27 Ekim 2015 Salı

yünus süresi ayet 11
وَلَوْ يُعَجِّلُ اللّهُ لِلنَّاسِ الشَّرَّ اسْتِعْجَالَهُم بِالْخَيْرِ لَقُضِيَ إِلَيْهِمْ أَجَلُهُمْ فَنَذَرُ الَّذِينَ لاَ يَرْجُونَ لِقَاءنَا فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
Ve lev yuaccilullâhu lin nâsiş şerresti’câlehum bil hayri le kudiye ileyhim eceluhum, fe nezerullezîne lâ yercûne likâenâ fî tugyânihim ya’mehûn(ya’mehûne).
yünus süresi ayet 12
وَإِذَا مَسَّ الإِنسَانَ الضُّرُّ دَعَانَا لِجَنبِهِ أَوْ قَاعِدًا أَوْ قَآئِمًا فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُ ضُرَّهُ مَرَّ كَأَن لَّمْ يَدْعُنَا إِلَى ضُرٍّ مَّسَّهُ كَذَلِكَ زُيِّنَ لِلْمُسْرِفِينَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Ve izâ messel insâned durru deânâ li cenbihî ev kâiden ev kâimâ(kâimen), fe lemmâ keşefnâ anhu durrahu merre ke’en lem yed’unâ ilâ durrin messehu, kezâlike zuyyine lil musrifîne mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
yünus süresi ayet 13
وَلَقَدْ أَهْلَكْنَا الْقُرُونَ مِن قَبْلِكُمْ لَمَّا ظَلَمُواْ وَجَاءتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ وَمَا كَانُواْ لِيُؤْمِنُواْ كَذَلِكَ نَجْزِي الْقَوْمَ الْمُجْرِمِينَ
Ve lekad ehleknâl kurûne min kablikum lemmâ zalemû ve câethum rusuluhum bil beyyinâti ve mâ kânû li yu’minû, kezâlike neczil kavmel mucrimîn(mucrimîne).
yünus süresi ayet 14
ثُمَّ جَعَلْنَاكُمْ خَلاَئِفَ فِي الأَرْضِ مِن بَعْدِهِم لِنَنظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ
Summe cealnâkum halâife fîl ardı min ba’dihim li nanzura keyfe ta’melûn(ta’melûne).
yünus süresi ayet 15
وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذِينَ لاَ يَرْجُونَ لِقَاءنَا ائْتِ بِقُرْآنٍ غَيْرِ هَذَا أَوْ بَدِّلْهُ قُلْ مَا يَكُونُ لِي أَنْ أُبَدِّلَهُ مِن تِلْقَاء نَفْسِي إِنْ أَتَّبِعُ إِلاَّ مَا يُوحَى إِلَيَّ إِنِّي أَخَافُ إِنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin kâlellezîne lâ yercûne likâena'ti bi kur'ânin gayri hâzâ ev beddilhu, kul mâ yekûnu lî en ubeddilehû min tilkâi nefsî, in ettebiu illâ mâ yûhâ ileyye, innî ehâfu in asaytu rabbî azâbe yevmin azîm(azîmin).
yünus süresi ayet 11
eger ALLAH insanlara iyillik ve güzelligi hemen verdigi gibi kötülügü de hemen vermiş olsaydı süreleri onlara çabukca bitiriliverilirdi
bize kavuşmayı arzu etmeyenleri azgınlıklarının içinde bırakırız  da şaşkın bakınıp dururlar
yünus süresi ayet 12
insana sıkıntı dokundu mu gerek yan yatarken bize yalvarır durur ondan sıkıntısını  kaldırdıgımız zaman sanki kendine dokunan bir sıkıntı için bize yalvarmamış gibi geçip gider işte aşırı gidenlere yaptıkları bu şekilde süslenmektedir
yünus süresi ayet 13
yemin olsun ki sizden önceki memleketleri yaptıkları zulümden dolayı helak etik kendilerine peygamberleri mucizelerle gelmişler
ancak onlar iman etmemişlerdi işet biz günahkar toplulukları böyle cezalandırırız
yünus süresi ayet 14
sonra onların arkasından nasıl işler yapacagınıza bakmak için yeryüzünde sizi halifeler yaptık
yünus süresi ayet 15
ayetlerimizi kendilerine birer açık delil olarak okundugunda bize kavuşmayı arzu etmeyenler ya bundan başka bir kur an getir veya bunu degiştir dediler  de ki onu kendiligimden degiştiremem benim için mümkün degildir ben ancak bana vahiy edilene uyarım ben rabbime karşı çıkarsam başıma büyük günün azabının geleceginden korkarım
[​IMG]


YÜNUS SÜRESİ AYET 6
إِنَّ فِي اخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَا خَلَقَ اللّهُ فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ لآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَّقُونَ
İnne fîhtilâfil leyli ven nehâri ve mâ halakallâhu fîs semâvâti vel ardı le âyâtin li kavmin yettekûn(yettekûne).
UÜNUS SÜRESİ AYET 7
إَنَّ الَّذِينَ لاَ يَرْجُونَ لِقَاءنَا وَرَضُواْ بِالْحَياةِ الدُّنْيَا وَاطْمَأَنُّواْ بِهَا وَالَّذِينَ هُمْ عَنْ آيَاتِنَا غَافِلُونَ
İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
YÜNUS SÜRESİ AYETİ 8
أُوْلَئِكَ مَأْوَاهُمُ النُّارُ بِمَا كَانُواْ يَكْسِبُونَ
Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
YÜNUS SÜRESİ AYETİ 9
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ يَهْدِيهِمْ رَبُّهُمْ بِإِيمَانِهِمْ تَجْرِي مِن تَحْتِهِمُ الأَنْهَارُ فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ
İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti yehdîhim rabbuhum bi îmânihim, tecrî min tahtihimul enhâru fî cennâtin naîm(naîmi).
YÜNUS SÜRESİ AYETİ 10
دَعْوَاهُمْ فِيهَا سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وَتَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلاَمٌ وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Da'vâhum fîhâ subhânekellâhumme ve tahiyyetuhum fîhâ selâm(selâmun), ve âhıru da'vâhum enil hamdulillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
دَعْوَاهُمْ فِيهَا سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وَتَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلاَمٌ وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Da'vâhum fîhâ subhânekellâhumme ve tahiyyetuhum fîhâ selâm(selâmun), ve âhıru da'vâhum enil hamdulillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
دَعْوَاهُمْ فِيهَا سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وَتَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلاَمٌ وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Da'vâhum fîhâ subhânekellâhumme ve tahiyyetuhum fîhâ selâm(selâmun), ve âhıru da'vâhum enil hamdulillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
yünus süresi ayet 6
 
ŞÜPHESİZ gece ile gündüzün birbiri ardınca degişip durmasında ALLAH ın göklerde ve yeryüzünde yarattıklarında korunacak bir topluluk için ( ALLAH ın varlıgı hakkında ) deliller  vardır
yünus süresi ayet 7
bize kavuşmayı arzu etmeyenler degersiz dünya hayatına razı olup onunla huzura erenler işte bunlar ayetlerimizden gafildirler
yünus süresi ayet 8
işte onların varacakları yer kazandıkları şeyler sebebiyle cehennemdir
yünus süresi ayet 9
iman edip güzel ameller işleyenleri rableri onları imanları sebebiyle hidayete erdirir onlar altlarından ırmaklar akan naim cennetlerindedir
yünus süresi ayet 10
orada dugaları sen her türlü eksiklikten uzaksın ey ALLAH ım orada selamlaşmaları da selam şeklindedir dualarının sonu da alemlerin rabbi olan  ALLAH a hamdolsun demektir
[​IMG]

tövbe süresi ayet son bulmuştur şimdi gelen ayet yunus süresidir 109 ayet tir

bunun 40 94 95 96 medinede diger ayetleri ise mekkede inmiştir  98 ayetinde haz yunusun kavminden bahsedildi için süreye bu ad verilmiştir mekke halkı kendi içlerinden bir adamın peygamber olabilecegine inanamıyorlar ve ALLAH  ebu talibin yetimi muhammeden başka bir peygamber bulamadı mı  diyorlardı hiç olmasa hatırı sayılır zengin ve makam sahibi  birisinin peygamber olmasını daha uygun görüyorlardı işte bunun üzerine bu süre inmiştir
  

yunus süresi ayet 1

الر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْحَكِيمِ
Elif lâm râ, tilke âyâtul kitâbil hakîm(hakîmi).
yunus süresi ayet 2
أَكَانَ لِلنَّاسِ عَجَبًا أَنْ أَوْحَيْنَا إِلَى رَجُلٍ مِّنْهُمْ أَنْ أَنذِرِ النَّاسَ وَبَشِّرِ الَّذِينَ آمَنُواْ أَنَّ لَهُمْ قَدَمَ صِدْقٍ عِندَ رَبِّهِمْ قَالَ الْكَافِرُونَ إِنَّ هَذَا لَسَاحِرٌ مُّبِينٌ
E kâne lin nâsi aceben en evhaynâ ilâ raculin minhum en enzirin nâse ve beşşirillezîne âmenû enne lehum kademe sıdkın inde rabbihim, kâlel kâfirûne inne hâzâ le sâhırun mubîn(mubînun).
yunus süresi ayet 3
إِنَّ رَبَّكُمُ اللّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يُدَبِّرُ الأَمْرَ مَا مِن شَفِيعٍ إِلاَّ مِن بَعْدِ إِذْنِهِ ذَلِكُمُ اللّهُ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُ أَفَلاَ تَذَكَّرُونَ
İnne rabbekumullâhullezî halakas semâvâti vel arda fî sitteti eyyâmin summestevâ alâl arşi yudebbirul emr(emre), mâ min şefîin illâ min ba'di iznihî, zâlikumullâhu rabbukum fa'budûhu, e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
yunus süresi ayet 4
إِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا وَعْدَ اللّهِ حَقًّا إِنَّهُ يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ لِيَجْزِيَ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ بِالْقِسْطِ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ لَهُمْ شَرَابٌ مِّنْ حَمِيمٍ وَعَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُواْ يَكْفُرُونَ
İleyhi merciukum cemîâ(cemîan), va'dallâhi hakkâ(hakkan), innehu yebdeul halka summe yuîduhu li yecziyellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti bil kıstı, vellezîne keferû lehum şerâbun min hamîmin ve azâbun elîmun bimâ kânû yekfurûn(yekfurûne).
yunus süresi ayet 5
هُوَ الَّذِي جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَاء وَالْقَمَرَ نُورًا وَقَدَّرَهُ مَنَازِلَ لِتَعْلَمُواْ عَدَدَ السِّنِينَ وَالْحِسَابَ مَا خَلَقَ اللّهُ ذَلِكَ إِلاَّ بِالْحَقِّ يُفَصِّلُ الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
Huvellezî cealeş şemse dıyâen vel kamere nûren ve kadderehu menâzile li ta'lemû adedes sinîne vel hisâb(hisâbe), mâ halakallâhu zâlike illâ bil hakk(hakkı), yufassılul âyâti li kavmin ya'lemûn(ya'lemûne).
 yunus süresi ayet 1
ELİF LAM RA bunlar saglam ve hikmet dolu kitabın ayetleridir
yünus süresi ayet 2
içlerinden bir adam insanları uyar müminlere de kendilerine rableri katında dogruluk makamı oldugunumüjdele diye vahiyde bulunmamız insanlar için çok acayip bir durum mudur  kafirler bu apaçık bir sihirbaz dediler
yünus süresi 3 şüphesiz sizin rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan sonra egemenligini arşa kuran işleri evirip çeviren  ALLAH tır onun izninin dışında hiçbir şefaatçi yoktur işte bu özellikleri olan ALlah sizin rabbinizdir ona ibadet  edin artık düşünmez misiniz
yünus süresi ayet 4
hepinizin dönüşü onadır bu gerçekten ALLAH ın sözüdür çünkü o yaratmayı başlatır sonra onu iman edip iyi işler yapan kimselere adaletle karşılık vermek için tekrar eder kafirlere gelince ettikleri inkardan dolayı onlara kaynar sudan bir içecek ve acı veren bir azap vardır
yünus süresi ayet 5
o güneşi ışık ayı nur olarak yaratan  yılların sayısını ve hesabı bilesiniz diye ona aya evreler belirleyenledir  ALLAH bunu ancak hak bir hikmete göre yarattı o bilecek bir topluluk için ayetleri açıklamaktadır
TÖVBE SÜRESİ AYET 1126
أَوَلاَ يَرَوْنَ أَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ فِي كُلِّ عَامٍ مَّرَّةً أَوْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ لاَ يَتُوبُونَ وَلاَ هُمْ يَذَّكَّرُونَ
E ve lâ yerevne ennehum yuftenûne fî kulli âmin merraten ev merrateyni summe lâ yetûbûne ve lâ hum yezzekkerûn(yezzekkerûne).
TÖVBE SÜRESİ AYET 127
وَإِذَا مَا أُنزِلَتْ سُورَةٌ نَّظَرَ بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ هَلْ يَرَاكُم مِّنْ أَحَدٍ ثُمَّ انصَرَفُواْ صَرَفَ اللّهُ قُلُوبَهُم بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لاَّ يَفْقَهُون
Ve îzâ mâ unzilet sûretun nazara ba’duhum ilâ ba’din, hel yerâkum min ehadin summensarafû, sarafallâhu kulûbehum bi ennehum kavmun lâ yefkahûn(yefkahûne).
TÖVBE SÜRESİ AYET 128
لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Lekad câekum resûlun min enfusikum azîz(azîzun), aleyhi mâ anittum harîsun aleykum bil mu’minîne raûfun rahîm(rahîmun).
TÖVBE SÜRESİ AYET 129
فَإِن تَوَلَّوْاْ فَقُلْ حَسْبِيَ اللّهُ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ
Fe in tevellev fe kul hasbiyallâh(hasbiyallâhu), lâ ilâhe illâ hûve, aleyhi tevekkeltu ve huve rabbul arşil azîm(azîmi).
TÖVBE SÜRESİ AYET 126
ONLAR her yıl bir veya iki kere imtihan edildiklerini görmezler mi sonra da tövbe etmezlerdüşünüp ibret almazlar
tövbe süresi ayet 127
bir süre indirildi mi sizi birisi görüyormu  diye birbirlerine kaş göz ederler sonra sıvışır giderler ALLAH anlamaz bir topluluk olmalarından dolayı bunları kalplerini çevirmiştir
tövbe süresi 128
yemin olsun ki size kendi içinizden oldukca izzetli bir rasul geldi sizin sıkılmanızı onun gücüne gider size çok düşkündür müminlere karşı çok şefkatli çok merhametlidir
tövbe süresi ayet 129
eger aldırmayıp yüz çevirirlerse şöyle de ALLAH bana yeter ondan başka ilah yoktur ben ona tevekkül ettim o yüce arşın sahibidir
 
