cesur
ŞECAAT VE NECDET
Şecaat: Dinî ve dünyevî hukukunu korumak için canını dahî verecek derecede gösterilen bir yiğitlik olarak tarif edilir.
Necdet: Korku ve dehşet veren bir hâdise anında ve olağanüstü haller karşısında sabır ve sebat göstererek soğukkanlılığını koruyup, endişeye kapılmadan sakin bir şekilde hareket etmektir.
Bu hasletlerden her ikisi de Peygamberimiz (asm)'de tam ve mükemmel manada bulunuyordu.
O, insanların en cesuru, en yüreklisi, en kahramanı ve en yiğidi idi. Gençliğinden itibaren hayâtının bütün devrelerinde şecaat manasındaki cesaret, Peygamberimiz (asm)'de çok açık bir şekilde görülüyordu.
Peygamberimiz (asm) tebliğinde ve insanları hakka davetinde o derece metanet, sebat ve cesaret gösteriyordu ki, büyük devletler, büyük dinler, kavim ve kabilesi ve hatta amcası ona şiddetli düşmanlık ettikleri halde, zerre kadar bir tereddüt eseri, bir telaş, bir korkaklık göstermiyor; tek başına bütün dünyaya meydan okuyor; İslâmiyeti anlatmaya devam ediyordu. Bu sebat ve azmin sonunda nihayet İslâmiyeti dünyaya hakim kıldı.
O’nda (asm), her zaman sarsılmaz ve sağlam bir irade vardı. Bu iradenin ters yüz edilmesi mümkün değildi. Çünkü O’ndaki (asm) iradeyi Cenâb-ı Hakk, gizli meşietiyle biledikçe bilemişti.
Ve bazı yeni Müslümanlar bu sayı çokluğuna güvenerek, böyle bir ordunun yenilmesinin imkânsız olduğunu söylemeye başlarlar. Ne var ki henüz girdikleri Huneyn vadisinde kendilerinden bir kaç kat zayıf olan düşmanın ani bir baskını karşısında orduda panik baş gösterir. Kitle psikolojisiyle herkes birbirinden görerek geriye çekilmekte ve durum neredeyse bir bozgun halini almaktadır.
O sıcak dakikalarda bütün ordunun aksine dalga dalga üzerlerine gelen düşmana karşı saldırmaya çalışan bir tek kişi vardır; Hz. Muhammed (asv).
Yeryüzünde hakkı temsil ediyor olmasına rağmen, ordusunun dağılmaya başlaması karşısında hayatının en kızgın anlarından birini yaşayan Hz. Muhammed (asv) beyaz atının üzerinde dikilerek, meydan okurcasına:
Savaşı İslam ordusu kazanır.[3]
“Seni benim elimden kim kurtaracak?” diye bağırır. O anda uykudan uyanan Peygamberimiz (asm) hiçbir tereddüt, endişe ve korku hissetmeden,“Allah!..” diye cevap verir. Sonra da şöyle dua eder:
“Allah’ım! dilediğin bir şeyle beni ondan kurtar.” O anda Gavres, ansızın gaibden gelen ve sırtına çarpan bir darbe ile yere yuvarlanır. Bu defa elindeki çok güvendiği kılıncı Hazreti Muhammed (asv)’in eline geçmiştir. Şimdi sıra O’ndadır ve sorar:
“Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?” Gavres pişmandır.
“Beni kurtaracak kimse yok!..” der. Aman diler. Efendimiz (asm) daha birkaç saniye önce canına kasteden düşmanını affeder, gitmesine izin verir.[4]
____________________________________
Şecaat: Dinî ve dünyevî hukukunu korumak için canını dahî verecek derecede gösterilen bir yiğitlik olarak tarif edilir.
Necdet: Korku ve dehşet veren bir hâdise anında ve olağanüstü haller karşısında sabır ve sebat göstererek soğukkanlılığını koruyup, endişeye kapılmadan sakin bir şekilde hareket etmektir.
