30 Eylül 2015 Çarşamba

tevbe süresi ayet 20
الَّذِينَ آمَنُواْ وَهَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ أَعْظَمُ دَرَجَةً عِندَ اللّهِ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ
Ellezîne âmenû ve hâcerû ve câhedû fî sebîlillâhi bi emvâlihim ve enfusihim a'zamu dereceten indallâh(indallâhi) ve ulâike humul fâizûn (fâizûne).
21
يُبَشِّرُهُمْ رَبُّهُم بِرَحْمَةٍ مِّنْهُ وَرِضْوَانٍ وَجَنَّاتٍ لَّهُمْ فِيهَا نَعِيمٌ مُّقِيمٌ
Yubeşşiruhum rabbuhum bi rahmetin minhu ve rıdvânin ve cennâtin lehum fîhâ naîmun mukîm(mukîmun).
22
خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا إِنَّ اللّهَ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ
Hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), innallâhe indehû ecrun azîm (azîmun).
23
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ آبَاءكُمْ وَإِخْوَانَكُمْ أَوْلِيَاء إَنِ اسْتَحَبُّواْ الْكُفْرَ عَلَى الإِيمَانِ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettehızû âbâekum ve ihvânekum evliyâe inistehabbûl kufre alâl îmâni, ve men yetevellehum minkum fe ulâike humuz zâlimûn(zâlimûne).
24
قُلْ إِن كَانَ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَآؤُكُمْ وَإِخْوَانُكُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْ وَأَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا أَحَبَّ إِلَيْكُم مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ وَجِهَادٍ فِي سَبِيلِهِ فَتَرَبَّصُواْ حَتَّى يَأْتِيَ اللّهُ بِأَمْرِهِ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ
Kul in kâne âbâukum ve ebnâukum ve ıhvânukum ve ezvâcukum ve aşîretukum ve emvâlunıktereftumûhâ ve ticâratun tahşevne kesâdehâ ve mesâkinu terdavnehâ ehabbe ileykum minallâhi ve resûlihî ve cihâdin fî sebîlihî fe terabbesû hattâ ye'tiyallâhu bi emrihî, vallâhu lâ yehdîl kavmel fasikîn(fasikîne).
25
لَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّهُ فِي مَوَاطِنَ كَثِيرَةٍ وَيَوْمَ حُنَيْنٍ إِذْ أَعْجَبَتْكُمْ كَثْرَتُكُمْ فَلَمْ تُغْنِ عَنكُمْ شَيْئًا وَضَاقَتْ عَلَيْكُمُ الأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ ثُمَّ وَلَّيْتُم مُّدْبِرِينَ
Lekad nasarakumullâhu fî mevâtıne kesîratin ve yevme huneynin iz a'cebetkum kesretukum fe lem tugni ankum şey'en ve dâkat aleykumul ardu bi mâ rahubet summe velleytum mudbirîn(mudbirîne).
tevbe süresi ayet 20
iman edip hiciret etmiş ALLAH yolunda mallarıyla canlarıyla cihad etmiş olanlar ALLAH katında derece bakımından daha büyüktür işte onlar kazananlardır
21
rableri onları kendi katlarından rahmet hoşnutluk ve cennetlerle müjdeler onlar için içlerinde sürekli bir nimet var
22
onlar orada ebedi kalacaklardır şüphesiz  ALLAH katında büyük bir ödül vardır
23
ey iman edenler babalarınız ve kardeşleriniz eger imana karşı inkarcılıgın tercih ediyorlarsa onları dost ve koruyucu edinmeyin sizden kim onları dost ve koruyucu edinecek olursa işte onlar kendilerine zulmedenlerdir
24
de ki eger babalarınızın ogullarınız kardeşleriniz eşleriniz akrabanız elde ettiginiz mallar kesada ugramasından korktugunuz ticaret hoşunuza giden evler size ALLAH ve resülünden onun yolunda cihad etmekten daha sevimliyse artık ALLAH ın emri gelinceye kadar bekleyin ALLAH günahkarlar toplulugunu hidayete ulaştırmaz
25
ALLAH size birçok savaş alanında yardım etti huneyn günü bunlardan biridir o vakit sayısal çoklunuzun sizi kendinize güvendirmiş ancak bunun size hiçbir faydası olmamıştır yeryüzü bütün genişligiyle size dar gelmiştir sonra da bozularak arkanıza dönüp gitmiştiniz

18 Eylül 2015 Cuma

HAZRETİ İBRAHİM’İN OĞLU İSMAİL’İ KURBAN EDİŞİ
Bu kıssa Kuranı Kerimde Sâffat sûresinde zikredilmiştir. Şöyle ki:
Allâh’ü Teala İbrahim Aleyhisselâm’ı Nemrud’un ateşinden kurtardıktan ve O da Babil’den Şam’a hicret etmeye niyet ettikten sonra şöyle dedi: Ben Rabbime gidiyorum. Yani, Rabbimin bana emrettiği yere, Şam’a gidiyorum. Bu ayet hicrette asıldır ve ilk hicret eden de İbrahim Aleyhisselâm’dır. O, beni yoluna iletir.İbrahim Aleyhisselâm Şam’a ulaştığı zaman mahlukatın rabbine dua etti ve şöyle dedi.Ey Rabbim! Bana Salihlerden (bir oğul) ihsan et.Biz de ona yumuşak huylu bir oğul müjdeledik. Biz de ona bir oğul hibe ettik. Gelişip büyüdü. Oğlu, (İbrahim’in) yanında koşacak çağa gelince; Yani büyüyüp onunla birlikte ihtiyaçları ve menfaatleri için koşturacak duruma gelince.Ey oğlum! Ben seni rüyamda boğazladığımı görmekteyim. Yani Allah için kurban ettiğimi görmekteyim.Artık bak, bu konuda ne düşünürsün? dedi. Çocuk da; “Babacığım! Sana ne emredildiyse yap. İnşallah beni (Allâh’ü Teâlâ’nın bu imtihanına) sabredenlerden bulacaksın” dedi. Vakta ki onlar Allah’ın emrine boyun eğerek teslim oldular.
İbrahim Aleyhisselâm oğlunu alnı üzerine yatırdı. Hadise Mina’da vuku bulmuştur. Bıçağı boğazına sürdü. Ama bıçak, kudreti ilâhiyyeden bir mani sebebiyle hiç kesmedi.Biz de ona şöyle seslendik. Ey İbrahim! Gerçekten sen rüyana (emredileni yerine getirmeye azmetmek suretiyle) sadakat gösterdin. Bu sana yeter. Şüphe yok ki Biz emre imtisal etmekle nefislerine iyi davrananları böyle mükafatlandırırız. Muhakkak ki bu, açık bir imtihandı. Ve ona (boğazlamak ve emredilen işi yerine getirmek üzere) büyük bir koçu çocuğun yerine fidye verdik. (Sâffat-99-107)
Bu kurbanlık, Habil’in takdim edip de kendisinden kabul edilen koç idi ve Cebrail Aleyhisselâm Cennetten getirmişti. İbrahim Aleyhisselâm tekbir getirerek onu kesti. (Ruhul Beyan ve Celaleyn)
KISSANIN TAFSİLİ
Vakta ki İbrahim Aleyhisselâm Allah’ü Teâlâ’dan kendisine salih bir evlat vermesini istedi. Cebrail Aleyhisselâm geldi ve bir oğlan çocuğu olacağını müjdeledi. İbrahim Aleyhisselâm da aşırı sevincinden, onu, Allah rızası için kurban edeceğini nezretti. Sonra İsmail Aleyhisselâm dünyaya geldi. Yedi veya on üç yaşına geldiğinde Halil-İbrahim Aleyhisselâm Celil olan Rabbinin emriyle Hazreti İsmail’in de yardımı ile Kabe’yi bina etti. Kabe’nin inşaası bitince Beyt-i Şerifi haccetti. Hac vazifelerini bitirdikten sonra Zilhiccenin sekizinci gecesi rüyasında:
“Rabbin sana şu çocuğu kurban etmeni emrediyor” denildiğini gördü.Sabahleyin tefekkür etti. “Allah’tan mı, yoksa şeytandan mı? diye iyiden iyiye düşündü. Bu güne “Tevriye günü” denildi. Sabahleyin koyunlarının en iyilerinden yüz tane seçti ve onları kurban etti. Bir ateş geldi, onları yok etti. İbrahim Aleyhisselâm da bunların kafi olduğunu zannetti.İkinci gece (dokuzuncu gece) aynı rüyayı tekrar gördü. Bunun Allah’tan olduğunu anladı. Onun için dokuzuncu güne “Arefe” adı verildi. Bu sefer develerinden yüz tanesini seçti ve onları da kurban etti.Üçüncü gece (kurban bayramı gecesi) tekrar aynı rüyayı gördü ve;“İlâhi, benim kurbanım nedir?” dedi. Cenab-ı Hak:“Sevgide bana ortak ettiğin oğlundur,” buyurdu. İbrahim Aleyhisselâm istiğfar ederek uyandı. Oğlunu kesmeye karar verdi. Zilhiccenin onuncu günü olan bu gün “Nahr” kurban kesme günü diye isimlendirildi.
Hazreti İbrahim oğluna şefkat eder vaziyette İsmail Aleyhisselâm’ın annesi Hacer validemizin yanına geldi, dedi ki: “Başını yıka, koku ve yağ sür, en güzel elbiselerini giydir. Onunla koyun gütmeye gitmek istiyorum.”
İbrahim Aleyhisselâm yola çıkarken yanına ip ve bıçak aldı. Kesilecek yere yöneldiklerinde Şeytan İbrahim Aleyhisselâm’ın yanına geldi. Gönlüne fitne ve fesat sokmak istiyordu. Dedi ki:“Bu işte acele etme. Belki Allah bu kesim işinden sizi muaf tutar. Çocuğun boyunu,endamını, sîret ve suretinin güzelliğini görmüyor musun?” İbrahim Aleyhisselâm:“Bu bana Rabbimin emridir. Bu hayırlı bir iştir. Hayırlı iş geciktirilmez,” dedi. Hazreti İbrahim’den ümidini kesen Şeytan İsmail Aleyhisselâm’ın yanına geldi, şöyle dedi: “Sen sevinip duruyorsun. Ama babanın yanında bıçak var. Rabbinin emrettiği zannıyla seni kesmek istiyor.” İsmail Aleyhisselâm şeytana şöyle cevap verdi:“Peygamberlerin vahyinde yalan olmaz. Eğer böyle yapmak isterse dinler ve itaat ederim.” Şeytan başka sözler de söylemek istediğinde İsmail Aleyhisselâm eline taş aldı ve ona attı. Sol gözünü kör etti. Şeytan Aleyhillane eli boş ve üzüntülü olarak oradan kaçtı.Onun içindir ki Hazreti Allah, şeytanı kovmak için taşları atmayı (hacılara şeytan taşlamayı) vacib kıldı.Melun, bundan sonra Hacer validemizin yanına geldi. Çeşitli şekillerde gönlüne vesvese vermek istedi. Onu aldatmaya da muvaffak olamadı. Hayret içinde kaldı ve perişan oldu. Vakta ki Mina’daki kesim yerine ulaştılar. İbrahim Aleyhisselâm oğlunu imtihan için şöyle dedi: “Oğulcağızım! Rüyada seni kesiyor görüyorum. Sen buna ne dersin, nasıl bir reyde bulunursun?” İsmail Aleyhisselâm:
“Babacığım! Emr olunduğun şeyi işle, İnşaallah beni sabredenlerden bulursun,” dedi.Kesmeye azmettiğinde İsmail Aleyhisselâm dedi ki: “Babacığım, ellerimi bağla ki hareket etmeyeyim. Yüzümü yere doğru getir ki bana bakıp da merhamete gelmeyesin. Gömleğimi de anneme götür de ona hatıra olsun. Ayrıca ona benden selam söyle ve “Allah’ın emrine sabret” de.”
Sonra kesilmek üzere yatırılan koyun gibi, oğlunu sağ yanı üzerine yatırdı. Ellerini bağladı. Hazreti İsmail kendi kendine düşündü. Dedi ki: “El ve ayaklarımı çöz babacığım. Ta ki Allâh’ü Teâlâ’nın emrini zorla yaptığımız zannedilmesin. Bıçağı da boğazımın üzerine süratle çekmek için koy ki, melekler Allah’ın emrine itaatkar olduğumu bilsin.”
Sevgilinin eliyle bana zehir sunulsaydı,
Bu zehir onun elinden iyi gelirdi.
Hazreti İsmail elleri ve ayaklarını bağlanmamış vaziyette uzatıverdi. Yüzünü de yere doğru çevirdi. İbrahim Aleyhisselâm bıçağı onun boğazına koydu ve bütün kuvvetiyle çekti.
O anda Hazreti Allah meleklerin gözlerinden perdeyi kaldırdı. Bir de ne görsünler, İbrahim Aleyhisselâm oğlu İsmail’i kurban ediyor. Bu manzarayı görünce hemen secdeye vardılar.
Allâh’ü Teâlâ meleklere buyurdu ki: “Dostum İbrahim’e bakın, benim rızamı kazanmak ve emrimi yerine getirmek için oğlunun boynuna bıçağı nasıl sürüyor ? Halbuki siz:
“Yeryüzünde fesat çıkaracak, kan dökecek bir kavim mi yaratacaksın? Halbukibiz sana hamd etmek suretiyle tesbih ve takdis ediyoruz,” (Bakara-30) demiştiniz.
Rivayete göre;
Hazreti İbrahim bıçağı her çekişinde bıçak tersine, sırtı üstüne döndü ve Allah’ın izniyle kesmedi. İsmail Aleyhisselâm şöyle haykırdı: “Babacığım! Bana olan sevginin şiddetinden dolayı, korktuğum başına geldi. Elinin kuvveti gitti, kesmeye gücün yetmiyor. Babacığım, bıçağını tekrar bile.” Hazreti İbrahim kayaya dayandı. Bıçağını tekrar biledi. Bıçak sanki bir ateş parçası gibi oldu. Sonra tekrar sürdü. Allah’ın izniyle yine kesmedi. Oğlu: “Sana ne oluyor da tembel davranıyorsun?” dedi.
Bunun üzerine İbrahim Aleyhisselâm öfkelendi ve bıçağı bir taşa vurdu. Taş iki parçaya ayrildi,
“Çok acaib bir iş yaptın. Taşı kesiyor, ama et parçasını kesmiyorsun” dedi. Bıçak onun öfkesinden koktu. Allâh’ü Teâlâ’nın kudretiyle konuştu ve şöyle dedi: “Ya İbrahim! Sen “kes” diyorsun, alemlerin İlâhı ise “kesme” diyor.” Kendisine şöyle nida edildi:
“Ey İbrahim! Gerçekten sen rüyana sadakat gösterdin.”
O anda Allâh’ü Teâlâ Cebrail Aleyhisselâm’a şöyle emretti.
“Cennete gir, boynuzlu, alaca bir koç al, İbrahim’e götür ve benim tarafımdan ona de ki:
“Oğlunu sana hibe ettim. Oğlunun yerine şu dağdan inip gelen koçu kurban et.”
Cebrail Aleyhisselâm Cennete girip de koçun boynundan tutuğu vakit bunu görenler İsmail Aleyhisselâm’ın Rabbi yanındaki kerametine, kadrü kıymetine hayret ettiler. Bunun
üzerine Hazreti Allah şöyle buyurdu:
“İzzetim ve celalim hakkı için, bütün melekler boyunlarını İsmail’e fidye olarak koysalardı yine de onun “babacığım, sana ne emredildiyse yap, inşallah beni sabredenlerden bulacaksın” sözüne mükafat olamazdı.”
Cebrail Aleyhisselâm dünya semasına geldiğinde Hazreti İbrahim’i, oğlunu kesmek için aceleyle bıçağı boynuna çekerken gördü.
“Allâh’ü Ekber,” diye tekbir aldı. İbrahim Aleyhisselâm da başını dağa doğru kaldırdığı zaman Mina’ya yakın olan dağdan boynuzlu, alaca bir koçun aşağı doğru yavaş yavaş indiğini gördü. Bunun Allah’tan bir müjde olduğunu anladı ve “Lâ İlâhe illallâhü vallâhü ekber,” dedi. Hamd ve şükür makamında bulunan İsmail Aleyhisselâm da:
“Allâh’ü Ekber ve lillâhil hamd,” diye hamd etti. Cebrail Aleyhisselâm Hazreti İbrahim’e:
“Şu kurbanlık, oğlun için bir fidyedir, onu değil, bunu kes,” dedi. İbrahim Aleyhisselâm koçu alıp getirmesi için oğlunu gönderdi. Koç kaçtı. Hazreti İsmail takip etti, “birinci cemre” denilen yere kadar çıktı. İsmail Aleyhisselâm yedi adet taş attı ve oradan çevirdi. Koç “ikinci cemre” ye geldi. Orada da yedi taş attı ve çıkardı. Hazreti İbrahim koçu tuttu ve kesti.
Koçun kaçmasının faydası, kurban kesim yerinin izhar edilmesi idi. Bu da Mina mevki idi. Taşların atılması sünnet, teşrik tekbiri vacip olarak kaldı
Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib’in bir rüyası
Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib bir rü’yâ görmüştü. Rü’yâsında:
- Kalk! Zemzem kuyusunu kaz! diye emredildi. Gündüz, oğlu Hâris ile beraber, Kâ’benin yakınında kendisine işâret edilen yeri kazmaya başladılar. Önceleri bu işle pek ilgilenmiyen Kureyşliler, Zemzem kuyusunun açıldığını görünce, hak talep ettiler ve dediler ki:
- Bu bizim dedelerimizin kuyusudur. Burada bizim de hakkımız var. Eğer bizim teklîfimizi kabûl etmezsen, sen bizimle başa çıkamazsın! Çünkü senin bir tek oğlun var; biz daha kalabalığız ve senden güçlüyüz.
Abdülmuttalip, tamâmen kendi hakkı olan bu kuyuya, başkalarının da ortak olmak istemelerine üzüldü. Ama gerçekten de onlarla mücâdele edecek, hakkını savunacak durumda değildi. Bu duruma çok üzülüp içi burkulunca, Cenâb-ı Hakk’a şöyle yalvardı:
- Yâ Rabbî! Bana on çocuk ihsân eyle! Eğer bu duâmı kabûl edersen, içlerinden birini Ka’bede Sana kurbân edeceğim.
Allahü teâlâ, onun bu duâsını kabûl etti ve on oğlu oldu. Bu on oğlundan birinin adı Abdullah’tı. Oğullarından en çok bu Abdullah’ı seviyordu. Onda diğerlerine göre çok farklılık vardı.
Zemzem kuyusunu bulduktan ve zaman içerisinde on oğlu olduktan sonra Abdülmuttalib’in şânı ve şöhreti iyice artmıştı. Bir gece Abdülmuttalib’e rü’yâsında şöyle bir îkâz yapıldı:
- Ey Abdülmuttalib, adağını yerine getir!
Abdülmuttalib seneler önceki adağını unutmuştu. “Adağını yerine getir” diye îkâz edilince, sabahleyin hemen bir koç kesti. Ertesi gece yine îkâz edildi:
- Ondan daha büyük kurbân kes!
Bu defa da bir sığır kurbân etti. Yine îkâz edildi:
- Daha büyüğünü kes!
Bu defa da bir deve kurbân etti. Fakat îkâz yine devâm ediyordu. Bunun üzerine rü’yâda sordu:
- Bundan daha büyüğü ne olabilir, ne kesmeliyim?
O zaman kendisine şöyle cevap verildi:
- Hâtırlarsan, seneler önce oğullarından birini kurbân etmeyi adamıştın. Bu adağını yerine getir!
Adağını hâtırlayan Abdülmuttalib, ertesi gün çocuklarını topladı. Kendilerine durumu anlattı. Hiçbiri i’tirâz etmedi.
- Memnûniyetle; hangimizi istersen kurbân edebilirsin dediler.
Abdülmuttalib, kurbân edeceği oğlunu kur’a ile tesbît etmek istedi. Ama kur’a, en çok sevdiği oğlu Abdullah’a isâbet etti. Fakat söz vermişti; adağını yerine getirmeliydi. Keskin bir bıçak ile berâber oğlu Abdullah’ı alıp Kâ’be-i şerîf’in yanına geldi.
Bu hâdiseyi duyan Kureyşliler, hemen onun yanına koşup dediler ki:
- Biz, bu işe aslâ râzî değiliz. Eğer sen bu işi yaparsan, bu, âdet hâline gelir. Herkes, oğlunu kurbân etmek zorunda kalır. Buna başka bir çâre bulalım. Sonra şöyle bir çâre bulundu: Develer ve oğulları arasında kur’a çekilecekti. O zaman Kureyş’te insan diyeti on deve idi. Oğullarına isâbet ettiği müddetçe her defasında on deve ilâve edilerek, kur’a, develere çıkıncaya kadar buna devâm edilecekti.
Kur’aya başlandı. Fakat çekilen her kur’a, Abdullah’a isâbet ediyordu. Her defasında on ilâve edilerek devâm ediliyordu. Onuncu kur’ada deve sayısı yüz olunca, kur’a develere çıktı.
Abdülmuttalib, hemen yüz deveyi kurbân etti; oğullarından hiç birine, bu etlerden hiçbir şey vermeden tamâmını fakîrlere dağıttı.
İsmâîl aleyhisselâmın, kurbân edilmekten kurtulma hâdisesinden sonra, ikinci evlâd kurbân edilmeme hâdisesi de bu olmuş oldu.
İşte, Peygamber Efendimizin soyu, İsmâîl aleyhisselâma dayandığı için, “Ben, iki kurbânlığın oğluyum” buyururdu.
Bilindiği üzere kurbân ibâdeti, dünyâya gönderilen ilk insan ve aynı zamanda ilk Peygamber olan Hz. Âdem’den beri bilinen ve yapılagelen bir ibâdettir. Tabîî ki İslâmiyette insan kurbân etmek yoktur; şiddetli harâmdır.
Hac sûresinin 36-37. âyetlerinde umûmî olarak kurbân ibâdeti; Mâide sûresinin 27. âyetinde, Âdem aleyhisselâmın 2 oğlunun kestikleri kurbân, yine aynı sûrenin 103. âyetinde adak kurbânı; Sâffât suresinin 102-107. âyetlerinde Hz. İbrâhîm aleyhisselâm’ın kestiği kurbân; Bakara 196; Mâide 2, 95, 97 ve Fetih 25’te ise [Temettu’ ve Kırân haclarından birini yapanların] hacda kestikleri kurbânlar zikrolunmuştur.
Kevser sûresinde ise, Peygamber Efendimize farz olan, fakat (Hanefî mezhebine göre) ümmetinden zengin olanlara vâcip kılınan, (Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine göre ise sünnet-i müekkede olan) kurbân beyân buyurulmaktadır

17 Eylül 2015 Perşembe


TÖVBE SÜRESİ AYET 17
مَا كَانَ لِلْمُشْرِكِينَ أَن يَعْمُرُواْ مَسَاجِدَ الله شَاهِدِينَ عَلَى أَنفُسِهِمْ بِالْكُفْرِ أُوْلَئِكَ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ وَفِي النَّارِ هُمْ خَالِدُونَ
Mâ kâne lil muşrikîne en ya'murû mesâcidallâhi şâhidîne alâ enfusihim bil kufr(kufri), ulâike habitat a'mâluhum ve fîn nâri hum hâlidûn (hâlidûne).
TÖVBE SÜRESİ AYET 18
إِنَّمَا يَعْمُرُ مَسَاجِدَ اللّهِ مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَأَقَامَ الصَّلاَةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَلَمْ يَخْشَ إِلاَّ اللّهَ فَعَسَى أُوْلَئِكَ أَن يَكُونُواْ مِنَ الْمُهْتَدِينَ
İnnemâ ya'muru mesâcidallâhi men âmene billâhi vel yevmil âhıri ve ekâmes salâte ve âtez zekâte ve lem yahşe illâllâhe fe asâ ulâike en yekûnû minel muhtedîn(muhtedîne).
TÖVBE SÜRESİ AYET 19
أَجَعَلْتُمْ سِقَايَةَ الْحَاجِّ وَعِمَارَةَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ كَمَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَجَاهَدَ فِي سَبِيلِ اللّهِ لاَ يَسْتَوُونَ عِندَ اللّهِ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
E cealtum sikâyetel hâcci ve ımâratel mescidil harâmi ke men âmene billâhi vel yevmil âhıri ve câhede fî sebilillâh(sebilillâhi), lâ yestevûne indallâh(indallâhi), vallâhu lâ yehdîl kavmez zâlimîn(zâlimîne).
TÖVBE SÜRESİ AYET 20
الَّذِينَ آمَنُواْ وَهَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ أَعْظَمُ دَرَجَةً عِندَ اللّهِ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ
Ellezîne âmenû ve hâcerû ve câhedû fî sebîlillâhi bi emvâlihim ve enfusihim a'zamu dereceten indallâh(indallâhi) ve ulâike humul fâizûn (fâizûne).
TÖVBE SÜRESİ AYET 17
MÜŞRİKLER VİCDANLARINA karşı kendi inkarcılarına kendileri şahit olup dururlarken ALLAH ın mescidlerini yapıp korumaları mümkün degildir onların hayır adına yaptıkları boşa gitmiştir onlar ebedi olarak cehennemde kalacaklardır
18
ALLAH ın mescidlerini ancak ALLAH a ve ahiret gününe inanan namaza devam eden zekatı veren ALLAH tan başkasından korkmayan kimseler yapıp korurlar işte bunların başarılı olmaları umulur
19
siz hacılara su dagıtmayı mescid i haram ın bakımının yapmayı ALLAH a ve ahiret gününe iman edip  de ALLAH yolunda
cihad etmekte olan kimseye denk mi tuttunuz bunlar ALLAH katında denk olmazlar ALLAH zalim toplulugu dogru yola ulaştırmaz
TÖVBE SÜRESİ AYET 13
أَلاَ تُقَاتِلُونَ قَوْمًا نَّكَثُواْ أَيْمَانَهُمْ وَهَمُّواْ بِإِخْرَاجِ الرَّسُولِ وَهُم بَدَؤُوكُمْ أَوَّلَ مَرَّةٍ أَتَخْشَوْنَهُمْ فَاللّهُ أَحَقُّ أَن تَخْشَوْهُ إِن كُنتُم مُّؤُمِنِينَ
E lâ tukâtilûne kavmen nekesû eymânehum ve hemmû bi ihrâcir resûli ve hum bedeûkum evvele merrah(merratin), e tahşevnehum, fallâhu ehakku en tahşevhu in kuntum mu'minîn(mu'minîne).
TÖVBE SÜRESİ AYET 14
قَاتِلُوهُمْ يُعَذِّبْهُمُ اللّهُ بِأَيْدِيكُمْ وَيُخْزِهِمْ وَيَنصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُّؤْمِنِينَ
Kâtilûhum yuazzibhumullâhu bi eydîkum ve yuhzihim ve yansurkum aleyhim ve yeşfi sudûre kavmin mu'minîn(mu'minîne).
TEVBE SÜRESİ AYET 15
وَيُذْهِبْ غَيْظَ قُلُوبِهِمْ وَيَتُوبُ اللّهُ عَلَى مَن يَشَاء وَاللّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ
Ve yuzhib gayza kulûbihim, ve yetûbullâhu alâ men yeşâu, vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
TÖVBE SÜRESİ AYET16
أَمْ حَسِبْتُمْ أَن تُتْرَكُواْ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّهُ الَّذِينَ جَاهَدُواْ مِنكُمْ وَلَمْ يَتَّخِذُواْ مِن دُونِ اللّهِ وَلاَ رَسُولِهِ وَلاَ الْمُؤْمِنِينَ وَلِيجَةً وَاللّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Em hasibtum en tutrekû ve lemmâ ya'lemillâhullezîne câhedû minkum ve lem yettehızû min dûnillâhi ve lâ resûlihî ve lâl mu'minîne velîceh(velîceten), vallâhu habîrun bi mâ ta'melûn(ta'melûne).
TÖBE SÜRESİ AYET 13
YEMİNLERİNİ bozan peygamberi (yurdundan) çıkarmayı planlayan ilk önce size karşı saldırıyı başlatan bir toplulukla savaşmaz mısınız yoksa onlardan korkuyor musunuz eger müminseniz ALLAH kendisinden korkmanıza daha layıktır
tövbe süresi ayet14
onlarla savaşın ki ALLAH sizin ellerinizle onlara azap etsin  onlara alçaltsın onlara karşı size yardım etsin mümin toplulugun kalplerine su serpsin
tövbe süresi ayet 15
onların kalplerindeki kini yok etsin ALLAH diledigine tövbe  etmeyi nasip eder ALLAH bilendir işi saglam yapan ve yaptıgında bir hikmet bulunandır
tövbe ayet 16
yoksa siz ALLAH içinizden cihadedenleri ALLAH rasulü ve müminler dışında dost edinmeyenleri bilmenden kendi halinize bırakıla verileceginizi mi zannetiniz ALLAH yaptıklarınızdan haberdardır

16 Eylül 2015 Çarşamba


TEVBE SÜRESİ 9

اشْتَرَوْاْ بِآيَاتِ اللّهِ ثَمَنًا قَلِيلاً فَصَدُّواْ عَن سَبِيلِهِ إِنَّهُمْ سَاء مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
İşterev bi âyâtillâhi semenen kalîlen fe saddû an sebîlihî, innehum sâe mâ kânû ya'melûn(ya'melûne).
10
لاَ يَرْقُبُونَ فِي مُؤْمِنٍ إِلاًّ وَلاَ ذِمَّةً وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُعْتَدُونَ
Lâ yerkubûne fî mu'minin illen ve lâ zimmeh(zimmeten), ve ulâike humul mu'tedûn(mu'tedûne).
11
فَإِن تَابُواْ وَأَقَامُواْ الصَّلاَةَ وَآتَوُاْ الزَّكَاةَ فَإِخْوَانُكُمْ فِي الدِّينِ وَنُفَصِّلُ الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
Fe in tâbû ve ekâmus salâte ve âtuz zekâte fe ıhvânukum fîd dîn (dîni), ve nufassılul âyâti li kavmin ya'lemûn(ya'lemûne).
12
وَإِن نَّكَثُواْ أَيْمَانَهُم مِّن بَعْدِ عَهْدِهِمْ وَطَعَنُواْ فِي دِينِكُمْ فَقَاتِلُواْ أَئِمَّةَ الْكُفْرِ إِنَّهُمْ لاَ أَيْمَانَ لَهُمْ لَعَلَّهُمْ يَنتَهُونَ
Ve in nekesû eymânehum min ba'di ahdihim ve taanû fî dînikum fe kâtilû eimmetel kufri innehum lâ eymâne lehum leallehum yentehûn(yentehûne).
TEVBE SÜRESİ AYET 9
ALLAH ın ayetlerini az bir bedel karşılıgında sattılar onun yoluna girmeyi engellediler gerçekten bunlar ne kötü işler yapmaktafırlar
10
onlar bir mümin hakkında ne akrabalık ne de anlaşma gözetirler işte onlar haddi aşanlardır
11
bunlar böyle eger tövbe ederler namazı kılarlar zekatı verirlerse dinden kardeşleriniz olurlar biz bilecek bir topluluk için ayetlerimizi açıklamakdayız
12
eger verdikleri sözden sonra yeminlerini bozar dininize saldırmaya kalkarlarsa inkarcılıgın önderlerini hemen öldürün çünkü onların yeminleri yoktur olur ki ( yaptıklarından ) vazgeçerler
TEVBE SÜRESİ AYET 6
وَإِنْ أَحَدٌ مِّنَ الْمُشْرِكِينَ اسْتَجَارَكَ فَأَجِرْهُ حَتَّى يَسْمَعَ كَلاَمَ اللّهِ ثُمَّ أَبْلِغْهُ مَأْمَنَهُ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لاَّ يَعْلَمُونَ
Ve in ehadun minel muşrikînestecâreke fe ecirhu hattâ yesmea kelâmallâhi summe eblighu me'menehu, zâlike bi ennehum kavmun lâ ya'lemûn(ya'lemûne).
TEVBE SÜRESİ AYET 7
كَيْفَ يَكُونُ لِلْمُشْرِكِينَ عَهْدٌ عِندَ اللّهِ وَعِندَ رَسُولِهِ إِلاَّ الَّذِينَ عَاهَدتُّمْ عِندَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ فَمَا اسْتَقَامُواْ لَكُمْ فَاسْتَقِيمُواْ لَهُمْ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَّقِينَ
Keyfe yekûnu lil muşrikîne ahdun indallâhi ve inde resûlihî illâllezîne âhedtum indel mescidil harâm(harâmi), fe mâstekâmû lekum festekîmû lehum, innallâhe yuhıbbul muttekîn(muttekîne).
TEVBE SÜRESİ AYET 8
كَيْفَ وَإِن يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ لاَ يَرْقُبُواْ فِيكُمْ إِلاًّ وَلاَ ذِمَّةً يُرْضُونَكُم بِأَفْوَاهِهِمْ وَتَأْبَى قُلُوبُهُمْ وَأَكْثَرُهُمْ فَاسِقُونَ
Keyfe ve in yazherû aleykum lâ yerkubû fîkum illen ve lâ zimmet (zimmeten), yurdûnekum bi efvâhihim ve te'bâ kulûbuhum, ve ekseruhum fâsikûn(fâsikûne).
TEVBE SÜRESİ AYET 6
EGER müşriklerden biri aman dileyerek yanına gelmek isterse ona aman ver ki ALLAH ın kelamını dinlesin (dinleyip de müslüman olmazsa) sonra onu güvenli olan bölgesine gönder çünkü bunlar hakikati bilmeyen bir toplulukturlar
7
müşriklerin ALLAH yanında nasıl bir anlaşmaları olabilir ancak mescid i haram yanında anlaşma yaptıklarınız bu hükmün dışındadır onlar size dogru durdukça siz de onlara dogru durdukça siz de onlara dogru durunALLAH (ihanet etmekten ) sakınanları elbette sever
8
nasıl olabilir ki eger onlar size karşı zafer kazanacak olsalar hakkınızda ne akrabalık ne de anlaşma gözetirler agızlarıyla sizi hoşnut etmeye çalışırlar kalpleri ise direnir durur zaten onların çogu insanlıktan çıkmış günahkarlardır

3 Eylül 2015 Perşembe



Cenab-ı Hak şöyle buyurur; "Allah'a itaat edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya... İyi davranın".
Hz. Muhammed (sav) bütün insanlık için Rahmet Peygamberi ve Üsve-i Hasene=En Güzel Örnek (Ahzab: 21) olarak gönderilmiştir. O, vahiy dışında konuşmaz ve bütün davranışları bizim için örnektir.
Anne ve baba bizim dünyaya gelişimizin sebebi olan ve bizleri toplum için yetiştiren iki önemli varlıktır.
Sevgi, insanlar arasındaki iletişimi sağlayan en önemli duygudur. Sevgi, Allah için ve karşılıksız olursa değerlidir. Bu anlamda Hz. Peygamber; "İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız" (Müslim, İman, 93) buyurarak iman ve sevgiyi birbirinden ayırmamış, toplumda barış ve uzlaşmanın sağlanması için sevgiye, kardeşliğe ve dostluğa duyulan ihtiyacı dile getirmiştir.
Bilhassa insanlar arasındaki sevginin önemini belirten Rasûlullah; "Mü'minler birbirini sevmekte ve birbirine şefkat göstermekte ve korumakta bir vücut gibidirler" (Buhari, Edeb, 27) buyururken Müslümanın Müslüman kardeşine ihanet etmeyeceğini, yalan söylemeyeceğini ve onu sıkıntıda bırakmayacağını da ifade etmiştir. (Buhari, Mezalim, 3)
Anne ve baba çocuklarına karşı sorumluluklarını yerine getirirken çektikleri sıkıntılar ve karşılaştıkları problemler sebebiyle her şeyin en iyisine ve bilhassa sevginin en güzeline layıktırlar.
Hz. Peygamber'in babası Abdullah ve annesi Amine mutlu bir aile yuvası kurmuştu. Ancak doğumundan iki ay önce ticaret sebebiyle çıktığı Şam yolculuğundan dönerken babasını Medine'de kaybetti. Altı yaşında iken annesiyle birlikte Medine'de bulunan babasının kabrini ziyarete gitmişti. Annesi Amine dönüşte Medine yakınlarındaki Ebva'da hastalandı ve orada vefat etti. Annesi ve babasını kaybeden Rasûlullah (sav)'ı dedesi ve amcası himaye etmişlerse de O'nun içinde hep bir ana-baba özlemi vardı. Hz. Peygamber'in Medine'ye hicreti belki de O'nun anne ve babasına duyduğu sevgidendi. Hatta Rasûlullah hicretin altıncı yılında annesinin Ebva'da bulunan kabrini ziyaret etmiş, annesinin şefkatini hatırlayarak gözlerinden yaşlar akmıştı. Hatta O, sütannesi Halime'ye bile karşılaştığı her yerde saygı ve sevgide kusur etmemiştir.
Anne Babaya İtaatin Gerekliliği
Ana-babaya itaat ve onlara iyilik yapmak Kur'ân-ı Kerîm'in pek çok yerinde dile getirilmiş ve Tevhid inancından sonra zikredilmiştir. Bu durum ise, ana-babaya itaatin gerekliliğini ortaya koymaktadır. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurur; "Allaha itaat edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya... İyi davranın" (Nisa 4: 36) Ayrıca Allah Teâlâ; "Rabbin sadece kendisine ibadet etmenizi, ana-babaya da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa kendilerine "öf!" bile deme, onları azarlama, ikisine de güzel söz söyle" buyurmuştur. (İsra 17:23)
Ana-babaya itaatin ve onlara iyi muamele etmenin Allaha ibadet ve itaatle birlikte zikredilmesi konunun önemini ortaya koymaktadır. Allah'ın yasakladığı şeyleri emretmedikleri müddetçe onlara itaat edilmelidir. Yine bizleri dünyaya getiren, bin bir zahmet ile bizleri büyüten ve bize her türlü imkânı bahşeden ana ve babaya karşı iyilik edilmeli ve üzerimize düşen görevlerimiz yerine getirilmelidir. Kur'an-ı Kerim'de ana-babaya iyilik emredilirken ananın hakkına ayrıca işaret edilerek şöyle buyrulur; "Biz insana ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır... " (Lokman 31:14) Bu konuda Rasûlullah kendisine sorulan; "İyi muamele etmeye layık kimdir?" sorusuna;
“Annendir" demiş ve devamında diyalog şöyle gelişmiştir:
—Sonra kimdir?
— Annendir.
—Sonra kimdir?
—Annendir.
—Sonra kimdir?
—Babandır cevabını vermiştir. (Buhari, Edeb, 2; Müslim, Birr, 1)
Bu ayet ve hadis-i şerif çocuk üzerinde annenin emeğinin babaya göre daha çok olduğunu göstermektedir. Şu hadis-i şerif ise babanın hakkının da asla göz ardı edilemeyeceğini açıkça bildirmektedir. Rasûlullah (sav) buyururlar ki; "Hiçbir evlat babasının hakkını ödeyemez. Ancak onu köle olarak bulup satın alır ve azad ederse müstesna" (Müslim, Itk, 25)
Hz. Peygamber ana-babaya itaatsizliği yasaklamış ve onlara iyilik yapmayı emretmiştir. (Buhari, İstikraz, 19; Müslim, Akdiye, 10) Hatta o kadar ki, cihad etmek üzere gelen bir sahabi ile Hz. Peygamber arasındaki şu konuşma oldukça önemlidir:
Sahabi: Allah 'tan sevabını umarak hicret ve cihad etmek Üzere sana biat ediyorum.
Rasûlullah: Anne ve babandan hayatta kalan var mı?
Sahabi: Her ikisi de sağdır.
Rasûlullah: Allah'tan ecir ve sevap kazanmak mı istiyorsun?
Sahabi: Evet.
Rasûlullah: Anne ve babana dön onlara iyi bak. (Buhari, Cihad, 138: Müslim, Birr, 5–6)
Bir başka rivayette ise Rasûlullah, cihad için gelen kimseye; "Annen ve baban sana izin verirlerse cihad et, aksi halde onlara itaat et ve ihsanda bulun" buyurmuştur. (Ebü Davüd, Cihad, 3)
"Cennet annelerin ayakları altındadır." (Nesai, Cihad, 6) buyuran Rasûlullah; "... Cennete ulaştıracak en iyi amelin ana- babaya iyilik etmek" (Tirmizi, Birr, 3) olduğunu beyan etmiştir.
Ana ve babanın rızasını değil bedduasını alan ve ona saygısızlık yapan kimsenin akıbeti hakkında Rasûlullah (sav); “Allah’a sunulup geri çevrilmeyecek dilekler arasında ana-babaların çocuklarına yaptıkları beddualardır” buyurmuş, ana-babaların asi olan çocuklarına yaptıkları bedduaların karşılığını dünyada görmeye başlayacaklarını bildirmiştir.
Rasûlullah (sav) Allah katında en değerli ameli, "Vaktinde kılınan namaz, ebeveyne iyilik ve Allah yolunda cihad olarak" bildirirken, ebeveyne karşı gelmeyi büyük günahlardan saymıştır. (Buhari, Edeb 1; Müslim, İman, 143–144)
Ana babayı sevmek; onlara itaat etmek, iyilikte bulunmak ve ana-babanın duasını alabilmektir. Aksi halde Rasûlullah (sav)’ın şu korkutucu haberiyle karşı karşıya gelmiş oluruz.
Bir gün Rasûlullah (sav): "Burnu yere sürünsün, burnu yere sürünsün" dedi.
Sahabe: Kimin Ya Rasûlallah?
Rasûlullah: "İhtiyarlığı anında annesi ile babasından birine veya her ikisine yetişip de onların rızasını kazanarak cennete girmeyenin” buyurdu. (Müslim, Birr, 9–10)
Ana ve babanın rızasını değil bedduasını alan ve ona saygısızlık yapan kimsenin akıbeti hakkında Rasûlullah (sav); “Allah’a sunulup geri çevrilmeyecek dilekler arasında ana-babaların çocuklarına yaptıkları beddualardır” buyurmuş, (Buhari, Edeb, 5) ana-babaların asi olan çocuklarına yaptıkları bedduaların karşılığını dünyada görmeye başlayacaklarını bildirmiştir. (Buhari, Ahkâm, 4)
Anne-baba henüz Müslüman olmasa bile "Allah'a isyan sayılan konulan emretmediği müddetçe" ona itaat etmek ve iyilik yapmak emredilmektedir.
Nitekim Esma bint Ebîbekir henüz iman etmeyen annem bana geldi. Rasûlullah (sav)'a gidip sordum: "Annem geldi, bana ümit bağlamıştır. Ben onu görüp gözetebilir miyim?” Rasûlullah: "Evet, anneni görüp gözet, annene iyi davran" buyurdu. (Buhari, Hibe, 29; Müslim, Zekât, 50)
Ana-babaya itaat etmek ve iyilik etmek kadar hata ve günahlarının bağışlanması ve cennete girmeleri için dua etmek çocukların asli vazifelerinden olmalıdır. Nitekim Cenab-ı Hak bu konuda çocukların ebeveynleri için "ana-babamı bağışla" (İbrahim; 14:41; Nuh; 71:28) diye dua etmelerini istemiş, Hz. İbrahim de kendisine son derece kaba davranmasına ve tehdit içeren ifadeler kullanmasına rağmen babası Azer'e; "babacığım" diye hitap etmiş ve "Selam sana (esen kal). Rabbimden senin için mağfiret dileyeceğim" (Meryem; i 9/42–47) demiştir.
Ana-babaya hayatta olduktan zaman itaat ve iyilikte bulunurken vefatIarından sonra da; "Hayır duada bulunmayı, istiğfar etmeyi, vasiyetlerini yerine getirmeyi akrabalarını görüp gözetmeyi ve dostlarına ikramda bulunmayı Rasûlullah tavsiye etmektedir." (Ebu Davud, Edeb, 10)
Hz. Peygamber kişinin cennete veya cehenneme gitmesinin ana-babasının elinde olduğunu ifade ederken (İbn Mace, Edeb, 1), ana-babanın çocuklar üzerindeki hakkına işaret etmiştir.
Anne, Baba ve Çocukların Sorumluluğu
Ana-babanın ailesine ve topluma karşı pek çok sorumlulukları vardır. Özellikle ana-baba ailede saygı, sevgi ve huzuru temin etmek için birbirlerine karşı görevlerini yerine getirmelidirler ve böylece çocuklara da iyi örnek olmalıdırlar. Ayrıca çocuklarına güzel bir isim vermek, helal rızık yedirmek, ahlaklı, edepli ve dindar yetiştirmek, çocuklarını eşit tutarak onların tahsillerini yapmalarını ve meslek sahibi olmalarını sağlamak, zamanı geldiğinde kendisi gibi ahlaklı birisiyle evlendirmek, mukaddes kavramlara saygılı yetiştirmek, sorumluluk ve çevre bilinci vermek suretiyle topluma yararlı birer insan haline getirmelidirler.
Ana-babalar çocukların bu bilinç içerisinde yetiştirirken, çocuklar da ana-babalarına karşı itaatkâr olmalıdırlar ve onlara karşı birtakım görev ve sorumluluklarını da yerine getirmelidirler. Bu görev ve sorumluluklarını özetle şöyle sıralayabiliriz:
— Ana-babanın maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamak ve sık sık ziyaret edilerek gönüllerini almak.
— Hürmet gösterip ihsanda bulunmak, hediyeler vermek ve iyi davranmak.
— Onlara kötü söz ve davranışlarla eziyet etmemek, üzmemek ve incitmemek.
— Huzurlu bir hayat sürmelerini sağlamak.
— Çektikleri zahmet ve katIandıkları külfet sebebiyle onlara teşekkür etmek.
— İstenmeden ve karşılık beklemeden vermek.
— Onlardan şikâyetçi olmamak.
— Aşın fedakârlık beklememek.
— İyiliklerinden bahsederek itibarlarını korumak.
— Kusurlarını görmemek ve duacı olmak.

Ana-baba sevgisinin hâkim olduğu bir ailede çocuk, ana-babasına saygı ve sevgi gösterdikçe, çocuklarının da kendisine saygı ve sevgi göstereceğinin bilinci içerisinde olur. Nitekim Rasûlullah (sav), “Annelerinize ve babalarımıza iyilik edin ki, çocuklarınız da size iyilik etsin " buyurmuştur.
Aile İçi Sevginin Toplumsal Etkileri
Toplumların yükselişi onu meydana getiren ailelerin sağlam bir yapıya sahip olmalarıyla mümkündür. Aile insana mensubiyet duygusunu yaşatan en önemli kurumdur. Ana-baba ise bu ailenin en önemli üyesidir. Ana-baba ve çocuklar arasındaki sevgi, hem ailenin hem de nesillerin huzurlu olmasını sağlar. Bu sevgi, ana-babanın, sadece kendi mutlulukları için değil ailenin diğer bireyleri için fedakârlık yapmalarını sağlar. Ana-baba sevgisinin hâkim olduğu bir aile, çocuklara güven duyar, ilgi gösterir, özellikle çocukların geleceğe ümitle bakmalarını ve başarılı olmalarını sağlar. Ayrıca ana-baba sevgisinin hâkim olduğu bir ailede çocuk, ana-babasına saygı ve sevgi gösterdikçe, çocuklarının da kendisine saygı ve sevgi göstereceğinin bilinci içerisinde olur. Nitekim Rasûlullah (sav), “Annelerinize ve babalarımıza iyilik edin ki, çocuklarınız da size iyilik etsin " buyurmuştur. (Hâkim, Müstedrek, IV, 70)
Ana baba sevgisinin olduğu ailelerde; - ana-baba, çocuklar ve yakın çevre arasında iletişim daha kolay sağlanır. Bunun sonucunda;
— Kendisine ve çevreye güvenen, birbirlerini seven,
— Sağlıklı, dengeli, çevresiyle uyumlu,
— Saygı, sevgi, şefkat ve merhamet duygularıyla dopdolu,
— Dürüst, ah de vefa gösteren, yalan söylemeyen,
— Fedakâr, çalışkan, hoşgörülü, nazik,
— Alçakgönüllü, şahsiyetli,
— Her türlü kötü alışkanlıklardan uzak,
— Mukaddes kavramlara; örf ve adetlere saygılı,
— Toplum ve devlet hukukunu kendi hukukundan önde tutan,
— Sorumluluğunun bilincinde olan,
— Akrabalık, komşuluk ve dostluk ilişkilerine önem veren,
— Karşılıksız hizmet verme anlayışında olan,
— Menfaatçilik ve bencillik duygularından uzak,
Büyüklerine hürmet ve küçüklerine şefkat gösteren nesiller yetişmesini sağlar. Nitekim Hz. Peygamber bu konuda; "Bir genç sırf yaşı sebebiyle bir ihtiyara saygı gösterirse, Allah ona yaşlılığında kendisine saygı gösterecek insanlar var eder" (Tirmizi, Birr, 75) buyurmuş, bir başka hadis-i şerifte ise; "Küçüğümüze merhamet etmeyen, büyüğümüze saygı göstermeyen bizden değildir" uyarısında bulunmuştur. (Tirmizi, Birr, 15) Ana-baba sevgisinin toplumda meydana getirdiği huzur ve güven ortamı, toplumsal patlamalara engel olduğu gibi, toplumların maddi ve manevi yönden yükselişini de sağlar.
Her sûrenin başında Besmele olduğu hâlde, neden Tevbe Sûresi’nin ba-şında yoktur

Evet, bu sûre, Kur’ân’da başında “Besmele” zikredilmeyen tek sûresidir. Bunun hikmetiyle ilgili değişik açıklamalar yapılmıştır. Bunların başında, Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) bu sûrenin başında Besmele’yi yazdırmamış olması gelmektedir. Bu yüzden ashabı da sûrenin başına “Besmele” yazmamış ve kendilerinden sonra gelen tâbiin de, bu konuda onları takip etmiştir.
Bu sûre, hicri 9. yılda Medine’de nâzil olmuş ve 129 âyettir. Tevbe ismi, sûrenin ihtiva ettiği konuların birinden gelmektedir. Sûrenin meşhur olan ikinci ismi Berâe ise, sûrenin ilk kelimesidir. “İlişiği kesmek, ihtar, ültimatom” anlamlarına gelir. Tevbe Sûresi konu itibariyle, bir önceki Enfâl Sûresi’nin devamı gibidir. Müslümanların, bu sûrenin başına Besmele’nin yazılamayacağında ittifak etmeleri, Kur’ân metninin en ufak bir değişikliğe mâruz kalmadığının delillerinden biridir.
Tevbe Sûresi, Müslümanlar arasında bulunup “beşinci kol” faaliyeti şeklinde çalışan ve müşriklerden bile daha tehlikeli olan münafıklardan, onların İslâm birliğini parçalamak için Mescid-i Dırar’ı kurmalarından bahseder.
“Besmele”, bir eman ve rahmet anlamı taşımaktadır. Bu sûrede ise münafıklara bir ültimatom ve ihtar vardır. Dolayısıyla Cenâb-ı Hakk’ın rahmetini ve merhametini içinde bulunduran “Besmele”nin bu sûrenin başına konmamış olması, en uygun olanıdır.
 
 
ENFAL SÜRESİNDEN SONBULMUŞTUR ŞİMDİ TEVBE SÜRESİ 9  MEDİNEDE İNMİŞTİR 129 AYET TİR
TEVBE SÜRESİ AYET 1
 
 
بَرَاءةٌ مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ إِلَى الَّذِينَ عَاهَدتُّم مِّنَ الْمُشْرِكِينَ
Berâetun minallâhi ve resûlihî ilâllezîne âhedtum minel muşrikîn (muşrikîne).
2
فَسِيحُواْ فِي الأَرْضِ أَرْبَعَةَ أَشْهُرٍ وَاعْلَمُواْ أَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّهِ وَأَنَّ اللّهَ مُخْزِي الْكَافِرِينَ
Fesîhû fil ardı erbeate eşhurin va'lemû ennekum gayru mu'cizîllâhi ve ennallâhe muhzîl kâfirîn(kâfirîne).
3
وَأَذَانٌ مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ إِلَى النَّاسِ يَوْمَ الْحَجِّ الأَكْبَرِ أَنَّ اللّهَ بَرِيءٌ مِّنَ الْمُشْرِكِينَ وَرَسُولُهُ فَإِن تُبْتُمْ فَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ وَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُواْ أَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّهِ وَبَشِّرِ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِعَذَابٍ أَلِيمٍ
Ve ezanun minallâhi ve resûlihî ilân nâsi yevmel haccıl ekberi ennallâhe berîun minel muşrikîne ve resûluhu, fe in tubtum fe huve hayrun lekum, ve in tevelleytum fa'lemû ennekum gayru mu'cizîllâh (mu'cizîllâhi), ve beşşirillezîne keferû bi azâbin elîm(elîmin).
4
إِلاَّ الَّذِينَ عَاهَدتُّم مِّنَ الْمُشْرِكِينَ ثُمَّ لَمْ يَنقُصُوكُمْ شَيْئًا وَلَمْ يُظَاهِرُواْ عَلَيْكُمْ أَحَدًا فَأَتِمُّواْ إِلَيْهِمْ عَهْدَهُمْ إِلَى مُدَّتِهِمْ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَّقِينَ
İllâllezîne âhedtum minel muşrikîne summe lem yankusûkum şey'en ve lem yuzâhirû aleykum ehaden fe etimmû ileyhim ahdehum ilâ muddetihim, innallâhe yuhıbbul muttekîn (muttekîne).
5
فَإِذَا انسَلَخَ الأَشْهُرُ الْحُرُمُ فَاقْتُلُواْ الْمُشْرِكِينَ حَيْثُ وَجَدتُّمُوهُمْ وَخُذُوهُمْ وَاحْصُرُوهُمْ وَاقْعُدُواْ لَهُمْ كُلَّ مَرْصَدٍ فَإِن تَابُواْ وَأَقَامُواْ الصَّلاَةَ وَآتَوُاْ الزَّكَاةَ فَخَلُّواْ سَبِيلَهُمْ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Fe izânselehal eşhurul hurumu faktulûl muşrikîne haysu vecedtumûhum ve huzûhum vahsurûhum vak'udû lehum kulle marsad (marsadin), fe in tâbû ve ekâmûs salâte ve âtûz zekâte fe hallû sebîlehum, innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
1
( BU SÜRE) ALLAH ve rasulünden müşriklerden anlaşma yaptıklarınıza bir uyarıdır
2
bundan böyle yer yüzünde dört ay istediginiz gibi gezip dolaşın şunu kesinlikle bilin ki siz ALLAH ı aciz bırakacak degilsiniz ALLAH kafirleri rezil rüsva edecektir
3
( bu aynı zamanda ) büyük hac gününde ALLAH ve rasulü müşriklerden uzaktır eger tövbe ederseniz bu hakınızda daha hayırlıdır yok eger bu uyarıyı dikkate almayıp yüz çevirirseniz bilin ki siz ALLAH ı aciz bırakacak degilsiniz ALLAH ı peygamberi tanımayanlara  acı veren azabı müjdele
4
ancak anlaşma yaptıgınız müşriklerden sonra size anlaşmalarından hiç bir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinizde hiç kimseye yardımda bulunmamış olanlar bu hükmün dışındadır bunların anlaşmalarını süreleri bitinceye kadar tamamlayın şüphesiz ALLAH muttakileri sever
5
(içinde savaşılması ) haram olan aylar çıktı mı müşrikleri nerede bulursanız öldürün yakalayın hapsedin onların bütün geçitlerini tutun eger tövbe ederler namaz kılıp zekat verirlerse yollarını serbest bırakın çünkü ALLAH çok bagışlayan çok acıyandır
 
[​IMG]


ENFAL SÜRESİ AYET71
وَإِن يُرِيدُواْ خِيَانَتَكَ فَقَدْ خَانُواْ اللّهَ مِن قَبْلُ فَأَمْكَنَ مِنْهُمْ وَاللّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ
Ve in yurîdû hıyâneteke fe kad hânullâhe min kablu fe emkene minhum, vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
72
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَهَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالَّذِينَ آوَواْ وَّنَصَرُواْ أُوْلَئِكَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَلَمْ يُهَاجِرُواْ مَا لَكُم مِّن وَلاَيَتِهِم مِّن شَيْءٍ حَتَّى يُهَاجِرُواْ وَإِنِ اسْتَنصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ إِلاَّ عَلَى قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُم مِّيثَاقٌ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
İnnellezîne âmenû ve hâcerû ve câhedû bi emvâlihim ve enfusihim fî sebîlillâhi vellezîne âvev ve nasarû ulâike ba'duhum evliyâu ba'dın, vellezîne âmenû ve lem yuhâcirû mâ lekum min velâyetihim min şey'in hattâ yuhâcirû, ve inistensarûkum fîd dîni fe aleykumun nasru illâ alâ kavmin beynekum ve beynehum mîsâk(mîsâkun), vallâhu bimâ ta'melûne basîr(basîrun).
73
وَالَّذينَ كَفَرُواْ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ إِلاَّ تَفْعَلُوهُ تَكُن فِتْنَةٌ فِي الأَرْضِ وَفَسَادٌ كَبِيرٌ
Vellezîne keferû ba'duhum evliyâu ba'dın, illâ tef'alûhu tekun fitnetun fîl ardı ve fesâdun kebîr (kebîrun).
74
وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَهَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالَّذِينَ آوَواْ وَّنَصَرُواْ أُولَئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّا لَّهُم مَّغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ
Vellezîne âmenû ve hâcerû ve câhedû fî sebîlillâhi vellezîne âvev ve nasarû ulâike humul mu'minûne hakkâ(hakkân), lehum magfiratun ve rızkun kerîm(kerîmun).
75
وَالَّذِينَ آمَنُواْ مِن بَعْدُ وَهَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ مَعَكُمْ فَأُوْلَئِكَ مِنكُمْ وَأُوْلُواْ الأَرْحَامِ بَعْضُهُمْ أَوْلَى بِبَعْضٍ فِي كِتَابِ اللّهِ إِنَّ اللّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Vellezîne âmenû min ba'du ve hâcerû ve câhedû meakum fe ulâike minkum, ve ûlûl erhâmi ba'duhum evlâ biba'dın fî kitâbillâh(kitâbillâhi), innallâhe bi kulli şey'in alîm(alîmun).
71
EGER onlar sana ihanet etmek isterlerse unutmasınlar ki bundan önce ALLAH a da ihanet ettiler o da onların helak edilmelerine imkan verdi ALLAH  bilendir işi saglam yapan ve yaptıgında bir hikmet bulunandır
72
şüphesiz iman edenler hiciret edenler ALLAH yolunda mallaruyla ve canlarıyla cihad edenler (kendilerine sıgınanları ) barındıranlar onların yardımına koşanlar var ya işte bunlar birbirlerinin dostları ve koruyucularıdır iman edip hicret
etmeyenler gelince hiciret edinceye kadar sizin için onlara dosluk ve koruyuculuk adına hiçbir şey yoktur bununla birlikte eger dinde sizin yardımınızı isterlerse sizinle kendileri arasında anlaşma olan bir topluluk dışında sizin onlara yardım etmeniz gerekir ALLAH yaptıklarınızı görür
73
kafirler de birbirlerinin dosları ve koruyucularıdırlar
böyle yapmazsanız yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk olur
74
iman edenler hiciret edenler ALLAH yolunda cihatedenler( kendilerine sıgınanları ) barındıranlar onların yardımına koşanlar var ya işte onlar gerçekten müminlerdir onlar için bir bagışlanma ve bol rızık vardır
75
sonrada iman edip hiciret eden sizinle birlikte cihad edenler var ya işte onlar da sizden dir aralarında akrabalık bagı olanlar ALLAH ın kitabında ( miraskonusunda ) birbirlerine daha yakındır şüphesiz ALLAH her şeyi bilendir  
 
[​IMG]


ENFAL SÜRESİ AYET66
الآنَ خَفَّفَ اللّهُ عَنكُمْ وَعَلِمَ أَنَّ فِيكُمْ ضَعْفًا فَإِن يَكُن مِّنكُم مِّئَةٌ صَابِرَةٌ يَغْلِبُواْ مِئَتَيْنِ وَإِن يَكُن مِّنكُمْ أَلْفٌ يَغْلِبُواْ أَلْفَيْنِ بِإِذْنِ اللّهِ وَاللّهُ مَعَ الصَّابِرِينَ
El'âne haffefallâhu ankum ve alime enne fîkum da'fâ(da'fen), fe in yekun minkum mietun sâbiratun yaglibû mieteyn(mieteyni), ve in yekun minkum elfun yaglibû elfeyni bi iznillâh(iznillâhi), vallâhu meas sâbirîn(sâbirîne).
67
مَا كَانَ لِنَبِيٍّ أَن يَكُونَ لَهُ أَسْرَى حَتَّى يُثْخِنَ فِي الأَرْضِ تُرِيدُونَ عَرَضَ الدُّنْيَا وَاللّهُ يُرِيدُ الآخِرَةَ وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
Mâ kâne li nebiyyin en yekûne lehû esrâ hattâ yushıne fîl ard(ardı), turîdûne aradad dunyâ, vallâhu yurîdul âhirah(âhirate), vallâhu azîzun hakîm(hakîmun).
68
لَّوْلاَ كِتَابٌ مِّنَ اللّهِ سَبَقَ لَمَسَّكُمْ فِيمَا أَخَذْتُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ
Lev lâ kitâbun minallâhi sebeka le messekum fîmâ ehaztum azâbun azîm(azîmun).
69
فَكُلُواْ مِمَّا غَنِمْتُمْ حَلاَلاً طَيِّبًا وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Fe kulû mimmâ ganimtum halâlen tayyiben vettekullâh(vettekullâhe), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
70
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ قُل لِّمَن فِي أَيْدِيكُم مِّنَ الأَسْرَى إِن يَعْلَمِ اللّهُ فِي قُلُوبِكُمْ خَيْرًا يُؤْتِكُمْ خَيْرًا مِّمَّا أُخِذَ مِنكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Yâ eyyuhân nebiyyu kul li men fî eydîkum minel esrâ in ya'lemillâhu fî kulûbikum hayran yu'tikum hayran mimmâ uhıze minkum ve yagfir lekum, vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).
66
ŞİMDİ ALLAH sizden yükü hafifletti sizde bir zayıflık oldugunu bildi şimdi sizden sabredecek yüz kişi olursa iki yüz kişiye galip gelirler eger sizden bin kişi olursa ALLAH ın izniyle iki bin kişiye galip gelirler ALLAH sabredenlerle beraberdir
67
hiçbir peygamberin yeryüzünde küfrü perişan etmedikce esir almasın dogru degildir siz dünyanın gelip geçiciolan şeylerini istiyorsunuz ALLAH ise ahireti kazanmanızı istiyor ALLAH güçlüdür işi saglam yapan ve yaptıgında bir hikmet bulunandır
68
eger ALLAH tan bir karargeçmemiş olsaydı fidyeden dolayı size mutlak büyük bir azap dokunurdu
69
artık elde ettiginiz ganimetten helal ve hoş olarak yiyin ALLAH  a( karşı gelmekten) korunun çünkü ALLAH çok bagışlayan çok acıyandır
70
EY peygamber  elinizdeki esirlere şöyle de eger ALLAH sizin kalplerinizde bir hayır oldugunu  bilirse size sizden alınandan daha hayırlısı verir günahlarınızı bagışlar ALLAH bagışlayan acıyandır

2 Eylül 2015 Çarşamba

[​IMG]

ENFAL SÜREİ AYET61
وَإِن جَنَحُواْ لِلسَّلْمِ فَاجْنَحْ لَهَا وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Ve in cenehû lis selmi fecnah lehâ ve tevekkel alâllâh (alâllâhi), innehu huves semîul alîm(alîmu
62
وَإِن يُرِيدُواْ أَن يَخْدَعُوكَ فَإِنَّ حَسْبَكَ اللّهُ هُوَ الَّذِيَ أَيَّدَكَ بِنَصْرِهِ وَبِالْمُؤْمِنِينَ
Ve in yurîdû en yahdeûke fe inne hasbekallâh(hasbekallâhu), huvellezî eyyedeke bi nasrihî ve bil mu'minîn(mu'minîne).
63
وَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ لَوْ أَنفَقْتَ مَا فِي الأَرْضِ جَمِيعاً مَّا أَلَّفَتْ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ وَلَكِنَّ اللّهَ أَلَّفَ بَيْنَهُمْ إِنَّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
Ve ellefe beyne kulûbihim, lev enfakte mâ fîl ardı cemîan mâ ellefte beyne kulûbihim ve lâkinnallâhe ellefe beynehum, innehu azîzun hakîm(hakîmun).
64
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ حَسْبُكَ اللّهُ وَمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
Yâ eyyuhân nebiyyu hasbukallâhu ve menittebeake minel mu'minîn(mu'minîne).
65
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ حَرِّضِ الْمُؤْمِنِينَ عَلَى الْقِتَالِ إِن يَكُن مِّنكُمْ عِشْرُونَ صَابِرُونَ يَغْلِبُواْ مِئَتَيْنِ وَإِن يَكُن مِّنكُم مِّئَةٌ يَغْلِبُواْ أَلْفًا مِّنَ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لاَّ يَفْقَهُونَ
Yâ eyyuhân nebiyyu harridıl mu'minîne alâl kıtâl(kıtâli), in yekun minkum işrûne sâbirûne yaglibû mieteyn(mieteyni), ve in yekûn minkum mietun yaglibû elfen minellezîne keferû bi ennehum kavmun lâ yefkahûn (yefkahûne).
61
EGER onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ALLAH a tevekkül et çünkü işiten bilen ancak odur
62
EGER sana hile yapmak isterlerse şüphesiz sana yetişecek olan ALLAH tır o yardımıyla seni ve müminleri destekleyendir
63
o kalplerin arasını birleştirdi sen yeryüzünde her ne varsa hepsini harcamış olsaydın yine de onların kalplerini birleştiremezdin ancak onların aralarını ALLAH birleştirdi çünkü o çok güçlüdür işi saglam yapan ve yaptıgında bir hikmet bulunandır
64
EY peygamber ALLAH ve müminlerden sana uyanlar sana yeter
65
EY peygamber müminlerin cihada teşvik et eger sizden sabredecek yirmi kişi olursa iki yüz kişiye galip gelirler eger sizden yüz kişi olursa inkar edenlerden bin kişiye galip gelirler çünkü onlar hakkı ve sonucu iyi kavramayan anlayışsız bir topluluktur
[​IMG]


ENFAL SÜRESİ AYET 51
ذَلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيكُمْ وَأَنَّ اللّهَ لَيْسَ بِظَلاَّمٍ لِّلْعَبِيدِ
Zâlike bimâ kaddemet eydîkum ve ennallâhe leyse bi zallâmin lil abîd(abîdi).
52
كَدَأْبِ آلِ فِرْعَوْنَ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ كَفَرُواْ بِآيَاتِ اللّهِ فَأَخَذَهُمُ اللّهُ بِذُنُوبِهِمْ إِنَّ اللّهَ قَوِيٌّ شَدِيدُ الْعِقَابِ
Ke de'bi âli fir'avne vellezîne min kablihim, keferû bi âyâtillâhi fe ehazehumullâhu bi zunûbihim, innallâhe kaviyyun şedîdul ıkâb(ıkâbi).
53
ذَلِكَ بِأَنَّ اللّهَ لَمْ يَكُ مُغَيِّرًا نِّعْمَةً أَنْعَمَهَا عَلَى قَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُواْ مَا بِأَنفُسِهِمْ وَأَنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
Zâlike biennallâhe lem yeku mugayyiren ni'meten en'amehâ alâ kavmin hattâ yugayyirû mâ bi enfusihim ve ennallâhe semîun alîm(alîmun).
54
كَدَأْبِ آلِ فِرْعَوْنَ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ كَذَّبُواْ بآيَاتِ رَبِّهِمْ فَأَهْلَكْنَاهُم بِذُنُوبِهِمْ وَأَغْرَقْنَا آلَ فِرْعَونَ وَكُلٌّ كَانُواْ ظَالِمِينَ
Ke de'bi âli fir'avne vellezîne min kablihim, kezzebû biâyâti rabbihim, fe ehleknâhum bi zunûbihim ve agraknâ âle fîr'avn(fîr'avne), ve kullun kânû zâlimîn(zâlimîne).
55
إِنَّ شَرَّ الدَّوَابِّ عِندَ اللّهِ الَّذِينَ كَفَرُواْ فَهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ
İnne şerred devâbbi indallâhillezîne keferû fe hum lâ yu'minûn(yu'minûne).
56
الَّذِينَ عَاهَدتَّ مِنْهُمْ ثُمَّ يَنقُضُونَ عَهْدَهُمْ فِي كُلِّ مَرَّةٍ وَهُمْ لاَ يَتَّقُونَ
Ellezîne âhedte minhum summe yenkudûne ahdehum fî kulli merratin ve hum lâ yettekûn (yettekûne).
57
فَإِمَّا تَثْقَفَنَّهُمْ فِي الْحَرْبِ فَشَرِّدْ بِهِم مَّنْ خَلْفَهُمْ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ
Fe immâ teskafennehum fîl harbi fe şerrid bihim men halfehum leallehum yezzekkerûn(yezzekkerûne).
58
وَإِمَّا تَخَافَنَّ مِن قَوْمٍ خِيَانَةً فَانبِذْ إِلَيْهِمْ عَلَى سَوَاء إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ الخَائِنِينَ
Ve immâ tehâfenne min kavmin hiyâneten fenbiz ileyhim alâ sevâin, innallâhe lâ yuhıbbul hâinîn(hâinîne).
59
وَلاَ يَحْسَبَنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ سَبَقُواْ إِنَّهُمْ لاَ يُعْجِزُونَ
Ve lâ yahsebennellezîne keferû sebekû, innehum lâ yu'cizûn(yu'cizûne).
60
 

وَأَعِدُّواْ لَهُم مَّا اسْتَطَعْتُم مِّن قُوَّةٍ وَمِن رِّبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِهِ عَدْوَّ اللّهِ وَعَدُوَّكُمْ وَآخَرِينَ مِن دُونِهِمْ لاَ تَعْلَمُونَهُمُ اللّهُ يَعْلَمُهُمْ وَمَا تُنفِقُواْ مِن شَيْءٍ فِي سَبِيلِ اللّهِ يُوَفَّ إِلَيْكُمْ وَأَنتُمْ لاَ تُظْلَمُونَ
Ve eıddû lehum mâsteta'tum min kuvvetin ve min rıbâtil hayli turhibûne bihî aduvvallâhi ve aduvvekum ve âharîne min dûnihim, lâ ta'lemûnehum, allâhu ya'lemuhum, ve mâ tunfikû min şey'in fî sebîlillâhi yuveffe ileykum ve entum lâ tuzlemûn(tuzlemûne).
 51
BU sizin ellerinizin sundugundan dolayıdır ALLAH kullarına zalim degildir
52
(onların gidişi ) firavun ailesinin onlardan öncekilerin gidişi gibidir onlar ALLAH ın ayetlerini tanımadılar ALLAH da onların işledikleri günahlardan dolayı tuttu cezalandırıverdileri çünkü ALLAH çok kuvvetlidir cezalandırması çok sert olandır
53
BU ALLAH ın bir topluma verdigi nimeti onlar içlerindeki sebebi degiştirinceye kadar degiştirmemesi sebebiyledir  ALLAH işitendir bilendir
54
(onların gidişi ) firavun  ailesinin onlardan öncekilerin gidişi gibidir
onlar rablerinin ayetlerini yalanladılar biz de kendilerini günahlarıyla helak ettik firavun ailesini bogduk onların hepsi zalimdiler
55
ALLAH katında bütün yaratılmışların en kötüsü inkar edenlerdir onlar imana gelmezler
56
sen onlarla anlaşma yaparsın sonra onlar her defasında anlaşmalarını bozarlar onlar hiç çekinmezler
57
onun için onların ne zaman savaşta yakalarsan kendileriyle arkalarındaki ürküt belki ibret alırlar
58
herhangi bir toplulugun (yapılan anlaşmaya )ihanet etmesinden endişe edersen anlaşmalarını bozdugunu dogrudan kendilerine bildir çünkü ALLAH hainleri sevmez
59
inkar edenler önce geçtiklerini zannetmesinler şüphesiz onlar aciz bırakamazlar
60
siz de onlara karşı gücünüzü yettigi her türlü kuvvet ve cihad için beslenenatlarla hazırlık yapın bununla hem ALLAH ın düşmanını hem kendi düşmanınızı hem de onların dışındaki diger düşmanları korkutursunuz siz onları bilmezsiniz onları ALLAH bilir ALLAH  yolunda her ne harcarsanız onun ecri size eksiksiz ödenir hiç de ziyan etmezsiniz
 
[​IMG]


ENFAL SÜRESİ AYET 46
وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَنَازَعُواْ فَتَفْشَلُواْ وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُواْ إِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ
Ve etîullâhe ve resûlehu ve lâ tenâzeû fe tefşelû ve tezhebe rîhukum vasbirû, innallâhe meas sâbirîn(sâbirîne).
47
وَلاَ تَكُونُواْ كَالَّذِينَ خَرَجُواْ مِن دِيَارِهِم بَطَرًا وَرِئَاء النَّاسِ وَيَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللّهِ وَاللّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطٌ
Ve lâ tekûnû kellezîne haracû min diyârihim bataran ve riâen nâsi ve yasuddûne an sebîlillâh (sebîlillâhi), vallâhu bimâ ya'melûne muhît(muhîtun).
48
وَإِذْ زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ وَقَالَ لاَ غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ وَإِنِّي جَارٌ لَّكُمْ فَلَمَّا تَرَاءتِ الْفِئَتَانِ نَكَصَ عَلَى عَقِبَيْهِ وَقَالَ إِنِّي بَرِيءٌ مِّنكُمْ إِنِّي أَرَى مَا لاَ تَرَوْنَ إِنِّيَ أَخَافُ اللّهَ وَاللّهُ شَدِيدُ الْعِقَابِ
Ve iz zeyyene lehumuş şeytânu a'mâlehum ve kâle lâ gâlibe lekumul yevme minen nâsi ve innî cârun lekum, fe lemmâ terâetil fietâni nekesa alâ akibeyhi ve kâle innî berîun minkum innî erâ mâ lâ terevne innî ehâfullâh (ehâfullâhe), vallâhu şedîdul ıkâb(ıkâbi).
49
إِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ غَرَّ هَؤُلاء دِينُهُمْ وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ فَإِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
İz yekûlul munâfikûne vellezîne fî kulûbihim maradun garra hâulâi dînuhum, ve men yetevekkel alâllâhi fe innallâhe azîzun hakîm(hakîmun).
50
وَلَوْ تَرَى إِذْ يَتَوَفَّى الَّذِينَ كَفَرُواْ الْمَلآئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَأَدْبَارَهُمْ وَذُوقُواْ عَذَابَ الْحَرِيقِ
Ve lev terâ iz yeteveffellezîne keferûl melâiketu yadrıbûne vucûhehum ve edbârahum, ve zûkû azâbel harîk(harîkı).
46
ALLAH a ve rasülüne itaatten ayrılmayın birbirinizle çekişmeyin sonra içinizde korku düşer gücünüz kuvvetinizkaybolup gider sabırlı olun çünkü ALLAH  sabredenlerle beraberdir
47
yurtlarından çalım satarak ve insanlara gösteriş yaparak çıkanlar ALLAH yoluna (girmeyi) engelleyenler gibi olmayın ALLAH onların bütün yaptıklarını bir çember içine almıştır
48
BİR zamanlar şeytan onlara davranışlarını süslemiş insanlardan hiç kimse bugün size galip gelemez ben de sizin destekcinizim demişti fakat iki gurup karşı karşıya görününce arkasını dönüp ben sizden  uzagım ben sizin göremeyeceginiz şeyler görüyorumben elbette ALLAH tan korkarım  dedi ALLAH ın cezalandırması çok şiddetlidir
49
o vakit münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar şöyle diyorlardı onları dinleri aldattı oysa kim ALLAH a tevekkül ederse bilsin ki ALLAH çok güçlüdür işi saglam yapan ve yaptıgından bir hikmet bulunandır
50
meleklerin kafirlerin canlarını alırken yüzlerine ve sırtlarına vura vura haydi tadın bakalım cehennem azabını dedikleri zaman onları görseydin

1 Eylül 2015 Salı


[​IMG]

ENFAL SÜRESİ AYET 41

وَاعْلَمُواْ أَنَّمَا غَنِمْتُم مِّن شَيْءٍ فَأَنَّ لِلّهِ خُمُسَهُ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ إِن كُنتُمْ آمَنتُمْ بِاللّهِ وَمَا أَنزَلْنَا عَلَى عَبْدِنَا يَوْمَ الْفُرْقَانِ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Va'lemû ennemâ ganimtum min şey'in fe enne lillâhi humusehu ve lir resûli ve li zîl kurbâ vel yetâmâ vel mesâkîni vebnis sebîli in kuntum âmentum billâhi ve mâ enzelnâ alâ abdinâ yevmel furkâni yevmettekal cem'âni, vallâhu alâ kulli şey'in kadîr(kadîrun).
 
42
إِذْ أَنتُم بِالْعُدْوَةِ الدُّنْيَا وَهُم بِالْعُدْوَةِ الْقُصْوَى وَالرَّكْبُ أَسْفَلَ مِنكُمْ وَلَوْ تَوَاعَدتَّمْ لاَخْتَلَفْتُمْ فِي الْمِيعَادِ وَلَكِن لِّيَقْضِيَ اللّهُ أَمْراً كَانَ مَفْعُولاً لِّيَهْلِكَ مَنْ هَلَكَ عَن بَيِّنَةٍ وَيَحْيَى مَنْ حَيَّ عَن بَيِّنَةٍ وَإِنَّ اللّهَ لَسَمِيعٌ عَلِيمٌ
İz entum bil udvetid dunyâ ve hum bil udvetil kusvâ ver rekbu esfele minkum, ve lev tevâadtum lehteleftum fîl mîâdi ve lâkin li yakdiyallâhu emren kâne mef'ûlen li yehlike men heleke an beyyinetin ve yahyâ men hayye an beyyineh (beyyinetin), ve innallâhe le semîun alîm(alîmun).
43
إِذْ يُرِيكَهُمُ اللّهُ فِي مَنَامِكَ قَلِيلاً وَلَوْ أَرَاكَهُمْ كَثِيرًا لَّفَشِلْتُمْ وَلَتَنَازَعْتُمْ فِي الأَمْرِ وَلَكِنَّ اللّهَ سَلَّمَ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
İz yurîkehumullâhu fî menâmike kalîlen, ve lev erâkehum kesîran le feşiltum ve le tenâza'tum fîl emri ve lâkinnallâhe sellem(selleme), innehu alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
44
وَإِذْ يُرِيكُمُوهُمْ إِذِ الْتَقَيْتُمْ فِي أَعْيُنِكُمْ قَلِيلاً وَيُقَلِّلُكُمْ فِي أَعْيُنِهِمْ لِيَقْضِيَ اللّهُ أَمْرًا كَانَ مَفْعُولاً وَإِلَى اللّهِ تُرْجَعُ الأمُورُ
Ve iz yurîkumûhum iziltekaytum fî a'yunikum kalîlen ve yukallilukum fî a'yunihim li yakdıyallâhu emren kâne mef'ûlâ(mef'ûlen), ve ilâllâhi turceul umûr(umûru).
45
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا لَقِيتُمْ فِئَةً فَاثْبُتُواْ وَاذْكُرُواْ اللّهَ كَثِيرًا لَّعَلَّكُمْ تُفْلَحُونَ
Yâ eyyuhâllezîne âmenû izâ lekîtum fieten fesbutû vezkurullâhe kesîran leallekum tuflihûn(tuflihûne).
41
BİLİNİZ ki ganimet olarak aldıgınız her hangi bir şeyin beşte biri ALLAH a peygambere ona yakınlık olanlara yetimlere yoksullara ve yolda kalmışlaradır eger siz ALLAH a iman etmiş hakla batılın birbirinden ayrıldıgı gün o iki grubun çarpıştıgı gün kulumuza indirdiklerimize iman etmişseniz bunu böyle bilin ALLAH ın herşeye gücü yeter
42
o zaman siz vadinin beri yamacında onlar ise öte yamacındaydılar süvarileri de tam sizden aşagıdaydı o kadar ki onlara sözleşmiş olsaydınız zamanı belirlemeden görüş ayrılıgına düşerdiniz ancak ALLAH önceden belirlenmiş bir emir yerine getirmek için o böyle yapılmıştır ölecek olan delil üzere ölsün yaşayacak olan da delil üzere yaşasın elbette ALLAH çok iyi bilendir
43
o vakit ALLAH rünyada sana olanları az gösteriyordur eger sana onlar çok gösterseydi korkacaktınız ( savaşın) yönetimi  konusunda tartışmaya düşecektiniz ancak ALLAH sizi böyle bir durumdan kurtardı çünkü o gögüslerde olanları bilir
 
44
( düşmanlarınızla) karşılaştıgınız zaman onlar sizin gözlerinizde az gösteriyor sizi de onların gözlerinde azaltıyordu çünkü ALLAH önceden belirlenmiş olan emri yerine getirecekti bütün işler ALLAH a döndürülecek
45
ey iman edenler bir düşman topluluguyla karşılaştıgınız zaman kararlı olunuz ALLAH çokça hatırlayın ki kurtuluşa erebilesiniz