 
tevbe süresi burda son bulmuştur 11 cüz olan yunus süresiyle İNŞALLAH devam edeceyiz
 
 
 
 

26 Ekim 2015 Pazartesi

TÖVBE SÜRESİ AYET 121
وَلاَ يُنفِقُونَ نَفَقَةً صَغِيرَةً وَلاَ كَبِيرَةً وَلاَ يَقْطَعُونَ وَادِيًا إِلاَّ كُتِبَ لَهُمْ لِيَجْزِيَهُمُ اللّهُ أَحْسَنَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Ve lâ yunfikûne nefakaten sagîraten ve lâ kebîraten ve lâ yaktaûne vâdien illâ kutibe lehum lî yeczîyehumullâhu ahsene mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
TÖVBE SÜRESİ AYET 122
وَمَا كَانَ الْمُؤْمِنُونَ لِيَنفِرُواْ كَآفَّةً فَلَوْلاَ نَفَرَ مِن كُلِّ فِرْقَةٍ مِّنْهُمْ طَآئِفَةٌ لِّيَتَفَقَّهُواْ فِي الدِّينِ وَلِيُنذِرُواْ قَوْمَهُمْ إِذَا رَجَعُواْ إِلَيْهِمْ لَعَلَّهُمْ يَحْذَرُونَ
Ve mâ kânel mu’minûne li yenfirû kâffeh(kâffeten), fe lev lâ nefere min kulli firkatin minhum tâifetun li yetefekkahû fîd dîni ve li yunzirû kavmehum izâ receû ileyhim leallehum yahzerûn(yahzerûne).
TÖVBE SÜRESİ AYET 123
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ قَاتِلُواْ الَّذِينَ يَلُونَكُم مِّنَ الْكُفَّارِ وَلِيَجِدُواْ فِيكُمْ غِلْظَةً وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ
Yâ eyyuhâllezîne âmenû kâtilûllezîne yelûnekum minel kuffâri velyecidû fîkum gilzah(gilzaten), va’lemû ennallâhe meal muttakîn(muttakîne).
TÖVBE SÜRESİ AYET 124
وَإِذَا مَا أُنزِلَتْ سُورَةٌ فَمِنْهُم مَّن يَقُولُ أَيُّكُمْ زَادَتْهُ هَذِهِ إِيمَانًا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ فَزَادَتْهُمْ إِيمَانًا وَهُمْ يَسْتَبْشِرُونَ
Ve îzâ mâ unzilet sûretun fe minhum men yekûlu eyyukum zâdethu hâzihî îmânâ(îmânen), fe emmâllezîne âmenû fe zâdethum îmânen ve hum yestebşirûn(yestebşirûne).
TÖVBE SÜRESİ AYET 125
وَأَمَّا الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ فَزَادَتْهُمْ رِجْسًا إِلَى رِجْسِهِمْ وَمَاتُواْ وَهُمْ كَافِرُونَ
Ve emmâllezîne fî kulûbihim maradun fe zâdethum ricsen ilâ ricsihim ve mâtû ve hum kâfirûn(kâfirûne).
TÖVBE SÜRESİ AYET 121
KÜÇÜK büyük bir masraf yapmazlar bir vadi geçmezler ki yaptıklarının daha güzeliyle ALLAH onları ödüllendirmek için onların hesaplarına yazılmış olmasın
tövbe süresi ayet122
müminler toptan hep birlikte savaşa  çıkacak degillerdir onların her kabilesinden bir gurup savaşa katılmayıp kalarak dini iyice ögrenseler kendilerine geri döndükleri zaman halkalarını uyarsalar daha iyi olmaz mı belki böylece sakınırlar
tövbe süresi ayet 123
ey iman edenler kafirlerin size yakın olanlarıyla çarpışın onlar sizde sert bir kuvvet bulsunlar ALLAH ın korunanlarla beraber oldugunu bilin
tövbe süresi ayet 124
bir süre indirildi mi içlerinden biri çıkar bu hanginizin imanını artırdı  der evet imanı olanların imanlarını artırmıştır onlar müjdelenip duruyorlar
tövbe süresi ayet 125
kalplerinde bir hastalık olanlar gelince onların da inkarlarına inkar katmıştır onlar kafir olarak ölüp gitmişlerdir
 
TÖVBE SÜRESİ AYET 116
إِنَّ اللّهَ لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ يُحْيِي وَيُمِيتُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ
İnnallâhe lehu mulkus semâvâti vel ard(ardı), yuhyî ve yumît(yumîtu), ve mâ lekum min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
TÖVBE SÜRESİ AYET 117
لَقَد تَّابَ الله عَلَى النَّبِيِّ وَالْمُهَاجِرِينَ وَالأَنصَارِ الَّذِينَ اتَّبَعُوهُ فِي سَاعَةِ الْعُسْرَةِ مِن بَعْدِ مَا كَادَ يَزِيغُ قُلُوبُ فَرِيقٍ مِّنْهُمْ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ إِنَّهُ بِهِمْ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Lekad tâballâhu alân nebiyyi vel muhâcirîne vel ensârillezînettebeûhu fî sâatil usrati min ba’di mâ kâde yezîgu kulûbu ferîkın minhum summe tâbe aleyhim, innehu bihim raûfun rahîm(rahîmun).
TÖVBE SÜRESİ AYET 118
وَعَلَى الثَّلاَثَةِ الَّذِينَ خُلِّفُواْ حَتَّى إِذَا ضَاقَتْ عَلَيْهِمُ الأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ وَضَاقَتْ عَلَيْهِمْ أَنفُسُهُمْ وَظَنُّواْ أَن لاَّ مَلْجَأَ مِنَ اللّهِ إِلاَّ إِلَيْهِ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ لِيَتُوبُواْ إِنَّ اللّهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ
Ve alâs selâsetillezîne hullifû, hattâ izâ dâkat aleyhimul ardu bimâ rahubet ve dâkat aleyhim enfusuhum ve zannû en lâ melcee minallâhi illâ ileyhi, summe tâbe aleyhim li yetûbû, innallâhe huvet tevvâbur rahîm(rahîmu).
TÖVBE SÜRESİ AYET 119
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَكُونُواْ مَعَ الصَّادِقِينَ
Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe ve kûnû meas sâdikîn (sâdikîne).
TÖVBE SÜRESİ AYET 120
مَا كَانَ لِأَهْلِ الْمَدِينَةِ وَمَنْ حَوْلَهُم مِّنَ الأَعْرَابِ أَن يَتَخَلَّفُواْ عَن رَّسُولِ اللّهِ وَلاَ يَرْغَبُواْ بِأَنفُسِهِمْ عَن نَّفْسِهِ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ لاَ يُصِيبُهُمْ ظَمَأٌ وَلاَ نَصَبٌ وَلاَ مَخْمَصَةٌ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ يَطَؤُونَ مَوْطِئًا يَغِيظُ الْكُفَّارَ وَلاَ يَنَالُونَ مِنْ عَدُوٍّ نَّيْلاً إِلاَّ كُتِبَ لَهُم بِهِ عَمَلٌ صَالِحٌ إِنَّ اللّهَ لاَ يُضِيعُ
TÖVBE SÜRESİ AYET 116
muhakkak ki göklerin ve yerin egemenligi ALLAH ın dır o diriltir ve öldürür size ALLAH ın dışında ne bir koruyucu ne de bir yardımcı vardır
tövbe süresi ayet 117
yemin olsun ki ALLAH içlerinden bir gurbun kalpleri kaymaya yüz tuttuktan sonra peygamberlerin ve zor zamanda ona tabi olan muhacir ve ensarın tövbelerini kabul buyurdu sonra onların tövbelerini kabul buyurdu gerçekten o onlara karşı şefkatli ve merhametlidir
tövbe süresi ayet 118
geriye bırakılan o üç kişinin (de tövbelerini kabul buyurdu) sonunda onlar o kadar bunalmışlardı ki yeryüzü bütün genişligiyle onlara dar gelmiştir vicdanları da onları sıkmıştı ALLAH tan yine ALLAH a sıgınmaktan başka çare olmadıgını anlamışlardı  sonra tövbe ettikleri için onların tövbelerini kabul buyurdu şüphesiz  ALLAH işte odur tövbeleri kabul eden  acıyan
tövbe süresi ayet 119
ey iman edenler  ALLAH tan korkun ve dogru olanlarla beraber olun
tövbe süresi ayet 120
ne medineliler ne de çevrelerindekiler bedeviler ALLAH rasulünden geri kalmak kendi nefislerini onun nefsinden daha üstün tutmaları yakışmaz çünkü onların  ALLAH yolunda ne bir susuzluk ne bir yorgunluk ne bir açlık çekmeleri ne kafirlerin öfkelendirecek bir yeri çignemeleri ne de düşmana karşı bir başarı elde etmeleri yoktur  ki karşılıgında kendileri için salih bir amel yazılmamış olsun çünkü  ALLAH iyilik yapanları sevabını yok etmez
DEFTERE KALEME GEREK KALMADI BEN SENİ KALBİME YAZDIM BİRKERE BU SEVEN YÜREYİM SANA DOYMADI SENİN ÖLÜMÜNE SEVDİM BİRKERE PEYGAMBERİM YANDIM BİRKERE YANDIM BİRKERE AŞKIN ATEŞİNE YANDIM BİRKERE AŞKIN ATEŞİNDE YANDIM BİRKERE BU SEVEN YÜREYİM SANA DOYMADI SENİ ÖLÜMÜNE SEVDİM BİRKERE PEYGAMBERİM
TÖVBE SÜRESİ AYET 111 
إِنَّ اللّهَ اشْتَرَى مِنَ الْمُؤْمِنِينَ أَنفُسَهُمْ وَأَمْوَالَهُم بِأَنَّ لَهُمُ الجَنَّةَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا فِي التَّوْرَاةِ وَالإِنجِيلِ وَالْقُرْآنِ وَمَنْ أَوْفَى بِعَهْدِهِ مِنَ اللّهِ فَاسْتَبْشِرُواْ بِبَيْعِكُمُ الَّذِي بَايَعْتُم بِهِ وَذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
İnnallâheşterâ minel mu’minîne enfusehum ve emvâlehum bi enne lehumul cenneh(cennete), yukâtilûne fî sebîlillâhi fe yaktulûne ve yuktelûne va’den aleyhi hakkan fît tevrâti vel incîli vel kur’ân(kur’âni), ve men evfâ bi ahdihî minallâhi, festebşirû bi bey’ıkumullezî bâya’tum bihî, ve zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
TÖVBE SÜRESİ AYET 112
 
التَّائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ السَّائِحُونَ الرَّاكِعُونَ السَّاجِدونَ الآمِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنكَرِ وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللّهِ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ
Et tâibûnel âbidûnel hâmidûnes sâihûner râkiûnes sâcidûnel âmirûne bil ma’rûfi ven nâhûne anil munkeri vel hâfizûne li hudûdillâh (hudûdillâhi), ve beşşiril mu’minîn (mu’minîne).
TÖVBE SÜRESİ AYET 113
مَا كَانَ لِلنَّبِيِّ وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَن يَسْتَغْفِرُواْ لِلْمُشْرِكِينَ وَلَوْ كَانُواْ أُوْلِي قُرْبَى مِن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُمْ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ
Mâ kâne lin nebiyyi vellezîne âmenû en yestagfirû lil muşrikîne ve lev kânû ulî kurbâ min ba’di mâ tebeyyene lehum ennehum ashâbul cahîm(cahîmi).
TÖVBE SÜRESİ AYET 114
وَمَا كَانَ اسْتِغْفَارُ إِبْرَاهِيمَ لِأَبِيهِ إِلاَّ عَن مَّوْعِدَةٍ وَعَدَهَا إِيَّاهُ فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُ أَنَّهُ عَدُوٌّ لِلّهِ تَبَرَّأَ مِنْهُ إِنَّ إِبْرَاهِيمَ لأوَّاهٌ حَلِيمٌ
Ve mâ kânestigfâru ibrâhîme li ebîhi illâ an mev’ıdetin vaadehâ iyyâhu, fe lemmâ tebeyyene lehû ennehu aduvvun lillâhi teberree minhu, inne ibrâhîme le evvâhun halîm(halîmun).
TÖVBE SÜRESİ AYET 115
وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُضِلَّ قَوْمًا بَعْدَ إِذْ هَدَاهُمْ حَتَّى يُبَيِّنَ لَهُم مَّا يَتَّقُونَ إِنَّ اللّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Ve mâ kânallâhu li yudılle kavmen ba’de iz hedâhum hattâ yubeyyine lehum mâ yettekûn(yettekûne), innallâhe bi kulli şey’in alîm(alîmun).
TÖVBE SÜRESİ AYET 111
ALLAH müminlerden canlarını ve mallarınıcennetkendilerinin olması karşılıgında satınaldı onlar ALLAH yolunda çarpışacaklar öldürecekler ve öldürülecekler bu ALLAH ın tevra ta incilde ve kur an dagerçekleşmesini üzerine aldıgıhakbirsözdür sözüne ALLAH tan daha baglıolan kim vardır ohalde yaptıgınız bu alışverişinizden dolayı sizemüjdelerolsun  işte bu büyük kazançtır
tövbe süresi ayet 112
(onlar ) tövbe edenler ibadet edenler hamdedenler oruç tutanlar rükü edenler secde edenler iyiyi ve güzeli emredenler kötüyüve çirkini yasaklayanlar ve ALLAH ın çizdigi sınırları koruyanlardır müminlere müjdele
113
ne peygamber ne de müminler akraba bile olsalar kendilerine müşriklerincehennemlik oldukları ortaya çıktıktan sonra onların bagışlanmalarını istemeleri yakışmaz
114
ibrahim in babasının bagışlanmasını istemesi sadece ona verilmiş oldugu bir sözden dolayı idi kendisine onun  ALLAH ın düşmanı oldugu ortaya çıkınca ondan uzaklaştı şüphesiz ibrahim ince kalpli ve çok yumuşak sabırlı biriydi
115
ALLAH bir halkı onlara dogru yola çıkardıktan sonra nelerden sakınacaklarını kendilerine açıklamadıkca onları saptırma ihtimali yoktur şüphesiz ALLAH her şeyi bilendir
 


