa’rânî); cild-1, sh. 59
  4) Târih-i Bağdat; cild-10, sh. 153
  5) Câmiu-Kerâmât-il-evliyâ; cild-2, sh. 104
  6) Tezkiret-ül-evliyâ; sh. 246
  7) Vefeyât-ül-a’yân; cild-3, sh. 32
  8) Şezerât üz-zeheb; cild-1, sh. 295
  9) Tezkiret-ül-huffâz; cild-1, sh. 274
10) El-Meârif
11) Tehzîb-üt-tehzîb; cild-5, sh. 382
12) Nesâim-ul mehabbe; sh. 15
13) İslâm Meşhûrları Ansiklopedisi; cild-1, sh. 140
14) Keşf-ül-mahcûb
15) Kitâb-ül-cihâd
16) Rehber Ansiklopedisi; cild-1, sh. 14
17) El-Meârif (Türkçe); sh. 359
18) Risâle-i Kuşeyriyye
19) Nefehât-ül-üns