Hayvanlarda Gösterilen Mucizeler |
Nasıl ki taşlar, ağaçlar, ay, güneş Resulullah’ı (asm) tanıyorlar, birer mu’cizesini göstermekle O’nun (asm) peygamberliğini tasdik ediyorlar, öyle de hayvanlar taifesi de Resulullah (asm) ile alakadardır ve mazhar oldukları çeşitli mucizelerle O’nun (asm) davasını tasdik etmişlerdir. Bu konuda sahih kaynaklardan bize ulaşan pek çok mucize vardır. Numune olarak birkaç tanesini burada nakledeceğiz:
Aynı şekilde sahih kaynaklardan nakledildiği üzere Hazreti Aişe validemiz haber veriyor ki: Güvercin gibi, evcil bir kuş evimizde vardı. Allah Resulü (asm) evde olduğu zaman, hiç hareket etmeden dururdu. Ne zaman Allah Resulü (asm) evden çıksa, o zaman kuş sürekli olarak hareket etmeye başlardı. Demek o kuş, Allah Resulü’nü (asm) dinliyordu, huzurunda temkinle ve sessizce beklerdi.[3]
Bir kurt, bir çobanın sürüsündeki keçilerden birisini tutmuş; çoban, kurdun elinden kurtarmış. Kurt çobana demiş:
“Allah’tan korkmadın mı, benim rızkımı elimden aldın?” Çoban kurdun konuşması üzerine şaşırarak,
“Acayip, kurt konuşur mu?” diye mukabelede bulunmuş. Bunun üzerine kurt ona demiş:
“Acayip senin halindedir ki, bu yerin arka tarafında bir zât var ki, sizi Cennete davet ediyor, peygamberdir, onu tanımıyorsunuz.”
Bu haberi bize nakleden bu sahabeler kurdun konuştuğunu haber veriyorlar. Bu sahabelerden Ebu Hüreyre’nin rivayetinde naklediliyor ki: Çoban kurda demiş:
“Ben gideceğim. Fakat kim benim keçilerime bakacak?” Kurt
“Ben bakacağım.” demiş.
Çoban ise, çobanlığı kurda devredip gelmiş, Allah Resulü’nün (asm) yanına gidip O’nu görmüş, iman etmiş, sonra geri dönmüş. Kurdu bıraktığı gibi sürüsüne çobanlık yaparken bulmuş. Ona mükafat olarak bir keçi kesip vermiş, çünkü kurt ona üstatlık etmiş.[4]
Başka bir rivayette de, Kureyş’in reislerinden Ebu Süfyan ile Safvan bir kurdu görürler. Kurt bir ceylanı takip edip Kabe’ye girer. Kurt dönmüş; sonra şaşırmışlar. Kurt konuşmuş, Peygamberimizin (asm) peygamberliğini haber vermiş. Ebu Süfyan, Safvan’a demiş ki:
“Bu hadiseyi kimseye söylemeyelim. Korkarım, Mekke boşalıp Müslümanlara katılacaklar.”[5]
Bir deve Allah Resulü’nün (asm) yanına gelmiş ve secde edip, yanında çökmüş. Bazı farklı kaynaklarda da, devenin bir bağda kızdığı, yanına kimseyi sokmadığı ve hücum eder bir haldeyken Allah Resulü (asm) onun bulunduğu yere geldiği bir vakitte, devenin Efendimizin (asm) yanına gelip, secde ettiği ve sonra da yanında çöktüğü nakledilir.
Allah Resulü (asm) deveye yular taktı. Deve, Allah Resulü’ne (asm) “Beni çok meşakkatli şeylerde çalıştırdılar; şimdi de beni kesmek istiyorlar. Onun için kızdım.” diye şikayette bulundu. Allah Resulü (asm) devenin söylediklerini, sahibine söyledi: “Böyle midir?”, deve sahibi de itiraf ederek “Evet” dedi.[6]
Allah Resulü’nün (asm) Adbâ ismindeki devesi, Efendimizin (asm) vefatından sonra üzüntüsünden ölünceye kadar ne yedi, ne içti.[7] Hem o deve, Allah Resulü (asm) ile mühim bir hadiseyi konuştuğunu, Ebu İshak-ı İsferanî gibi bazı mühim imamlar haber vermişler.[8]
Sahih kaynaklarda, Hazreti Cabir ibni Abdullah’dan nakledilir ki; Hazreti Câbir’in devesi, bir seferde çok yorulmuştu, daha yürüyemiyordu. Allah Resulü (asm) o deveyi hafifçe dürttü. O deve, Efendimizin (asm) dokunması iltifatına mazhar olduktan sonra o kadar bir çeviklik, bir sevinçlik gösterdi ki, daha hızından dizgini zapt edilmiyor, yolda yetişilmiyordu.[9]
Bir defa, gecede, Medine-i Münevvere’nin dışından, düşman hücum ediyor gibi mühim bir hâdise etrafa yayıldı. Sonra cesur atlılar çıktılar, gittiler. Yolda birisinin atla geldiğini gördüler. Biraz yaklaşınca gelenin Allah Resulü (asm) olduğunu anladılar. Efendimiz (asm) gelince, “Korkacak bir şey yoktur.” diyerek korku içindeki halkı sakinleştirdi. Bu hadise etrafa yayılınca Efendimiz (asm) kahramanca herkesten evvel Ebu Talha’nın atına binip, gidip Medine çevresini araştırıp dönmüştü. Daha sonra Ebu Talha’ya“Senin atın, sarsmadan, gayet çabuk hareket eden bir attır.” demiştir. Halbuki, Ebu Talha’nın atı, atların katuf denilen, yürüyüşsüz türündendi. O geceden sonra, hiçbir at ona karşı yürüyüşte yetişemiyordu.[10]
Hem sahih kaynaklardan nakledilir ki, bir defa Resulullah (asm) yolculuk esnasında, namaz kılmak istediğinde atına “Dur!” diye emretti. O da durdu, namaz bitinceye kadar hiç hareket etmedi.[11]
Hem müminlerin annesi Ümmü Seleme (r.anha) haber veriyor ki: Bir ceylân Allah Resulü (asm) ile konuşmuş ve nübüvvetine şehadet etmiştir.[14]
Burada naklettiklerimiz gibi sahih kaynaklarda geçen çok misaller vardır. Biz sadece bu misallerden meşhur birkaç tanesini naklettik. Bu mucizeleri naklettikten sonra Allah Resulü’nü (asm) tanımayana ve itaat etmeyene deriz ki:
“Ey insan, ibret al! Kurt, arslan, Allah’ın Elçisini (asm) tanıyor ve O’na itaat ediyorlar. Senin hayvandan, kurttan aşağı düşmemeye çalışman gerekmez mi?”
_________________________________________________
Mağara Muhafızları
Çok farklı ve güvenilir kanallardan bize ulaşan güvercin ve örümcek mucizesidir. Allah Resulü (asm) ile sadık dostu Hazreti Ebu Bekir (ra), hicret yolculuğunda müşriklerin takibinden kurtulmak için sığındıkları mağaranın kapısında iki nöbetçi gibi, iki güvercin gelip beklemeleri ve örümceğin de harika bir tarzda, kalın bir ağla mağara kapısını örtmesidir. Hattâ, Kureyş müşriklerinin önde gelenlerinden Übeyy ibni Halef mağarayı görünce arkadaşlarının “Mağaraya girelim.” tekliflerine “Nasıl girelim? Burada bir ağ görüyorum ki, Hazreti Muhammed doğmadan bu ağ yapılmış gibidir. Bu iki güvercin işte orada duruyor. Adam olsa orada dururlar mı?” diye cevap vermiştir.[1]Mübarek Güvencinler
Yukarıda naklettiğimiz mağara muhafızı güvercin gibi, Mekke’nin Fethi’nde de yine güvercinlerin Allah Resulü’nün (asm) başı üzerinde gölge yaptıklarını, İmam-ı Celîl ibni Veheb naklediyor.[2]Aynı şekilde sahih kaynaklardan nakledildiği üzere Hazreti Aişe validemiz haber veriyor ki: Güvercin gibi, evcil bir kuş evimizde vardı. Allah Resulü (asm) evde olduğu zaman, hiç hareket etmeden dururdu. Ne zaman Allah Resulü (asm) evden çıksa, o zaman kuş sürekli olarak hareket etmeye başlardı. Demek o kuş, Allah Resulü’nü (asm) dinliyordu, huzurunda temkinle ve sessizce beklerdi.[3]
Konuşan Kurt
Beş altı farklı kaynaktan, meşhur sahabelere dayanılarak bize nakledilen meşhur kurt hadisesidir. Ebu Saidi’l-Hudrî, Seleme ibnü’l-Ekvâ, İbni Ebî Veheb, Ebu Hüreyre ve bu olaya şahit olan çoban Uhban gibi farklı raviler haber veriyorlar ki:Bir kurt, bir çobanın sürüsündeki keçilerden birisini tutmuş; çoban, kurdun elinden kurtarmış. Kurt çobana demiş:
“Allah’tan korkmadın mı, benim rızkımı elimden aldın?” Çoban kurdun konuşması üzerine şaşırarak,
“Acayip, kurt konuşur mu?” diye mukabelede bulunmuş. Bunun üzerine kurt ona demiş:
“Acayip senin halindedir ki, bu yerin arka tarafında bir zât var ki, sizi Cennete davet ediyor, peygamberdir, onu tanımıyorsunuz.”
Bu haberi bize nakleden bu sahabeler kurdun konuştuğunu haber veriyorlar. Bu sahabelerden Ebu Hüreyre’nin rivayetinde naklediliyor ki: Çoban kurda demiş:
“Ben gideceğim. Fakat kim benim keçilerime bakacak?” Kurt
“Ben bakacağım.” demiş.
Çoban ise, çobanlığı kurda devredip gelmiş, Allah Resulü’nün (asm) yanına gidip O’nu görmüş, iman etmiş, sonra geri dönmüş. Kurdu bıraktığı gibi sürüsüne çobanlık yaparken bulmuş. Ona mükafat olarak bir keçi kesip vermiş, çünkü kurt ona üstatlık etmiş.[4]
Başka bir rivayette de, Kureyş’in reislerinden Ebu Süfyan ile Safvan bir kurdu görürler. Kurt bir ceylanı takip edip Kabe’ye girer. Kurt dönmüş; sonra şaşırmışlar. Kurt konuşmuş, Peygamberimizin (asm) peygamberliğini haber vermiş. Ebu Süfyan, Safvan’a demiş ki:
“Bu hadiseyi kimseye söylemeyelim. Korkarım, Mekke boşalıp Müslümanlara katılacaklar.”[5]
Mucizeye Mazhar Develer
Beş altı farklı kaynaktan, mühim sahabelere dayandırılarak nakledilen bir deve hâdisesidir. Ebu Hüreyre, Sa’lebe bin Mâlik, Câbir ibni Abdullah, Abdullah ibni Cafer, Abdullah ibni Ebî Evfa gibi farklı kaynaklardan ve o kaynakların başındaki sahabeler beraber haber veriyorlar ki:Bir deve Allah Resulü’nün (asm) yanına gelmiş ve secde edip, yanında çökmüş. Bazı farklı kaynaklarda da, devenin bir bağda kızdığı, yanına kimseyi sokmadığı ve hücum eder bir haldeyken Allah Resulü (asm) onun bulunduğu yere geldiği bir vakitte, devenin Efendimizin (asm) yanına gelip, secde ettiği ve sonra da yanında çöktüğü nakledilir.
Allah Resulü (asm) deveye yular taktı. Deve, Allah Resulü’ne (asm) “Beni çok meşakkatli şeylerde çalıştırdılar; şimdi de beni kesmek istiyorlar. Onun için kızdım.” diye şikayette bulundu. Allah Resulü (asm) devenin söylediklerini, sahibine söyledi: “Böyle midir?”, deve sahibi de itiraf ederek “Evet” dedi.[6]
Allah Resulü’nün (asm) Adbâ ismindeki devesi, Efendimizin (asm) vefatından sonra üzüntüsünden ölünceye kadar ne yedi, ne içti.[7] Hem o deve, Allah Resulü (asm) ile mühim bir hadiseyi konuştuğunu, Ebu İshak-ı İsferanî gibi bazı mühim imamlar haber vermişler.[8]
Sahih kaynaklarda, Hazreti Cabir ibni Abdullah’dan nakledilir ki; Hazreti Câbir’in devesi, bir seferde çok yorulmuştu, daha yürüyemiyordu. Allah Resulü (asm) o deveyi hafifçe dürttü. O deve, Efendimizin (asm) dokunması iltifatına mazhar olduktan sonra o kadar bir çeviklik, bir sevinçlik gösterdi ki, daha hızından dizgini zapt edilmiyor, yolda yetişilmiyordu.[9]
Mucizeye Mazhar Olan Mübarek Atlar
Başta İmam-ı Buharî ve diğer hadis imamları olmak üzere nakledilir ki:Bir defa, gecede, Medine-i Münevvere’nin dışından, düşman hücum ediyor gibi mühim bir hâdise etrafa yayıldı. Sonra cesur atlılar çıktılar, gittiler. Yolda birisinin atla geldiğini gördüler. Biraz yaklaşınca gelenin Allah Resulü (asm) olduğunu anladılar. Efendimiz (asm) gelince, “Korkacak bir şey yoktur.” diyerek korku içindeki halkı sakinleştirdi. Bu hadise etrafa yayılınca Efendimiz (asm) kahramanca herkesten evvel Ebu Talha’nın atına binip, gidip Medine çevresini araştırıp dönmüştü. Daha sonra Ebu Talha’ya“Senin atın, sarsmadan, gayet çabuk hareket eden bir attır.” demiştir. Halbuki, Ebu Talha’nın atı, atların katuf denilen, yürüyüşsüz türündendi. O geceden sonra, hiçbir at ona karşı yürüyüşte yetişemiyordu.[10]
Hem sahih kaynaklardan nakledilir ki, bir defa Resulullah (asm) yolculuk esnasında, namaz kılmak istediğinde atına “Dur!” diye emretti. O da durdu, namaz bitinceye kadar hiç hareket etmedi.[11]
Allah Resulü’nü (asm) Tanıyan Aslan
Allah Resulü’nün (asm) hizmetinde bulunan Sefine, Resulullah’ın (asm) emri üzerine Yemen Valisi Muaz ibni Cebel’in yanına gitmek için yolculuğa çıkmış. Yolda bir arslan rast gelmiş. Sefine aslana “Ben Allah Resulü’nün (asm) hizmetkârıyım.” deyince, arslan bir şey yapmadan ayrılmış, Sefine’ye karışmamış. Bu mucizeyi haber veren bir başka kaynakta da Sefine’nin dönüş yolculuğunda yolunu kaybettiği ve karşılaştığı bir arslanın ona yolu gösterdiği nakledilir.[12]Şehadet Eden Bazı Hayvanlar
Hazret-i Ömer’den (ra) naklediliyor ki: Allah Resulü’nün (asm) yanına bir bedevî geldi. Elinde bir kertenkele vardı. Bedevi “Eğer bu hayvan sana şehadet etse ben sana iman getiririm, yoksa iman getirmem.” dedi. Allah Resulü (asm) o hayvana kendisinin kim olduğunu sordu. O hayvan da açık bir dille, peygamberliğini ilan etti, şehadet getirdi.[13]Hem müminlerin annesi Ümmü Seleme (r.anha) haber veriyor ki: Bir ceylân Allah Resulü (asm) ile konuşmuş ve nübüvvetine şehadet etmiştir.[14]
Burada naklettiklerimiz gibi sahih kaynaklarda geçen çok misaller vardır. Biz sadece bu misallerden meşhur birkaç tanesini naklettik. Bu mucizeleri naklettikten sonra Allah Resulü’nü (asm) tanımayana ve itaat etmeyene deriz ki:
“Ey insan, ibret al! Kurt, arslan, Allah’ın Elçisini (asm) tanıyor ve O’na itaat ediyorlar. Senin hayvandan, kurttan aşağı düşmemeye çalışman gerekmez mi?”