HZ HÜSEYİN İN ŞEHİD EDİLDİGİ KERBELA OLAYI NASIL OLDU

Hicrî takvimle 10 Muharrem 61, miladi takvimle 10 Ekim 680 yılında cereyan eden Kerbela'yı anacağımız(önümüzdeki Pazartesi günü) bu hafta, Zaman'dan Nuriye Akman, Doç. Dr. İlyas Üzüm'le bu trajik olayın Sünni ve Alevilerce nasıl değerlendirildiğini ve ritüellerindeki farklılığı konuştu.
Şiiliğe değinme fırsatımız olmadı. Merak ettiğim başka hususlar vardı. Mesela neden peygamberimizin sevgili torunlarını biri 44, diğeri 54 yaşında kaybettiğimiz halde zihinlerimizde bir türlü büyütemez, onları hep dedelerinin sırtında hayal ederdik.
Hz. Ali ve Hz Hasan da şehit edildiği halde neden sadece Hz. Hüseyin'e ağıt yakardık? İki kardeşin arasında nasıl bir ilişki vardı? Ve daha pek çok soru... Onları hatırlamanı tam zamanı...
Kerbela olayı Sünniler ve Aleviler arasında hangi açılardan farklı algılanıyor?
Sünniler olayı temel İslam tarihi kaynaklarının yansıttığı ya da yansıttığına yakın biçimde anlarken Aleviler Şii etkiye bağlı olarak belli ölçüde mitolojik unsurlar katarak tasavvur etmişlerdir. Mesela Aleviler'e göre Hz. Hüseyin ağabeyinin tavsiyesini hatırlayarak aşuradan bir gün önce kızıyla, ağabeyinin oğlu Kasım'ı evlendirmiştir.
Sünniler'e göre olayın baş sorumlusu Yezid'dir. Olayı biraz daha detaylı inceleyenlere göre ise aynı zamanda Yezid'in emrini uygulayan Kufe valisi İbn Ziyâd ve Hz. Hüseyin'in üzerine yürüyen askeri birliğin komutanı Ömer b. Sa'd'dır. Aleviler'e göre ise Yezid'i veliahd tayin ettiği için olayın kökü Muaviye'ye kadar uzanır. Olayın yorumu da farklıdır.
Sünnilere göre olay Yezid'in siyasi rakip olarak gördüğü Hz. Hüseyin'i biata zorlaması ve saf dışı bırakması iken Alevilere göre olay Yezid'in İslam'ı yok etme planı, Hz. Hüseyin'in şehadeti de buna kanıyla dur demesidir. Olayın "yâd" edilmesiyle ilgili farklılıklara gelince bu herkesçe görülmektedir. Sünniler ferdi planda Hz. Hüseyin'e üzüntü duyarken Aleviler kolektif olarak ve kurumsal biçimde yas tutmaktadırlar.
Sünni kaynakların anlatısı tamamen doğru ve eksiksiz kabul edilebilir mi?
Olay çok dramatik, dramı yaşayan da Peygamber'in torunu Hz. Hüseyin olduğu için tarih kaynaklarına değişik oranlarda "duygu" katılmıştır. Her hangi bir mezhebî kimliğin söz konusu olmadığı temel İslam kroniklerinde bile karşılıklı uzun konuşmalara yer verilir. Bunların gerçekten o gün yapılan konuşmalar mı olduğu, yoksa sonradan mı düzenlendiği ihtimali gelir insanın aklına, bunları okuyunca. Ama bazı toplum kesimlerinde sıklıkla okunan Kumru, Hadikatü's-süedâ gibi eserlerde uydurmalar oldukça çoktur.
Anma ritüellerinde de bariz farklılıklar var sanırım
Esasında Sünnilerde genel anlamda "Kerbelayı anma" ritüelinden bahsetmek zordur. Sınırlı olarak bazı tasavvufi çevreler olaya ilgili özel programlar yapar, Hz. Hüseyin için mersiyeler okurlar. Söz gelimi Ehl-i beyt ve Hz Ali sevgisi keskin olan sufî çevrelerde Muharremde dokunaklı mersiyeler okunur, İmam Hüseyin için göz yaşı akıtılır.
Fakat bu Sünnilerin Kerbela Olayına ilgisiz kaldıkları biçiminde de yorumlanmamalıdır. Tarih boyunca birçok Sünni edip, şair Kerbela üzerine yazılar yazmış yahut mersiyeler kaleme almıştır. Ve Kerbela olayı anlatıldığı veya hatırlandığı zaman her Sünni samimi olarak Hüseyin'in yanında yer almıştır. Ama Sünnilere göre İslam'da kolektif matem olmadığı için Hz. Hüseyin'e olan acı duyma ferdi planda kalmıştır.
Alevilerde Kerbelayı anmak daha özel bir anlam taşıyor. Evet. İnsanlar o günlerde Hz. Hüseyin ile bütünleşir. Onun acısını iliklerine kadar hisseder, göz yaşı döker. Bu, günlük hayata da yansır. Söz gelimi, ele bıçak ve keskin alet alınmaz. Su içilmez, tatlı yenilmez, eğlenilmez. Hatta erkekler traş olmaz.
Düğün yapılmaz. Müzik dinlenilmez. Gülünmez. Mümkün olduğunca üzüntü dolu bir hal içinde bulunulur. Diğer taraftan Aleviler Muharremin on iki günü "matem orucu" adı verilen oruç tutar. On üçüncü günü aşure kaynatarak İmam Zeynelabidin'in kurtuluş sevincini paylaşırlar.
Bu nasıl bir oruçtur? Bizim ramazan orucuna benzemez sanırım
Bu çok özel bir oruçtur. Dediğiniz gibi Ramazan orucundan farklıdır. Yöreler ve ocaklar arasında değişik uygulamalar bulunmaktadır. Sahur ve iftar gibi kelimeler kullanılmaz. Sahur yerine "ağız mühürleme", iftar yerine de "oruç açma" deyimlerine yer verilir.
Ağız mühürleme gece en geç 12 civarında tamamlanmalıdır. Oruç açma ise gün batımıyla gerçekleşir. Her oruçta Hz. Hüseyin'in acısı hatırlanır. Söz gelimi niyet şöyle yapılır: "Bism-i şah... Allah Allah... Hak-Muhammed-Ali aşkına... İmam Hüseyin'in susuzluk orucu niyetine... Ehl-i beyt'in şefaati hakkına... On İki İmam aşkına oruç tutmaya niyet eyledim. Hak dergahında kabul etsin..." Sünniler'in aşurada tuttukları iki veya üç günlük orucun ise Kerbela olayı ile ilgisi yoktur.
Neyle ilgisi vardır peki?
Hz. Peygamber Medine'ye geldiğinde, aşura günü Yahudiler'in Musa'nın kurtuluşu dolayısıyla oruç tuttuklarını öğrenmiş, "Biz Musa'nın sünnetini yerine getirmeye Yahudilerden daha layığız" demiş, hem kendisi hem de ashap oruç tutmuştur. Ancak Yahudilere muhalefet olmak üzere bir gün öncesi veya sonrasıyla iki gün yahut aşurayı ortalayarak üç gün oruç tutulmasını emretmiştir. Ramazan orucunun farz kılınmasıyla, bu oruç sünnet yahut müstehap sayılarak tutulagelmiştir.
Biraz evvel İslamda kollektif matem geleneği yok demiştiniz. Yas tutmak dinen haram mıdır?
Üzülmek insanî bir duygudur. Hz. Peygamber küçük oğlu İbrahim vefat ettiği zaman ağlamış, kendisini yadırgayanları yadırgayarak, gözden yaş akıtmanın normal olduğunu fakat Allah'ın takdirini de tenkit etmediğini beyan etmiştir.
Ancak İslam "yaka paça yırtarak ağlamak, döğünmek, saçları yolarak yahut yüze toprak saçarak ağlamak" gibi uygulamaları yasaklamış, Hz. Peygamber hadislerinde çok açık bir şekilde bunların "cahiliyye adetleri" olduğunu ifade etmiştir.
Sahabe Hz. Ömer şehit edildiğinde yas tutmamıştır. Hz. Ali şehit edildiğinde çocukları yas tutmamıştır. Geçmişte Zekeriya peygamber Yahya peygamber gibi peygamberler çok ağır işkencelere maruz kalarak şehit edilmiş fakat bunlara yas tutulmamıştır.
Bu tavır, acıya karşı olgunluğu mu duyarsızlığı mı gösterir?
Sünnilere göre, genel anlamda söylersek, Hz. Hüseyin'in yasını tutmamak ona yapılanı kabul etmek ya da ona üzülmemek anlamına gelmez. Tarihte Hz. Hüseyin'e yapılanı reva gören hiçbir Sünniden söz edilemez. Nice Sünni alimler vardır ki aşurada gözleri sel olup akmıştır. Hatta bir alimin şöyle söylediğini işittim: "Ben Hz. Hüseyin için o kadar göz yaşı dökmüşümdür ki hiçbir cem evinde o kadar göz yaşı dökülmemiştir."
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in hayat hikayeleri ne ölçüde doğru biliniyor?
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in hayat hikayeleri çok bilinmez, doğru. Haklarında yazılan eserlerin ne kadar sağlıklı olduğu da başka bir konudur. Daha açık söylemek gerekirse İslam tarihi kaynaklarında Hz. Hasan ve Hüseyin'in hayatları hakkında bilgiler sınırlıdır; bu iki güzide insanı çok öne çıkaran kesimlerin yazdıkları ise, yine tarihçilere göre güvenilir olmaktan uzaktır. Vakıa bu.
Hz Hasan ve Hz. Hüseyin hakkındaki bilgiler neden sınırlı? Onları yeterince önemsememişiz mi?
Onları önemsemediğimizi söyleyemeyiz. Sünni, Şii, Alevi-Bektaşi vb. bütün Müslümanlar Hz. Hasan Ve Hz. Hüseyin'i içtenlikle sevmiş, onların isimlerini çocuklarına koymuş, dualarında onların isimlerini anmış, kültürel hayatlarına onlardan güzellikler katmıştır.
Fakat onların hayat hikayeleri çokça anlatılır ve bilinir olmamıştır. Çünkü sahabe Peygamber'in söz ve uygulamalarına dikkat kesildiği ve onları aktardığı için mesela Peygamber'in kızı Fatıma ile ilgili olarak da bilgiler sınırlı kalmıştır. Belki başka bir sebep de Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in birtakım siyasi mücadelelerde istismara konu edilmeleridir. Öyle ki bu çeşit kargaşalarda doğru ile yanlışlar birbirine girmiştir. Ama Hz. Peygamber'in onları mübarek sırtında gezdirmesi ve onlar hakkındaki müjdeli sözler hep hatırlanmıştır.
Bu yüzden mi müslümanlar Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i dedelerinin sırtında gezen çocuklar olarak hayal ederler de, zihinlerinde onları bir türlü büyütemezler?
Aynen öyle. Çünkü büyüdükleri zaman nasıl yaşadıkları ve ne yaptıklarına ilişkin çelişkili bilgiler çok. Şurası kesin ki Resulullah'ın yanında yetişmiş, onun ve ümmetinin dualarına nail olmuş kimseler olarak Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in iman, takva, ihlas ve ahlakta zirve şahsiyetler olduğunda hiçbir şüphe yoktur.
Aralarında kaç yaş vardı? Öldüklerinde kaç yaşlarındaydılar?
Aralarında bir yaş kadar fark var. Hz.Hasan Ocak 625 yılında, Hüseyin de Ocak 626 yılında doğdu. Hz. Hasan 44 yaşında, Hz. Hüseyin 54 veya 55 yaşlarında idi, şehit edildiklerinde.
Kerbela'da katledilen Hüseyin'den çokça söz edilip, eşi tarafından öldürülen Hz.Hasan hakkında fazla söz edilmemesi, fazla anılmamasının nedeni? Neden Hz.Hüseyin yürek dağlar da, Hz.Hasan için aynı hüzün hissedilmez?
Bence bu doğru bir soru. Şu da sorulabilir: Neden Hz. Hüseyin için ağlanır da şehit edilen babası Hz. Ali için ağlanmaz? Sanıyorum, önce şunu teslim etmek gerekir. Hz. Hüseyin'in dramında insanî duygulara dokunan boyutlar daha fazla.
Söz gelimi, Hz. Hüseyin susuz bırakılmıştır. Hz. Hüseyin'in mubarek boğazı kesilmiştir. Hz. Hüseyin'in bedeni orada bırakılmış, baş önce Kufe'ye, sonra Şam'a, sonra başka yere götürülmüştür. Hz. Hüseyin bir anda değil, gün gün ölüme sürüklenmiştir. Hz. Hüseyin gözleri önünde kardeşlerinin, oğullarının, ağabeyinin oğullarının ve öteki yakınlarının şehadetini izlemiştir.
Nihayet Hz. Hüseyin başta kız kardeşi, eşi olmak üzere diğer yakınlarının çoluk-çocukları yanında şehit edilmiştir. Hunharca, acımasızca, zalimce. Onun kesik başını hayal edebiliyor musunuz? Üstelik tamamen suçsuz yere? Bu yürek dağlamaz mı? Vah ki vah...
Hz.Hasan binlerce Müslümanın hayatını kurtardı
Ama bu kadar vahşi unsur içermese de Hz. Hasan'ın hikayesi de az yürek burkucu değil...
Haklısınız. Zehirlenerek şehit edilmek de az trajik değildir. Ama Hüseyin'in şehadetinde çok güçlü siyasi motifler var. Kufeliler hem onu davet etti, hem de yalnız bırakıp şehit edilmesine sebep oldular. Hz. Hüseyin için ilk toplu ağıtı da onlar yaptılar. Hz. Hasan'ın hanımı tarafından öldürülmesi daha sessiz bir şekilde olup bitti... Onun için de elbette vah ki vah...
Karısı onu niye öldürdü?
Tarih kaynaklarına göre karısı Ca'de, Yezid b. Muaviye ile evlendirilmek vadiyle kandırıldı. O da yemeğine zehir koyarak onun şehadetine sebep oldu. Entrika içinde entrika.
İslam tarihi açısından Hz.Hasan'ın yeri nedir?
İslam tarihi açısından Hz. Hasan'ın çok özel yeri vardır. Sahih hadis kaynaklarında Hz. Peygamber'in onun hakkında şöyle söylediği ifade olunur: "Allah bu oğlumun eliyle iki toplumun arasını ıslah edecektir." Gerçekten de böyle olmuştur.
Babası Hz. Ali yaralandığında şehadetinden önce, "Oğlun Hasan'a biat edelim mi" diye sorulmuş, tarih kaynaklarına göre, o, "Bu konuda evet de demiyorum, hayır da" mealinde cevap vermiştir. Bununla birlikte, insanlar Hz. Ali'den sonra ona biat etmiş, o da altı ay kadar hilafette kalmıştır.
Daha sonra ilk iki halife ve üçüncü halifenin ilk altı yılından itibaren fetihlerin durduğunu, müslümanların birbirleriyle uğraştığını düşünmüş, ordusundaki yorgunluk ve isteksizliği de yakından müşahede etmiş, yaptığı görüşmelerden sonra belli şartlar dahilinde anlaşma imzalayarak Muaviye lehine hilafetten çekilmekte büyük fayda görmüştür.
Böyle de yapmıştır. Bu büyük bir hayra vesile olmuş, müslümanlar birbirinin kanını akıtmaktan kurtulmuş, yeniden fetih faaliyetleri başlayarak İslam gönüllerde ve coğrafyalarda yayılmaya devam etmiştir.
Peygamber efendimiz torunları hakkında ne gibi değerlendirmelerde bulunmuş?
İkisini de candan sevmiş, ikisini de öpüp koklamış, ikisi hakkında da övücü, müjdeli sözler söylemiştir. Söz gelimi, "Hasan ve Hüseyin, benim dünyada kokladığım iki çiçeğimdir" buyurmuştur. Başka bir sözünde ise "Allah'ım! Ben, bunları seviyorum. Sen de bunları sev" demiştir. Yine her ikisi için "Bunlar cennet gençlerinin efendisidir" buyurmuştur. Bununla birlikte, Hz. Hasan hakkında, Allah'ın onun vasıtasıyla iki toplumu ıslah edeceğini bildirmiştir.
İki toplumdan kasıt, Muaviye ve kendi yandaşları ise, sonraki hadiselere bakarak ıslah oldukları söylenebilir mi?
Hz. Peygamber'in bu hadisi ile işaret ettiği ıslah "barış"tır. Gerçekten o zaman Müslümanlar Şam ordusu ve Kufe ordusu diye ikiye ayrılmıştı ve Hz. Hasan'ın fevkalade sağlıklı tutumuyla iki Müslüman grup aralarında sulhu gerçekleştirdiler.
Sonraki hadiseleri kendi bağlam ve şartlarında ele almak gerekiyor. Hz. Peygamber'in torunları hakkındaki değerlendirmelerine devam edersek, yine O, hadis tekniği bakımından daha düşük sıhhattaki bir beyanında, Cebrail'in kendisine gelerek, ümmetinden bir topluluğun Hz. Hüseyin'i şehit edeceğini haber verdiğini ifade etmiştir.
İslam alimleri Hz. Peygamber'in torunlarına olan bu sıcak ilgisini dede-torun ilişkisine bağlamamış, olayın onun peygamberlik görevi ile ilgili boyutunun bulunduğunu belirtmişlerdir. Onlara göre bu, Hz. Peygamber'in onlara dua etmesi, bu vesileyle onların ve onların soyundan gelecek temiz insanların İslam'a yapacakları hizmettir.
 Gerçekten tarih boyunca Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in soyundan gelen pâk insanlar İslam'ın yayılması ve gelişmesine büyük katkı yapmışlardır. Dünyanın dört bir tarafındaki seyyitler, şerifler bunun delilidir.
Peygamberimizin soyu Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in hangi evlatlarından bugünlere geliyor?
Hz. Hasan, bilindiği kadarıyla çok evlenmiş, çok sayıda çocuğu olmuştur. Hz. Hüseyin'in ise soyu oğlu Zeynelabidin'den devam etmiştir. İnsanlar soylarının Peygamber soyu ile ilişkili olması için Peygamber soyundan gelenlerle evlenmeye can atmış, böylece nesl-i pâktan gelenler hızla artmıştır.
Çok geçmeden Hz. Hasan'ın soyundan gelen şerifler ile Hz. Hüseyin soyundan gelen seyyitler Yemen'den Horasan'a, Kuzey Afrika'dan Anadolu'ya kadar hemen her bölgeye dağılmıştır. Bunların ferdi olarak İslam'a gönülden bağlanmış, ama aynı zamanda soy bakımından İslam peygamberinin soyundan geldikleri için bu bağlılıkları daha güçlü ve daha içtenlikli olmuştur.
Hasan ile Hüseyin, iki kardeş arasında nasıl bir ilişki vardı? Aralarında siyasi bir çatışma oldu mu?

Tarih kaynaklarının bize intikal ettirdiği bilgiler göre iki kardeş arasında olumsuz gelişmeler meydana gelmemiştir. Hz. Hüseyin babasının vefatından sonra ağabeyine tabi olmuştur. Fakat, sanıyorum iki kardeşin tabiatı farklı idi. Hz. Hasan daha rasyonel Hz. Hüseyin yanı sıra duygusal idi.
Söz gelimi, Hz. Hasan Muaviye lehine hilafetten çekildiğinde Hz. Hüseyin bunu doğru bulmadı. Ama ağabeyine karşı sesini de çıkarmadı. Hz. Hasan'ın biyografisini yazanlar onun zeki, cömert ve riske girmekten kaçınan bir kişiliğe sahip olduğunu, Hz. Hüseyin'in ise zekası, takvası, tevazuu yanında risk almaktan kaçınmayan bir yaratılışta olduğunu ifade ederler.

25 Ekim 2015 Pazar

YEZİD'İN ÖLÜMÜ VE DÜNYADAKİ CEZASI
Şöyle rivayet eilmiştir;
Yezit, bir gün adamları ile birlikte ava çıkmıştı bir kaç günlük yol kat ederek, Şam'dan uzaklaşmışlardı ki,karşılarına bir Ceylan çıktı. Yezit adamlarına:
"Ben yalnız başıma bu Ceylanı avlayacağım. Kimse benimle gelmesin." Diyerek avını takip etmeye başladı.
Avı onu çok uzaklara götürdü ve gözden kayboldu. Yezit, su kuyusundan su çıkaran bir köylüye rastladı ve içmek için su istedi. Köylü suyu verdi. Ancak Yezit ondan saygı ve hürmet bekliyordu.
Köylü o ilgiyi göstermeyince Yezit ona:
"Eğer benim kim olduğumu bilseydin bana saygıda kusur etmezdin."
Deyince, Köylü:
“ Peki, sen kimsin ey Müslüman kardeş? “ Diye sordu, Yezit ben senin Halifen ve Emirin Muaviye oğlu Yezit’im.
Dediğinde köylü adam:
"And olsun Allah'a ki; Sen Hz. Hüseyin’in katilisin. Ey Allah’ın ve Elçisi'nin düşmanı diyerek, Yezid'e saldırdı ve Yezid'in elindeki kılıcını alarak Yezid'in başına indirmek isteyince kılıç atının başına değdi ve at ürkerek kaçmaya başladı. Yezid'in eğeri ters dönerek ayakları eğerde takılı kalmıştı. Ürken at Yezid'i taşa ve kayalara çarparak paramparça etti, birkaç gün sonra Yezit’ten atın üzengisine takılı sadece bir ayak kalmıştı.(El-Luhuf 4-Bihar-ul envar c.45/374.)
Yezid'in ayağına cenazesiymiş gibi cenaze merasimi düzenleyerek ve cenaze Namazı kılarak Şam’ın orta yerinde defin ettiler. Sonraları Yezid'in Mezarının olduğu bölgeyi şehir çöplüğüne çevirdiler.
Daha sonraları ise;şehire çirkin görüntü ve pis koku yaydığından dolayı yerine Cam Fabrikası kurdular.Ne garip tecellidir ki;
Mühendisler ve Mimarlar cam fabrikasını uygulamak için ne yaptılarsa Cam Eritme Fırını hep Yezid'in mezarının üzerine denk geldi ve o şekilde fabrikayı tesis ettiler böylece Yezit dünyadaki cezasına bu şekilde çarpılmış oldu.

Yezid; Peygamberin en büyük düşmanlarından olan Ebu Süfyan'ın torunu ve Emevi İmperatorluğunun kurucusu Muaviye'nin oğlu'dur.

Peygamberin en büyük düşmanlarından olan Ebu Süfyan'ın torunu ve Emevi İmperatorluğunun kurucusu Muaviye'nin oğlu'dur. Emevi'nin 2.hanedanıdır.( 1.Yezit) Hanedanlık uğruna İslamiyete ve özellikle Ehl-i Beyt'e düşmanlığıyla bilinir. İçkiye aşırı düşkün biri olan Yezit içerken kur'an sayfalarını yakarak kahkahalarla eğlenmesiyle bilinir ve Kerbela katili olmasıyla meşhurdur.
Yezid ,Peygamberimizin torunlarından, Hz. Hüseyin'in Kerbela'da ölümüne neden olup, Hz. Muhammed'in ailesinden geride kalanlara da büyük eziyetler yapmıştır.
Hz. Hüseyin'in (ra) şehit edilmesi ve Kerbela Faciasından sorumlu tutulduğu için İslam dünyasının büyük tepkisine sebebiyet vermiştir. Bazı alimler tarafından lanetlenmekle birlikte, sonradan pişman olup tövbe etmiş olma ihtimalini göz önünde bulunduranlar bu konuda temkinli davranmışlardır. Risale-i Nur'da ismi, kendisine lanet etmenin caiz olup olmadığı tartışması bağlamında geçmekte; lanet getirmenin bir kazanç sağlamayacağı gibi mahzurlarına da dikkat çekilmektedir.
Yezid, 646 yılında Şam'da doğdu. Çocukluğu ve gençliği, babasının valiliği münasebetiyle Şam'da geçti. Çocukluğu sırasında iyi bir eğitim gördü. Sonraki hayatında özellikle sanata merak saldı. Henüz veliaht tayin edilmeden önce Bizans'a karşı gönderilen orduya katıldı. Bu sefer, Bizans İmparatorluğuna karşı isyan eden ve Emevilerden yardım isteyen Ermenilere yardım etmek maksadıyla düzenlendi.
Bizans'a karşı harekete geçen İslam ordusu 668 yılında harekete geçti. Kadıköy önlerine gelindikten sonra yardım istendi. Bunun üzerine Yezid komutasında hazırlanan yardımcı kuvvetlerle birlikte Boğaz'ı geçip İstanbul kuşatıldı (669). Yaz boyunca devam eden kuşatma, kışın yaklaşması üzerine kaldırıldı. Bu kuşatma sırasında aralarında Ebu Eyyüp El-Ensari'nin de bulunduğu bazı Sahabeler şehit düştü. Kuşatma neticesinde, Bizans'ın vergi vermesi şartıyla barış yapıldı.
Emevi halifesi Hz. Muaviye, ülkede düzeni ve iç barışı sağladıktan sonra Küfe valisi Muğire bin Şu'be'nin teşvik ve telkiniyle, vefatından evvel oğlu Yezid'i veliaht tayin etti. Muaviye özellikle Medine'de bulunan İslam büyüklerinin bu gelişme karşısındaki düşüncelerini öğrenmek istedi. Ancak, Hz. Hüseyin, Abdullan bin Ömer ve Abdullah bin Zübeyr buna karşı çıktılar. Bu muhalefete rağmen Muaviye, ülkenin değişik beldelerindeki idarecilerini toplayarak veliaht olarak Yezid'e biat edilmesini istedi.
679 yılında babası Muaviye'nin vefatı üzerine Yezid halife oldu. Bu gelişme ile halifelik Yezid'in şahsında saltanata dönüşmüş oldu. Veliahtlığına karşı çıkanlar kendisine biat etmediler. Söz konusu kişilerin halifeliğini tanımaları için Medine valisi Velid bin Utbe'ye mektup yazdı. Ancak, Medine valisi bu girişimde muvaffak olamadı. Bu arada, Hz. Hüseyin'e (ra) elçi gönderen Küfeliler, kendisini halife olarak tanıyacaklarını bildirdiler. Bunun üzerine amcasının oğlu Müslim Küfe'ye giderek Hz. Hüseyin adına biatleri kabul etti. Küfe valiliğine de atanan Basra valisi harekete geçti ve Müslim'i öldürdü.
Hz. Hüseyin (ra) son gelişmeden habersiz bir şekilde Küfe'ye doğru yola çıktı. Yolda Müslim'in öldürüldüğünü öğrendi. Ancak, geri dönmedi. Kerbela'ya ulaşan Hz. Hüseyin'in üzerine dört bin kişilik bir ordu gönderildi. Kendi maiyeti çok az olan ve Küfe'den de yardım gelmeyeceğini anlayan Hz. Hüseyin (ra) geri dönmek istediyse de vali Ubeydullah bin Ziyad, Yezid'e biat etmesini ve ondan sonra geri dönmesine izin verileceğini bildirdi. Teklifi kabul etmeyen Hz. Hüseyin 680 yılında ( Hicri 10 Muharrem 61) yetmiş kişi ile birlikte şehit edildi.
İslam tarihine "Kerbela Faciası" faciası olarak geçen bu olay özellikle Yezid başta olmak üzere Emeviler için büyük bir leke oldu. Muaviye, Hz. Hüseyin ve ailesine iyi davranması için oğluna vasiyette bulunmuştu. Şehit edildiğini duyduğunda çok üzüldüğü ve kendisini şehit ettiren vali Ubeydullah'a lanet getirdiği ve ağladığı nakledilmektedir. Hz. Hüseyin'in şehit edilmesi için, Yezid'in emir vermediğini ileri sürenler olduğu gibi, valisini her yönden desteklediğini ileri sürenler de olmuştur. Hz. Hüseyin'in çocuklarını Şam'a getirttiği ve kendilerine çok iyi davrandığı da ifade edilmektedir. Ancak, tüm bunlar İslam dünyasında kendisine karşı duyulan tepkiyi engelleyemedi.
Yezid, döneminde gerçekleşen bu acı olay, gerek Müslümanlar ve gerekse ilim dünyasında çok büyük üzüntülere sebep oldu. Çok büyük tepki aldı. Sadece Şiilerin değil, Sünniler bile Yezid isminden özellikle kaçındı. Kendi çocuklarına Ali, Hasan ve Hüseyin ismini çok fazla sayıda vermelerine rağmen, Yezid ismini kullanmaktan imtina ettiler. Alimler arasında da bu isim üzerinde tartışmalar yaşandı. Kendisini lanetleyenler olduğu gibi, sonradan pişman olup tövbe etmiş olma ihtimalini göz önünde bulundurarak temkinli yaklaşanlar da oldu.
Risale-i Nur'da da ismi zikredilmekte ve hakkındaki tartışmalara değinilmektedir. Bir ayet-i kerimenin tefsirinde; "... birinin hatasıyla başkası mesul olamaz..." (En'am 164) İlahi ikaza rağmen sosyal ve siyasi hayatta bunun aksine davranıldığı ve bu yüzden de büyük cinayetlere sebep olunduğuna işaret edilmektedir; "Kardeşi de olsa, aşireti ve taifesi de olsa, partisi de olsa, o cinayete şerik sayılmaz. Olsa olsa, o cinayete bir nevi tarafgirlikle yalnız manevi günahkar olup, ahirette mes'ul olur; dünyada değil..." izahı yapıldıktan sonra, Kur'an-ı Kerim talebelerinin bu büyük cinayete mani olmaya çalıştıkları, fedakarca çalışan bu insanlara mürteci deyip onları itham edenlerin; "... mel'un Yezid'in zulmünü adalet-i Ömeriyeye tercih etmek misillü..." (Emirdağ Lahikası, 1997, s. 319-320) insanların uyguladığı söz konusu vahşi kanunu, Kur'an'ın bu adil hükmüne tercih etmek olduğu ifadelerine yer verilmektedir.
Yezid için "mel'un" tabiri kullanılırken, bu konuda bazı ikazlar da yapılmaktadır; "Haccac-ı Zalim, Yezid ve Velid gibi heriflere ilm-i kelamın büyük allamesi olan Sadeddin-i Taftazani, ?Yezide lanet caizdir' demiş; fakat ?Lanet vaciptir' dememiş. ?Hayırdır ve sevabı vardır' dememiş. Çünkü, hem Kur'ân'ı, hem Peygamberi, hem bütün Sahabelerin kudsi sohbetlerini inkar eden hadsizdir. Şimdi onlardan meydanda gezenler çoktur. Şer'an bir adam, hiç mel'unları hatıra getirmeyip lanet etmese, hiçbir zararı yok." (Emirdağ Lahikası, s. 178) Çünkü, lanet getirmek methetmek gibi değildir. Medih ve muhabbet salih amel içinde yer almasına karşılık, lanet getirmenin bir sevabı ve kazancı yoktur. Daha da önemlisi, hatalı ve yanlış bir şekilde insanları lanetleyip kötülemek çok büyük zararlara yol açabilir.
Hz. Hüseyin'in şehit edilmesinden sonra Yezid'e karşı muhalefet eden Abdullah bin Zübeyr kaldı. Mekke'de bulunan Abdullah'ın üzerine gönderilen kuvvetler bir netice elde edemediler. Mekke 683 tarihinde kuşatıldı. Kuşatma devam ederken Yezid'in ölüm haberi geldi ve bunun üzerine bir netice alınmadan kuşatma kaldırıldı. Bu tarihlerde Yezid'e biat etmeye yanaşmayan Medineliler üzerine de kuvvet gönderildi. Önce biat etmeleri için kendilerine üç gün mühlet verildi. Bu süre dolduğu halde biat etmemeleri üzerine Medine'ye girildi ve biat etmeyenlere zorla biat ettirildi.
Yezid, 683 yılında ve otuz yedi yaşında Şam'ın Havran köyünde öldü. Ölümünden sonra yerine oğlu geçti. Halifeliği sırasında Kuzey Afrika'nın tamamı Ukbe bin Nafi komutasındaki İslam ordusu tarafından fethedildi. Kendi döneminde yaşanan feci hadiselerden dolayı Müslümanlar arasında kötü olarak anıldı. Kendisinin veliaht tayin edilmesi ve babasından sonra halifeliğe getirilmesi, hilafetin saltanata dönüşmesine ve seçimle halife olma sistemine son verilmiş oldu.


TÖVBE SÜRESİ AYET 106  
وَآخَرُونَ مُرْجَوْنَ لِأَمْرِ اللّهِ إِمَّا يُعَذِّبُهُمْ وَإِمَّا يَتُوبُ عَلَيْهِمْ وَاللّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ
Ve âharûne murcevne li emrillâhi immâ yuazzibuhum ve immâ yetûbu aleyhim, vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
TÖVBE SÜRESİ AYET 107
وَالَّذِينَ اتَّخَذُواْ مَسْجِدًا ضِرَارًا وَكُفْرًا وَتَفْرِيقًا بَيْنَ الْمُؤْمِنِينَ وَإِرْصَادًا لِّمَنْ حَارَبَ اللّهَ وَرَسُولَهُ مِن قَبْلُ وَلَيَحْلِفَنَّ إِنْ أَرَدْنَا إِلاَّ الْحُسْنَى وَاللّهُ يَشْهَدُ إِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
Vellezînettehazû mesciden dırâran ve kufran ve tefrîkan beynel mu’minîne ve irsâden li men hâraballâhe ve resûlehu min kabl(kablu), ve le yahlifunne in erednâ illâl husnâ, vallâhu yeşhedu innehum le kâzibûn(kâzibûne).
TÖVBE SÜRESİ AYET 108
لاَ تَقُمْ فِيهِ أَبَدًا لَّمَسْجِدٌ أُسِّسَ عَلَى التَّقْوَى مِنْ أَوَّلِ يَوْمٍ أَحَقُّ أَن تَقُومَ فِيهِ فِيهِ رِجَالٌ يُحِبُّونَ أَن يَتَطَهَّرُواْ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّرِينَ
Lâ tekum fîhi ebedâ(ebeden), le mescidun ussise alât takvâ min evveli yevmin ehakku en tekûme fîhi, fîhi ricâlun yuhıbbûne en yetetahherû, vallâhu yuhıbbul muttahhirîn(muttahhirîne).
TÖVBE 109
أَفَمَنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَى تَقْوَى مِنَ اللّهِ وَرِضْوَانٍ خَيْرٌ أَم مَّنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَىَ شَفَا جُرُفٍ هَارٍ فَانْهَارَ بِهِ فِي نَارِ جَهَنَّمَ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
E fe men essese bunyânehu alâ takvâ minallâhi ve rıdvânin hayrun em men essese bunyânehu alâ şefâ curufin hârin fenhâra bihî fî nâri cehennem(cehenneme), vallâhu lâ yehdîl kavmez zâlimîn(zâlimîne).
TÖVBE SÜRESİ AYET 110
لاَ يَزَالُ بُنْيَانُهُمُ الَّذِي بَنَوْاْ رِيبَةً فِي قُلُوبِهِمْ إِلاَّ أَن تَقَطَّعَ قُلُوبُهُمْ وَاللّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ
Lâ yezâlu bunyânuhumullezî benev rîbeten fî kulûbihim illâ en tekattaa kulûbuhum, vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
TÖVBE SÜRESİ AYET 106
DİGER bir gurubun tövbelerinin kabulü ALLAH ın dilemesiyle geciktirilmiştir o ya onlara azap edecek ya da tövbelerini kabul edecektir  ALLAH her şeyi bilendir işi saglam yapan bir hikmet bulunandır
TÖVBE SÜRESİ AYET 107
zara vermek inkarcılık müminler arasında bölücülük yapmak bundan önce ALLAH ve rasulü ile savaşan kimseye gözcülük yapmak için mescid yapanlar var ya bizim bununla güzellik istemekten başka bir muradımız yoktu diye yemin edecekler  ALLAH şahittir ki bunular şeksiz şüphesiz yalancıdırlar
TÖVBE SÜRESİ AYET 108
onun için asla namaz kılma ta ilk günden takva üzerine kurulan mescidin içinde namaz kılmana elbette daha layıktır onun içinde temizlenmeyi seven adamlar vardır ALLAH temizlenenleri sever
TÖVBE SÜRESİ AYET 109
O halde yapısını ALLAH korkusu ve ALLAH rızası üzerine kurulmuş olan mı hayırlıdır yoksa yapısını selin altını oydugu yıkılacak bir yarın üzerine kurup da onunla beraber cehennem ateşine yuvarlanan mı ALLAH zalimler toplulugunu hidayete erdirmez
TÖVBE SÜRESİ AYET 110
onlar yapmış oldukları yapılar kalpleri paramparça oluncaya dek kalplerinden bir nifak ukdesi olup kalacak ALLAH her şeyi bilendir işi saglam yapan yaptıgında hikmet bulunandır
 
TÖVBE SÜRESİ AYET 101
وَمِمَّنْ حَوْلَكُم مِّنَ الأَعْرَابِ مُنَافِقُونَ وَمِنْ أَهْلِ الْمَدِينَةِ مَرَدُواْ عَلَى النِّفَاقِ لاَ تَعْلَمُهُمْ نَحْنُ نَعْلَمُهُمْ سَنُعَذِّبُهُم مَّرَّتَيْنِ ثُمَّ يُرَدُّونَ إِلَى عَذَابٍ عَظِيمٍ
Ve mimmen havlekum minel a’râbi munâfikûn(munâfikûne), ve min ehlil medîneti meredû alân nifâkı lâ ta’lemuhum, nahnu na’lemuhum, se nuazzibuhum merrateyni summe yuraddûne ilâ azâbin azîm(azîmin).
TÖVBE SÜRESİ AYET 102
وَآخَرُونَ اعْتَرَفُواْ بِذُنُوبِهِمْ خَلَطُواْ عَمَلاً صَالِحًا وَآخَرَ سَيِّئًا عَسَى اللّهُ أَن يَتُوبَ عَلَيْهِمْ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Ve âharûne’terefû bi zunûbihim haletû amelen sâlihan ve âhara seyyiâ(seyyien), asâllâhu en yetûbe aleyhim, innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
TÖVBE SÜRESİ AYET 103
خُذْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكِّيهِم بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْ إِنَّ صَلاَتَكَ سَكَنٌ لَّهُمْ وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
Huz min emvâlihim sadakaten tutahhiruhum ve tuzekkîhim bihâ ve salli aleyhim, inne salâteke sekenun lehum, vallâhu semîun alîm(alîmun).
TÖVBE SÜRESİ AYET 104
أَلَمْ يَعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ هُوَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ وَيَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ وَأَنَّ اللّهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ
E lem ya’lemû ennallâhe huve yakbelut tevbete an ibâdihî ve ye’huzus sadakâti ve ennallâhe huvet tevvâbur rahîm(rahîmu).
TÖVBE SÜRESİ AYET 105
وَقُلِ اعْمَلُواْ فَسَيَرَى اللّهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ وَالْمُؤْمِنُونَ وَسَتُرَدُّونَ إِلَى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Ve kuli’melû fe se yerâllâhu amelekum ve resûluhu vel mu’minûn(mu’minûne), ve se tureddûne ilâ âlimil gaybi veş şehâdeti fe yunebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
TÖVBE SÜRESİ AYET 101
çevrenizdeki bedevileriçinde münafık olanlar vardır medineliler arasında da vardır onlar münafıklıga alışmışlardır onları sen bilmesin onları yanlızca biz biliriz biz onlara iki kere azap edecegiz sonra onlar büyük bir azap daha ugratılacaklar
TÖVBE SÜRESİ AYET 102
DİGER günahların itiraf ettiler iyi bir amelle diger bir kötüsünün karşıtıdırlar  belki ALLAH  tövbelerini  kabul eder çünkü ALLAH çok bagışlayan çok acıyandır 
TÖVBE SÜRESİ AYET 103
onların mallarından onunla kendilerini temizliyecek ve arıtacak bir sadaka al haklarında dua ediver çünkü senin dugan onların kalplerini yatıştırır ALLAH her şeyi işiten her şeyi bilendir
TÖBE SÜRESİ AYET 104
ALLAH ın evet sadece onu kullarından tövbeyi kabul ettigini sadakaları aldıgını  bilmiyorlar mı ALLAH gerçekten tövbeleri kabul eden çok acıyandır
TÖVBE SÜRESİ AYET 105
de ki (istediginizi) yapın yaptıklarınız ALLAH rasulü ve müminler göreceklerdir bilinmeyen  ve görünmeyen bilinen ve görünen (alemleri) bilen ALLAH ın huzuruna götürüleceksiniz o size yaptıklarınızı haber verecektir
 

23 Ekim 2015 Cuma

Kerbela’da neler oldu?