Bu hasletlerden her ikisi de Peygamberimiz (asm)'de tam ve mükemmel manada bulunuyordu.
O, insanların en cesuru, en yüreklisi, en kahramanı ve en yiğidi idi. Gençliğinden itibaren hayâtının bütün devrelerinde şecaat manasındaki cesaret, Peygamberimiz (asm)'de çok açık bir şekilde görülüyordu.
Peygamberimiz (asm) tebliğinde ve insanları hakka davetinde o derece metanet, sebat ve cesaret gösteriyordu ki, büyük devletler, büyük dinler, kavim ve kabilesi ve hatta amcası ona şiddetli düşmanlık ettikleri halde, zerre kadar bir tereddüt eseri, bir telaş, bir korkaklık göstermiyor; tek başına bütün dünyaya meydan okuyor; İslâmiyeti anlatmaya devam ediyordu. Bu sebat ve azmin sonunda nihayet İslâmiyeti dünyaya hakim kıldı.
O’nda (asm), her zaman sarsılmaz ve sağlam bir irade vardı. Bu iradenin ters yüz edilmesi mümkün değildi. Çünkü O’ndaki (asm) iradeyi Cenâb-ı Hakk, gizli meşietiyle biledikçe bilemişti.
O İKİ KİŞİ
İslam takviminin başlangıcı olan Hicret yaşanmaktadır. Mekke civarındaki bir dağın yamacında mağara-kovuk arası bir yere sığınan Hz. Muhammed (asv) ve Hz. Ebubekir (ra)'in bir, bir buçuk metre yakınlarında, mağaranın hemen ağzında tepeden tırnağa silahlı iki yüz düşman dağın yamacını didik didik etmektedir. Biraz başlarını uzatıp da Hz. Muhammed (asv)'i ve arkadaşını görmekten onları alıkoyan, mağaranın kapısındaki örümcek ağı ve güvercin yuvasıdır. Yaşamlarının bıçağın sırtında olduğu bu en tehlikeli dakikalarda, güven ve huzur içindeki Hz. Muhammed (asv) yoldaşının da heyecanını yatıştırır:
"Kardeşim, o iki kişi hakkındaki zannın nedir ki üçüncüleri Allah'tır."[1]
MEDİNE'DE GECE BASKINI
Bir gece Medine'de büyük bir gürültü işitilir. Endişe içinde sokaklara dökülen halk, şehrin düşman baskınına uğradığını zannederler. Hemen önlem alınıp, savunma durumuna geçilmeye çalışılır. Fakat bu arada eğersiz bir atın üzerinde, boynuna asılı kılıcıyla Hz. Muhammed (asv) görünür. Şehir dışından gelmektedir. "Korkmayın, tehlikeli bir şey yok!" der. Halk yatışır. Ve sonra anlaşılır ki, gürültünün duyulmasıyla beraber kılıcını almış, en yakındaki ata eğersiz ve koşumsuz olarak atlamış ve şehir çevresindeki tehlikeli olabilecek yerleri teker teker kontrol etmiştir. Hiç kimsenin kendisine katılmasını beklemeden!.. Tek başına!..[2]BUNDA YALAN YOK
Mekke fethedildikten sonra başkaldıran Hevazin'i itaat ettirmek için İslam ordusu Huneyn üzerine yürümüştür. Yeni fethedilen Mekke'de yeni Müslüman olmuş iki bin askerin de eklenmesiyle sayısı on iki bin kişiyi bulan ordu, o günün Arabistan'ı şartlarında olağanüstü bir büyüklüğe sahiptir.Ve bazı yeni Müslümanlar bu sayı çokluğuna güvenerek, böyle bir ordunun yenilmesinin imkânsız olduğunu söylemeye başlarlar. Ne var ki henüz girdikleri Huneyn vadisinde kendilerinden bir kaç kat zayıf olan düşmanın ani bir baskını karşısında orduda panik baş gösterir. Kitle psikolojisiyle herkes birbirinden görerek geriye çekilmekte ve durum neredeyse bir bozgun halini almaktadır.
O sıcak dakikalarda bütün ordunun aksine dalga dalga üzerlerine gelen düşmana karşı saldırmaya çalışan bir tek kişi vardır; Hz. Muhammed (asv).
Yeryüzünde hakkı temsil ediyor olmasına rağmen, ordusunun dağılmaya başlaması karşısında hayatının en kızgın anlarından birini yaşayan Hz. Muhammed (asv) beyaz atının üzerinde dikilerek, meydan okurcasına:
"Ben Allah'ın Elçisiyim bunda yalan yok. Ben Abdulmuttalib'in oğluyum (düşmandan hiç kaçmamış bir ecdad) bunda yalan yok!"
diye haykırmakta ve bütün gücüyle Müslümanların üzerine sağnak halde ok yağdıran Hevazin kabilelerine saldırmaya çalışmaktadır. Bu arada iki yakını atını güçlükle zapt etmektedirler.Savaşı İslam ordusu kazanır.[3]
SENi BENİM ELİMDEN KİM KURTARACAK
Pek çok sahih hadis kaynağından bize nakledilen meşhur bir hadisedir. Peygamberimiz (asm) bir sefer esnasında kabilesinden uzak bir yerde dinlenmektedir. Gavres isminde cesur bir kabile reisi, kimseye gözükmeden, Peygamber Efendimizin (asm) yanına kadar ulaşmayı başarır. Elindeki kılıcı Peygamberimizin (asm) başının üstünde kaldırıp“Seni benim elimden kim kurtaracak?” diye bağırır. O anda uykudan uyanan Peygamberimiz (asm) hiçbir tereddüt, endişe ve korku hissetmeden,“Allah!..” diye cevap verir. Sonra da şöyle dua eder:
“Allah’ım! dilediğin bir şeyle beni ondan kurtar.” O anda Gavres, ansızın gaibden gelen ve sırtına çarpan bir darbe ile yere yuvarlanır. Bu defa elindeki çok güvendiği kılıncı Hazreti Muhammed (asv)’in eline geçmiştir. Şimdi sıra O’ndadır ve sorar:
“Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?” Gavres pişmandır.
“Beni kurtaracak kimse yok!..” der. Aman diler. Efendimiz (asm) daha birkaç saniye önce canına kasteden düşmanını affeder, gitmesine izin verir.[4]
O’NUN ARKASINA SIĞINIRDIK
Cesareti ile mümtaz Hazreti Ali (ra) anlatıyor:
“Biz, savaş kızıştığında, gözler öfkeden kıpkırmızı kesildiğinde O’nun (asm) arkasına sığınırdık.”[5]
____________________________________
[1]M.Yusuf Kandehlevi, Hayatü's-Sahabe , (I), shf:420
[2]Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi (I), shf:82; M.Yusuf Kandehlevi, a.g.e. (III), shf:227
[3]İmam-ı Tirmizi, Şemail-i Şerif shf:265; M.Yusuf Kandehlevi, a.g.e. (III), shf:228
[4]Buhârî, cihad 84; megâzî 31; Müslim, fezâil 13; Hâkim, el-Müstedrek, 3/29.
[5]Müsned, 1:86; Müstedrek, 2:143; Kenzü’l-Ummâl, 12:347, 419.
[2]Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi (I), shf:82; M.Yusuf Kandehlevi, a.g.e. (III), shf:227
[3]İmam-ı Tirmizi, Şemail-i Şerif shf:265; M.Yusuf Kandehlevi, a.g.e. (III), shf:228
[4]Buhârî, cihad 84; megâzî 31; Müslim, fezâil 13; Hâkim, el-Müstedrek, 3/29.
[5]Müsned, 1:86; Müstedrek, 2:143; Kenzü’l-Ummâl, 12:347, 419.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder