27 Şubat 2015 Cuma


Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bunların içinden bir fırkası ehl-i necat (fırka-i naciye) olacaktır." hadisini açıklar mısınız?






Peygamberimiz (s.a.s),

"Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bunların içinden bir fırkası ehl-i necat olacaktır."
buyurmuş. Ashab sormuşlar:
"Yâ Resûlâllah, o kurtulan fırka hangi fırka olacaktır?"
Şöyle cevap vermiş:
"Benim sünnetimden şaşmayanlar kurtulanlardan olacaktır! Yâni Ehl-i sünnet ve cemaat mensuplarıdır."(Tirmizi, İman,18; İbnu Mace, Fiten, 17)

Binâenaleyh, Peygamberimizin (s.a.s) kitaplarda yazılı olan sünnetlerine bağlı kalan Müslümanlar, ehl-i necat, yâni kurtulanlardan olacaktır. Yeter ki sünnetten ayrılmasın, onu tek ölçü bilsin, şahıslarında tatbik etmekte ihmale düşmesinler.

Fırka-ı Naciye, kurtuluşa eren, ahiretteki her türlü azabtan beraet ederek, necatını, kurtuluşunu eline alan topluluk, zümre demektir ki, bunun bir adı da "Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat"tir. Diğer bir ifade ile Fırka-ı Naciye, Kur'an-ı Kerîm'in hükümlerini kabul ve tasdik etmekle onlara uyan, Hz. Peygamber (s.a.s)'in ve O'nun büyük ashâbının yolunu aynen takip eden büyük topluluk, cemaat demektir.

Hz. Peygamber (s.a.s) Ebû Hureyre'den rivayet edilen bir hadislerinde:

"... Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, kurtuluşa eren fırka (Fırka-ı Naciye) dışında kalan yetmiş iki fırka cehenneme gidecektir."
buyurmuşlardır. Ayrıca bu türden olan hadislerin devamında sahabîlerin, Fırka-ı Naciye'den sormaları üzerine Hz. Peygamber (s.a.s), Fırka-ı Naciye'yi:
"Benim yürüdüğüm yola ve bu yolda beni takip eden ashabımın yoluna uyanlardır."

diye tarif etmiştir.

İşte Yüce Allah'ın Resulü Sevgili Peygamberimizin ashabının yoluna uyanlara "Sünnet ve topluluk mensupları" anlamında "Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat" denilmiştir. Bu anlamda Fırka-ı Naciye'yi de Allah'ın Kitabına, yani Kur'an-ı Kerim'e ve Resulünün ve ashabının diliyle nakledilmiş dosdoğru yoluna, Sünnetine uyan cumhûrun, yani Müslümanların çok büyük bir topluluğunun görüşlerini benimseyip kabul eden ve bunlarla amel eden büyük topluluk olarak anlamak gerekir.

Gazalı, Fırka-ı Naciye'nin bu doğru yolunun, kurtuluşa götüren yolunun esaslarını itikadı noktadan toplu bir şekilde şu üç hükümde toplamaktadır:

1) Allah'a İman,
2) Nübüvvete İman -ki meleklere ve kitaplara imanı da içine alır-
3) Ahirete İman (İmam-ı Gazâlî, Faysalu't-Tefrika, Mısır 1325, s.15)

Zira Peygamberimiz (s.a.s) bu esaslara inanan kimsenin Müslüman olarak, bu dinin nimetlerinden faydalanacağını ve mümin olacağını, birini veya tamamını yalanlayıp inkâr edenin de ne mümin ne de müslim sayılacağına, onun kâfir olduğunu bildirmiştir. Kur'an-ı Kerîm'in pek çok ayetinde bu doğru yola ve bu yolun Hz. Peygamber (s.a.s)'in yolu olduğuna işaret edilmiştir:

"Ey İnananlar, And olsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Allah'ın Resulü (Hz. Peygamber) en güzel örnektir." (Ahzâb, 33/21).
"... Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden menederse ondan geri durun; Allah'tan sakının, doğrusu Allah'ın cezalandırması çetindir." (Haşr, 59/7)
"Ey Muhammed! Eğer sana cevab veremezlerse, onların sadece heveslerine uyduklarını bil. Allah'tan bir yol gösterici olmadan hevesine uyandan daha sapık kim vardır? Allah zalim milleti şüphesiz ki doğru yola eriştirmez." (Kasas, 28/50).
"(Ey Muhammed!) De ki, Allah'ı seviyorsanız bana uyun, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah affeder ve merhamet eder." (Âl-i İmrân, 3/31)

İslâm Tarihi boyunca olduğu gibi, bu gün de akaid sahasında en isabetli yolu takip ettiği kabul edilen ve Müslümanların büyük çoğunluğunu sinesinde toplayan Fırka-ı Naciye veya Ehl-i Sünnet, mezhepler tarihi âlimlerinin büyüklerinden olan Abdülkâhir el-Bağdadî'ye (Ö: 429/1037) göre şu sekiz sınıf, topluluktan meydana gelmiştir:

1. Ehl-i Bid'atın hatalarına düşmeyen, Râfızîler, Hâricîler, Cehmiyye, Neccâriyye ve diğer sapık fırkalar gibi düşünmeyen Sıfatiyyenin yolunu takip eden Kelâm âlimleri,
2. Hem re'y, hem de hadis grubuna mensup fıkıh imamlarından ve usulu'd-Dıne, Sıfatıyyenin Allah'a ve O'nun ezel; sıfatlarına inanışı gibi inananlardan meydana gelen Fıkıh âlimleri,
3. Hz. Peygamber'den gelen sağlam haberler ve sünnetlerin yollarıyla ilgili bilgilere sahib olanlar ve bunlardan sahih ile zayıfını ayırdedebilen muhaddisler,
4. Edebiyat, dilbilgisi ve söz dizimi ile ilgili pek çok şeyin bilgisine sahip olan âlimler,
5. Kur'an okuma şekilleri ve Kur'an ayetlerini açıklama yolları ve bunların sapık fırka mensublarının tevilleri dışında Ehl-i sünnet mezhebine uygun tevilleri hakkında geniş bilgiye sahib müfessirler ve Kıraat İmamları,
6. Sûfi zâhidler
7. Müslümanların sınırlarında kâfirlere karşı nöbet tutan, Müslümanların düşmanlarıyla savaşan Müslüman, kahraman mücâhidler,
8. Ehl-i Sünnet akıdesinin yayıldığı, onların davranışlarının hâkim durumda bulunduğu beldelerin ve memleketlerin ahalisinden, halk kitlelerinden müteşekkil topluluklar.(Abdulkâhir Bağdâdî, El-Fark Beyn'il-Fırak, s.289-292)

Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaatin Üzerinde Birleştiği Esaslar:

Sünnet ve Cemaat Ehlinin büyük çoğunluğu, dinin rükünlerinden belli esaslarda ittifak etmişlerdir. Dinin bu rükünlerinden her birinin hakikatını bilmek büluğ çağına ulaşmış her akıllı kimseye vacibtir. El-Bağdadî'ye göre her rüknün şubeleri vardır ve onların şubelerinde, Ehl-i Sünnetin tek görüş halinde üzerinde birleştikleri meseleler vardır:

1. Kâinat vehim ve hayalden ibaret olmayıp, onun bir öz varlığı ve hakikatı mevcuttur. İnsan bu kâinatı tanımaya, ayrıca bilgi edinmeye muktedirdir.
2. Kâinat bütün ayrıntılarıyla yaratılmış bir şeydir. Onun mutlaka bir tek olan yaratıcısı vardır.
3. Allah Teâlâ'nın zatından ayrılmayan ezelî sıfatları vardır.
4. O'nun isimleri, vasıfları, adaleti ve hikmeti zatının gereğidir, bunları da bilmek gereklidir.
5. Yüce Allah'ın resuleri ve nebîleri vardır, onların mucizelerini bilmek de zorunludur.
6. Yüce Allah'ın emir ve yasaklara dair hükümleri ile teklifin (mükellef olmanın) bilgisini elde etmektir. Yani İslâm'ın üzerine bina kılındığı beş rüknü kabul ve tasdik etmektir ki, bunlar: Allah'tan başka bir ilâhın bulunmadığına ve Hz. Muhammed'in Allah'ın Peygamberi olduğuna şahitlik etmek, Namaz kılmak, Zekât vermek, Ramazan orucu tutmak ve Kâbe'ye hacca gitmektir.
7. İnsanların fani olduğuna, öldükten sonra dirilecekleri ahiret âleminin varlığına ve bu âlemin müştemilatı denilen, haşr, sual, hesab, mizân, cennet, cehennem gibi hususlara inanmak,
8. Ahirette Allah'ın müminler tarafından görüleceğini bilmek,
9. Kaderin hak olduğunu, fakat kulların işlerinde mecbur olmadıklarını bilmek,
10. Kelâmullahın kadim olduğunu, fakat ses ve harflerden meydana gelmediğini bilmek.

Görüldüğü gibi bütün bu ve benzeri olan itikâdı esaslar Fırka-ı Nâciye'nin, yani Ehl-i sünnetin büyük çoğunluğunun üzerinde ittifak edip birleştikleri noktalardır. Ayrıca bu esasların herbiri Kur'an-ı Kerîm'in muhkem ayetlerine, Hz. Peygamber (s.a.s)'in sahih hadislerine dayanmaktadır.

Bu itibarla Fırka-Naciye Allah'ın emirlerini bilip onları yerine getirdiği, yasaklarını anlayıp onlardan uzak durduğu ve Hz. Peygamber (s.a.s)'in gösterdiği hak yolda ilerlemeye devam ettiği için bu adı almış, yani kurtuluşa eren büyük topluluk olmuştur. Fırka-ı Naciye'yi ilk devirdeki topluluklara göre Ehl-i Sünnet-i Hasse denen Selefiyye, Ehl-i Sünnet-i Amme denilen Mâtûridîlerle Eş'ârîler meydana getirmiştir.

(Geniş bilgi için bk. Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/332; Ebû Dâvud, Sünen, II/259; İbn Mâce, Sünen, II/479; Gazâli, İhyâ', I/179; Şâtibî, Muvâfakat, IV / 48-52; Teftâzânî, Şerhu'l-Makâsıd, II/199; Abdulkâhir Bağdâdî, el-Fark Beyne'l-Fırak, Mezhebler Arasındaki Farklar, Tercüme: Doç. Dr. E. Ruhi Fığlalı s.289-335; Eş'ârî, Makalât, s.277-284)

En değerli varlık İnsandır..
İnsan oğlu o kadar değerli bir varlık ki onu Cenabı Allah kendi ruhundan üfleyerek yaratmış. Bu değerli insanın iç ve dış organlarını kusursuz olarak en güzel şeklide sıfır hata ile kulu’nun bedenine yerleştirmiş ve azalarımızı dilediğimiz şekilde kullanabilmemiz için bize bir çok yetenekler ihsan etmiştir.

“Sonra şekillendirdi, ona kendi Ruhundan üfledi.”(Secde sûresi 9. âyet)

“Biz insanı en güzel biçimde yarattık.” (Tin sûresi 4.âyet)

Türlü hastalıklardan korunması ve bedenini savunabilmesi için en ince ayrıntısına kadar tam teşekküllü bir hastaneden daha üstün bir niteliğe sahip olacak şekilde donatmıştır.

“Hastalandığım zaman bana şifa verendir.” (şuara Sûresi 80.âyet)

Yüce Yaradan insana öyle değer vermiş ki, dünyadaki bütün varlıklar ve göklerdeki her şey; kuşları, hayvanları, denizleri, denizlerdeki balıkları, havayı, oksijeni, suyu, ağaçları, taşı, toprağı, dağları, demiri, yer altı, yer üstü madenlerini ve daha sayamadığımız bir çok nimetleri insanoğluna hizmet etmek için yaratmış bir kısmını istifadesine sunmuş, bir bölümünü de onun tasarrufuna bırakmıştır.

Yukarıdaki Allah yaratıklarının tamamı canlıdır. Ancak bizim sınırlı aklımız bunu idrak edecek kapasiteye sahip değildir. Taki ölüm öncesi göz perdemiz açılınca gerçekleri ancak o zaman görebileceğiz.

“Andolsun ki sen bunun farkında değildin, biz senin perdeni kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir (denilir).” (Kaf sûresi 22. âyet)

Diğer taraftan böylesi kıymetli İnsanın hayatının idamesi ve korunabilmesi için Kura’nı kerim şöyle buyuruyor ;

“Kim, bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir nefsi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir nefsin yaşamasına sebep olursa, bütün insanları yaşatmış gibi olur.” ( Mâide sûresi 32 . âyet )

İnsan oğlunun özelliklerinden bazıları şöyledir : Akıllı oluşu, el kol kulak göz ve ayaklarını dilediği gibi kullanabilmesi, beden güzelliği, düşünme yeteneği, okuması, yazması, konuşabilmesi, duyguları, gülmesi, ağlaması, temiz yiyecek ile beslenmesi, her türlü buluşlar icat etmesi, diğer bazı yaratıkları kendi hizmetinde kullanabilmesi, iyi, kötü, doğru, yanlış, güzel, çirkin, kavramlarına sahip olması ve daha bir çok güzel hasletler, İnsan oğlunun özelliklerindendir.

“O göklerde ve yerde ne varsa hepsini size boyun eğdirmiştir.” (Casiye sûresi 13. âyet)

Örneğin; balığı tutup yiyoruz, balık itiraz etmiyor ; tavuğu ve diğer hayvanları kesip yiyoruz, hiç biri itiraz etmiyor, hayvanı yularından tutup istediğin yere götürüyoruz bize direnmiyor ve diğerleri…

İşte bütün bu mahlûkat hiç itiraz etmeden İnsana hizmet etme görevlerini yapmaya devam ederken aynı zamanda da alemlerin Rabbine tespih ediyorlar, zikrediyorlar, Secde ediyorlar.

“Yedi gök, dünya ve bunların içinde bulunanlar ona tespih eder. Onu övgü ile tespih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz onların tespihini anlayamazsınız. O çok Halim ve bağışlayandır.”(İsrâ suresi 44.âyet)

Yukarıdaki âyetin Kuran da ki yorumu da şöyledir ;
(Tabiat ilimlerindeki keşifler, bu âyetin açıklanmasına yardımcı olmuştur. Önceleri cansız, hareketsiz oldukları sanılan varlıklarda dahil olmak üzere bütün eşya atomlardan meydana gelmiştir. İşte atom çekirdeklerinin etrafındaki elektronlar, sürekli ve muntazam bir şekilde çekirdeğin etrafında dönmektedirler ki onların bu dönüşleri ve böylece ilâhi kanuna en ufak bir sapma göstermeksizin boyun eğmeleri Kura’nı Kerim tarafından Rabbimizi tespih olarak nitelendirilmiştir.)

Ve bu kıymetli varlığa yani insana, kesintisiz canları pahasına hizmet vermelerinin nedeni ise yüce Allah’ın buyruklarına istisnasız olarak tam itaatle boyun eğerek görevlerini yerine getirmektir.

Onlar istisnasız görevlerini yerine getirirken, insanlardan bazılarının ise İslâm dini ve uygulamaları ile uzaktan yada yakından ilgisi olmayanlar da vardır. Dünya hayatını piyangodan elde ettiklerini sanıp ayak ayak üstüne atarak, dünyanın her türlü tadından ve zevkinden istifade etme yarışına girmişlerdir .

“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir öğünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir.”(Hadid sûresi 20. âyet)

“Onları biraz faydalandırır, sonra kendilerini ağır bir azaba sürükleriz.” (Lokmam sûresi 24. âyet)

Peki ne oluyor da her fırsat bulduklarında Cenabı Hakka isyan etmek için yarış halinde oluyorlar.?

Nedeni şöyle açıklanabilir : Merhametli yüce Allah’ın, lütuf ve keremi ile ikram ettiği nimetlerin her türlüsünü istedikleri zaman anında elde ettikleri içindir.

“O zalimler ise şımartıldıkları refahın peşine düştüler ve hepsi de suçlu oldular.” (Hud sûresi 116. âyet)

Çok iyi biliyoruz ki Yüce Allah bir ülkeye iki yıl hiç yağmur yağdırmaz ise kuraklıktan dolayı, açlıktan kemik ve deri halinde kalan insanlar, süslü görkemli lüks villalar bir tarafta dursun, bikini giyerek sahillerde bronzlaşmayı Düşünebilirler mi? Veya modayı takip ederek açlıktan içine çökmüş göbeklerini, erkekler baksın diye teşhir edebilirler mi? Veya bu yıl başında yeni yıla hangi içki ile girmeyi düşüne bilecek halleri varmıdır? Ve diğer aksi davranışlar ile ilgili her hangi bir eylemde bulunabilecek kadar takatleri var mıdır? Hayır kesinlikle yoktur.

Onların sadece bir kuru ekmeye ihtiyaçları vardır, eğer kuru ekmeği bulurlarsa onu çöpe atabilirler mi? Hayır kesinlikle atamazlar, bütün bu hususlar bizlere bir şeylerin ters gittiğini anlatmaktadır. Bu felâketten ancak yüce Rabbimiz dilerse bu insanları kurtarabilir.

“Allah, güven ve huzur içinde olan bir şehri misâl verir ki, o şehrin (halkının) rızgı her taraftan bol bol gelirdi, fakat Allah’ın nimetlerine karşı nankörce davrandılar, bu yüzünden Allah, onlara açlık ve korku elbisesini giydirdi.” (Nahl sûresi 112. âyet)

Dolayısıyla bütün bu olumsuzlukları gördükleri ve bildikleri halde yüce Allah’ın buyruklarına boyun eğmeyerek neden isyanı tercih ediyorlar?

“Yemin olsun ki biz bu Kurân’da insanlar için çeşitli misaller vermişizdir. Yine de insanların çoğu inkârlarında ısrar ederler.” (İsra sûresi 89. âyet)

“Ey insan seni cömert olan Rabbine karşı aldatan (kışkırtan) nedir? ” (İnfitar sûresi 6. âyet)

İşte lütuf ve kerem sahibi yüce Allah, yaratmış olduğu kullarına karşı olan merhametinden dolayı yağdırmış olduğu yağmurlara ve sayısız nimetlere teşekkür etmeyen ve ona secde etmeyerek buyruklarını yerine getirmeyenlerle ilgili Kuran’ı kerimdeki Ayeti kerimeler şöyledir :

“Söyleyin bana şimdi içtiğiniz suyu gördünüz mü? Buluttan onu siz mi indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz?” (Vâkıa sûresi 68. 69 âyetler)

“Allah size vermiş olduğu rızkı kesiverse, size rızık verebilecek olan kimdir? Hayır onlar, azgınlık ve nefrette direnip durmaktadırlar.” (Mülk sûresi 21.âyet)

Umursamazlık ve isyan İslâm dinini yaşayan müminler için hiç geçerli değildir. Hiç bir zaman unutmayalım ki Yüce Allah’a tam itaat etmek ve kulluk görevimizi yerine getirmek bizim önceliğimiz olması gerekir. Şu gerçekler sanıyorum bize birazcık ışık tutacaktır :

Şöyle ki, Teknolojinin bize vermiş olduğu imkanlardan yararlanarak Dünyada ve evrende, Allah’ın izni ile olması gereken ve insanların tasarrufu dışında kalan bazı doğa olayları hakkında önceden bilgi sahibi olduğumuz bir gerçektir.

Örneğin ; Ay ve Güneş tutulmasının hangi gün ve hangi saatte gerçekleşeceği, nereden gözlenebileceğini biliyoruz.

Yine evrende dolaşan bütün gezegenler İlâhi Gücün hükmü ve emri iradesinde yol almaktadır. Onların yerinin neresi olması gerektiğini ve düzenini sağlayan da O’dur. Çünkü onlar Allah’ın Ayetlerindendir .

“Gece ve gündüz, güneş ve ay O'nun âyetlerindendir.” (Fussilet sûresi 37. âyet)

“O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi.” (Nahl süresi 12. âyet)

Biz onları yönlendirici güce sahip değiliz. Sadece onlardan istifade ederiz ve gözleriz. Hangi cismin kaç yıl sonra dünyaya en yakın mesafeden geçeneğini tespit etmeyi ise daha yeni öğrenebildik.

Peki ileride yine Allah’ın ayetlerinden biri gerçekleşeceği zaman teknoloji bize filanca yerde, şu tarih ve saatte, 7.9 şiddetinde deprem olacağını haber verse o bölgede yaşayan insanlar oh ne âlâ gözleriz deyip ayak ayak üstüne atıp depremin oluşunu beklerler mi? Hayır.

Öyle bir kaçış ve göç başlar ki arkalarından kimse yetişemez. Hele zaman çok dar ise kişi canından başka bir şey düşünmez. En yakın akrabasışöyle dursun kendi çocuklarını da görmez. Felaketin boyutuna göre beşikteki çocuğunu bile unutur.

İşte Allah’u Teâlâ insanlara kıyametin, ahiretin ve hesap günü depreminin çok yakın olduğunu bir çok ayeti kerimede bildirmiştir.

Bunu hiçe sayan bazı insanlar, Allah ve peygamberden uzak yaşamı seçmişler ve bu umursamaz tavırlarıyla dünyanın zevkine derinlemesine dalmışlardır. İtaat nedir bilmeyen insanlar, bu evrenin sahibi ve yaratıcısı olan Cenabı Allah’ın yoluna doğru süratle kaçarak O’na sığınmalıdır.

“O halde Allah'a koşun. Çünkü ben, size O'nun katından (gelmiş) açık bir uyarıcıyım.” (Zariyat sûresi 50. âyet)

İnsan oğlu tam itaatle ; Allah’ım bende varım demelidir. Dolayısıyla çok yakın olan kıyamet ve hesap günü depreminden kendisini ve ailesini korumalı ve buna hazırlıklı olmalıdır.

Buna rağmen halâ ayak ayak üstüne atarak kıyamet günü gelsin gözleriz mantığı ile bekleyenler ömürlerinin hatasını işlediklerinin ve kendilerini bile bile ateşe sürüklediklerinin farkında değiller.

Yüce Rabbimiz bizleri şu ayeti kerimelerle uyarmaktadır ;
“Onlar farkında olmadan âhiret aniden gelir.” (Yusuf sûresi 107.âyet)

“Ey insanlar! Rabbinizden korkun, çünkü kıyamet vaktinin depremi müthiş bir şeydir.” (Hac sûresi 1.âyet)

“Onu gördüğünüz gün her emzikli kadın emzirdiğinden vaz geçer, her gebe kadın çocuğunu düşürür. insanları da sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değildir, fakat Allah’ın azabı çok dehşetlidir.” (Hac sûresi 2.âyet)

“O gün kulakları patlatacak gürültü (kıyamet) geldiğinde, kişi kardeşinden, babasından, annesinden, eşinden ve çocuklarından kaçar, O gün her birinin başını aşacak derdi vardır.” (Abese sûresi 33-34-35-36-37.âyetler)

“O gün dost dostun halini sormaz. Azaptan kendini kurtarmak için oğullarını, karısını, kardeşini, (dünyada) kendisini koruyan, barındıran sülalesini ve yer yüzünde kim varsa versin de tek kendisini kurtarsın.” (Meâric sûresi 11.12.13.14. âyetler)

Yukarıdaki ayeti kerimede kişi cehennem azabından kurtulmak için her şeyini ve aile efradını fidye olarak vermeye razı oluyor ama bu kişi dünyada iken kolayca ibadetlerini yapmaktan imtina ediyordu, kaldı ki orada hiçbir şeye sahibi ve maliki değildir, ama dünyada çok şeye sahipti, Allah buyruklarını ve İbadetlerini rahatlıkla kolayca yapabilirdi.

“Bugün sizden ve inkar edenlerden fidye kabul edilmez, varacağınız yer ateştir, layığınız orasıdır; ne kötü bir dönüş yeridir.” (Hadid sûresi15.âyet)

“O gün , hiçbir nefis, başka bir nefis için bir şey yapmaya malik değildir. O gün emir yalnız Allah’ındır.” (İnfitar sûresi 19. âyet)

Hz. Ali r.a. ‘hın çok değerli olan sözü ise şöyledir ;
“Dünyada icraat vardır, sorgulama yoktur. Ahirette sorgulama vardır, icraat yoktur.”

Böylece bütün kâinattaki canlı ve cansız bütün yaratıklar Cenabı Allah’a kesintisiz her hususta, Secde ve ibadet görevleri ile birlikte programları gereği insanlara olan hizmetlerini tam itaatle kusursuz olarak yerine getirmektedirler.

“Yer yüzünde olanların hepsini sizin için yaratan O'dur.” (Bakara sûresi 29. âyet)

“Yer yüzünü size buyun eğdiren O,dur.”(Mülk sûresi 15. âyet)

“Sizi karada ve denizde yürüten odur.” (Yunus sûresi 22. âyetler)

“Allah şu anda bilemeyeceğiniz, daha nicelerini (nakil vasıtaları) yaratır.” Nahl sûresi 8. âyet)

Ancak özellikle son asırda nakil vasıtaları, gerek çeşit, gerekse sürat bakımından akıllara durgunluk veren bir gelişme göstermiştir. İşte yukarıdaki ayetin sonunda ise “Allah, şu anda bilemeyeceğiniz daha nicelerini (Nakil vasıtaları) yaratır” mealindeki buyruk bu hususa işaret etmektedir ve şüphesiz bu gelişme, Allah’ın insanlara en büyük lütuflarından birisidir.

“Sürekli olarak yörüngelerinde hareket eden ay ve güneşi, geceyi ve gündüzü sizin emrinize verdi. O, Kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi size verdi.” (İbrahim sûresi 33. âyet)

Bütün bu nimetleri göz ardı ederek umursamayanlar, hiçte güzel olmayan sonuçlarını hazırlamış olurlar .
Yer, içer, bütün bu nimetlerden istifâde eder ve sonrada Cenâbı Allah’a ve Kuran’ı Kerimin âyetlerine karşı gelir. Hangi devirde yaşıyoruz İrtica (gerici) diyerek, çağdaşlık kavramını da kendisine kalkan edinerek, sen kalp temizliğine bak deyip ailesi ile tv. karşısında yan gelip yatmalı mıdır.?

Yarın son nefesimizi teslim ettikten sonra, Müminler iyi ki İslamiyet’i yaşamışız diye sevinecekler. Münafıklar, Kafirler ve imansızlar, keşke dünyaya geri dönmek olsaydı da Allah, Kuran ve Peygamber yolunda olsaydık diyecekler.

“Onlar ateşin karşısında durup, ah ne olur keşke dünyaya geri döndürülsek de bir daha rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve Müslümanlardan olsak. Dediklerini bir görsen.” (Enam sûresi 27. âyet)

Biz dünyanın nimetlerinden en güzel biçimde istifade edebilmek için ve ahirette de en yükse makamlara nail olabilmemiz için Rabbimize tövbe edip ondan af ve mağfiret dilemeliyiz. Yap yapma buyruklarını da eksiksiz uygulamamız gerekiyor, çünkü Yüce Rabbimiz bana dua edin ben affederim buyuruyor.

Konu ile ilgili Ayeti kerimeler şöyledir :
Ancak bundan sonra tövbe edip ıslah olanlar müstesnadır. Çünkü Yüce Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.” (Nur sûresi 5.âyet)

“Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin, çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Zümer sûresi 53. âyet)

Yaklaşık aradan on beş asır geçmiş olmasına rağmen Kuran’ı Kerimde ki buyruklardan hiç biri bugünkü yaşantımıza ters düşmemektedir. O, insanlar için bir ışıktır. Tersini bekleyenlerin elleri hep boş kalmıştır. Yani insanoğlunun şimdi ve ileride ulaşacağı medeniyetler Kuranı Kerimi hiç aşamayacaktır.

Cenabı Allah müminleri Kuran’ı Kerimden ve peygamberimiz s.a.v.’in yolundan ayırmasın. Hepimize Dünyanın ve ahiretin güzelliklerini nasip etsin. Hepimizi Peygamberimiz s.a.v.’e Cennette komşu eylesin.
                                                                                   بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم 

NİSA SÜRESİ AYET 109

هَاأَنتُمْ هَؤُلاء جَادَلْتُمْ عَنْهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فَمَن يُجَادِلُ اللّهَ عَنْهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَم مَّن يَكُونُ عَلَيْهِمْ وَكِيلاً
Hâ entum hâulâi câdeltum anhum fîl hayâtid dunyâ fe men yucâdilullâhe anhum yevmel kıyâmeti em men yekûnu aleyhim vekîlâ(vekîlen).
HAYDİ siz tuttunuz (bu geçici degersizve ) düşük hayatta onları savunmak için mücaledee ettiniz ( diyelim ) peki kıyamet gününde onlar ALLAH a karşı kim savunacak veya onlara kim vekil olacak
 

26 Şubat 2015 Perşembe

                                                                                    بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم 


nisa süresi ayet 108

يَسْتَخْفُونَ مِنَ النَّاسِ وَلاَ يَسْتَخْفُونَ مِنَ اللّهِ وَهُوَ مَعَهُمْ إِذْ يُبَيِّتُونَ مَا لاَ يَرْضَى مِنَ الْقَوْلِ وَكَانَ اللّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطًا
Yestahfûne minen nâsi ve lâ yestahfûne minallâhi ve huve meahum iz yubeyyitûne mâ lâ yardâ minel kavl(kavli). Ve kânallâhu bi mâ ya’melûne muhîtâ(muhîtan).
(onlar yaptıklarını ) insanlardan gizlemeye çalışırlar ancak ALLAH tan gizleme gereyi duymazlar oysa o kendisinin razı olmadıgı  sözler konuşurlarken onların yanı başlarındadır elbette ALLAH onların yaptıgıher şeyi ( bilgisiyle) kuşatandır  
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
                                            Müslümanlıkta Ahlâk Vazifeleri
        İslâm dininde ahlâk vazifeleri, vicdana ve kalbe aid hükümlerdir. Müslümanlık, her şeyden önce, bir ahlâk dini, bir vazife dinidir. Esasen müslüman-lık, Ahlâk, müslüman da, olgun insan demektir. Müslümanlıkta ahlâkın birinci temeli, Allanın iradesine boyun eğmek, emirlerine itaat etmek; ikinci temeli de, Allanın bütün yaratıklarıyla iyi geçinmek, hiç kimseye fenalık yapmamak, herkesin iyiliğini istemektir. Allahın emirlerine, Allarım emirleri olduğu için tazim etmek, Allanın kullarına da, Allarım kulları oldukları için, şefkat ve merhamet-göstermek, yerine göre, yardım etmektir: (768).
        İslâm dininin esas temeli, îmân (inanç) dır. İnsanları saadete ulaştıracak yol, Allahın birliğine, ibâdetin yalnız Allaha yapılabileceğine inanmak, Hz. Mu-hammed -sallallahu aleyhi ve sellem- in, Allahın son elçisi bulunduğunu kabul ve tasdik etmektir. Müslümanlıkta ahlâk vazifeleri, dinin esas temeli olan bu îmân kökleriyle o kadar karışmış ve kaynaşmıştır ki, bunları birbirinden ayırmak mümkün değildir. Ahlâkın ibâdetle de münasebeti pek sıkıdır, islâm dininde ahlâk, dine dayanır. Din yıkılınca, ahlâk da ayakta duramaz olur, yıkılır. Dinsiz ahlâk olamıyacağı gibi bilgisiz din.de insanı yanlış yollara götürür. Halbuki, insan, hem kendisini yaratan Allaha, hem de Allahın yarattıklarına karşı mutlak bir vazife ile ödevlidir. İslâm dininde bu vazife, yaratana teslim olmakla başlar. Sonra, derece derece, insanın kendi şahsına, ailesine, vatanına, milletine ve en sonra, bütün insanlara kadar, genişleye genişleye gider.
        Ahlâk vazifeleri, Allahın hakkı olan ibâdet vazifelerinden hiç de aşağı tutulamaz. Müslümanlıkta namaz ve oruç birer dînî vazife (kesin emir) olduğu gibi, sağlığı korumak, insanlara güler yüz, tatlı söz ile muamelede bulunmak da birer dînî vazifedir. Kumar nasıl bir haram (kesin yasak) ise, bühtan (iftira) da aynı ile haramdır.
        İslâm dini, akla değer veren bir dindir. İnsanın, gerek kendi varlığında ve gerek göklerde ve yerde, Allahın bütün kudret eserlerini anlıyabilmesi için, ancak sağlam bir akıl sahibi olması lâzımdır.
        Müslümanlık, akla yüksek bir mevki verdiği gibi, ilmin de kıymetini yükseltmiş, (kadın ve erkek) herkese ilmi farz (mecburî) kılmış, hakîkat nerede bulunursa, alınmasını bildirmiştir. İnsanları, ilmin her şubesine (dalına) teşvik eden âyetler ve hadîsler pek çoktur. Bu sebepten, müslümanlıkta, müs-bet ilimlere, fenlere aykırı hiçbir hüküm yoktur ve olamaz.
        Bir müslüman, ancak Allah huzurunda mutlak bir kul, insanlar arasında mutlak bir hürdür. .
        Müslümanlıkta din âliminin vazifesi, yalnız hakikati bildirmek, doğru yolu göstermek, Peygamberin izinde gitmektir. Yoksa (papazların yaptıkları gibi), Allah ile kul arasına girmek, vasıta olmak değildir.
        İslâm dininde kolaylık esastır. Dinî emirlerde ihmalciliği kesin olarak yasaklayan müslümanlık, dinde aşırı gitmeyi de taassup göstermeyi de o derece fena saymıştır. Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- , bütün hareketlerimizde ifratı (aşırı gitmeyi) da, tefriti (geri kalmayı) de fena huylar arasında göstermiş, her şeyde, her işde, itidali (ortada bulunmayı) tavsiye etmiştir: (769).
                                                                             بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم  


NİSA SÜRESİ AYET  107

وَلاَ تُجَادِلْ عَنِ الَّذِينَ يَخْتَانُونَ أَنفُسَهُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ مَن كَانَ خَوَّانًا أَثِيمًا
Ve lâ tucâdil anillezîne yahtânûne enfusehum innallâhe lâ yuhıbbu men kâne havvânen esîmâ(esîmen).
KENDİLERİNE ihanet edip duranları savunmak için mücadele etme çünkü ALLAH işi gücü ihanet etmek olan ve bol bol günah işleyen kimseleri sevmez
  
                                                                        بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم  


NİSA SÜRESİ AYET 106

وَاسْتَغْفِرِ اللّهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ غَفُورًا رَّحِيمًا
Vestagfirillâh(vestagfirillâhe). İnnallâhe kâne gafûran rahîmâ(rahîmen).
ALLAH tan bagışlanma dile şüphesiz ALLAH çok bagışlayan çok acıyandır
                                                                           بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم 
                  

nisa süresi ayet 105

         
إِنَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَا أَرَاكَ اللّهُ وَلاَ تَكُن لِّلْخَآئِنِينَ خَصِيمًا
İnnâ enzelnâ ileykel kitâbe bil hakkı li tahkume beynen nâsi bimâ erâkallâh(erâkallâhu). Ve lâ tekun lil hâinîne hasîmâ(hasîmen).  gerçekten biz sana insanlar arasında ALLAH ın sana gösterdigi şekilde hüküm veresin diye kitabı hak olarak indirdik hainleri savunmaya kalkma                                     
                                                                        بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

nisa süresi ayet 104

وَلاَ تَهِنُواْ فِي ابْتِغَاء الْقَوْمِ إِن تَكُونُواْ تَأْلَمُونَ فَإِنَّهُمْ يَأْلَمُونَ كَمَا تَأْلَمونَ وَتَرْجُونَ مِنَ اللّهِ مَا لاَ يَرْجُونَ وَكَانَ اللّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا
Ve lâ tehinû fîbtigâil kavm(kavmi). İn tekûnû te’lemûne fe innehum ye’lemûne kemâ te’lemûn(te’lemûne), ve tercûne minallâhi mâ lâ yercûn(yercûne). Ve kânallâhu alîmen hakîmâ(hakîmen).düşman olan topluluguizlemekte gevşek davranmayın eger siz acı çekiyorsanız onlar da sizin acı çektiginiz gibi acı çekiyorlar kaldı ki siz  ALLAH tan onların ümit etmeyecegi şeyleri umuyorsunuz ALLAH çok bilen yaptıgını saglam yapan ve yaptıgından bir hikmet bulunandır
 
 
 

                                                         
                                                                                     بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

  nisa süresi ayet 103

    
فَإِذَا قَضَيْتُمُ الصَّلاَةَ فَاذْكُرُواْ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَى جُنُوبِكُمْ فَإِذَا اطْمَأْنَنتُمْ فَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ إِنَّ الصَّلاَةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ كِتَابًا مَّوْقُوتًا
Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alâl mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).   o korkulu zamanda namaz kıldınız mı gerek ayaktayken gerek otururken gereksede yanlarınız üzerinde (yatarken ) hep ALLAH ı zikredin korkudan kurtulup güvenlikte oldugunuz zaman (bütün şartlarını gözeterek ) namaz kılın çünkü namaz müminlere belirli zamanlarda farz kılınmıştır                                                               
                                                                        بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

NİSA SÜRESİ AYET 102

وَإِذَا كُنتَ فِيهِمْ فَأَقَمْتَ لَهُمُ الصَّلاَةَ فَلْتَقُمْ طَآئِفَةٌ مِّنْهُم مَّعَكَ وَلْيَأْخُذُواْ أَسْلِحَتَهُمْ فَإِذَا سَجَدُواْ فَلْيَكُونُواْ مِن وَرَآئِكُمْ وَلْتَأْتِ طَآئِفَةٌ أُخْرَى لَمْ يُصَلُّواْ فَلْيُصَلُّواْ مَعَكَ وَلْيَأْخُذُواْ حِذْرَهُمْ وَأَسْلِحَتَهُمْ وَدَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَوْ تَغْفُلُونَ عَنْ أَسْلِحَتِكُمْ وَأَمْتِعَتِكُمْ فَيَمِيلُونَ عَلَيْكُم مَّيْلَةً وَاحِدَةً وَلاَ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِن كَانَ بِكُمْ أَذًى مِّن مَّطَرٍ أَوْ كُنتُم مَّرْضَى أَن تَضَعُواْ أَسْلِحَتَكُمْ وَخُذُواْ حِذْرَكُمْ إِنَّ اللّهَ أَعَدَّ لِلْكَافِرِينَ عَذَابًا مُّهِينًا
Ve izâ kunte fîhim fe ekamte lehumus salâte fel tekum tâifetun minhum meake vel ye’huzû eslihatehum fe izâ secedû fel yekûnû min varâikum, vel te’ti tâifetun uhrâ lem yusallû fel yusallû meake vel ye’huzû hızrahum ve eslihatehum, veddellezîne keferû lev tagfulûne an eslihatikum ve emtiatikum fe yemîlûne aleykum meyleten vâhıdeh(vâhıdeten). Ve lâ cunâha aleykum in kâne bikum ezen min matarin ev kuntum mardâ en tedaû eslihatekum, ve huzû hızrakum. İnnallâhe eadde lil kâfirîne azâben muhînâ(muhînen). SEN ovakit onların içlerinde olup da onlara namaz kıldırdıgında içlerinden bir gurup seninle beraber namaza dursun silahlarını da yanlarına alsınlar  bunlar secdeye vardıklarında diger gurup arkanızda beklesin sonra o namaz kılmamış olan diger gurup gelsin seninle beraber (namaz ) kılsınlar ihtiyatlı olsunlar silahlarını yanlarına alsınlarkafirler sizin silahlarınızdan ve eşyalarınızdan size bir sakınca yoktur bununla birlikte tetbirinizi alın ihtiyatı elden bırakmayın çünkü ALLAH kafirler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır
KUYUYA DÜŞEN EŞEK !
Bir gün, bir çiftçinin eşeği kuyuya düşer.
Adam ne yapacağını düşünürken, hayvan saatlerce anırır.
En sonunda çiftçi, hayvanın yaşlı olduğunu ve kuyunun da zaten kapanması gerektiğini düşünür ve eşeği çıkartmaya değmeyeceğine karar verir.
Bütün komşularını yardıma çağırır. ...
Her biri birer kürek alarak kuyuya toprak atmaya başlarlar.
Eşek ne olduğunu fark edince, önce daha beter bağırmaya başlar.
Sonra, herkesin şaşkınlığına, sesini keser.
Birkaç kürek toprak daha attıktan sonra, çiftçi kuyuya bakar.
Gözlerine inanamaz, eşek, sırtına düşen her kürek toprakla müthiş bir şey yapmakta, toprağı aşağıya silkeleyerek yukarı çıkmasına basamak hazırlamaktadır.
Bir süre sonra, komşular toprak atmaya devam edince, herkesin şaşkınlığı altında eşek, kuyunun kenarından dışarı bir adım atıp, koşarak uzaklaşır!
Hayat üzerinize hep toprak atacaktır; her türlü pislik ile…
Kuyudan çıkmanın sırrı, bu pisliği silkeleyip bir adım yükselmektir.
Sıkıntılarımızın her biri bir adımdır.
En derin kuyulardan bile yılmayarak, usanmayarak çıkabiliriz.
Silkelenin ve biraz daha yukarı çıkın.
Başkaları da okusun diye bir kez paylaşır mısın?

Devamını Gör
                                                                             بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
NİSA SÜRESİ AYET 101

وَإِذَا ضَرَبْتُمْ فِي الأَرْضِ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَن تَقْصُرُواْ مِنَ الصَّلاَةِ إِنْ خِفْتُمْ أَن يَفْتِنَكُمُ الَّذِينَ كَفَرُواْ إِنَّ الْكَافِرِينَ كَانُواْ لَكُمْ عَدُوًّا مُّبِينًا
Ve izâ darabtum fîl ardı fe leyse aleykum cunâhun en taksurû mines salâti, in hıftum en yeftinekumullezîne keferû. İnnel kâfirîne kânû lekum aduvven mubînâ(mubînen). YERYÜZÜNDE yolculuga çıktıgınız zaman kafirlerin size bir kötülük yapmasından korkarsanız namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur şüpesiz kafirler sizin apaçık düşmanınızdır

25 Şubat 2015 Çarşamba

                                                                                                  بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ      


NİSA SÜRESİ AYET 100

       
وَمَن يُهَاجِرْ فِي سَبِيلِ اللّهِ يَجِدْ فِي الأَرْضِ مُرَاغَمًا كَثِيرًا وَسَعَةً وَمَن يَخْرُجْ مِن بَيْتِهِ مُهَاجِرًا إِلَى اللّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُ فَقَدْ وَقَعَ أَجْرُهُ عَلى اللّهِ وَكَانَ اللّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
Ve men yuhâcir fî sebîlillâhi yecid fîl ardı murâgamen kesîran veseah(veseaten). Ve men yahruc min beytihî muhâciran ilâllâhi ve resûlihî summe yudrikhul mevtu fe kad vakaa ecruhu alâllâh(alâllâhi). Ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen) kim ALLAH yolunda hiciret ederse hem yer yüzünde gidecek bir çok yer hem de genişlik bulur kim ALLAH a ve peygambere hiciret kastıyla evinden çıkar sonra kendisine ölüm yetişirse muhakkak ki onun sevabı ALLAH a düşer ALLAH çok bagışlayan çok acıyandır                                                       
                                                                              بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

    nisa süresi ayet 99

    
فَأُوْلَئِكَ عَسَى اللّهُ أَن يَعْفُوَ عَنْهُمْ وَكَانَ اللّهُ عَفُوًّا غَفُورًا
Fe ulâike asâllâhu en ya’fuve anhum. Ve kânallâhu afuvven gafûrâ(gafûran).
ALLAH ın onları  affetmesi umulur ALLAH affı ve bagışlaması çok olandır                                      
                                                                        بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

nisa süresi ayet 98

إِلاَّ الْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاء وَالْوِلْدَانِ لاَ يَسْتَطِيعُونَ حِيلَةً وَلاَ يَهْتَدُونَ سَبِيلاً
İllâl mustad’afîne miner ricâli ven nisâi vel vildâni lâ yestatîûne hîleten ve lâ yehtedûne sebîlâ(sebîlen).
ANCAK zayıf ve güçsüz olan hiçbir şeye gücü yetmeyen ve hiciret etmeye bir yol bulamayan erkekler kadınlar ve çocuklar (bu uyarı ve hüküm )dışındadırlar
 
                                                                                     بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم


nisa süresi ayet 97

   
إِنَّ الَّذِينَ تَوَفَّاهُمُ الْمَلآئِكَةُ ظَالِمِي أَنْفُسِهِمْ قَالُواْ فِيمَ كُنتُمْ قَالُواْ كُنَّا مُسْتَضْعَفِينَ فِي الأَرْضِ قَالْوَاْ أَلَمْ تَكُنْ أَرْضُ اللّهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُواْ فِيهَا فَأُوْلَئِكَ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَسَاءتْ مَصِيرًا
İnnellezîne teveffâhumul melâiketu zâlimî enfusihim kâlû fîme kuntum. Kâlû kunnâ mustad’afîne fîl ard(ardı). Kâlû e lem tekun ardullâhi vâsiaten fe tuhâcirû fîhâ. Fe ulâike me’vâhum cehennem(cehennemu) ve sâet masîrâ(masîran).
MELEKLER kendilerine zulmederlerken canlarını aldıgı kimselere ne işteydiniz diyecekler onlar biz yeryüzünde zayıf ve güçsüzdük diyecekler  (melekler onlara ) ALLAH ın ( yaratmış  oldugu )  yeryüzü (dini yaşayabileceginiz kadar ) geniş degil miydi oralara hiciret etseydiniz ya diyecekler işte bunların varacakları yer cehennemdir oraya gidiş ne kötüdür                                                                 
                                                                         بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
nisa süresi ayet 96

دَرَجَاتٍ مِّنْهُ وَمَغْفِرَةً وَرَحْمَةً وَكَانَ اللّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
Deracâtin minhu ve magfiraten ve rahmet(rahmeten). Ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).

ORADA (onlar için ) derece derece rütbeler bagışlanma ve acıma vardır ALLAH çok bagışlayan çok acıyandır
                                                                                 بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
nisa süresi 95

لاَّ يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ غَيْرُ أُوْلِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فَضَّلَ اللّهُ الْمُجَاهِدِينَ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِدِينَ دَرَجَةً وَكُلاًّ وَعَدَ اللّهُ الْحُسْنَى وَفَضَّلَ اللّهُ الْمُجَاهِدِينَ عَلَى الْقَاعِدِينَ أَجْرًا عَظِيمًا
Lâ yestevîl kâıdûne minel mu’minîne gayru ulîd darari vel mucâhidûne fî sebîlillâhi bi emvâlihim ve enfusihim. Faddalallâhul mucâhidîne bi emvâlihim ve enfusihim alâl kâidîne dereceh(dereceten). Ve kullen vaadallâhul husnâ. Ve faddalallâhul mucâhidîne alâl kâıdîne ecran azîmâ(azîmen).
MÜMİNLERDEN özür sahibi olmaksızın ( cihada katılmayıp yurtlarından ) oturup kalanlarla ALLAH yolunda mallarıyla canlarıyla cihat edenler eşit olmazlar ALLAH mallarıyla ve canlarıyla cihat edenleri (cihada katılmayıp yurtlarında) oturup kalanlara derece itibarıyla üstün tutmuştur gerçi ALLAH her ikisine de cenneti vaat etmiştir bununla beraber ALLAH mücahidleri ( cihada katılmayıp yurtlarında ) oturup kalanlar karşı büyük bir sevapla üstün tutmuştur
                                                                بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

nisa süresi ayet 94

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا ضَرَبْتُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ فَتَبَيَّنُواْ وَلاَ تَقُولُواْ لِمَنْ أَلْقَى إِلَيْكُمُ السَّلاَمَ لَسْتَ مُؤْمِنًا تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فَعِندَ اللّهِ مَغَانِمُ كَثِيرَةٌ كَذَلِكَ كُنتُم مِّن قَبْلُ فَمَنَّ اللّهُ عَلَيْكُمْ فَتَبَيَّنُواْ إِنَّ اللّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا
Yâ eyyuhâllezîne âmenû izâ darabtum fî sebîlillâhi fe tebeyyenû ve lâ tekûlû li men elkâ ileykumus selâme leste mu’minâ(mu’minen), tebtegûne aradal hayâtid dunyâ, fe indallâhi megânimu kesîrah(kesîratun). Kezâlike kuntum min kablu fe mennallâhu aleykum fe tebeyyenû. İnnallâhe kâne bimâ ta’melûne habîrâ(habîran).
 
EY iman edenler ALLAH yolunda adım atıgınız vakit iyi anlayın dinleyin size islam selamı verene dünya hayatınıngeçici varlıklarını arzulayarak sen mümin degilsin demeyin ALLAH katında bir çok ganimet vardır önceden siz de öyleydiniz  ALLAH size lütffeti de sizleri imanla tanıştırdı onu için iyiy anlayın dinleyin muhakkak  ALLAH ne yaparsanız haberdardır