10 Muharrem 61 (10 Ekim 680)’de Kerbela’da neler oldu? Gönül sızlatan bu elim olayı doğru anlayabilmek için, “Kerbela olayı hangi sebeplerle doğdu? Hz. Hüseyin Kûfe’ye niçin gitti, başına bu sıkıntılar neden geldi? Medine’de ya da Mekke’de kalamaz mıydı?” gibi soruları cevaplandırmak gerekir. Hz. Hüseyin, takva sahibi bir insandı. Kur’an’dan haz alan, ayetlerin derin anlamları üzerinde düşünen, zühd ü takvasıyla tanınan ve Allah’ı zikretmeyi seven bir mümindi. Dedesinden öğrendiği hadisleri, dedesinin efalini, akvalini (davranışlarını ve sözlerini) insanlara aktarmada örneklik teşkil ediyordu. Hz. Hüseyin ehlibeytin en gözdelerinden, Peygamber Efendimiz’in “dünyadaki reyhanlarımdan, çiçeklerimden” dediği, “cennet gençlerinin seyyidi-beyefendisi” diye niteleyip müjdelediği mümtaz bir şahsiyetti… Sevgili Peygamberimiz’in gözbebeğiydi; “öpüp kokladığı”, dizine oturtup “ehlibeytimizden” dediği, ağabeyi Hasan, babası Ali, annesi Fâtıma ile birlikte Cenab-ı Hakk’ın kendilerini “günahlardan arındırıp tertemiz kılmak istediği  (bk. Ahzâb, 33.), Ehl-i Kisâ ve Hamse-i Âl-i Abâ”dan bir candı.
Acaba Hz. Hüseyin, böylesine müstesna bir çizgide, ulvi bir gayede devam ve gayret üzere iken, niçin Kûfe yollarına düştü? Bu sualin doğru cevabını bulabilmek için Kerbela öncesindeki siyasi gelişmelere kısaca bakmakta yarar vardır.
Hz. Ali hicri 40 yılının Ramazan ayında (661 Ocak ayı) maruz kaldığı bir saldırı neticesinde vefat ederken Kûfeliler, Hz. Hasan’a biat etmek istediklerini kendisine söylediklerinde o, yönetimin babadan oğula geçişi demek olan hanedan usulüne sıcak bakmadı. Bu münasebetle bu konuda onları serbest bıraktı, Kûfeliler kendi hür iradeleriyle Hz. Hasan’a biat verdiler.
Hz. Hasan, yönetimi devralmakla birlikte kendi döneminde Muaviye’nin idari ve siyasi denetimi altında bulunan Şam tarafıyla, olması muhtemel bir savaşta pek çok masum Müslüman kanının döküleceğini gördü. Çünkü Şamlılar kılıç zoruyla da olsa iktidarı devralmak için böyle bir hazırlığın içindeydiler. Buna karşılık Kûfe bölgesinde Hz. Hasan’ın çevresindeki askerî birliklerin dağınıklığı ve aykırı tutumları ise dikkatlerden kaçmıyordu. Bu münasebetle yönetimin en üst mevkiinde yer almak bir dünyalıksa, bir mertebeyse, bir rütbeyse, hâsılı her ne ise Hz. Hasan bunların hepsinden vazgeçti, yönetimden Muaviye lehine feragat etti. Bu bağlamda feragat, halifeliğinin meşruiyeti konusunda bir problem olmasa da bir maslahata mebni hakkını bir başkasına devretmek demekti.
Hz. Hüseyin’in bu birleşmeye ve kan dökülmesinin önlenmesine bir itirazı olamazdı, ama ağabeyinin, yönetim hakkını, zorla da olsa kendisinden almak peşine düşen siyasi ihtiras sahibi birilerine bırakmasını yöntem olarak uygun bulmadı. Fakat kararına saygı gösterdi. Sonraki zaman diliminde de siyasi iktidarla ters düşecek, yanlış anlaşılacak, dengeleri bozacak söz ve davranışlardan sakındı. Hatta cuma hutbelerinde geçmişte İslam toplumuna hizmet edenlere dua edilen bölümde Hz. Ali’nin manevi şahsiyetine uygun olmayan sözlerle saldırılarak bir çeşit karalama kampanyası başlatılmasına itiraz eden ashaptan Kûfeli Hucr b. Adî (r.a.)’nin idamına karşı dahi sabır ve tahammülü tercih etmiş ve yönetimi rahatsız edecek davranışlardan uzak durmuş, hiçbir zaman tuğyan ve isyan duygularına mağlup olmamıştır.
Hz. Hüseyin’in Emevilerin siyasi icraatına ilk karşı çıkışı, Hz. Hasan’ın 49 (669)  yılında vefatını müteakip 50-56 (670-675) yılları arasında Muaviye’nin, iktidarı kendi soyu ile devam ettirmek hevesine kapılması ve oğlu Yezid’i veliaht ilan ederek halkı zorla da olsa biate sevk etmesidir. Bu yeni durum, yönetimin babadan oğula aktarılması yöntemi olup o güne kadar Müslümanların uyguladığı siyaset geleneğiyle bağdaşmıyordu. İşte bu sebeple siyasi alanda bidat sayılan bu yeni durumla ilgili çalışmalar ortaya çıktığında sadece Hz. Hüseyin değil, Hz. Ebu Bekir’in oğlu Abdurrahman (r.a.), Hz. Ömer’in oğlu Abdullah (r.a.), Hz. Zübeyr b. el-Avvam’ın oğlu Abdullah (r.a.), Hz. Ali’nin oğlu Hüseyin (r.a.) buna karşı çıkmışlardı. Bu dört mühim sima, Muaviye’ye üç teklif götürdüler: “Şu üç şeyden birini yaparsan ortalıkta hiçbir problem olmaz, lütfen iyi düşün!” dediler ve devam ettiler: “Peygamber Efendimiz’in yaptığını yap. O, filancaya biat edin diye bir aday bırakmadı. İslam toplumu, özgür iradesiyle kendilerini yönetecek şahsı belirledi. Bunu yapmıyorsan, Hz. Ebu Bekir’in yaptığının benzerini yap. O, kendisinden sonra hizmet edeceğine inandığı insanı, istişare ile (ileri gelen şahsiyetlerin görüşlerini alarak) belirledi. Belirlediği şahıs, kendi soyundan gelen biri değildi, Ömer b. el-Hattab Hazretleri idi. Sen de Hz. Ebu Bekir’in yaptığı gibi İslam toplumunun başına, kendi soyundan olmayan vasıflı, yetenekli bir şahsı aday gösterebilirsin. Bunu da yapmıyorsan, o halde Hz. Ömer’in yaptığını yap! O ne yapmıştı? Aşere-i mübeşşereden (Dünyada iken cennetle müjdelenmiş on kişiden) sağ kalan ve Müslümanlar arasında muteber olarak bilinen altı kişinin bir meşveret meclisinde (şûra) bir araya gelmelerini ve üç gün içerisinde içlerinden birini Müslümanların başına halife olarak seçmelerini vefatı öncesinde vasiyet etmişti. Bu durumda sen de bir şûra oluştur. Bu şûra, İslam toplumunun kabul edeceği yöneticiyi üç gün içinde belirlesin!”
Yezid’in veliahtlığına itiraz edenler, bu konuda geçmişte yaşanan üç örnekten birine uyması durumunda makul ve doğru bir iş yapmış olacağını ve buna kimsenin de itirazı bulunmayacağını Muaviye’ye ifade ettiler. Fakat bu üç teklif de kabul edilmedi. Yani Muaviye, oğlu Yezid’i halef bırakmaktan (öldükten sonra kendi yerine devlet başkanı atamaktan) vazgeçmedi.
Bunun peşinden kamuoyunun bu doğrultuda yönlendirilmesi için Benî Ümeyye lobisinin ileri gelenleri tarafından yoğun bir propaganda yürütüldü. Hicaz bölgesinde ise Muaviye bizzat kendisi 1000 kişilik askerî birlikle hareket ederek insanları kerhen de olsa biate zorladı. Hz. Hüseyin ve onun gibi biatten uzak duran şahsiyetler, ya Kâbe civarı gibi baskı yapılamayacak mübarek mekânlara sığınarak kendilerini kurtardılar veya biat zorlaması karşısında kerhen sükût ettiler. 60 (680)’da Muaviye öldükten sonra Yezid’in yönetime geçme süreci bu şartlarda başlamış oldu.
Bu safhada Medine valisine verilen talimatla Hz. Hüseyin üzerinde hemen biat baskısı kuruldu. Bu karışık ortamda takip altında şiddete maruz kalmaktan çekinen Hz. Hüseyin, o günlerde bir gece Medine’den Mekke’ye gitmek üzere yola koyuldu. Abdullah b. Zübeyr (r.a.) de aynı şekilde Mekke’ye gitti (60/680-Recep/Mayıs). Fakat bu şahıslar Mekke’de de rahat bırakılmadılar; Benî Ümeyye yöneticileri, biat vermeleri doğrultusunda kendilerine baskı yaptılar. Hz. Hüseyin ve onun gibi baskıya boyun eğmemekte kararlı olan diğerleri Harem-i Şerif’e giderek Beytullah’a sığınmak suretiyle baskıyı kırmayı düşündüler. Tabii ki Beyt-i Şerif’e sığınma, limitsiz ve sınırsız olarak sürüp gidemezdi. Bu, biatten uzak durmak için geçici bir çözümdü. Biat hususunda yakın takibe alınanlar arasında ehlibeytin ileri gelenlerinden olması itibariyle sahip olduğu şöhreti dolayısıyla en çok etkilenen kuşkusuz Hz. Hüseyin’di; dolayısıyla söz konusu takip ve tazyikin zararlarından hem kendisini hem de aile fertlerini nasıl kurtarabileceğini yoğun bir şekilde düşünmeye, bu hususta yakınlarıyla ve sevenleriyle istişareler yapmaya girişti. İşte tam da bu sıralarda Kûfelilerden mektuplar gelmeye başladı. Kaynaklardaki ifadeye göre heybeler dolusu mektuplarda Hz. Hüseyin, Kûfe’ye davet ediliyordu. Bununla beraber o, bu hususta acele etmedi, amcasının oğlu Müslim b. Akîl’i elçi olarak meselenin içyüzünü öğrenip kendisine bir rapor göndermesi için Kûfe’ye gönderdi (60/680 - Şevval/Temmuz).
Müslim, Kûfe’ye ulaştı ve eşraftan Hani b. Urve el-Murâdî’nin misafiri oldu, Kûfelilerle görüştü. Rivayete göre yirmi bini aşkın mühim bir kitle Hz. Hüseyin’i hararetle davet ediyorlar ve şehre gelmesini bekliyorlardı. Güya: “Hz. Hüseyin’i içtenlikle davet ettiklerini söylüyorlar; onu kucaklamaktan, geçmişte yakınlarına karşı gösterdikleri ihmallerin acısı içinde ezilmekten, bu durumda şimdi Hz. Hüseyin’e karşı vefa göstermekten, sahiplenmekten” bahsediyorlardı. Bu durum karşısında Müslim b. Akîl, gördüklerine ve işittiklerine bakarak çok sayıda kişinin Kûfe’de kendisini hararetle beklediğini Hazreti Hüseyin’e bir rapor olarak iletmek durumunda kaldı.
Hz. Hüseyin, Basralılara da bir elçi ve mektup göndererek onlardan da “haktan yana bir tavır ve zulme karşı bir duruş beklediğini” ifade etmişse de şehrin valisi (İbn Ziyad) derhal elçiyi öldürttü ve yerine kardeşini vekil bırakarak Kûfe’ye gitti; varır varmaz gerek Müslim’i gerekse onu himaye eden Hani b. Urve’yi idam ettirerek Kûfelilere gözdağı verdi.
Hz. Hüseyin, Basra’ya ve Kûfe’ye gönderdiği elçilerin başına gelenlerden habersizdi. Buna karşılık, öldürülmeden önce Müslim’in düzenleyip gönderdiği davetkâr rapor, Hz. Hüseyin’in elindeydi; elindeki mevcut rapordan yola çıkarak bundan sonra ne yapması gerektiğini yakınlarıyla istişare etti. Bu noktada Abdullah b. Ömer b. el-Hattab (r.a.), Abdullah b. Abbas (r.a.) ve Ebu Said el-Hudrî (r.a.) gibi Hz. Hüseyin’i, -Rasul-i Ekrem’in ehlibeytinden kıymetli bir emanet olduğu için- samimi hislerle seven çok sayıda seçkin sahabi, ona ve yakınlarına (ehlibeyte) bir zarar gelir endişesiyle bu yola düşmemesi ve Hicaz’ı terk etmemesi gerektiğinde ısrar ettiler.
Ama onun Kûfe’ye doğru yönelişinin asıl sebebi, üzerinde kılıç gibi dolaşıp duran Yezid yönetiminin şiddet ve baskısından uzaklaşmaktı. Yola çıkmakta kendisini cesaretlendiren ise mektuplarda Kûfelilerin beyanlarını destekleyen ifadelerle Müslim’in raporunda yer alan değerlendirmelerin paralelliğiydi. Hayalinde ise “İradelere baskının olmayacağı, Kisra-Kayser yöntemini andıran tiranlıktan uzak, re’ye (özgür iradeye) önem verileceği, İslam’ın insan hayatına getirdiği hak ve adalet ölçülerinin sosyal hayata yansıyacağı bir idarî hayat” vardı.
Hz. Hüseyin, artık, (60/680 Zilhicce/Eylül) tarihi itibariyle, dönüşü olmayan bir yola girmiş bulunuyordu. Hz. Hüseyin, gelmekte olduğu haberini Kûfelilere ulaştırmak üzere Kays b. Müshir’i özel ulak olarak yolladıysa da Benî Ümeyye idarecileri derhal onu da yakalayıp ağzından Hz. Hüseyin’i küçük düşürecek bir söz almaya çalıştılar. Muvaffak olamayınca da sarayın burcundan atmak suretiyle vahşice öldürdüler.
Hz. Hüseyin, es-Sa’lebiyye mevkiinde Müslim (r.a.)’in öldürüldüğü haberiyle sarsıldı. Bu gelişme üzerine derin bir analiz neticesinde geri dönmenin daha yararlı olacağı söylemi kafilede konuşulmaya başlandı. Ne var ki Akîloğulları, Müslim’in öldürülmesinin acısı içinde asla geri dönmeyeceklerini ısrarla söylüyorlardı. Dolayısıyla yola devamdan başka bir alternatif kalmıyordu. Bunun üzerine Hz. Hüseyin, sütkardeşi Abdullah (r.a.)’ı elçi yollayıp son gelişmelerden haberdar olmayı denedi. Fakat onun da akıbeti Müslim ve Kays b. Müshir (r.a.)’den farklı olmadı, o da hunharca öldürüldü. Hz. Hüseyin, bütün bunları, yolculuğun ileri safhalarında Uzeybetü’l-Hicanat’da öğrenecek ve ızdırapla sarsılacaktır.
Bu süreçte Kûfe valisi Ubeydullah b. Ziyad, Hz. Hüseyin’i durdurmak için Husayn b. Numeyr’i, o da 1000 kişilik atlı emniyet gücü ile Hürr b. Yezid’i görevlendirdi. Hürr’ün görevi,  kafileyi çevre ile irtibatı olmayan, su-erzak temininin zor olacağı bir yerde tutmak ve sonuçta Hz. Hüseyin’i valiye teslim etmekti. 
Ama Hz. Hüseyin’in valiye ve onun vasıtasıyla Yezid’e teslim olup biat ve itaat vermesi mümkün değildi.  Çünkü ona göre ortada bir zulüm ve bu zulmü işleyen zalimler vardı. Zulme seyirci kalan, zalime destek vermiş olurdu. Benî Ümeyye, şeytanın yoluna uyarak fitne-fesadı yaymış, helal-haram ölçülerini silmişti. Birinin bunu düzeltmek için yola çıkması gerekiyordu. “Kim ahdini bozarsa kendi aleyhine bozmuş olur”du. (Fetih, 10.)
Bu durum karşısında Hürr, kafileyi ikinci bir emre kadar Kûfe ve Hicaz yolları dışında başka bir istikamete sevk etti. Üst yönetimden gelen haberler değişmediği ve Hz. Hüseyin için bir serbestlik öngörmediği için nihayet kafile, su ve erzak temininde, ayrıca çevre ile irtibatta zorluk çekilecek bir yerde konaklamaya zorlandı. Burası, Kerbela idi. (2 Muharrem 61/2 Ekim 680)
Bu arada Rey valiliğinden vazgeçemeyen Ömer b. Sa’d b. Ebî Vakkas, yakın akrabasının onay vermemesine rağmen, valilikçe emrine verilen 4000 kişilik askerî birlikle Hz. Hüseyin’in hakkından gelmek sorumluluğuyla Kerbela’ya intikal etti.  Ömer b. Sa’d, ikbal için düştüğü yolda Hz. Hüseyin’i ikna ederek fazla yara almadan meselenin içinden çıkmak istiyordu, fakat Hz. Hüseyin’in biatini boş yere bekleyecekti. Biat etmezse başına felâketler gelebileceği söylemi de sonucu değiştirmeyecekti.
Bu gelişme üzerine Ömer b. Sa’d, valinin isteğine uyarak Hz. Hüseyin’in adamlarıyla nehir arasına 500 askerini yerleştirmek durumunda kaldı. Hz. Hüseyin’in şehadetine üç gün kala, Benî Ümeyye ordusunun İbn Ziyad’a uyarak yaptığı bu işten sonra kafile su problemi yaşamaya başladı. Üstelik kafilede kadınlar ve çocuklar da vardı.
Bu şartlarda Hz. Hüseyin, Ömer b. Sa’d’a üç alternatifli bir teklif yaptı: “Hicaz’a dönmeye izin verilmeliydi, Şam’a gidip Yezid’le bizzat görüşmesine imkân verilmeliydi veya bir sınır şehrine gitmeye müsaade edilmeliydi, bu takdirde oralarda ömrü boyunca din hizmetlerini yerine getirme gayreti içinde olurdu.” 
Ömer b. Sa’d b. Ebî Vakkas, bunlardan birinin gerçekleşebileceği ümidiyle Hz. Hüseyin’in taleplerini derhal valiye ulaştırdı. Fakat valinin yanında bulunan Şemir b. Zilcevşen, valiyi son derece tahrik etti ve Ömer’in onunla gece yarısı gizlice görüşerek Hüseyin’e tolerans gösterdiğini îma etti.
Bunun üzerine vali, Ömer b. Sa’d’a gönderdiği yazıda Hz. Hüseyin ve adamlarının alternatifsiz olarak biatinde ısrar ediyordu. Üstelik emre uyma hususunda Ömer b. Sa’d’ın nasıl davranacağı da valinin adamlarınca izlenecekti. Valinin ve yakın çevresinin bu konuda hiç de müsamahakâr davranmayacağı anlaşılıyordu. Esasında Ömer b. Sa’d, Hz. Hüseyin’in isteklerinden birinin gerçekleşmesiyle problemin şiddete başvurulmaksızın çözülmesinden yana idi. Ama validen gelen talimat farklı bir şey söylüyordu. Hz. Hüseyin ve adamlarının kesin olarak biati isteniyordu, biat vermeyenlere zor kullanılacaktı.
Ömer b. Sa’d’ın durumu iletmek üzere birkaç askerle Hz. Hüseyin’e doğru yürüdüğü dakikalarda o, kılıcına dayanmış vaziyette hafifçe uyumuş ve rüyasında dedesini (Hz. Peygamber’i) görmüştü, Rasul-i Ekrem (s.a.s.) ona kendi yanına gelmekte olduğunu söylüyordu. Kız kardeşi Zeynep (r. anha), bunu Hazreti Hüseyin’in ölümünün yaklaştığı tarzında yorumlayarak “Vay başımıza gelen!” diye feryat etmişse de Hz. Hüseyin onu teskin etti ve kendisine doğru gelmekte olan Ömer b. Sa’d başkanlığındaki heyetle görüşmek üzere kardeşi Abbas başkanlığında bir heyeti gönderdi. Ömer, onlara validen gelen mektubun muhtevasından bahisle vaziyetin Hz. Hüseyin’e haber verilmesini rica etti. Abbas, karşı tarafın rahatsız edici haberlerini Hz. Hüseyin’e arz edince durumun nezaket ve vehametini anlayan Hz. Hüseyin, Abbas’ı tekrar göndererek Ömer b. Sa’d’dan dokuz muharremi on muharreme bağlayan gece sabaha kadar mühlet istedi; geceyi, ibadetle, Kur’an’la, zikir, dua, tövbe ve istiğfarla geçirdi. Öte yandan o gece -daha önce de yaptığı gibi- aile yakınlarının geri dönmelerinde ısrar ettiyse de hiçbiri bu teklifi kabul etmedi. Bunun üzerine çadırlar birbirine yaklaştırıldı, kadın ve çocuklar çadırlara yerleştirildi. Erkekler de çadırların çevresinde mevzilendiler.
Hz. Hüseyin, 10 Muharrem sabahı, karşısındakilere dedesinden, şehitlerin efendisi Hz. Hamza’dan, Mute şehidi Hz. Cafer-i Tayyar’dan, ehlibeyt hakkında varit olan nebevî müjdelerden bahsetti. “Ben, Fâtıma’nın has oğlu değil miyim?” dedi. Kûfelilerin mektuplarına değindi. Fakat karşısında kadir bilmez, dünya çıkarına boyun eğmiş, ikbal ve şöhreti tercih etmiş nadan bir topluluk vardı. Sadece Hürr b. Yezid, Hz. Hüseyin’e gelip özür diledi, onun yanında kaldı ve hiç ayrılmadı. Hürr, çok cesur bir adamdı. Çevresindekiler onu kınasalar da o, “Yemin olsun ki, öz canımı cehenneme atacak değilim! Elbette cennete girmeyi arzu ediyorum!” diyerek hangi safta, niçin durduğunu anlatmaya çalıştı.
Bu şartlarda çarpışma başladı. Çarpışmalarda karşı tarafın acımasızlığı had safhada idi ve giderek şiddetlenmişti. Tabii ki Hz. Hüseyin’e karşı asla insaf ve merhametle bağdaşmayan orantısız güç kullanılıyordu.
Bu süreçte Hz. Hüseyin cephesinde çok sayıda şehit verildi. Bu acılara şahit olan Hz. Hüseyin, Yüce Allah’a şöyle yakarıyordu: “Allahım! Eğer gökten bir zafer ihsan etmeyeceksen, bunu daha hayırlı bir şeyin sebebi kıl ve bu zalimlerden sen intikam al!”
İleri safhalarda, çarpışmanın Hz. Hüseyin çevresinde yoğunlaştığı görülüyordu. Hz. Hüseyin susuzdu; Fırat’a doğru kılıç salladı, oğulları Ebu Bekir, Abdullah, Cafer, Osman gözleri önünde şehit düştüler. Hüseyin Fırat’a yaklaştı, fakat Husayn b. Numeyr’in attığı bir ok, boğazına isabet etti.  Hz. Hüseyin, Allah Rasulü (s.a.s.)’nün torununa bunu reva görenleri Hak Teala Hazretlerine şikâyetle çadırlara döndü.
Bu esnada Emevi ordusunun komutanları arasında acımasızlığıyla tanınan Şemir, yaklaşık on adamıyla Hz. Hüseyin ailesinin bulunduğu çadırı kuşattı. Adamları da çil yavrusu gibi Hz. Hüseyin’e saldırdılar. Hz. Hüseyin, yaralı bir ceylan gibi yere düştü, şehadet şerbetini içti. Sinan b. Enes en-Nahaî, başını keserek Kûfe’ye götürülmek üzere Havaley’e verdi. (10 Muharrem 61/10 Ekim 680.)
Bu sırada Hz. Hüseyin 57 yaşındaydı, bedeninde 33 mızrak, bir o kadar da kılıç yarası vardı. Yirmi üçü ehlibeytten olmak üzere 72 şehit vardı. Karşı taraf 88 kayıp vermişti. Benî Ümeyye ölüleri defnedildi, şehitler ise meydanda bırakıldı. Benî Ümeyye ordusu oradan ayrıldıktan sonra Benî Esed’den Gâdiriyye köylüleri gelip şehitleri defnettiler. Ömer b. Sa’d, ehlibeytten geri kalanları ve Hz. Hüseyin’in kesilmiş başını getirip İbn Ziyad’a teslim etti, o da Şam’da bulunan Yezid’e gönderdi. Rasul-i Ekrem (s.a.s.)’in bu aziz torununa reva görülen muamele, doğrusu anlaşılır gibi değildi, hüzün verici ve göz yaşartıcıydı.
Bütün bu olup bitenden anlaşılıyor ki, hadisenin cereyan ettiği dönemde iktidarı elinde tutanlar, Hz. Hüseyin’in meselesini, davasını, yürüyüşünü anlama konusunda ciddi bir çaba göstermemişler ve ona karşı güç kullanmaktan başka bir şey düşünmemişlerdir. Ne yazık ki iktidarı oluşturanların basiretsizlikleri ve duyarsızlıkları neticesinde ortaya bir facia çıkmıştır.
Hz. Hüseyin ne yapmıştır?
Hz. Hüseyin, İslami değerlere uymayan, önceki yöneticilerin uyguladığı İslam siyaset geleneğine ters düşen, tahribatı tüm toplum kesimlerini ve Müslümanların gelecek yüz yıllarını kapsayacak olan bir yanlışlığa hak ve adalet duygusuyla karşı çıkmış ve davası uğrunda şehit düşmüştür.
Bize düşen, Sünni olsun Alevi olsun bir Müslüman olarak Sevgili Peygamberimiz’in dünyadaki reyhanlarından/çiçeklerinden bir çiçek ve cennet gençlerinin beyefendisi olan ehlibeytin göz bebeği Hz. Hüseyin’in şehadetinin manasını, onun haksızlığa karşı çıkışındaki şuuru kavramak ve -kendisinin de dediği gibi- davası uğruna canını feda etmesinin Müslümanlara muhabbet ve birlik-beraberlik olarak dönmesini sağlamaktır. Nitekim ölmeden önce onun son sözlerinden biri anlam itibariyle (yaklaşık olarak) şöyledir:
“Yüce Rabbim! Gökten merhametinle bana güç kuvvet indirerek düşmanlarıma beni galip getirmeyeceksen, şehadetimi Muhammed ümmetinin hayrına, kurtuluşuna vesile kıl. Haksızlığa, zulme, dayatmaya karşı, hak adına yürüdüm. Gerekirse bu uğurda canımı vereyim. Eğer galip gelemeyeceksem, sırtım yere düşecekse hak dava uğruna akan kanımı bir hayrın, Müslümanların bir silkinişinin, bir güçlenmesinin sebebi kıl!”
İşte Hz. Hüseyin’in vefatından önce tüm Müslümanlara mesaj niteliğinde söylemiş olduğu bu sözler, kıyamete kadar gelecek tüm Müslümanlar için derin anlamlar taşımaktadır. Evet, bu mesaj gerçekten çok önemlidir. Zira Hz. Hüseyin bu sözüyle bizzat bize Kerbela’yı nasıl anlamamız gerektiğini açıklamaktadır.
Her Müslüman, Yezid’e karşıdır, Hz. Hüseyin’in davasındaki samimi mücadelesini muhabbetle desteklemekte ve Peygamber Efendimizin aziz torununa gönül bağlamaktadır. Milletimiz, ehlibeyt sevdalısıdır; tekrar söyleyelim ki milletimiz içinde Yezid taraftarlığı tarihin hiçbir döneminde olmamıştır, bugün de yoktur. Dolayısıyla Kerbela konusunu bütünleşmenin dinamik bir unsuru sayacakken, kör bir gadap ve hiddetle yola çıkıp kaba saba ithamlara basamak yapmak, hiçbir zaman tasvip edilemez. Bu yüzden diyoruz ki, Hz. Hüseyin Efendimize reva görülen muamele sebebiyle ağlamak ne kadar muhteremse, bu acıklı hadiseyi doğru okuyup doğru anlamak, doğru sonuçlar çıkararak ibret almak ve toplumun bütünleşmesine vesile kılmak da o derecede hatta daha ziyade önem taşımaktadır.
İnanıyorum ki, Allah Rasulü’nün mümtaz torunu Hz. Hüseyin’in bizden beklediği ve istediği de budur. Bu olayda sevgi, saygı, hakka, hukuka riayet, insana hürmet, insanın fikrine önem vermek, dinlemek, anlamak yok olmuştur! Dolayısıyla bizler, İslam toplumunda insanlar arası ilişkilerde kaybolan bu değerleri öne çıkarmalıyız. Bu vesile ile ifade etmek gerekir ki, her yıl muharrem ayında Kerbela Faciası’nı, acıların tazelenmesi, yaraların yeniden açılması için değil; Hz. Hüseyin Efendimizin uğrunda canını feda ettiği hak, adalet, rahmet, merhamet, müsamaha ve şefkat duygularının yeniden ihyası ve her meslekteki insan ilişkilerine yeniden yansıması için anmalıyız!
Evet… Keşke Hz. Hüseyin’in başına bu hadise gelmeseydi, bu acıyı her yıl yeniden yaşamasaydık, ama bu da bir ibret olarak ortaya çıkmıştır. Çünkü Hz. Hüseyin haksızlığa karşı bir ışık yakmıştır, zalime karşı direnmiş ve doğruluk adına samimi bir yürüyüş içinde olmuştur. Belki muvaffak olamamıştır ama tarihe bir referans ve ibretli bir dipnot koymuştur. Hak ve adalet adına cesur davranmanın, hak ve adalet adına ayakta durmanın bir modeli ve örneği olarak Hz. Hüseyin en önlerde, en yüksek mevkilerdedir.
Allah Teala, Habib-i Kibriya Efendimiz’in bu muhabbetli torununa rahmet etsin ve sevenlerini şefaatine eriştirsin!