_________________________________________________
[1]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:313; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:368; Müsned, 1:248; San’ânî, el-Musannef, 5:389; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 3:179-181; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 7:27; İbnü’l-Kayyım, Zâdü’l-Meâd (tahkik: Arnavud), 3:52; et-Tebrîzî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, no. 5934; Merûzî, Müsnedü Ebû Bekir-i Sıddık, no. 73; Zeyle’î, Nasbü’r-Râye, 1:123; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:52-53.
[2]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:313; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:637.
[3]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:309; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:632; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:79; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:403.
[4]Müsned, 3:83, 88; Müsned (tahkik: Ahmed Şâkir), 15:202-203, no. 8049 ve 11864, 11867; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:310; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:467; İbni Hibban, Sahih, 8:144; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:291-292; es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 20:240; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:141.
[5]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:311; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:84.
[6]Dârîmî, Mukaddime: 4; Müsned, 4:173; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:4; es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 22:50-51; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:87, İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:135. el-Elbânî, Silsiletü’l-Ehâdisi’s-Sahîha, 485; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:99, 100, 618.
[7]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:313.
[8]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:637.
[9]Müslim, Müsâkat: 109, no. 715; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:145.
[10]Buharî, Cihad: 46, 82; Edeb: 39; Müslim, Fezâil, 48, no. 2307; İbni Mâce, Cihad: 9; Ebû Dâvud, Edeb: 87, no. 4988; Tirmizî, Fedâilü’l-Cihad: no. 1685, 1686, 1687.
[11]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:315; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:95.
[12]Tebrîzî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, 3:199, no. 5949; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:606; el-Askâlânî, el-Metâlibü’l-Âliye, 4:125, no. 4127; el-Heysemî, Mecmeu’z Zevâid, 9:366-367; Ebû Na’îm, Hilyetü’l-Evliyâ, 1:368-369; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:147.
[13]el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:293-294; el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, 12:358; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:149-160; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:632; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:79.
[14]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:314; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:91; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:295.
[2]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:313; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:637.
[3]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:309; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:632; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:79; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:403.
[4]Müsned, 3:83, 88; Müsned (tahkik: Ahmed Şâkir), 15:202-203, no. 8049 ve 11864, 11867; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:310; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:467; İbni Hibban, Sahih, 8:144; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:291-292; es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 20:240; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:141.
[5]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:311; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:84.
[6]Dârîmî, Mukaddime: 4; Müsned, 4:173; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:4; es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 22:50-51; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:87, İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:135. el-Elbânî, Silsiletü’l-Ehâdisi’s-Sahîha, 485; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:99, 100, 618.
[7]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:313.
[8]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:637.
[9]Müslim, Müsâkat: 109, no. 715; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:145.
[10]Buharî, Cihad: 46, 82; Edeb: 39; Müslim, Fezâil, 48, no. 2307; İbni Mâce, Cihad: 9; Ebû Dâvud, Edeb: 87, no. 4988; Tirmizî, Fedâilü’l-Cihad: no. 1685, 1686, 1687.
[11]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:315; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:95.
[12]Tebrîzî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, 3:199, no. 5949; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:606; el-Askâlânî, el-Metâlibü’l-Âliye, 4:125, no. 4127; el-Heysemî, Mecmeu’z Zevâid, 9:366-367; Ebû Na’îm, Hilyetü’l-Evliyâ, 1:368-369; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:147.
[13]el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:293-294; el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, 12:358; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:149-160; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:632; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:79.
[14]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:314; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:91; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:295.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder