31 Ocak 2015 Cumartesi

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءَهُمْ أَوْ أَبْنَاءَهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ ۚ أُولَٰئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الْإِيمَانَ وَأَيَّدَهُمْ بِرُوحٍ مِنْهُ ۖ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا ۚ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ ۚ أُولَٰئِكَ حِزْبُ اللَّهِ ۚ أَلَا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Allah’a ve ahiret gününe inanan bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa- Allah’a ve Resulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. İşte onların kalbine Allah, iman yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedi kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de sadece Allah’ın tarafında olanlardır.(Mücadele/22)
“Kafirler birbirlerinin velileridirler. Siz bunu  yapmazsanız, yeryüzünde fitne ve büyük bir kargaşa olur.”
(Enfal/73)
Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmeyin; (bunu yaparak) Allah’a, aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz? (Nisa-144)
(Münafıklar) Sizi gözetleyip dururlar; eğer Allah’tan size bir zafer nasip olursa: ‘Biz sizinle beraber değil miydik?’ derler. Eğer (bu zafer) kafirlere nasip olursa, onlara da: “Size yardım edip, müminlerden size (bir kötülük gelmesini) önlemedik mi?” derler. Allah, Kıyamet Günü aranızda hüküm verir. Allah, kafirlerin müminlere (galip gelmelerini sağlayacak) bir yola asla fırsat vermeyecektir. Münafıklar, Allah’a hile yapmaya kalkışırlar. Allah da onlara hile yapar. Onlar namaza kalktıklarında üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah’ı da çok az zikrederler. (Müminler ile kafirler arasında) Bocalayıp dururlar, ne (tam olarak) onlara ne de (tam olarak) bunlara katılırlar. Allah, kimi doğru yoldan saptırmışsa, artık onun için (hakka giden) bir yol bulamazsın. Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmeyin. Yoksa onları dost edinerek, bunu kendi aleyhinize apaçık bir delil mi yapmak istiyorsunuz?”
(Nisa: 4/138-144)
Müminleri bırakıp da kafirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.
Nisa-139
Müminler, müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur. (Allah’tan ilişiği kesilmiş olur.)Ancak kafirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız başkadır. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş yalnız Allah’adır.
Al-i İmran-28
Onlardan çoğunun, inkâr edenlerle dostluk ettiklerini görürsün. Nefislerinin onlar için (ahiret hayatları için) önceden hazırladığı şey ne kötüdür: Allah onlara gazabetmiştir ve onlar azap içinde devamlı kalıcıdırlar!
Eğer onlar Allah’a, Peygamber’e ve ona indirilene iman etmiş olsalardı onları (müşrikleri) dost edinmezlerdi; fakat onların çoğu yoldan çıkmışlardır.
(Maide-80/81)
Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.
Kalblerinde hastalık bulunanların: “Başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz” diyerek onların arasına koşuştuklarını görürsün. Umulur ki Allah bir fetih, yahut katından bir emir getirecek de onlar, içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olacaklardır. *
Maide 51-52
“Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve kafirlerden dininizi alay konusu ve oyuncak edinenleri dost edinmeyin. Eğer gerçekten iman etmiş kimselerseniz, Allah’tan korkun.”
Maide-57
Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veli edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin kendileridir.
De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Resulünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.
Tevbe-23-24
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَالَّذِينَ آوَوْا وَنَصَرُوا أُولَٰئِكَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ ۚ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يُهَاجِرُوا مَا لَكُمْ مِنْ وَلَايَتِهِمْ مِنْ شَيْءٍ حَتَّىٰ يُهَاجِرُوا ۚ وَإِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ إِلَّا عَلَىٰ قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ مِيثَاقٌ ۗ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
İman eden, hicret eden, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihat eden ve (muhacirleri) barındırıp, onlara yardım edenler. İşte onlar birbirlerinin velisidir. İman edip de hicret etmeyenler, onlar hicret edene kadar hiç bir velayetiniz yoktur. Fakat din hususunda sizden yardım isterlerse onlara -aranızda anlaşma olan toplumdan başkasına karşı- yardım etmeniz gerekir. Allah yaptıklarınızı görmektedir.
Enfal-72
Onlar, kafir oldukları gibi sizin de küfretmenizi ve kendileri ile eşit olmanızı istiyorlar. Bu sebeple, onlar, Allah yolunda hicret etmedikçe onları veli edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları tutun ve bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan bir veli yardımcı edinmeyin.
Nisa-89
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاءَ تُلْقُونَ إِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءَكُمْ مِنَ الْحَقِّ يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وَإِيَّاكُمْ ۙ أَنْ تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ رَبِّكُمْ إِنْ كُنْتُمْ خَرَجْتُمْ جِهَادًا فِي سَبِيلِي وَابْتِغَاءَ مَرْضَاتِي ۚ تُسِرُّونَ إِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَأَنَا أَعْلَمُ بِمَا أَخْفَيْتُمْ وَمَا أَعْلَنْتُمْ ۚ وَمَنْ يَفْعَلْهُ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاءَ السَّبِيلِ
Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin. Size gelen hakkı hakkı inkar etmişken onlara sevgi gösteriyorsunuz. Oysa ki onlar, peygamberi ve sizi, Rabbiniz olan Allah’a iman ettiniz diye yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer Benim yolumda cihat etmek ve Benim hoşnutluğumu kazanmak için çıkmışsanız, onları dost edinmeyin. Ben, gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim. İçinizden her kim bunu yaparsa, hak yoldan sapmış olur. Eğer, onlar size üstün gelirlerse, size düşman olurlar. Ellerini ve dillerini kötülük etmek için size uzatırlar. Bir küfretseniz diye arzu duyarlar. Kıyamet Günü, ne akrabanız ne de evladınız size hiçbir fayda sağlamayacak, Allah onlarla sizin aranızı ayıracaktır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.
Mümtehine-1
قَدْ كَانَتْ لَكُمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فِي إِبْرَاهِيمَ وَالَّذِينَ مَعَهُ إِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ إِنَّا بُرَآءُ مِنْكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَاءُ أَبَدًا حَتَّىٰ تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَحْدَهُ إِلَّا قَوْلَ إِبْرَاهِيمَ لِأَبِيهِ لَأَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ وَمَا أَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللَّهِ مِنْ شَيْءٍ ۖ رَبَّنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا وَإِلَيْكَ أَنَبْنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ
İbrahim ve onunla beraber olanlarda, sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine demişlerdi ki: ‘Biz sizden ve sizin Allah’tan başka ibadet ettiğiniz şeylerden uzağız. Sizi tekfir ettik. Siz, bir tek Allah’a iman etmedikçe, bizimle sizin aranızda ebedi olarak kin ve düşmanlık belirmiştir.’ İbrahim’in, babasına söylediği ‘senin için Allah’tan mutlaka mağfiret dileyeceğim; fakat Allah’tan sana gelecek bir şeyi savmaya gücüm yetmez’ sözü müstesna. Rabbimiz! Sana tevekkül ettik, Sana yöneldik. Dönüş Sanadır. Rabbimiz! Bizi, inkar edenlerle deneme ve bizi bağışla. Şüphesiz daima galip ve hikmet sahibi olan Sensin. Gerçek olan şu ki, onlarda sizin için, Allah’ı ve Ahiret Gününü uman kimseler için uyulacak güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse, bilsin ki, Allah müstağnidir, hamd olunmaya layıktır. Allah’ın, sizinle, onlardan düşman olduğunuz kimseler arasına bir sevgi koyması mümkündür. Allah, buna kadirdir. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.
Mümtehine-4
يَا أَيُّهَا  الَّذِينَ آمَنُوا  إِذَا  جَاءَكُمُ  الْمُؤْمِنَاتُ  مُهَاجِرَاتٍ  فَامْتَحِنُوهُنَّ  ۖ  اللَّهُ  أَعْلَمُ  بِإِيمَانِهِنَّ  ۖ  فَإِنْ  عَلِمْتُمُوهُنَّ  مُؤْمِنَاتٍ  فَلَا تَرْجِعُوهُنَّ  إِلَى الْكُفَّارِ  ۖ  لَا  هُنَّ  حِلٌّ  لَهُمْ  وَلَا  هُمْ  يَحِلُّونَ  لَهُنَّ  ۖ  وَآتُوهُمْ  مَا أَنْفَقُوا  ۚ  وَلَا  جُنَاحَ  عَلَيْكُمْ  أَنْ تَنْكِحُوهُنَّ  إِذَا  آتَيْتُمُوهُنَّ  أُجُورَهُنَّ  ۚ  وَلَا تُمْسِكُوا  بِعِصَمِ  الْكَوَافِرِ  وَاسْأَلُوا  مَا أَنْفَقْتُمْ  وَلْيَسْأَلُوا  مَا أَنْفَقُوا  ۚ  ذَٰلِكُمْ  حُكْمُ  اللَّهِ  ۖ  يَحْكُمُ  بَيْنَكُمْ  ۚ  وَاللَّهُ  عَلِيمٌ  حَكِيمٌ
وَإِنْ  فَاتَكُمْ  شَيْءٌ  مِنْ أَزْوَاجِكُمْ  إِلَى الْكُفَّارِ  فَعَاقَبْتُمْ  فَآتُوا  الَّذِينَ ذَهَبَتْ  أَزْوَاجُهُمْ  مِثْلَ  مَا أَنْفَقُوا  ۚ  وَاتَّقُوا  اللَّهَ  الَّذِي  أَنْتُمْ  بِهِ  مُؤْمِنُونَ
يَا أَيُّهَا  الَّذِينَ آمَنُوا  لَا تَتَوَلَّوْا  قَوْمًا  غَضِبَ  اللَّهُ  عَلَيْهِمْ  قَدْ يَئِسُوا  مِنَ الْآخِرَةِ  كَمَا  يَئِسَ  الْكُفَّارُ  مِنْ أَصْحَابِ  الْقُبُورِ
Allah sizi, din hususunda sizinle savaşmayan ve sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten ve onlara karşı adaletli davranmaktan menetmez.
Şüphesiz Allah, adil davrananları sever. Allah sizi ancak, din hususunda sizinle savaşan, sizi yurdunuzdan çıkaran ve çıkarılmanıza yardım eden kimselerle dost olmaktan meneder. Kim onlarla dost olursa, işte onlar zalimdirler.
Ey iman edenler! Mümin kadınlar size muhacir olarak geldikleri zaman, onları imtihan edin. Allah, onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer onların mümin olduklarını anlarsanız, onları kafirlere geri döndürmeyin. Ne bu kadınlar o kafirlere helaldir ne de o kafirler bu kadınlara helal olur. Kafirlere, kadınlar için sarfettiklerini verin. O kadınlara mehirlerini verdiğiniz takdirde, onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Kafir kadınları nikahınızda tutmayın. Onlar için sarfettiğiniz mehri isteyin; onlar da (kafir erkekler) sarfettikleri mehri istesinler. Bu, Allah’ın hükmüdür; aranızda O hükmeder. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir, hikmet sahibidir. Eşleriniz için sarfettiklerinizden bir şey (eğer onların dinden çıkmaları sebebiyle) kafirlere gider, siz de onlara galip gelirseniz, ganimetten eşleri giden erkeklere sarfettikleri kadarını verin. İman ettiğiniz Allah’a karşı gelmekten sakının.
Ey Peygamber! Mümin kadınlar, Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina işlememek, evlatlarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir yalan düzüp getirmemek ve iyilik hususunda karşı gelmemek üzere sana bey’at etmek için geldiklerinde, onların bey’atlarını kabul et ve onlar için Allah’tan mağfiret dile. Şüphe yoktur ki, Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edendir.
Ey iman edenler! Allah’ın, kendilerine gazabettiği bir kavmi dost edinmeyin. Zira onlar, mezar ehlinden ümitlerini kesen kafirler gibi, ahiretten ümitlerini kesmişlerdir.”
Mümtehine-8-9-10-11-12-13
Nihayet İbrahim onlardan ve Allah’tan başka taptıkları şeylerden uzaklaşıp bir tarafa çekildiği zaman biz ona İshak ve Ya’kub’u bağışladık ve her birini peygamber yaptık.
Meryem-49
(İçlerinden biri şöyle demişti:) “Madem ki siz onlardan ve onların Allah’ın dışında tapmakta oldukları varlıklardan uzaklaştınız, o halde mağaraya sığının ki, Rabbiniz size rahmetini yaysın ve işinizde sizin için fayda ve kolaylık sağlasın.”
Kehf-16
Görmedin mi o kimseleri ki, üzerlerine Allah’ın gazap etmiş olduğu bir kavmi dost edindiler o kimseler, ne sizdendirler ve ne de onlardandırlar, ve bilir oldukları halde yalan yere yemîn ederler.
Mücadele 14



30 Ocak 2015 Cuma


Bismillahirrahmanirrahim
48-Şurası kesindir ki, bunlar daha önce de fitne çıkarmak istediler ve sana türlü işler çevirdiler. Nihayet hak yerini buldu ve 'ın emri onların zoruna gitmesine rağmen açığa çıktı
(Tevbe suresi-48).
Şikayet etmeye hakkımız var mı?

Peki neden anne ve babalar evlatlarından şikayet ediyorlar? Neden evlatlar anne ve babalarını perişan ediyorlar, ağlatıyorlar, inim inim inletiyorlar?
Suçlu kim? Suçlu anne baba mı? Yoksa suçlu evlat mı? Yoksa suçlu toplum mu? Yoksa maneviyatsız eğitim mi? Yoksa sorumsuz medya mı? Yoksa ……
Elbette suçu bu sınıflardan birine tamamen yükleyemeyiz. Ama her birinin suçu var. Anne baba biz suçluyuz. Evlat suçlu. Görevini yapmayan eğitim sistemi suçlu. Gençleri kötülüğe sevk eden medya suçlu. Dini diyanetini bilmeyen ve dindar evlat yetiştirmeyen anne ve baba suçlu.
Dini öğrenmeyip malayani ve geçici zevkler peşinde koşan gençlerimiz mi suçlu. Devamlı bataklıkta sinek üreten ortam suçlu. Velhasılı hepimiz suçluyuz.
Suçu sadece başkalarında aramaya kalkmayalım. Çocuğunu haram lokma ile besleyen, onlara dinini diyanetini öğretmeyen, ahiretlerini düşünmeyen insanların, herhalde evlatlarından fazla şikayet etme hakları yok.

Nasıl olmalı?
Anne ve baba kötü de olsa hiç bir evladın anne ve babasına isyan etmeye, eziyet etmeye hakkı yoktur. Her şeyde olduğu gibi iyi bir evlat isteyen anne ve babalar evlatlarını İslamî bir terbiye vermek zorundadırlar.
İslam terbiyesiyle yetişen bir evlat anne ve babasına kötülük etmez, onları dövmez, onları aç-açık bırakmaz, onlara sövmez hatta Kur'an ifadesiyle öf bile demez. Bakınız bunu ayeti kerimede Rabb'imiz şöyle veriyor.
"Rabb'in, ancak kendisine kulluk etmenizi ve anne babaya iyi davranmanızı emretti. Onlardan (anne veya babanızdan) biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa sakın onlara öf bile deme, onları azarlama; her zaman onlara güzel değerli sözler söyle, acıyarak onlara daima kucak aç ve yumuşak davran ve "Ya Rab beni küçükken bakıp büyüttükleri gibi sen de şimdi onlara acı, diyerek dua et!" (İsra; 24)
"'a kulluk edin. O'na bir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya iyilik edin." (Nisa; 36)
Anne ve Baba hakkıyla ilgili hadislerden sadece bir kaçını örnek vermek istiyorum.
Adamın biri "Rasulullah (s.a.v.)'e gelip sordu: "Ey 'ın Rasül'ü, insanlar içinde iyi davranıp hoş sohbette bulunmama en ziyade kim hak sahibidir? diye sordu. Hz. Peygamber (sa.v.): "Annen" diye cevap verdi. Adam: "sonra kim?" dedi. Rasulullah (s.av.) yine "Annen" diye cevap verdi. Adam tekrar: "Sonra kim?" diye sordu. Rasulullah (s.a.v.) yine "Annen" diye cevap verdi. Adam tekrar sordu: "Sonra kim" Rasulullah (s.a.v.) bu dördüncüyü "Baban!" diye cevapladı.' (Buhari, Edeb, 2; Müslim, Birr, 1)
Abdullah bin Mes'ud'dan rivayet edildiğine göre: "'ın Rasül'ünden, 'a ve Rasül'üne en muhabbetli amel nedir?" diye sordum. Cevap olarak " Vaktinde kılınan namaz" dediler. Sonra hangisidir diye sordum: "Ana-babaya iyilik yapmaktır" buyurdular. Sonra hangisidir? dediğimde, " yolunda cihad etmek olduğunu söylediler." (Buhari, Mevakitüs Salat, 5; Cihad, 1; Edep; Müslim)
Sevgili Peygamberimiz bir gün ashabına :."Size büyük günahların en büyüğünün ne olduğunu söyleyeyim mi?" diye sordu. Yanındakiler "Evet" deyince Rasulullah (s.a.v.) bu günahları şöyle ifade etti: "'a şirk koşmak ve anne babaya âsî olmak!" (Buhari, Edep, 6)
Anne ve babanın hakkı ve önemi ile ilgili daha birçok ayet ve hadislere yer vermek mümkündür.

'a inanan, peygamberlerinin sünnet adabına sarılarak inançlarını koruyan mü'minlerin evleri, 'a ve Rasulüne itaat ve anne babaya iyilik üzere kurulmuş olan evlerdir. , kendisine inanıp ibadet edilmekle, ana babaya iyilik edilmesini birarada zikretmiştir. Ana-babaya itaatsizlikle ibadet doğru olmaz. Bilakis ana babaya iyilik ibadetlerin en değerlisi ve ahlâkın en faziletlisidir.

Teala şöyle buyurur:
وَقَضى رَبُّكَ اَلَّا تَعْبُدُوا اِلَّا اِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَا اَوْ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُلْ لَهُمَا اُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلًا كَريمًا (23) وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُلْ رَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَانى صَغيرًا (24) رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا فى نُفُوسِكُمْ اِنْ تَكُونُوا صَالِحينَ فَاِنَّهُ كَانَ لِلْاَوَّابينَ غَفُورًا (25 "Rabbin yalnız kendisine tapmanızı ve ana babaya iyilik etmenizi buyurmuştur. Eğer ikisinden biri veya her ikisi, senin yanında iken ihtiyarlayacak olursa onlara karşı "öf" bile demeyesin. Onları azarlamayasın. İkisine de hep tatlı söz söyleyesin. Onlara acıyarak alçak gönüllülük kanatlarını ger ve: "Rabbim! Küçükken beni yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et" de. İçinizde olanı en iyi Rabbiniz bilir. İyi kimseler seniz bilin ki, O şüphesiz kendine başvuranları bağışlar."[İSRA/23-25]
İbn Ömer, Rasulüllah'tan şöyle rivayet etmiştir: "Babalarınıza iyilikte bulunun ki, çocuklarınız da size iyilikte bulunsun. İffetli olunuz ki, kadınlarınız da itfetli olsunlar."[Taberanî hasen isnad lyla rivayet etmiştir]
Ebu Hüreyre'den; Rasulüllah, üç defa: - "Zelil ve perişan olsun" dedi. Denildi ki: “Kim ya Rasulallah? Cevaben: "Yaşlılık anında ana-babasına veya onlardan birisine yetişip de cennete giremeyen kimse" buyurdu.[Müslim rivayet etmiştir]
Ana-Babaya Nasıl İyilik Edeceksin?
Ana babaya iyilik: Onlara ihsanda bulunmak, onların haklarını yerine getirmek, itaatten ayrılmamak, onlara kötülükten sakınmak, memnun olacakları şeyi yapmaktır. İyilik, helali haram yapan, haramı da helal yapan şeyin dışında devamlı olan bir haktır. Çünkü yaratıcıya isyan konusunda, yaratılana itaat yoktur.
Buradan anlıyoruz ki, ana-babaya itaat görevlerin en önemlisi ve ibadetlerin en faziletlisidir. Onlara itaatsizlik günahların en büyüğüdür.
Kafi delille sabittir ki, akrabalık ve sıia-i rahm hakkı, sıla-i rahmi ve onların haklarını yerine getirmek, onlarla küs üşmem ektir. En başta gelen akraban ana-babandır. Çünkü onlar senin meydana gelişinin sebebidir. Senin gelişmenin, eğitiminin, terbiyenin aslı onlardır. Şüphesiz o ikisinin hakkı kat kat fazla ve sorumlulukları büyük, görüşleri hürmete layıktır.

Anne ve babaya çocuktan daha çok iyilik yapacak kim vardır?

Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurur:

"Çocuk babasının hakkını ödeyemez. Ta ki, onun için bir köle bulur, onu satın alır sonra da onu âzâd ederse o zaman öder."[Müslim ve Ebu Davud rivayet etmiştir]

Abdullah b. Mes'ud'dan: Rasulüllah'a (s.a.v.) sordum:
yanında en sevimli amel hangisidir? Bir başka rivayette: "Hangi amel daha faziletlidir?"
Rasulüllah (s.a.v.):
"Vaktinde kılınan namazdır" buyurdu. Ben tekrar sordum:
“Sonra hangi amel? Rasulüllah (s.a.v.):
"Ana-babaya iyilik yapmaktır" dedi. Ben yine sordum:
“Sonra hangi amel? Rasulüllah (s.a.v.):
" yolunda cihad yapmaktır" buyurdu.[Buharî, Müslim, Nesaî ve diğerleri rivayet etmiştir]

Ana-Babaya Karşı Çocuğun Edebi

Ana-babaya iyilik, itaatkâr mü'minlerin evlerinin alâmeti olduğuna göre bu iyilik çocuğun ana-babasma karşı yapmakla mükellef olduğu edeblerdir. Onlar şunlardır:

"Sözlerini dinlemek, onların ayakta kalmalarını sağlamak, emirlerine itaat etmek, davetlerine icabet etmek, onlara acıyarak alçak gönüllülükle kanatlarını germek, ısrar ile onların canını sıkmamak, yaptığı işleri onların basma kakmamak, emirlerine karşı çıkmamak, sıkıntı ve bıkkınlık içinde küçümseyerek bakmamak, emirlerine isyanda bulunmamak[Ebu Hâmid el-Gazzalî, Edebü'd-Dîn], öldükten sonra dua etmek, onların dostlarına ikramda bulunmak ve onlar adına sadaka vermek."

Ana-Babaya Karşı Gelmekten Sakınmak

Ebubekir (r.a.), Rasulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

"Dikkat edin. Size en büyük üç günahı haber vereyim mi?" Biz:
“Evet, ya Rasulallah (s.a.v.)! dedik. O da buyurdu ki:
"'a şirk koşmak ve ana-babaya karşı gelmektir."
Rasulüllah (s.a.v.) bir yere dayalı idi. Oturumuna geldi ve ilave etti:"Dikkat edin! Yalan söz ve yalan şahitliktir." Rasulüllah (s.a.v.) bunu o kadar çok tekrar etti ki, biz keşke sussa dedik.[Buharî, Müslim ve Tirmizî rivayet etmiştir.]

Abdullah b. Amr b. el-As'tan, Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Büyük günah 'a şirk koşmak, ana-babaya karşı gelmek, adam öldürmek ve yalan yere yapılan yemindir."[Buhari rivayet etmiştir]

Hz. Ali Rasulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Ana-babaya karşı gelmekten sakınınız Çünkü cennetin kokusu 1000 yıllık yoldan gelir. Onun kokusunu isyankâr evlat, sıla-i rahmi kesen, zina eden ihtiyar, kibirden dolayı eteğini yerde sürükleyen alamaz. îşte bu 'a karşı kibirdir."[Deylemî rivayet etmiştir.]

Abdullah b. Amr b. el-As'dan: Rasûlüllah (s.a.v.) buyurdu ki:

"Kişinin ana-babasma sövmesi büyük günahlardandır." Dediler ki;
"Ey 'ın Rasûlü! Hiç adam ana-babasma söver mi?" Rasûlüllah (s.a.v.):
"Evet, bir kimse birisinin babasına söverse, kendi babasına, birisinin annesine söverse kendi annesine sövmüş olur."[Buharı ve Müslim rivayet etmiştir]
O halde müslüman kardeşim, ana-babaya, karşı gelmekten sakın ki, ahiretini perişan eden, dünyadaki bedbahtlardan olmayasm.

İyi Söz ve Nasihat

Ey haklarının en sağlamını yitiren, ana-babaya iyilik yerine kötülük eden, görevini unutan, içinde bulunduğu durumdan gafil olan, ana-babaya iyilik, üzerine borçtur. Sen ayıp bir işin peşine düşerek onu elde etmeye çalışıyor, kendine göre cenneti elde etmek istiyorsun. Cennet annenin ayağı altındadır. O seni sanki dokuz sene gibi dokuz ay karnında taşıdı. Doğururken ölümle burun buruna geldi. Göğüslerindeki sütle seni emzirdi. Senin için uykularını kaçırdı. Senin pisliklerini eliyle yıkadı. Yemek konusunda seni kendisine tercih etti, yemedi, yedirdi. Kucağı senin için beşik oldu. Sana iyilik ve yardımda bulundu. Sen hastalandığın veya sızlandığında sana çok üzüldü. Malını senin iyileşmen için harcadı.
Annen, senin hayatınla kendisinin ölümü arasında muhayyer bırakılsaydı, haykırarak senin hayatını isterdi. Hal böyleyken sen, ne kadar çok ona kötü davrandm. Fakat O, gizli veya açıkça senin için dua etti. Onun yaşlılıkta sana ihtiyacı olduğunda sen onu basit bir eşya haline getirdin. Nitekim O, aç olduğu halde sen karnım doyurursun veya o, halinden memnunken kana kana su içtin. Eşini ve çocuklarını iyilik etmede ona tercih ettin. Onun ellerine unutarak karşılık verdin. Onun işi kolay olmasına rağmen sana zor gelir. Ömrü kısa olduğu halde sana uzun gelir. Senden başka yardımcısı olmadığı halde onu terkettin.

Ana-Baba'ya İyilik Etme Konusunda Rahmet Bulutları:

Enes, Rasûlüllah'm (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Kim ömrünün uzamasını ve rızkının artmasını isterse, ana-babasma iyilik yapsın ve sıla-i rahm'i yerine getirsin."[Ahmecl b. Hanbel rivayet etmiştir]

Sevban'dan, Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Kişi yaptığı günahı ile rızıktan mahrum olur. Kaderi dua ile değiştirir, ömrü de ancak iyilikle artırır."[Ibn Mace, Ibn Hibban ve Hâkim rivayet etmiştir.]

İbn Ömer b. Hattab, Rasûlüllah'm (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

"Babalarınıza iyilik yapınız ki, çocuklarınız da size iyilikte bulunsunlar. İffetli olunuz ki, kadınlarınız da iffetli olsunlar."[Taberanî, hasen isnad ile rivayet etmiştir]

Şu hadiste rivayet edilmiştir:

"Cennet kapısı ana-babaya iyilik yapanlar için açıktır. Kim onlara iyilikte bulunursa, ona cennet kapısı açılır. Kim onlara karşı gelirse bu kapı yüzüne kapanır."
[Ibn Şahin, et-Terğib'de; ed-Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs'de rivayet etmiştir]

Ana-babaya iyilik yapılan evler, huzura kavuşur ve melekler onu kanatlarıyla kuşatırlar ve şeytanların vesveselerinden korunurlar,

EVET evlerimizi şeytanın girmediği evler yapmak istiyorsak ANNE- BABA KARŞISINDAKİ TAVRIMIZ VE DURUMUMUZU GÖZDEN GEÇİRELİM... işte şeytanların girmediği evler... bu evlerdir..

Anne-babaya hürmet ve itaat, kişiyi Peygamberlerle birlikte haşrolmayı nasib eder

Anne-babaya hürmet eden Nebilerle, Sıddıklarla ve Şehitlerle haşrolur

Bir adam Resulullah’a (asm) gelerek:

“Ya Resulullah! Allah’tan başka hiçbir İlah olmadığına, senin Allah’ın Peygamberi olduğuna inanıyorum. Beş vakit amazı kılıyor, malımın zekatını veriyor ve Ramazan orucunu tutuyorum.” dedi. Bunun üzerine Resulullah (asm):


“Anne ve babasına karşı gelmedikçe bunları yerine getirerek bu hal üzere ölen, şüphesiz kıyamet günü Nebilerle, Sıdıklarla ve Şehitlerle (inanç ve imanları çok kuvvetli olanlarla) -iki parmağını yan yana getirerek- böylece birlikte olacaktır.” buyurdu. /Taberani

“Ana-babasına iyilik eden evlat, Peygamberlerle beraber cennete girer.”/İmam Rafii

Baba Hakkının Önemi
Mâlik bin Dinar Hazretleri hacca gitmişti. Hac günlerinin sonunda rüyasında denildi ki:
- Ey Mâlik, müjdeler olsun, günahların affedildi. Seninle beraber haccedenlerin de günahları affedildi. Hepinizin haccı kabul edildi. Ancak Belhli Muhammed oğlu Abdürrahmanın haccı kabul edilmeyip günahları affedilmedi.
Uyanınca, halka Abdürrahman ismindeki şahsı sordu. Onu herkes tanıyordu, onun ibâdetine düşkün, Kur'an a bağlı bir zat olup her sene hacca geldiğini söylediler. Sora sora onu buldu. Yüzü ayın ondördü gibi parlayan bir gençti. Selam verdi, o da selamım aldı. Mâlik Hazretlerine:
- Siz kimsiniz, diye sordu. O da Basralı olduğunu söyledi.
- Bana, benim afffedilmediğimi haber vermeye mi geldin, dedi.
- Nereden bildin?
- Rüyamda söylediler.
- Allah senin haccını niçin kabul etmeyip, affetmiyor?
- Ben, mübarek Ramazan ayının ilk gecesi büyük bir günah işledim. İçki içip sarhoş olmuştum. O haldeyken babam gelip beni kaldırmak istemiş. Ben babamın gözüne vurup kör etmişim. Babam da bana kırılıp "Allah senden razı olmasın" diye beddua etmiş. Sabah olunca annem bana bu olanları anlattı. Yaptıklarıma çok pişman oldum. Gidip şarap küpümü kırdım. Allah için bol bol sadaka verdim. Kaç tane köleyi hürriyetine kavuşturdum. Her yıl hacca gitmeye başladım. Fakat her sene bir kişi senin gibi bana gelip "Allah senin haccını kabul etmedi. Seni affetmiyor" der.
- Senin baban hayatta mı?
- Hayattadır. Falan yerde ikâmet etmektedir.
Mâlik Hazretleri gencin babasını bulur. Adam, nur yüzlü bir zattır. O vardığında Kur'an okumaktadır. Mâlik Hazretlerini tanıyınca çok sevinir ve:
- Yâ Mâlik, ben de seni görmeyi çok arzu ediyordum. Bir isteğin varsa hemen söyle, yerine getireyim, dedi.
Mâlik bin Dinar Hazretleri, isteğini şöyle anlattı:
- Farzet ki kıyamet kopmuş. Herkes kendi canı derdine düşmüş vaziyette. O sırada senin evladın Abdürrahmanı tutup cehenneme atıyorlar...
Bunun üzerine adam ağlamaya başladı.
- Ben onu affettim. Hakkımı da helal ettim. Madem tanıyorsun git söyle.
Mâlik Hazretleri gence gitti ve müjdeyi verdi:
- Baban seni affetti. Hakkını helal etti.
Genç o kadar sevindi ki, sevincinden hemen bayılıverdi. Bu arada babası da geldi.
- Ey evladım, Allah sana azap etmesin, dedi.
Bu arada genç kıpırdadı, bazı hareketlerde bulundu. Babası telaşa kapıldı, ölüyor zannetti. Mâlik Hazretlerine, Kelime-i Şehâdet getirmesini söyledi. Oğlunun da duyup Kelime-i Şehâdet getirmesini istiyordu. Mâlik Hazretleri bir iki kere Kelime-i Şehâdet getirdiyse de söylemedi. Bu arada gözünü açıp:
- Baba gel, sen de benim gözümü çıkar da, suçum kıyamete kalmasın, dedi. Babası:
- Yok evladım ben sana hakkımı helal ettim, dedi. Mâlik Hazretleri sordu:
- Yâ Abdürrahman, ben Kelime-i Şehâdet okudum ama sen benimle beraber okumadın?
- Nasıl okuyabilirim ki. Başımda iki melek dikiliyordu. Ellerinde ateşten sopalar vardı. Sonra babam hakkını helal ettiğini söyleyince bir melek daha gelip yeşil bir bezle yüzümü sildi. "Artık Kelime-i Şehadet getirebilirsin, baban senden razı olduğu için Allah da razı oldu" dedi.

Daha sonra annesi ve kız kardeşi geldiler. Ağlıyorlardı. Abdürrahman, ağlayan annesini ve kız kardeşini gördü. Tekrar düştü ve hareketsiz kaldı. Baktılar ki ruhunu teslim etmiş
Anne Duasıyla Gelen Rahmet
Âlim ve evliyanın büyüklerinden Hakîm-i Tirmizî (k.s.) ilim öğrenme arzusu ile yandığı gençlik günlerinde bir gün, iki arkadaşıyla anlaşıp başka yerlere gitmek, ilmini artırmak ve Allah Teâlâ’nın rızâsını kazanmak istedi. Bu karar ve anlaşmayı annesine açıkladı. Annesi buna çok üzülerek;

“Yavrucuğum! Ben zayıf, kimsesiz ve hastayım. Benim hizmetlerimi sen yapıyorsun. Beni yalnız, çaresiz kime bırakıyorsun?” dedi.

Bu sözler üzerine genç Muhammed b.Ali Tirmizî’nin gönlüne dert düştü ve arkadaşlarıyla yaptığı anlaşmayı bozup seferden vazgeçti. İki arkadaşı ise onu yalnız bırakıp, ilim tahsili için yola çıktılar. Buna ziyadesiyle üzülen Muhammed b. Ali, ne annesinden ayrılabildi nede gönlünden ilim aşkını silip atabildi. Yalnız kaldığı zamanlarda, tenha yerlerde uzun uzun ağlardı.

Yine bir gün mezarlıkta oturmuş ağlıyor, hem de; “Ben burada cahil ve ilimden mahrum kaldım, arkadaşlarım âlim gelecekler” diye düşünüyordu. Böyle ağladığı bir sırada yanına aniden nuranî yüzlü, tatlı sözlü bir ihtiyar çıkageldi ve,
Yavrum, niye ağlıyorsun?” diye sordu. O da başından geçenleri anlattı.



Bunun üzerine o zat, “kısa zamanda o iki arkadaşını ilimde geçmen için, her gün sana ders vermemi arzu eder misin?” diye sordu. O da, “evet, arzu ederim” cevabını verdi. Bunun üzerine bu tatlı sözlü, nurlu yüzlü mübarek ihtiyar, Muhabbet b. Ali’ye her gün ders verdi. Üç yıl devamlı ders okudu. Üç yıl sonra, bu mübarek zatın Hızır Aleyhisselâm olduğunu anladı.

Hakîm-i Tirmizî şöyle demiştir; “Bu büyük devlet bana, annemin rızası ve duası bereketiyle ihsan olundu

29 Ocak 2015 Perşembe


119 sizler öyle kimselersiniz ki onları seversiniz onlar ise bütün kitaba iman ettiginiz halde sizi sevmezler hem sizinle karşılaştıklarında inandık derler kendi başlarına kaldıklarında size olan öfkelerinden dolayı parmaklarını ısırırlar de ki öfkelerinizle birlikte geberin kesinlikle  ALLAH ı sinelerin içindekiler bilir


120  size bir iyilik dokunursa bu onları  üzer  başınıza bir kötülük gelirse onunla sevinirler eger siz sabırlı olur ve iyi korunursanız onların hileleri size hiç bir şekilde zarar veremez çünkü  ALLAH onları kendi amelleriyle kuşatmıştır


121 hani bir vakit erkenden evinden çıkmış müminlerin savaş için elverişli yerlere yerleştiriyordun ALLAH idi bir işiten bilen


122 ALLAH yardımcılarıyken içinizden iki gurup yenilecekleri korkusuyla geri çekilmek istemişlerdi  müminler ancak ALLAH dayanmalıdırlar

28 Ocak 2015 Çarşamba

AL İ İMRAN SURESİ 116 O inkar edenler var ya muhakkak onların malları da çocukları da kendilerini hiç bir şekilde ALLAH tan kurtaracak degildir onlar cehennemliktirler onlar hep onda kalacaklardır


117 BU dünya hayatında yapmakta oldukları masrafın durumu kendilerine zulmeden bir toplulugun ekinini vurup da yok eden kavurucu bir sogugu olan rüzgarın haline benzer ALLAH onlara zulmetmemişti ancak onlar kendilerine zulmediyorlardı


118 EY iman edenler kendinizden başkasını dost edinmeyin sizi şaşırtmakta kusur etmezler sarpa sarmanızı arzu ederler kinlerinin agızlarından taşıtıgını görmüyormusunuz sinelerinin gizledigi
 ise daha büyüktür işte siz ayetleri akledip düşünürsünüz diye açıkladı

26 Ocak 2015 Pazartesi

Bitirirken...

Buraya kadar birkaç başlık altında Hazreti Muhammed’in (asm) davasının doğruluğunu ispat amacıyla, bazı konuları ele almaya çalıştık. Ancak söz konusu Peygamber Efendimiz (asm) olunca, anlatılanlar kesinlikle yetersiz kalmaktadır!.. Çünkü O (asm), varlık aleminin yaratılışının bir sebebidir. Yaratılan en mükemmel ve en üstün donanımlı insandır. Her hali ve davranışı O’nun doğruluğuna delildir. Bütün ümmetinin her bir ferdi, O’nun davasının sadık şahitleridir. Bu kadar dava şahidi bulunan ve her gün yüz milyonlarca ümmetinin yaptığı bütün ibadetlerden “sebep olan yapan gibidir” kaidesince hissedar olan Efendimizi (asm) tam olarak anlamak ve anlatmak doğal olarak mümkün değildir. Fakat hac yolunda “varamasam da bu yolda ölürüm” diyen karınca misali bizler de tam olarak başaramasak da en azından bu uğurda binlerce cilt eserler bırakanların yaptıklarına bir tane daha ekleyerek O’nun (asm) davasına bir şahit olarak imza atmak istedik. Bu gayemizde muvaffak olmayı Cenab-ı Erhamü’r-Rahimin’den temenni ederek şöyle niyaz ediyoruz ki:
Rahmânü’r-Rahîmden, Arş-ı Âzamdan gelen Furkan-ı Hakîmin kendisine indiği Efendimiz Muhammed’e, ümmetinin hasenatı adedince milyonlar salât ve milyonlar selâm olsun. Risaleti Tevrat, İncil ve Zebur’da müjdelenen; nübüvveti irhâsâtla, cinlerin hâtifleriyle, insanlık âleminin evliyalarıyla, beşerin kâhinleriyle müjdelenen; bir işaretiyle ay parçalanan Efendimiz Muhammed’e, ümmetinin hasenâtı adedince milyonlar salât ve selâm olsun. Davetine ağaçların koşup geldiği, duâsıyla yağmurun hemen iniverdiği, sıcaktan korumak için bulutların ona gölge yaptığı, bir ölçek yemeğiyle yüzlerce insanın doyduğu, parmaklarının arasından üç defa kevser gibi suların çağladığı, O’nun hürmetine Allah’ın, kertenkeleyi, ceylânı, ağaç kütüğünü, zehirli keçinin kolunu, deveyi, dağı, taşı ve toprağı konuşturduğu, Miracın sahibi ve gözünün asla şaşmadığı o mu’cize-i kübrâda ruyetullaha mazhar olan Efendimiz ve Şefîimiz Muhammed’e, Kur’ân’ın ilk indiği zamanın sonuna kadar onu okuyan herbir okuyucunun okuduğu herbir kelimenin hava dalgalarının aynalarına Rahmân’ın izniyle yansıyan bütün kelimelerinin bütün harfleri adedince, milyonlar salât ve selâm olsun. Bütün bu salâvatlardan herbiri hürmetine bizi bağışla, ey İlâhımız, bize merhamet et. Âmin.
Kainatın Yaratılışındaki Yüksek Maksatları Görüp Tebliğ Edecek Bir Muallimin Gerekli Olması, O’nun (asm) Nübüvvetine Delildir.

Bu kâinattaki güzellikler, harika düzen, mükemmel ölçülü yaratılışlar nasıl ki; yaratıcılarına ve idare edicilerine işaret ederler. Aynen öyle de; bu kainattaki varlıklar, bu yaratılışlarıyla bir elçinin olmasını gerektirirler. Çünkü bu elçi;
Bu kâinattaki güzellikler, harika düzen, mükemmel ölçülü yaratılışlar nasıl ki; yaratıcılarına ve idare edicilerine işaret ederler. Aynen öyle de; bu kainattaki varlıklar, bu yaratılışlarıyla bir elçinin olmasını gerektirirler. Çünkü bu elçi;
  • Kâinatın yaratılışındaki İlâhi maksatları bilmeli ve bildirmelidir.
  • Kâinatta sürekli vücuda gelen değişiklikleri, ölümleri doğumları, yıkılışları yapılışları ders alıp bunlardaki Rabbânî hikmetleri tâlim etmelidir.
  • Kâinattaki yıldızlardan zerrelere kadar görülen vazifedârâne harekâtın neticelerini ders verecek ve mahiyetindeki kıymetini ve içindeki varlıkların mükemmelliğini ilân etmelidir.
  • Bu alemdeki varlıkların “Nereden geliyorlar?”, “Nereye gidecekler?” ve “Niçin buraya geliyorlar ve çok durmuyorlar, gidiyorlar?” gibi dehşetli suallerine cevap vermelidir.
  • Bu kainat kitabının mânâlarını ve yaratılış ayetlerini okuyup, hikmetlerini tefsir edecek bir yüksek dellâl olmalıdır.
Tüm bu vazifeleri hakkıyla yapacak bir büyük dellal, sadık elçi, muhakkik üstad ve doğru kaşif lazım, hatta elzemdir.
İşte tarihlerin şahitliğiyle, bütün bu vazifeleri herkesten ziyade yapan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır. Bu vazifeleri O’nun hakkaniyetine ve bu Kâinat Hâlıkının en yüksek ve sadık bir memuru olduğuna kuvvetli ve küllî şehadet etmektedir.
Evet, Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) getirdiği nur ile kâinatın mahiyeti, kıymeti, kemâlâtı ve içindeki varlıkların vazifeleri ve neticeleri, memuriyetleri ve kıymetleri bilinir, anlaşılır. Ve kâinat, baştan başa gayet mânidar İlahi bir mektup olur. Cisim giymiş bir Kur’ân-ı Rabbânî hükmüne geçer ve muhteşem bir sergi gibi sanatla yaratan Sanilerinden haber verirler.
Yoksa, yokluk ve hiçlik ve zevâl ve fena karanlıklarında yuvarlanan karma karışık vahşetli bir virâne, dehşetli bir matemhane mahiyetine düşer. Bu hakikate binaen, kâinattaki mükemmellikler, büyük faaliyetler ve ebedi mânâlar kuvvetli bir tarzda “Muhammed şüphesiz Allah’ın resulüdür!..” hakikatine işaret ederler
Vefatından Sonra, O’nun (asm) Neslinden Gelen Âl-i Muhammed Namındaki Seyyitlerin ve Şeriflerin Harikulade Halleri ve İslama Hizmetleri de Yine O’nun (asm) Nübüvvetine Delildir.

Peygamber Efendimizin (asm) neslinden gelen silsileye, Âl-i Muhammed, Âl-i Beyt veya Ehl-i Beyt denilmektedir. Bu mübarek silsile, asırlarca İslama hizmet etmiş, Müslümanların maddi ve manevi önderleri olmuşlardır. Peygamberimizin (asm), Ehl-i beyti hakkında bize öğrettiği ve asırlardır bütün ümmetinin özellikle namazlarının sonunda okuduğu şu dua:
“Allah’ım! Tıpkı âlemlerde İbrahim’e ve İbrahim’in âline salât ettiğin gibi, Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in âline de salât et. Muhakkak ki sen her türlü hamd ve övgüye nihayetsiz derecede lâyıksın ve şan ve şerefin her şeyden nihayetsiz derecede yüksektir.”
öyle kabul olmuştur ki, Ehl-i beytin imamları dünyanın her tarafına yayılmış ve asırlarca İslam’a hizmet etmişlerdir. Seyyid Abdülkàdir-i Geylânî, Seyyid Ebu’l-Hasen-i Şâzelî, Seyyid Ahmed-i Bedevî gibi büyük mürşitlerin arkasından, milyonlarca ehli iman gitmiş ve onların yol göstermesiyle dine hizmet etmişlerdir. Bugün dünyada hiçbir nesil bu kadar sağlam bir şecere ve senetlerle birbirine bağlılığı ispat edilmemiştir. Ehl-i beyt, Hazret-i Peygamber’in (asm) yaşayan birer nümunesi gibi, O’ndan (asm) gördükleri, öğrendikleri ve duydukları her şeyi eksiksiz günümüze kadar ulaştırmış ve Müslümanlar için tam bir örnek olmuşlardır.
İşte bu milyonlarca seyyitlerin İslam’a hizmetleri ve davalarına bağlılıkları, Hazret-i Muhammed’in (asm) tebliğ ettiği dinin hak ve hakikat olduğunun göstergesidir. Çünkü onlar, Hz. Muhammed’in (asm) en yakınlarıdırlar. Eğer yakını oldukları Zat’ın (asm) davasında en ufak bir şüphe bulunsaydı, bu uğurda bu kadar çaba gösterirler miydi? Elbette ki hayır... Demek, Hazret-i Muhammed’in (asm) davası haktır. Ve Ehl-i beyt imamları, bu hak davanın izinden giden ve insanlara manevi önderlik yapan bir şecerenin meyveleridir. Allah hepsinden razı olsun
Her Haline ve Sözüne şahit Olan Sahabelerin O’na -ana babalarını feda eder derecesindeki- Kuvvetli İmanları, O’nun (asm) Nübüvvetine Delildir.

Şöyle bir düşünelim: Sürekli olarak yanımızda olan arkadaşlarımız ve ailemizden bazı fertler olsun. Bunlar bizi çok sevmekle beraber, insanî bazı hatalarımızı gördükleri halde bizim için hayatlarını, hatta kendi anne ve babalarını hiçe sayacak kadar bize bağlanmaları normal midir? Biz bütün beşeri hallerimizde harika olmadıktan sonra, böyle bir bağlılığın oluşması mümkün müdür? Elbette ki mümkün değildir...
Peygamber Efendimizin (asm) yanında sürekli bulunan ve her haline şahit olan arkadaşlarına “sahabe” denilmektedir. Peygamberimizin (asm) her halini inceden inceye izleyen ve takip eden bu zatlar Peygamberimizde (asm) -haşa- en ufak bir samimiyetsizlik, yalancılık veya sahtekârlık görselerdi, acaba canlarını hiçe sayarcasına O’na bu derece bağlı olurlar mıydı? Hem de ne bağlılık? Kendi kabilelerini, anne, baba ve kardeşlerini karşılarına alıp, gerektiğinde onlarla savaşacak kadar bir bağlılık. Hatta Enes Bin Nadr (ra) gibi O’nun (asm) uğrunda lime lime doğranacak[1] kadar, Habbab bin Eret gibi ateşlerde dağlanacak[2] kadar ciddi bir bağlılık.
Bu noktada şeytan aklımıza şöyle bir soru getirebilir: “Onların, korkularından böyle davranmadıkları ne malum?” Biz de şeytanın bu sorusuna şu hakikatle cevap veririz: Eğer -haşa- korkularından böyle davransalardı, Efendimizin (asm) vefatından sonra korkmalarına gerek kalmadığından, İslamiyet’in sönüp bitmesi gerekirdi. Ancak tam aksine vefatından sonra, İslam’ın sahabelerin eliyle bütün dünyaya yayılması gösterir ki, bağlılıkları korkularından değil, Peygamber Efendimizin (asm) davasının doğruluğuna her şeyleri ile inanmalarından kaynaklanmaktadır.
Sahabelerin bu imanları, onlara insanlık aleminde Peygamber (asm)’den sonraki yüksek mertebeyi kazandırmıştır. En büyük bir velinin bile, en küçük bir sahabeye yetişememesi, onların imanlarının göstergesidir. Allah onlardan razı olsun.
İşte cahiliye devrinin vahşetinden, insanları kurtarıp en yüksek bir insanlık mertebesine çıkarması ve bu sahabelerin Allah Resulü’nün (asm) izinden bütün dünyaya İslamı duyurmak için mal, mülk, aile, şan ve şöhreti bir kenara itip hayatlarını bu yola koymaları ve en medeni toplumlara imam ve önder olacak vasıflarda yetiştirilmiş olmaları Peygamber Efendimizin (asm) nübüvvetinin delillerindendir. Çünkü onların muallimi ve terbiyecisi Peygamberimiz (asm)’dir.
Sahabelerle ilgili detaylı bilgiyi, onların harika fedakarlıklarını ve İslam uğrundaki çabalarını “Peygamberimizin Sahabeleri” isimli bölümümüze havale ediyoruz.

_____________________________
[1]Bidâye, IV/32 (İmam Ahmed'den), Tayalasî, İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, İbn Münzir, İbn Hatim, İbn Merdeveyh de zikretmişlerdir. Kenzü'l-Ummal, VIII/15, Hilye, I/121; Beyhakî, IX/44
[2]İbni Sa`d, Tabakât: 3/165
Peygamberimizin (asm) İzinden Gidenler, O’nun (asm) Nübüvvetine Delildir.

Bir çekirdeğin, elma ağacının çekirdeği mi, yoksa zakkum ağacının çekirdeği mi olduğu hususunda, çekirdek kaldığı müddetçe şüphe edilebilir. O çekirdek toprağa atılıp, sümbüllense, dal, budak, meyve ve çiçek verse, artık onun hakkında şüphe edilemez ve hangi ağacın çekirdeği olduğu hususunda tartışılamaz. Ayrıca elma ağacı olan ve elma meyveleri veren bir çekirdeğin, zakkum ağacının çekirdeği olduğunu iddia edebilmek için de, ağacın kendisine ve meyvelerine göz kapamak ve onların şehadetine kulak tıkamak gerekir. Zira ağacın her bir meyvesi kendine mahsus bir lisanla; “Ağacımızın çekirdeği elma çekirdeğidir.” diyerek, bu çekirdeğin zakkum çekirdeği olduğunu iddia eden kişiyi yalanlayacaktır.
Aynen bunun gibi Hz. Muhammed (asm) de bir çekirdektir. Bu çekirdekten İslam ağacı çıkmıştır. Bu ağacın on dört büyük dalı vardır ki, her bir dal bir asrı temsil etmektedir. Ve her dalda milyonlarca meyve ve çiçek vardır.
Her bir sahabe, evliya, asfiya, sıddıkin, muhakkikin, mücedditler, müctehidler, kutuplar ve dahi alimler bu ağacın birer meyvesidir. Evet, Hz. Muhammed‘in (asm) düsturlarıyla ve terbiyesi ile ve ona tabi olup, arkasından gitmeleriyle hakka, hakikate, kemalata, keramete, keşiflere ve müşahedeye yetişen binlerce evliya ve makbul zatlar, Peygamberimizin (asm) doğruluğuna ve peygamberliğine ittifakla şahitlik ediyorlar. Ve verdiği haberlerin bir kısmını velilik nuruyla görüyorlar ve diğer bir kısmını ise iman nuruyla ilmelyakin tasdik ediyorlar ve üstatları olan bu Zat’ın (asm) doğruluğuna parmak basıyorlar.
Diğer taraftan İslamiyet’in tesis ettiği medeniyetlerin mükemmel olması ve adaletle kıtalara hüküm sürmeleri de yine Peygamber Efendimizin (asm) doğruluğuna imza basarlar.
Eğer Hz. Muhammed’in (asm) peygamberliği inkar edilecek ise, ilk önce bu çekirdekten çıkan İslam dini ve yukarıda saydığımız bu çekirdeğin meyveleri olan sahabe, evliya, asfiya, alimler ve diğer bütün kemal sahibi zatlar inkar edilmelidir. Yoksa onlar kendilerindeki kemali, çekirdekleri olan Hz. Muhammed’den (asm) alıyorlar.
Kim çekirdekleri hükmündeki Hz. Muhammed’e (asm) ilişmek istese, her biri kendine mahsus bir lisan ile şöyle diyecek:
“Ey kendini bilmez, çekirdeğimize hangi hak ile saldırıyorsun. Bizlere bak, eğer çekirdeğimiz –haşa- çürük olsa idi, biz böyle hayattar olabilir miydik? Bize üflenen hayatın zahiri sebebi olan çekirdeğimizi inkar etmek istiyorsan ilk önce gücün bize yetmeli, bizim sesimizi kısmalı ve kemalimize gölge düşürmelisin. Bunu yapmak ise ey sersem, ne senin, ne de başkasının haddi değildir. Bir Abdulkadir Geylani’yi inkar edemezken, nerede kaldı milyonlarca meyveyi birden inkar etmek. Sen ancak gözünü kapatmakla kendine gece yaparsın. Gözünü aç ve inkara çalıştığın çekirdekten ne kadar azametli ve doğru bir ağacın çıktığını gör ve ayıl!..”
Düşmanlarının Çokluğuna Rağmen Vazifesini Başarıyla Yerine Getirmesi ve İslam Dininin Bütün Dünyada Yayılması, O’nun (asm) Nübüvvetine Delildir.

Hiçbir kuvvete dayanmayan ve tek başına yola çıkan bir zatın, son derece kuvvetli düşmanları arasında, kendi davasını korkmadan, tereddütsüz, telaş göstermeden ve son derece cesaretle tebliğ etmesi ve tebliğ ettiği dinin, bütün dinlerden üstün hale gelmesi mümkün müdür?  Elbette hayır!..
Şimdi yine Hz. Muhammed’e (asm) bakıyoruz: O Zat (asm), tebliğ ve insanları hakka davette o derece metanet, sebat ve cesaret göstermiş ki, büyük devletler ve büyük dinler, hatta kendi kavim ve kabilesi, hatta amcası Ona (asm) şiddetli düşmanlık gösterdikleri halde, zerre kadar bir tereddüt, bir telaş, bir korkaklık eseri göstermemesi ve tek başıyla bütün dünyaya meydan okuması ve başarılı da olması ve İslamiyeti dünyanın dört bir yanına yayması ispat eder ki, tebliğ ve Hakk’a davette dahi misli olmamış ve olamaz.
Etrafında bir avuç Müslümanın bulunduğu, henüz kendi kabilesinin bile kendisini dinlemediği zamanlarda, kalkıp dünyanın büyük devletlerini İslam’a davet etmesi, davasının hak olduğunun en büyük delillerindendir. Eğer -haşa- yalan bir dava olsaydı, dünyanın büyük devletlerini kendi aleyhinde kışkırtacak böyle bir şeye girişir miydi? Çünkü İslamı henüz kendi kabilesi bile kabul etmemiştir ve bu nedenle O’na (asm) defalarca savaş açmışlardır. Hem de tebliğ ettiği devletler Bizans, İran gibi o dönemin süper güçleridir. Milyonlarca askerleri bulunan dev ordulara sahiptirler. Kendisi ise şehir devleti durumundaki Medine’de, bir avuç Müslümanla sıkışmış durumda yaşamaktadır.
O Zatın (asm) yalnızlığı ve zayıflığı ile beraber, böyle büyük bir kuvvet ve cesaret göstermesini,  Allah’a dayanması ve Ona tevekkül etmesiyle izah etmezsek ne ile izah edebiliriz?
Peygamber Efendimizin (asm) nübuvvetinin en parlak delillerinden biri de, O’nun sadece bulunduğu zamana ve mekana değil, bütün zamanlara ve mekanlara hitap eden bir dinle gelmiş olmasıdır. Efendimizin (asm) harika tebliği, mekanları aşarak tüm dünyaya yayılmıştır. Hazret-i Muhammed (asm) evrensel çağrısında başarılı olmuştur. Bugün büyük dinler, yavaş yavaş İslam karşısında erimekte, İslam’ın hakkaniyetine onlar da şehadet etmektedirler.[1]

____________________________________
[1]Bu konuda Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Ahmet Akgündüz’ün tespit ettiği, Avrupa Kiliseler Birliği’nin, Hazreti Muhammedi (asm) peygamber kabul ettiğine dair tarihi belgelerini “Çandan Minareye Büyük İtiraf” isimli eserinde bulabilirsiniz.