Rubeyyi Binti Muavviz (r.a)
Rubeyyi binti Muavviz radıyallahu anhâ ilmî ve siyasî toplantılara katılan hanım sahâbîlerden… Medine’de İslâm’ın yayılmasına bilgisiyle, görgüsüyle hizmet eden bir hanımefendi… Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin evine gelip istirahat ettiği bir bahtiyar hanım!..
O, Medineli olup Hazreç kabilesinin Beni Neccar koluna mensuptur. Babası Muavviz İbni Hâris’tir. Annesi Ümmü Yezid’dir.
Rubeyyi babası ile birlikte müslüman oldu. Amcası Muaz İbni Hâris, Birinci Akabe görüşmesinde İslâm’la şereflenip Medine’ye geldiğinde kardeşi Muavviz İbni Hâris’de anlatılanlardan etkilenip müslüman olmağa karar verdi. Kızı Rubeyyi de, babasıyla birlikte kelime-i şehadet getirerek İslâm’ın ilklerinden oldular.
Düşmanlıkla çalkalanan Yesrib’de İslâm yayılmaya başladı. Yıllardan beri Evs ve Hazreç arasında devam eden savaşlar halkı usandırmıştı. Yeni dinin huzur ve mutluluk getireceğine inanıyorlardı. Müslüman olanlardaki değişiklikleri görüyorlardı. Onların güzel ahlakına ve dürüst davranışlarına hayran kalıyorlardı.
Yesrib’teki müslümanlar Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e muracaatla kendilerine Kur’ân’ı öğretecek bir muallim istediler. Rubeyyi’nin amcası Muâz (r.a) ile bir kaç kişiden oluşan heyet Mekke’ye gelip efendimize durumu arzettiler. Resûl-i Ekrem (s.a) efendimiz Mus’ab İbni Umeyr (r.a)’ı onlara İslâm ve Kur’ân’ı öğretmek üzere birlikte gönderdi.
Mus’ab (r.a)’ın gayretleri ve güzel davranışlarıyla kısa zamanda Yesrip’te müslümanlar çoğalmağa başladı. Mekke’deki müslümanlar çok ağır şartlar içinde yaşıyorlardı. Tahammülü güç işkencelere maruz bırakılıyorlardı. Ezâ ve cefâlar artınca hicret izni verildi. Müslümanlar Medine’de toplanmaya başladı. Hz. Ömer (r.a) ile birlikte aynı kafilede Iyas İbni Bükeyr ve kardeşleri Âkil, Âmir ve Hâlid İbni Bükeyr (r. anhüm) de hicret ettiler. Kuba köyünde Rifaa İbni Münzir (r.a)’ın evine misafir oldular. Bir müddet sonra da Rasûlullah (s.a) efendimiz Medine’ye hicret ettiler.
Medine’liler neşe ve sevinç içerisinde İki Cihan Güneşi Efendimiz’i karşıladılar. Teker teker bey’at ettiler. Rubeyyi binti Muavviz (r. anhâ) da biatını yeniledi.
Muhacir ile Ensar arasında kardeşlikler kuruldu. Müslümanlar güçlenmeye başladı. Bu arada Mekke’den hicret edip gelen Iyas İbni Bükeyr (r.a) Rubeyyi binti Muavviz (r. anhâ) ,ya evlenme teklifinde bulundu. Karşılıklı kabulden sonra Efendimizin duâsıyla nikâhları kıyıldı.
Rubeyyi binti Muavviz (r. anhâ) Resül-i Ekrem (s.a)’e son derece bağlı idi. Onun bir dediğini iki etmezdi. Onun üzerine öylesine titrer idi ki; küçücük bir tozun bile üstüne konmasına gönlü razı olmazdı.
İki Cihan Güneşi efendimiz düğünlerinin ertesi günü Rubeyyi (r. anhâ)’nın ziyaretine gitti. O sırada küçük kızlar def çalıyordu.
Rubeyyi (r. anhâ)’nın Bedir’de şehit düşen babasının ve diğer şühedânın kahramanlıklarını dile getiren şiirleri sesli olarak söylüyorlardı. Şehitleri şiirlerle övüyorlardı. İçlerinden birisi: “Ve finâ nebiyyün ya’lemü mâ yekûnü fi gadin” mısrasını söylemişti. Yani “aramızda yarın ne olacağıni bilen bir peygamber var.” demişti.
Resûl-i Ekrem (s.a) hemen müdahale etti ve: “Dikkat edin bu sözleri söylemeyin. Aramızda yarın ne olacağını bilen var demeyin.” buyurdu.
Rubeyyi (r. anhâ) bilgili, zeki bir hanımdı. İlmi meclislerinde bulunmayı severdi. Efendimizden çok hadis öğrenmişti. Abdest ile ilgili hadis ondan naklen gelmiştir. Bu konuda ashab-ı kiram gelir Rubeyyi (r. anhâ)’ya sorardı. Zira Resûlü Ekrem (s.a) efendimiz bir gün onun evinde öğle vakti istirahat etmiş, kalkınca abdest almıştı. Rubeyyi (r. anhâ) da Efendimizin nasıl abdest aldığına iyice dikkat edip öğrenmişti. Abdest alışını tamamlayıncaya kadar ayakta bekleyip, hizmet etmişti.
***
Birgün Âkil İbni Ebî Tâlib, Rubeyyi (r. anhâ)’yı ziyarete geldi. Rasûlullah (s.a)’in nasıl abdest aldığını sordu. Rubeyyi (r. anhâ) şöyle anlattı.
“Sevgili Peygamberimiz bize sık gelirdi. Birgün öğle vakti istirahat etti. Kalkınca su istedi. Su dolu bir ibrik getirdim. Önce ellerini güzelce yıkadı. Ağzına, burnuna su verdi. Yüzünü üç kere yıkadı. Sağ kolunu dirsekle beraber üç defa, aynı şekilde sol kolunu ovarak yıkadı. Sonra başını meshetti. Kulaklarının içini, dışını ve boynunu meshetti. Daha sonra sağ ayağını, topuklarıyla beraber üç defa, aynı şekilde sol ayağını yıkadı. Abdest almayı tamamlayınca şöyle dedi: “Benim bu abdestim gibi kim abdest alır sonra huşû ile iki rekat namaz kılarsa geçmiş günahları affolunur.” buyurdu.
***
Bir gün yine Muhammed İbni Ammar (r.a) Rubeyyi binti Muavviz (r. anhâ)’dan Resûl-i Ekrem (s.a)’in şekil ve şemâlini sordu. Bu soru karşısında duygulanan Rubeyyi (r. anhâ) kalbinde coşup taşan sevgiyi şöyle dile getirdi:
– “Ey oğul! Eğer sen onu görseydin, güneş doğuyor zannederdin…” dedi.
Rubeyyi (r. anhâ) Hz. Osman (r.a)’ın halifelik dönemini de yaşamıştır. Hayatlarının sonuna doğru ailevî bir geçimsizlik zuhur eder. Kocası ile aralarında şöyle bir konuşma geçer. Rubeyyi (r. anhâ):
– “Bütün mallarımı sana vermek suretiyle senden boşanmak istiyorum.” diye kocasına teklifte bulunur. Kocası teklifi kabul eder ve bütün sahib olduğu mala el koyar, hepsini alır. Rubeyyi (r. anhâ) sadece zırhını vermez. Kocası halifeye şikâyet eder. Hz. Osman (r. anhâ)’ın huzuruna birlikte duruşmaya çıkar. Her şeyi orada anlatılınca Hz. Osman (r.a):
– “İleri sürdüğün şart gereğince, dilerse onu da alır.” hükmünü verir. Rubeyyi (r. anhâ) savaşlarda giydiği zırhı da verip kocasından ayrılır.
Rubeyyi (r. anhâ) cesûr kahraman bir hanımdı. Bir çok savaşlara iştirak ederek müslümanlara hizmet etti. Çok yararlılıklar gösterdi. Askerlere su taşıdı. Yaralıları Medine-i Münevvere’ye nakletme konusunda yardımcı oldu. Babası ve amcası Bedir’de şehit düştü.
Rubeyyi binti Muavviz (r. anhâ) hayatının son dönemlerinde kendini tamamen ibadete verdi. Oğlu Muhammed ile birlikte hayatlarını geçirdiler. Onun Resûl-i Ekrem (s.a) efendimizden yirmi küsür hadis-i şerif naklettiği ve Abdullah İbni Abbas (r. anhüm)’ın da kendisinden bazı meseleler sorup müzakere ettiği rivayet edilmektedir.
Rubeyyi binti Muavviz (r.anha)’nın siyasî toplantılara katıldığı veya o taplantılarda konuşulan konulara kulak misafiri olduğu da nakledilmektedir. Hz. Osman (r.a)’ın halifeliği döneminde valileriyle ilgili olarak ortada konuşulan lâfları Ömer İbni Seleme, Ebû Musa el-Eş’ari Kusem İbni Abbas, Said İbni As aralarında konuşurken Rubeyyi binti Muavviz (r. anhâ) da bu sözleri duymuştu. Derin bir teesüre kapılmış ve bey’atine sâdık kalmıştı. Fitnelerden uzak kalarak yaşamayı tercih etmiş ve kendini tamamen ibadete vermişti.
Allah ondan razı olsun. Rabbımız bizleri şefaatlerine nail eylesin. Amin
29 Kasım 2014 Cumartesi
40 ALLAH IM BİNA ettiğin günden bu zamana kadar gökyüzünden yağan yağmurların sayısınca efendimiz MUHAMMED e onun zevcelerine zürriyetine nebi resül melek mukarrebin makamındaki diğer melekler ile salih kullarının hepsine salat eyle ALLAH ım donatıp yaydığın günden bu zumana kadar yeryüzünde biten bitkilerin sayısınca efendimiz MUHAMMED e sav salat eyle sayılarını ancaksenin bildiğin semadaki yıldızlar miktarınca efendimiz MUHAMMED e sav salat eyle yaratığın günden bu zamana kadar ruhların nefesleri kadar efendimiz MUHAMMED e sav salat eyle
41ALLAH IM yarattıklarının sayısı arşının ağırlığı şeyler ve ayetlerinin sayısınca ve bizatt razı olacağın kadar efendimiz MUHAMMED e onun zevcelerine zürriyetine nebi resül melek mukarrabin makamındaki diğer melekler ile salih kullarının hepsine salat eyle
42 ALLAH IN bütün yarattıklarının üzerinde senin üstünlüğün ve faziletin gibi kendilerine salavat okuyan bütün kullarının salavatından üstün ve fazilettli olan salavat ve selamla onlara selat eyle
41ALLAH IM yarattıklarının sayısı arşının ağırlığı şeyler ve ayetlerinin sayısınca ve bizatt razı olacağın kadar efendimiz MUHAMMED e onun zevcelerine zürriyetine nebi resül melek mukarrabin makamındaki diğer melekler ile salih kullarının hepsine salat eyle
42 ALLAH IN bütün yarattıklarının üzerinde senin üstünlüğün ve faziletin gibi kendilerine salavat okuyan bütün kullarının salavatından üstün ve fazilettli olan salavat ve selamla onlara selat eyle
27 Kasım 2014 Perşembe
AL-İ İMRAN SÜRESİ AYET 7: O dur sana indiren bu muazzam kitabı bunun muhkemat olan bazı ayetleri vardır onlar ana kitaptır diğer bir bölümde müteşabihattırAMA kalplerinde yamukluk olanlar fitne aramak tevilini aramak için onun müteşabih olanlarının peşine düşerler oysa onun tevilini ancak ALLAH bilir ilimde derin bilgi sahibi olanlar da şöyle şöyle derler ona inandık hepsi rabbimizden özü temiz olanlardan başkası düşünemez ( muhkemat : kastedilen anlama delaletleri kesin ibadetleri ihtimal ve karışıklıktan korunmuş anlamı açık ve net ayetlerdir MÜTEŞABİHAT birden fazla anlamaya imkan olup manaların bir birine benzer olduğu ayetlerdir her biri kastedilmiş olacak gibi görünmekte birbirlerine benzerler çetin anlamlara gelme ihtimali vardır hepsi mi biri mi kastedildiği net olarak anlaşılamaz konuşan ALLAH açısından hiçbir şüphe olmamakla birlikte muhatap dinleyen açısından anlaşılması zor ve sorunludur)
8 EY RABBİMİZ hidayetine erdirdikten sonra kalplerimizi yamultma katından bize bir rahmet ihsan et şüphesiz bütün dilekleri veren sensin sen
9 EY RABBİMİZ muhakkak ki sen insanlara geleceğinden şüphe olmayan bir günde toplayacaksın şüphesiz ALLAH vaadini şaşırmaz
10 o inkar edenler va ya muhakkak onların malları da çocuklarıda kendilerini ALLAH TAN zerrece kurtaracak değildir onlar o ateşin çırasıdır
8 EY RABBİMİZ hidayetine erdirdikten sonra kalplerimizi yamultma katından bize bir rahmet ihsan et şüphesiz bütün dilekleri veren sensin sen
9 EY RABBİMİZ muhakkak ki sen insanlara geleceğinden şüphe olmayan bir günde toplayacaksın şüphesiz ALLAH vaadini şaşırmaz
10 o inkar edenler va ya muhakkak onların malları da çocuklarıda kendilerini ALLAH TAN zerrece kurtaracak değildir onlar o ateşin çırasıdır
37 ALLAH IM EFENDİMİZ MUHAMMED in şefaat i kübrasını kabul eyle onun yüksek derecesini kabul eyle onun yüksek derecesini daha da yücelere çıkar efendimiz İbrahim ve musa ya verdiği gibi ona dünya ve ahirette de bütün istediklerini ihsan eyle
38 ALLAH ım efendimiz İbrahim ve onun aline salat ettiğin gibi efendimiz MUHAMMED e ve onun aline de salat eyle
ALLAH IM efendimize ibrahime ve onun aline bereket ihsan ettiğin gibi efendimiz MUHAMMED e ve onun aline de bereket ihsan eyle şüphesiz sen methedilmeye layık azamet ve şeref sahibilsin
39 ALLAH IM nebin ve resülün efendimiz MUHAMMED e hem seçilip çıkartılmış tertemiz dostun efendimiz ibrahime hem de kendisiyle konuştuğun (kelimullah ) ve sana vasıtasız münacat eden (neciyyullah ) efendimiz musa ya ayrıca senin emrinle babasız meydana gelen ( ruhullah ) ve bir şeye ol deyince olu veren (kelime) efendimiz isa ya ve meleklerin resüllerin nebilerin hayırlı kulların yer ve gök ehlinden seçip çıkardığın ( asfıya )ALLAH IN ikramına ulaşmış halis kullar ile veli kularının hepsine de salat ve selam eyle bereket ihsan eyle ALLAH teala mahlükatının sayıcısınca salavat okumaya razı olacağı ve bizzat istediği salavat sayısı kadar arşının ağırlığınca kelimelerinin sayısı ve çokluğu kadar
38 ALLAH ım efendimiz İbrahim ve onun aline salat ettiğin gibi efendimiz MUHAMMED e ve onun aline de salat eyle
ALLAH IM efendimize ibrahime ve onun aline bereket ihsan ettiğin gibi efendimiz MUHAMMED e ve onun aline de bereket ihsan eyle şüphesiz sen methedilmeye layık azamet ve şeref sahibilsin
39 ALLAH IM nebin ve resülün efendimiz MUHAMMED e hem seçilip çıkartılmış tertemiz dostun efendimiz ibrahime hem de kendisiyle konuştuğun (kelimullah ) ve sana vasıtasız münacat eden (neciyyullah ) efendimiz musa ya ayrıca senin emrinle babasız meydana gelen ( ruhullah ) ve bir şeye ol deyince olu veren (kelime) efendimiz isa ya ve meleklerin resüllerin nebilerin hayırlı kulların yer ve gök ehlinden seçip çıkardığın ( asfıya )ALLAH IN ikramına ulaşmış halis kullar ile veli kularının hepsine de salat ve selam eyle bereket ihsan eyle ALLAH teala mahlükatının sayıcısınca salavat okumaya razı olacağı ve bizzat istediği salavat sayısı kadar arşının ağırlığınca kelimelerinin sayısı ve çokluğu kadar
26 Kasım 2014 Çarşamba
32 ALLAH ım efendimiz MUHAMMED e öncekiler ( resüller nebiler ve ümmetlere )arasında salat eyle
ALLAHIM efendimiz MUHAMMED e sonrakiler ( kıyamete kadar gelecek olan ümmetler )arasında salat eyle ALLAHım efendimiz MUHAMMED e nebiler arasında salat eyle ALLAH ım efendimiz MUHAMED e mele-i a ladan ( mertebelerini en üstün olan melekler mukarrebin rühaniyyün nüraniyyün arşiyyün arasında) kıyamet gününe kadar salat eyle
33 ALLAHım efendimiz MUHAMMED e (cennetteki derecelerin en üstünü olan ) vesile makamını fazileti şerefi ve büyük mertebeyi ihsan eyle
34 ALLAH ım görmediğim halde efendimiz MUHAMMED e iman ettim cennetler içerisinde onu görmekten beni mahrum eyleme kendisi ile sohbet etmeyi bana nasip eyle beni onun dini (islam ) üzere öldür içtikten sonra asla susuzluk hissetmeyeceğimiz içimiz rahat insanın içine sinen ve doyurucu olan havzından bana da içir şüphesiz sen her şeye gücü yetensin ALLAH ım
35 ALLAH IM efendimiz MUHAMMED in ruhuna hürmet ve selamımı ulaştır
36 ALLAH IM efendim MUHAMMED e kendisini görmeden iman ettiğim gibi cennetlerde onun cemalini görmekten beni mahrum eyleme
ALLAHIM efendimiz MUHAMMED e sonrakiler ( kıyamete kadar gelecek olan ümmetler )arasında salat eyle ALLAHım efendimiz MUHAMMED e nebiler arasında salat eyle ALLAH ım efendimiz MUHAMED e mele-i a ladan ( mertebelerini en üstün olan melekler mukarrebin rühaniyyün nüraniyyün arşiyyün arasında) kıyamet gününe kadar salat eyle
33 ALLAHım efendimiz MUHAMMED e (cennetteki derecelerin en üstünü olan ) vesile makamını fazileti şerefi ve büyük mertebeyi ihsan eyle
34 ALLAH ım görmediğim halde efendimiz MUHAMMED e iman ettim cennetler içerisinde onu görmekten beni mahrum eyleme kendisi ile sohbet etmeyi bana nasip eyle beni onun dini (islam ) üzere öldür içtikten sonra asla susuzluk hissetmeyeceğimiz içimiz rahat insanın içine sinen ve doyurucu olan havzından bana da içir şüphesiz sen her şeye gücü yetensin ALLAH ım
35 ALLAH IM efendimiz MUHAMMED in ruhuna hürmet ve selamımı ulaştır
36 ALLAH IM efendim MUHAMMED e kendisini görmeden iman ettiğim gibi cennetlerde onun cemalini görmekten beni mahrum eyleme
25 Kasım 2014 Salı
AL -İ İMRAN SURESİNDE AYETE 3-4 O sana kitabı öncekileri onaylauıp doğrulamak üzere hakla indirilmektedir daha önce (de) insanlara doğru yolu göstermek için tevratı - ve incili indirmiştir bir de ayrıt eden Furkan ı indirdi ALLAH ın ayetlerini tanımayanlar var ya şüpehesiz onlara şiddetli bir azap vardır öyle ya ALLAH ın izzeti var intikamı var
5 ŞÜPHESİZ Kİ ne yer de nede gökte hiçbir şey ALLAH a gizli kalır
6 o rahimlerde dilediği nitelikte sizi biçimlendirendir (ondan ) başka tanrı yoktur ancak o vardır her şeye gücü yeter odur yaptığını sağlam yapan ve yaptığında bir hikmet bulunan odur
5 ŞÜPHESİZ Kİ ne yer de nede gökte hiçbir şey ALLAH a gizli kalır
6 o rahimlerde dilediği nitelikte sizi biçimlendirendir (ondan ) başka tanrı yoktur ancak o vardır her şeye gücü yeter odur yaptığını sağlam yapan ve yaptığında bir hikmet bulunan odur
25 ALLAH IM kendisine salat okumanız emrettiğin salat gibi efendimiz MUHAMMED e ve onun aline layık olduğu şekilde salat eyle
26 ALLAH ım efendimiz MUHAMMED e ve onun aline layık olduğu şekilde salateyle
27ALLAH ım kendisi için sevip razı olacağın şekilde efendimiz MUHAMMED e ve onun aline salat eyle
28 EFENDİMİZ MUHAMMED in ve alinin rabbi olan ey ALLAH ım efendimiz MUHAMMED e ve onun aline salat eyle cennetteki vesile makamını ve dereceyi ona ihsan eyle
29 EFENDİMİZ MUHAMMED in ve alinin rabbi olan ey ALLAH ım efendimiz MUHAMMED e (sav) layık olduğu şekilde mükafat ihsan eyle
30 ALLAH ım efendimiz MUHAMMED e onun ali ve ehli beytine salat eyle
31 ALLAH ım efendimiz MUHAMMED e ve onun aline salat adına verilmedik hiçbir salat kalmayıncaya kadar salat eyle
ALLAH ım efendimiz MUHAMMED e ve onun aline rahmet adına verilmedik hiç bir rahmet kalmayıncaya kadar rahmet ihsan eylesin
ALLAH ım efendimiz MUHAMMED e ve onun aline selam adına verilmedik hiç bir selam kalmayıncaya kadar selam eyle
24 Kasım 2014 Pazartesi
İŞTE SOGUK CEHENNDEM ALLAHIM SOGUK AZABLARDAN SICAK AZAPLARDAN KORUSUN İNŞALLAH AMİN
Önce şunu bilmek gerekir: Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur. Kudreti sınırlı olan, ilah olamaz. Allahü teâlâ, şeytana ve diğer kâfirlere azap etmekten âciz değildir. Kâfirlerin azapları hafiflemez, aksine artar. Bu konudaki âyetlerden birkaçının meali şöyledir:
(Kâfirleri, en şiddetli azapla cezalandıracağım.) [Al-i İmran 56]
(Onların azapları hiç hafifletilmez.) [Bekara 86]
(Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti kâfir olarak ölenlerin üzerinedir. Lânette temelli kalırlar, azapları da hafifletilmez ve geciktirilmez.) [Bekara 161, 162]
(Onların azapları hafifletilmez ve tehir de edilmez.) [Nahl 85]
(Orada devamlı kalırlar, azapları hafifletilmez, kurtuluş ümitleri de yoktur.) [Zuhruf 75]
Cehennemde sadece ateşle azap edilmez. Birçok azap çeşitleri vardır. Birkaçı şöyledir:
1- Dondurucu soğukla azap,
2- Yılan, akrep gibi hayvanların sokması,
3- Başına topuzlarla vurarak beynini parçalamak,
4- Aç bırakmak,
5- Zakkum yedirerek bağırsakları parçalamak,
6- Vücutları çok büyültülerek azabın şiddetlendirilmesi,
7- İrinli su içirmek,
8- Gayya kuyusuna atmak,
9- Uçurumlardan yuvarlamak,
10- Zifiri karanlıkta azap,
11- Büyük azap veren pis kokulara maruz bırakmak,
12- Azapların her gün katlanarak çoğaltılması ve sonsuza kadar devam etmesi,
13- En büyük azap da, Allahü teâlânın kahır sıfatıyla görülmesidir. Bu azap, diğer Cehennem azaplarından çok daha şiddetli olacaktır.
Kadızade Ahmed Efendi buyuruyor ki: Cehennemin bir bölümüne Zemherir (Zemheri) denir. Çok soğuk Cehennemdir. Soğukluğu pek şiddetlidir, bir an dayanılmaz. İmansızlara bir soğuk, bir sıcak, sonra soğuk, sonra ateşe atılarak şiddetli azap yapılacaktır. (Feraid-ül fevaid)
Cehennemde çok soğuk Zemherir azapları bulunduğu, Kimya-i saadet ve Dürret-ül-fahire kitaplarında yazılıdır. Buhârî, Müslim, İbni Mace ve diğer hadis kitaplarında, yazın sıcaklığı sıcak Cehennemin nefesinden, kışın soğukluğu da Zemherir Cehennemin nefesinden olduğu bildiriliyor. Reşahat kitabında da, (Zemherir denilen soğuk Cehennemin azabı çok şiddetlidir) deniyor.
İlk insan topraktan yaratıldı. Diğer insanların bedenleri toprak maddelerinden meydana geldi. Fakat insan, et ve kemiktir, toprak değildir. Cin de böyledir. Ateş ve havadan meydana gelmişse de, ateş ve hava değildir. Şeytan da ateş ve havadan yaratılmışsa da ateş ve hava değildir. (Eşbah, Akâm-il-Mercân)
Allahü teâlânın, şeytana soğuk Cehennemde de, sıcak Cehennemde de azap etmeye elbette gücü yeter. Âciz insanın yaptığı demir testere, demiri kestiği gibi, ateş de ateşi yakar. Bugün fen ilmine vakıf olanlar, cisimlerin elementlerden meydana geldiğini bilir. Mesela, yanıcı hidrojen gazı ile yakıcı oksijen gazının terkibiyle su meydana gelmektedir. Su ise, kendini meydana getiren oksijen ve hidrojene hiç benzemez. İnsan topraktan, cin ve şeytan da ateş ve havadan yaratıldığı hâlde, yaratılış maddelerine benzemez. Melekler nurdan yaratılmıştır. Kar ve ateşten yaratılanları da vardır. Mektubat-ı Rabbanî’deki bir hadis-i şerifte, (Meleklerin bir kısmı ateşten ve kardan yaratılmıştır. Bunlar, “Ateşle karı bir arada bulunduran Rabbimizde hiçbir noksanlık yoktur” derler) buyuruldu. (m. 260)
Bu melekler ateş ve kardan yaratıldığı hâlde ateş ve kar değildir.
Cehennem melekleri olan Zebaniler, Cehennemde emrolunan vazifelerini yapar. Cehennem ateşi bunlara zarar vermez. Denizin balığa zararlı olmaması gibidir. (Herkese Lazım Olan İman)
Kur’an-ı kerimin birçok yerinde, (Ve hüve ala külli şey’in kadir = Onun her şeye gücü yeter) buyuruluyor. İki âyet-i kerime meali şöyledir:
(Göklerin ve yerin hükümranlığının Allah’ın olduğunu elbette bilirsin. O dilediğine azap eder, dilediğini bağışlar. Allah her şeye kadirdir.) [Maide 40]
(Allah, sana bir sıkıntı verirse, Ondan başkası gideremez. Sana bir iyilik verirse, onu başkası engelleyemez. O, her şeye kadirdir.) [Enam 17]
Cehennem azapları çeşit çeşittir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir. O, karınlarda maden eriyiği gibi, suyun kaynaması gibi kaynar. “Suçluyu yakalayın, Cehennemin ortasına sürükleyin, sonra başına azap olarak kaynar su dökün” denir.) [Duhan 43-48]
(Elbette zakkum ağacından yiyeceksiniz. Karınlarınızı onunla dolduracaksınız; kaynar sudan içeceksiniz; susamış develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz. İşte ceza gününde onlara sunulacak ziyafet budur!) [Vakıa 52-56]
(Cehennemde ona irinli su içirilir! O suyu yudumlar, ama yutamaz. Ölüm [öldürücü azap] ona her yönden gelirse de, ölüp kurtulamaz, arkasından çetin bir azap gelir.) [İbrahim 16, 17]
(Kâfirler için hazırlanan yakıtı insan ve taş olan ateşten sakının!) [Bekara 24]
(Âyetlerimizi inkâr edenleri ateşe sokarız; onların derileri yandıkça, daha fazla acı duymaları için derilerini değiştiririz. Allah güçlü ve hakîmdir!) [Nisa 56] (Onların derileri değişmese de, Allahü teâlânın azap etmeye gücü yeter. Ancak yeni deriler yaratarak azapları artıyor.)
(Onların azaplarını kat kat artıracağız.) [Nahl 88] (Cennette, müminlere nimetleri her gün kat kat artırıldığı gibi, Cehennemde de kâfirlere her gün azapları katlanır. Katlanarak çoğalan azaplar sonsuza kadar böyle devam eder. Bu, Allahü teâlâ için güç bir şey değildir. Ol demesi yeterlidir.)
Kâfirlere böyle azap edilirken müminler rahat içindedir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Müslümanlar, Cennette koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar; orada ne yakıcı sıcak görülür, ne de dondurucu soğuk.) [İnsan 13] (Yakıcı sıcak, dondurucu soğuk Cehennemdedir.)
(Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insan ve taş olan ateşten koruyun.) [Tahrim 6] (Taşı yakan âhiret ateşine, zamanla insanın derisi nasıl alışır? Dünya ateşine bile hangi odun, hangi kereste alışabilir ki? Ateş yakar, odun yanar. Ateşe alışmak tâbiri çok yanlıştır.)
Bu âyeti dinleyen bir genç, bu nasıl taş diye sorunca, Resulullah efendimiz, (O taşlardan biri bir dağ üstüne atılsa, bütün dağlar [bütün dünya] kül olur) buyurdu. (İbni Ebi-d-dünya)
Yukarıdaki âyet-i kerimeleri açıklayan hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:
(Kâfirler, Cehennemde isteklerinin hiçbiri karşılanmayınca, “Yâ Mâlik, Rabbin hiç değilse canımızı alsın” derler. O da “Siz ölmeden, hep böyle azapta kalacaksınız” der.) [Tirmizî] (Zuhruf sûresinin 77, Mümin sûresinin 49 ve 50. âyetleri de aynı mealdedir.)
(Cehennemliklere ateş dokununca, yakıp kömür eder.) [Müslim]
(Cehennemden bir damla su gelse, dünyayı zehir eder.) [Beyhekî]
(Cehennem yılanının soktuğu kâfirin bütün etleri dökülür. Cehennem akrepleri kâfiri soktuğunda, zehrinin acısı, Cehennem ateşini unutturur.) [Hâkim]
(Cehennem halkının yiyeceği olan zakkumdan bir damla, sulara karışsa, hepsini zehirler, içilmez hâle getirir. Ya bütün yiyecekleri zakkum olanların hâlini düşünün!) [Hâkim, Tirmizî]
(Cehennemde yılanın soktuğu kimse, 70 yıl acısını çeker.) [İ. Ahmed, Taberanî, Hâkim]
(Cehennemin demir topuzuyla, bir dağa vurulsa, dağ parçalanır kül hâline gelir.) [Hâkim]
(Allahü teâlâ, ateşe iki defa nefes almaya izin verdi. Biri yazın, biri kışın. Yazın en şiddetli sıcağı ile kışın zemheri soğuğu onun iki nefesidir.) [Buhârî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, İbni Mace, Nesaî]
Yukarıdaki âyet-i kerime ve hadis-i şerifler, Allahü teâlânın her şeye gücü yettiğini, azap etmekten âciz olmadığını, şeytana ve kâfirlere, artırarak sonsuza kadar, çeşitli şekillerde azap edeceğini göstermektedir. Bazı şeylere güç yetiremeyen, ilah olamaz.
Dondurucu soğuk
Sual: İnsan suresinin, (Müslümanlar Cennette koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar; orada ne yakıcı sıcak görülür, ne de dondurucu soğuk) mealindeki 13. âyeti Cenneti anlatmaktadır. Bu âyet Cehennemde ateşin ve dondurucu soğuğun olduğunu işaret etmiyor mu?
CEVAP
Âyete biz mana veremeyiz. Ancak İslam âlimleri, adı Zemheri olan çok şiddetli soğuk bir Cehennemin olduğunu bildiriyorlar. Kütüb-i sittede bulunan bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Allahü teâlâ ateşe iki defa nefes almaya izin verdi. Biri yazın, biri kışın. Yazın en şiddetli sıcağı ile kışın zemheri soğuğu onun iki nefesidir.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mace, Nesai]
Şeytana azap
Sual: Ateşten yaratılan şeytan, Cehennemde azap görebilir mi?
CEVAP
Hâşâ Allah, şeytana azap vermekten aciz midir? Kitaplarda bildiriliyor ki:
Cehennemin bir bölümüne Zemherir denir. Yani soğuk Cehennemdir. Soğukluğu pek şiddetlidir. Bir an dayanılmaz. İmansızlara bir soğuk, bir sıcak, sonra soğuk, sonra sıcak Cehenneme atılarak şiddetli azap yapılacaktır. (Feraid-ül fevaid)
Cehennemde soğuk Zemherir azaplarının bulunduğu, imam-ı Gazali hazretlerinin Kimya-i Saadet ve başka kitaplarında da bildirilmektedir. İlk insan topraktan yaratıldı. Diğer insanların bedenleri toprak maddelerinden meydana geldi. Fakat insan, et ve kemiktir, toprak değildir. Cin de böyledir. Ateş ve havadan meydana gelmişse de, ateş ve hava değildir. Şeytan da ateş ve havadan yaratılmışsa da ateş ve hava değildir. (Akâm-il-Mercân)
Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur. Aciz değildir. Şeytana soğuk Cehennemde de, sıcak Cehennemde de azap eder. Demir testere demiri kestiği gibi, ateş de ateşi yakar. Allahü teâlâ için hiçbir güçlük yoktur. Cehennem ateşi o kadar şiddetlidir ki, dünyaya bir kıvılcım gelse, her şeyi yakıp kül eder. (Tergib)
Bugün fen ilmine vakıf olanlar, cisimlerin elementlerden meydana geldiğini bilir. Mesela, yanıcı hidrojen gazı ile yakıcı oksijen gazının terkibiyle su meydana gelmektedir. Su ise, kendini meydana getiren oksijen ve hidrojene hiç benzememektedir. İnsan topraktan, cin ve şeytan da ateş ve havadan yaratıldığı halde, yaratılış maddelerine benzemez.
Kısacası Allahü teâlâ, zalimlerin cezasını vermekten aciz değildir. Soğukla cezalandırdığı gibi, ateşle veya başka bir şeyle de cezalandırır. Cehennemde azap sadece ateşle değildir. Çeşitli azap şekilleri vardır ALLAH IM CEHENDEM ATEŞİNDEN BİZLERİ SOGUNDAN KORUSUN İNŞALLAH AMİN
Önce şunu bilmek gerekir: Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur. Kudreti sınırlı olan, ilah olamaz. Allahü teâlâ, şeytana ve diğer kâfirlere azap etmekten âciz değildir. Kâfirlerin azapları hafiflemez, aksine artar. Bu konudaki âyetlerden birkaçının meali şöyledir:
(Kâfirleri, en şiddetli azapla cezalandıracağım.) [Al-i İmran 56]
(Onların azapları hiç hafifletilmez.) [Bekara 86]
(Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti kâfir olarak ölenlerin üzerinedir. Lânette temelli kalırlar, azapları da hafifletilmez ve geciktirilmez.) [Bekara 161, 162]
(Onların azapları hafifletilmez ve tehir de edilmez.) [Nahl 85]
(Orada devamlı kalırlar, azapları hafifletilmez, kurtuluş ümitleri de yoktur.) [Zuhruf 75]
Cehennemde sadece ateşle azap edilmez. Birçok azap çeşitleri vardır. Birkaçı şöyledir:
1- Dondurucu soğukla azap,
2- Yılan, akrep gibi hayvanların sokması,
3- Başına topuzlarla vurarak beynini parçalamak,
4- Aç bırakmak,
5- Zakkum yedirerek bağırsakları parçalamak,
6- Vücutları çok büyültülerek azabın şiddetlendirilmesi,
7- İrinli su içirmek,
8- Gayya kuyusuna atmak,
9- Uçurumlardan yuvarlamak,
10- Zifiri karanlıkta azap,
11- Büyük azap veren pis kokulara maruz bırakmak,
12- Azapların her gün katlanarak çoğaltılması ve sonsuza kadar devam etmesi,
13- En büyük azap da, Allahü teâlânın kahır sıfatıyla görülmesidir. Bu azap, diğer Cehennem azaplarından çok daha şiddetli olacaktır.
Kadızade Ahmed Efendi buyuruyor ki: Cehennemin bir bölümüne Zemherir (Zemheri) denir. Çok soğuk Cehennemdir. Soğukluğu pek şiddetlidir, bir an dayanılmaz. İmansızlara bir soğuk, bir sıcak, sonra soğuk, sonra ateşe atılarak şiddetli azap yapılacaktır. (Feraid-ül fevaid)
Cehennemde çok soğuk Zemherir azapları bulunduğu, Kimya-i saadet ve Dürret-ül-fahire kitaplarında yazılıdır. Buhârî, Müslim, İbni Mace ve diğer hadis kitaplarında, yazın sıcaklığı sıcak Cehennemin nefesinden, kışın soğukluğu da Zemherir Cehennemin nefesinden olduğu bildiriliyor. Reşahat kitabında da, (Zemherir denilen soğuk Cehennemin azabı çok şiddetlidir) deniyor.
İlk insan topraktan yaratıldı. Diğer insanların bedenleri toprak maddelerinden meydana geldi. Fakat insan, et ve kemiktir, toprak değildir. Cin de böyledir. Ateş ve havadan meydana gelmişse de, ateş ve hava değildir. Şeytan da ateş ve havadan yaratılmışsa da ateş ve hava değildir. (Eşbah, Akâm-il-Mercân)
Allahü teâlânın, şeytana soğuk Cehennemde de, sıcak Cehennemde de azap etmeye elbette gücü yeter. Âciz insanın yaptığı demir testere, demiri kestiği gibi, ateş de ateşi yakar. Bugün fen ilmine vakıf olanlar, cisimlerin elementlerden meydana geldiğini bilir. Mesela, yanıcı hidrojen gazı ile yakıcı oksijen gazının terkibiyle su meydana gelmektedir. Su ise, kendini meydana getiren oksijen ve hidrojene hiç benzemez. İnsan topraktan, cin ve şeytan da ateş ve havadan yaratıldığı hâlde, yaratılış maddelerine benzemez. Melekler nurdan yaratılmıştır. Kar ve ateşten yaratılanları da vardır. Mektubat-ı Rabbanî’deki bir hadis-i şerifte, (Meleklerin bir kısmı ateşten ve kardan yaratılmıştır. Bunlar, “Ateşle karı bir arada bulunduran Rabbimizde hiçbir noksanlık yoktur” derler) buyuruldu. (m. 260)
Bu melekler ateş ve kardan yaratıldığı hâlde ateş ve kar değildir.
Cehennem melekleri olan Zebaniler, Cehennemde emrolunan vazifelerini yapar. Cehennem ateşi bunlara zarar vermez. Denizin balığa zararlı olmaması gibidir. (Herkese Lazım Olan İman)
Kur’an-ı kerimin birçok yerinde, (Ve hüve ala külli şey’in kadir = Onun her şeye gücü yeter) buyuruluyor. İki âyet-i kerime meali şöyledir:
(Göklerin ve yerin hükümranlığının Allah’ın olduğunu elbette bilirsin. O dilediğine azap eder, dilediğini bağışlar. Allah her şeye kadirdir.) [Maide 40]
(Allah, sana bir sıkıntı verirse, Ondan başkası gideremez. Sana bir iyilik verirse, onu başkası engelleyemez. O, her şeye kadirdir.) [Enam 17]
Cehennem azapları çeşit çeşittir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir. O, karınlarda maden eriyiği gibi, suyun kaynaması gibi kaynar. “Suçluyu yakalayın, Cehennemin ortasına sürükleyin, sonra başına azap olarak kaynar su dökün” denir.) [Duhan 43-48]
(Elbette zakkum ağacından yiyeceksiniz. Karınlarınızı onunla dolduracaksınız; kaynar sudan içeceksiniz; susamış develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz. İşte ceza gününde onlara sunulacak ziyafet budur!) [Vakıa 52-56]
(Cehennemde ona irinli su içirilir! O suyu yudumlar, ama yutamaz. Ölüm [öldürücü azap] ona her yönden gelirse de, ölüp kurtulamaz, arkasından çetin bir azap gelir.) [İbrahim 16, 17]
(Kâfirler için hazırlanan yakıtı insan ve taş olan ateşten sakının!) [Bekara 24]
(Âyetlerimizi inkâr edenleri ateşe sokarız; onların derileri yandıkça, daha fazla acı duymaları için derilerini değiştiririz. Allah güçlü ve hakîmdir!) [Nisa 56] (Onların derileri değişmese de, Allahü teâlânın azap etmeye gücü yeter. Ancak yeni deriler yaratarak azapları artıyor.)
(Onların azaplarını kat kat artıracağız.) [Nahl 88] (Cennette, müminlere nimetleri her gün kat kat artırıldığı gibi, Cehennemde de kâfirlere her gün azapları katlanır. Katlanarak çoğalan azaplar sonsuza kadar böyle devam eder. Bu, Allahü teâlâ için güç bir şey değildir. Ol demesi yeterlidir.)
Kâfirlere böyle azap edilirken müminler rahat içindedir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Müslümanlar, Cennette koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar; orada ne yakıcı sıcak görülür, ne de dondurucu soğuk.) [İnsan 13] (Yakıcı sıcak, dondurucu soğuk Cehennemdedir.)
(Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insan ve taş olan ateşten koruyun.) [Tahrim 6] (Taşı yakan âhiret ateşine, zamanla insanın derisi nasıl alışır? Dünya ateşine bile hangi odun, hangi kereste alışabilir ki? Ateş yakar, odun yanar. Ateşe alışmak tâbiri çok yanlıştır.)
Bu âyeti dinleyen bir genç, bu nasıl taş diye sorunca, Resulullah efendimiz, (O taşlardan biri bir dağ üstüne atılsa, bütün dağlar [bütün dünya] kül olur) buyurdu. (İbni Ebi-d-dünya)
Yukarıdaki âyet-i kerimeleri açıklayan hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:
(Kâfirler, Cehennemde isteklerinin hiçbiri karşılanmayınca, “Yâ Mâlik, Rabbin hiç değilse canımızı alsın” derler. O da “Siz ölmeden, hep böyle azapta kalacaksınız” der.) [Tirmizî] (Zuhruf sûresinin 77, Mümin sûresinin 49 ve 50. âyetleri de aynı mealdedir.)
(Cehennemliklere ateş dokununca, yakıp kömür eder.) [Müslim]
(Cehennemden bir damla su gelse, dünyayı zehir eder.) [Beyhekî]
(Cehennem yılanının soktuğu kâfirin bütün etleri dökülür. Cehennem akrepleri kâfiri soktuğunda, zehrinin acısı, Cehennem ateşini unutturur.) [Hâkim]
(Cehennem halkının yiyeceği olan zakkumdan bir damla, sulara karışsa, hepsini zehirler, içilmez hâle getirir. Ya bütün yiyecekleri zakkum olanların hâlini düşünün!) [Hâkim, Tirmizî]
(Cehennemde yılanın soktuğu kimse, 70 yıl acısını çeker.) [İ. Ahmed, Taberanî, Hâkim]
(Cehennemin demir topuzuyla, bir dağa vurulsa, dağ parçalanır kül hâline gelir.) [Hâkim]
(Allahü teâlâ, ateşe iki defa nefes almaya izin verdi. Biri yazın, biri kışın. Yazın en şiddetli sıcağı ile kışın zemheri soğuğu onun iki nefesidir.) [Buhârî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, İbni Mace, Nesaî]
Yukarıdaki âyet-i kerime ve hadis-i şerifler, Allahü teâlânın her şeye gücü yettiğini, azap etmekten âciz olmadığını, şeytana ve kâfirlere, artırarak sonsuza kadar, çeşitli şekillerde azap edeceğini göstermektedir. Bazı şeylere güç yetiremeyen, ilah olamaz.
Dondurucu soğuk
Sual: İnsan suresinin, (Müslümanlar Cennette koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar; orada ne yakıcı sıcak görülür, ne de dondurucu soğuk) mealindeki 13. âyeti Cenneti anlatmaktadır. Bu âyet Cehennemde ateşin ve dondurucu soğuğun olduğunu işaret etmiyor mu?
CEVAP
Âyete biz mana veremeyiz. Ancak İslam âlimleri, adı Zemheri olan çok şiddetli soğuk bir Cehennemin olduğunu bildiriyorlar. Kütüb-i sittede bulunan bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Allahü teâlâ ateşe iki defa nefes almaya izin verdi. Biri yazın, biri kışın. Yazın en şiddetli sıcağı ile kışın zemheri soğuğu onun iki nefesidir.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mace, Nesai]
Şeytana azap
Sual: Ateşten yaratılan şeytan, Cehennemde azap görebilir mi?
CEVAP
Hâşâ Allah, şeytana azap vermekten aciz midir? Kitaplarda bildiriliyor ki:
Cehennemin bir bölümüne Zemherir denir. Yani soğuk Cehennemdir. Soğukluğu pek şiddetlidir. Bir an dayanılmaz. İmansızlara bir soğuk, bir sıcak, sonra soğuk, sonra sıcak Cehenneme atılarak şiddetli azap yapılacaktır. (Feraid-ül fevaid)
Cehennemde soğuk Zemherir azaplarının bulunduğu, imam-ı Gazali hazretlerinin Kimya-i Saadet ve başka kitaplarında da bildirilmektedir. İlk insan topraktan yaratıldı. Diğer insanların bedenleri toprak maddelerinden meydana geldi. Fakat insan, et ve kemiktir, toprak değildir. Cin de böyledir. Ateş ve havadan meydana gelmişse de, ateş ve hava değildir. Şeytan da ateş ve havadan yaratılmışsa da ateş ve hava değildir. (Akâm-il-Mercân)
Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur. Aciz değildir. Şeytana soğuk Cehennemde de, sıcak Cehennemde de azap eder. Demir testere demiri kestiği gibi, ateş de ateşi yakar. Allahü teâlâ için hiçbir güçlük yoktur. Cehennem ateşi o kadar şiddetlidir ki, dünyaya bir kıvılcım gelse, her şeyi yakıp kül eder. (Tergib)
Bugün fen ilmine vakıf olanlar, cisimlerin elementlerden meydana geldiğini bilir. Mesela, yanıcı hidrojen gazı ile yakıcı oksijen gazının terkibiyle su meydana gelmektedir. Su ise, kendini meydana getiren oksijen ve hidrojene hiç benzememektedir. İnsan topraktan, cin ve şeytan da ateş ve havadan yaratıldığı halde, yaratılış maddelerine benzemez.
Kısacası Allahü teâlâ, zalimlerin cezasını vermekten aciz değildir. Soğukla cezalandırdığı gibi, ateşle veya başka bir şeyle de cezalandırır. Cehennemde azap sadece ateşle değildir. Çeşitli azap şekilleri vardır ALLAH IM CEHENDEM ATEŞİNDEN BİZLERİ SOGUNDAN KORUSUN İNŞALLAH AMİN
22 ALLAH ım efendimiz İbrahim e be reket ihsan ettiğin gibi efendimizin MUHAMMED e ve onun aline de bereket ihsan eyle şüphesiz sen methedilmeye layık azamet ve şeref şahibisin
23 efendimiz MUHAMMED e onun aline ashabına çocuklarına zevcelerine zürriyetine ehli beytine evlilikle oluşan akrabalarına ensarınna kendisini takip eden fırkalarına sevenlerine ümmetine ve onlarala beraber hepimize salat eyle ey merhametlilerin merhametlisi olan ALLAH ım
24ALLAH ım efendimiz MUHAMMED e salat edenleri sayısınca salat eyel salat etmeyenlerin sayısınca salat eyle ALLAH ım efendimizin MUHAMMED e kendisine salat okumamız emrettiğin salat gibi salat eyle efendimiz MUHAMMED e nasıl salat edilmesini istiyorsan o şekilde salat eyle sesenin izinle islama davet eden müjdeci şahit alemlerin rabbi olan allah ım resülü takva sahiplerinin imamı resülerin efendisi nebilerin sonucusu efendimiz ABDULLAH oglu MUHAMMED in üzerine olsun ona selam olsun selamun aleyküm peygamberim benim
23 efendimiz MUHAMMED e onun aline ashabına çocuklarına zevcelerine zürriyetine ehli beytine evlilikle oluşan akrabalarına ensarınna kendisini takip eden fırkalarına sevenlerine ümmetine ve onlarala beraber hepimize salat eyle ey merhametlilerin merhametlisi olan ALLAH ım
24ALLAH ım efendimiz MUHAMMED e salat edenleri sayısınca salat eyel salat etmeyenlerin sayısınca salat eyle ALLAH ım efendimizin MUHAMMED e kendisine salat okumamız emrettiğin salat gibi salat eyle efendimiz MUHAMMED e nasıl salat edilmesini istiyorsan o şekilde salat eyle sesenin izinle islama davet eden müjdeci şahit alemlerin rabbi olan allah ım resülü takva sahiplerinin imamı resülerin efendisi nebilerin sonucusu efendimiz ABDULLAH oglu MUHAMMED in üzerine olsun ona selam olsun selamun aleyküm peygamberim benim
23 Kasım 2014 Pazar
Safer Ayı Kaç Gün Neler Yapmalı?
Safer ayı, Muharrem ayından sonra gelen 12 hicrî aydan birisidir.
Bazı kimseler: "Safer diye adlandırılmasının sebebi; Mekke halkı yolculuğa çıktıkları zaman Mekke'nin insanlardan boşalması ve yalnız kalmasından dolayıdır", demişlerdir.
Bazı kimseler de: "Bu ayın Safer diye adlandırılmasının sebebi; Arapların bu ayda kabilelerle savaşmaları ve savaştıkları kabilelerin her türlü mallarını alarak onları mal ve mülkten yoksun bırakmalarından dolayıdır", demişlerdir.
Safer ayına has özel bir dua veya ibadet şekli de yoktur. Peygamber Efendimiz (sas)'in yaptığı günlük ibadet ve dualar, bu ayda da yapılır.
Her ne kadar güvenilir kaynaklarla teyit edilmese de, burada, Safer ayında yapılması uygun bulunan şu duayı zikredebilir ve hemen altta anlatılan namazı kılabilirsiniz:
"Bismillahirrahmanirrahim: Allah’ım; hamd ve şükür Sana mahsustur! Minnetim Sana’dır! Ben Senin kulunum; ve ben bundan dolayı huzurluyum! Nefsimi, dinimi, dünyamı, ahiretimi, işlerimin sonunu ve amelimi Sana emanet ediyorum. Bütün Muhammed (sas) ümmetini Senin gücünün, havlinin, kudretinin ve kuvvetinin şiddetinden, Sana emanet ediyorum! Muhakkak Sen, emaneti koruyansın; hükmü nafiz olansın; kazası galib olansın!"
"Ya Ahkeme’l-Hakimin ve ya Esrae’l-Hasibin ve ya Ekrame me’mûlin ve ecvede mes’ûlin ya Hayyu ya Kayyumu ya Kadimü ya Ferdu ya Vitru ya Ehadu ya Samedu ya men lem yelid ve lem yuled ve lem yekun lehu küfüven ehad! Ya Azizu Ya Vehhabu Salla’llahu ala hayr-i halkıhi Muhammedin ve alihi ve sahbihi ecma’in! Amin!"
Bu hayırlı ayın son çarşamba gecesi veya günü, afat-ı semaviye ve afat-ı araziyeden muhafaza olmak için 2 rek'at namaz kılınır.
Her rek'atte 1 Fatiha-i şerife, 11 İhlas-ı şerif okunur.
Namazdan sonra en az 11 İstiğfar-ı şerif (Estağfirullah el-azim) denir ve 11 Salat-ı Münciye okunup sonunda; "İnneke ala külli şeyin kadir" denecek.
Duada: "Ya Rabbi! Beni, ailemi ve bütün müminleri, affet ve muhafaza eyle" denir.
Safer ayı, Muharrem ayından sonra gelen 12 hicrî aydan birisidir.
Bazı kimseler: "Safer diye adlandırılmasının sebebi; Mekke halkı yolculuğa çıktıkları zaman Mekke'nin insanlardan boşalması ve yalnız kalmasından dolayıdır", demişlerdir.
Bazı kimseler de: "Bu ayın Safer diye adlandırılmasının sebebi; Arapların bu ayda kabilelerle savaşmaları ve savaştıkları kabilelerin her türlü mallarını alarak onları mal ve mülkten yoksun bırakmalarından dolayıdır", demişlerdir.
Safer ayına has özel bir dua veya ibadet şekli de yoktur. Peygamber Efendimiz (sas)'in yaptığı günlük ibadet ve dualar, bu ayda da yapılır.
Her ne kadar güvenilir kaynaklarla teyit edilmese de, burada, Safer ayında yapılması uygun bulunan şu duayı zikredebilir ve hemen altta anlatılan namazı kılabilirsiniz:
"Bismillahirrahmanirrahim: Allah’ım; hamd ve şükür Sana mahsustur! Minnetim Sana’dır! Ben Senin kulunum; ve ben bundan dolayı huzurluyum! Nefsimi, dinimi, dünyamı, ahiretimi, işlerimin sonunu ve amelimi Sana emanet ediyorum. Bütün Muhammed (sas) ümmetini Senin gücünün, havlinin, kudretinin ve kuvvetinin şiddetinden, Sana emanet ediyorum! Muhakkak Sen, emaneti koruyansın; hükmü nafiz olansın; kazası galib olansın!"
"Ya Ahkeme’l-Hakimin ve ya Esrae’l-Hasibin ve ya Ekrame me’mûlin ve ecvede mes’ûlin ya Hayyu ya Kayyumu ya Kadimü ya Ferdu ya Vitru ya Ehadu ya Samedu ya men lem yelid ve lem yuled ve lem yekun lehu küfüven ehad! Ya Azizu Ya Vehhabu Salla’llahu ala hayr-i halkıhi Muhammedin ve alihi ve sahbihi ecma’in! Amin!"
Bu hayırlı ayın son çarşamba gecesi veya günü, afat-ı semaviye ve afat-ı araziyeden muhafaza olmak için 2 rek'at namaz kılınır.
Her rek'atte 1 Fatiha-i şerife, 11 İhlas-ı şerif okunur.
Namazdan sonra en az 11 İstiğfar-ı şerif (Estağfirullah el-azim) denir ve 11 Salat-ı Münciye okunup sonunda; "İnneke ala külli şeyin kadir" denecek.
Duada: "Ya Rabbi! Beni, ailemi ve bütün müminleri, affet ve muhafaza eyle" denir.
YARABBİM ŞÜKÜRLER OLSUN SANA SENDEN SANA SIGINIRIM BELANDAN SANA SIGINIRIM GAZABIN DAN SANA SINIRIM ÇOLUMU ÇOCUKLARIMI EŞİMİ AYLEMİ ANNE BABAMI VE KARDEŞLERİMİ ABİMİ ÇOCUKLARIN SEN HERTÜRLÜ BELADAN NUSUBETEN KORU SAFER AYINDA İNE BELA NUSUBETLERDEN UZAK VE EMİN EYLE DOSLARIMIDA KORU ALLAHIM AMİN
"Bismillahirrahmanirrahim: Allah’ım; hamd ve şükür Sana mahsustur! Minnetim Sana’dır! Ben Senin kulunum; ve ben bundan dolayı huzurluyum! Nefsimi, dinimi, dünyamı, ahiretimi, işlerimin sonunu ve amelimi Sana emanet ediyorum. Bütün Muhammed (sas) ümmetini Senin gücünün, havlinin, kudretinin ve kuvvetinin şiddetinden, Sana emanet ediyorum! Muhakkak Sen, emaneti koruyansın; hükmü nafiz olansın; kazası galib olansın!"
"Bismillahirrahmanirrahim: Allah’ım; hamd ve şükür Sana mahsustur! Minnetim Sana’dır! Ben Senin kulunum; ve ben bundan dolayı huzurluyum! Nefsimi, dinimi, dünyamı, ahiretimi, işlerimin sonunu ve amelimi Sana emanet ediyorum. Bütün Muhammed (sas) ümmetini Senin gücünün, havlinin, kudretinin ve kuvvetinin şiddetinden, Sana emanet ediyorum! Muhakkak Sen, emaneti koruyansın; hükmü nafiz olansın; kazası galib olansın!"
SEFER AYI BELA AYIDIR BUGÜN BİRİDİR
İŞDE BİLGİLERİ
Hamd, Allah Teâlâ'ya mahsustur. Salât ve selâm, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in üzerine olsun.
Safer ayı, Muharrem ayından sonra gelen12 hicrî aydan birisidir.
Bazı kimseler: "'Safer' diye adlandırılmasının sebebi; Mekke halkı yolculuğa çıktıkları zaman Mekke'nin insanlardan boşalması ve yalnız kalmasından dolayıdır", demişlerdir.
Bazı kimseler de: "Bu ayın Safer diye adlandırılmasının sebebi; Arapların bu ayda kabilelerle savaşmaları ve savaştıkları kabilelerin her türlü mallarını alarak onları mal ve mülkten yoksun bırakmalarından dolayıdır", demişlerdir.[1]
Bu ay (Safer) hakkındaki konumuz, aşağıdaki noktaları içermektedir:
Câhiliye arapları tarafından bu ayda yapılan şeyler.
Câhiliye halkının, İslâm şeriatına aykırı olan hareketleri.
Bu ayda, İslâm'a mensup kimselerde bulunan bid'atlar ve bâtıl inançlar.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in hayatında bu ayda meydana gelen savaşlar ve önemli olaylar.
Safer ayı hakkında gelen uydurma ve yalan hadisler.
Birincisi: Câhiliye arapları tarafından bu ayda yapılan şeyler:
Câhiliye araplarının Safer ayında iki büyük münkerleri vardı:
Birincisi: Takdim ve tehir konusunda bu ayla diledikleri gibi oynarlardı.
İkincisi: Bu ayın uğursuzluğuna inanırlardı.
Bilindiği gibi Allah Teâlâ yılı, on iki ay olarak yaratmış, bunlardan dört tanesini "Haram Aylar" saymış ve şânlarının yüceliğinden dolayı bu aylarda savaşmayı haram kılmıştır.
Bu haram aylar şunlardır: Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Receb.
Bunu doğrulayan söz, Allah'ın kitabından Allah Teâlâ'nın şu sözüdür:
[ سورة التوبة الآية: 36]
"Şüphesiz, Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü hükmünde (ve Levh-i Mahfuz'da yazılı olduğu), ayların sayısı on iki ay olup bunlardan dördü haram aylardır.İşte dosdoğru dîn budur. O halde bunlarda nefislerinize zulmetmeyin ve müşrikler nasıl sizinle topyekün savaşıyorlarsa, siz de onlarla topyekün savaşın ve bilin ki Allah, (desteği ve yardımı ile) takvâ sahipleriyle beraberdir."[2]
Nitekim müşrikler bunu böyle bilmişler, fakat bu ayı, kendi arzularına göre takdim ve tehir etmişlerdir. Bu takdim ve tehir işinden birisi de, Muharrem ayının yerine, Safer ayını önceye almalarıdır (üç ay arka arkaya haram olmasın diye, Muharrem ayının haramlılığını Safer ayından sonraya ertelemişlerdir).
Müşrikler, hac aylarında umre yapmanın, günahların en büyüğü olduğuna inanırlardı.
Aşağıdaki zikredilen şeyler, bazı ilim ehlinin bu konudaki görüşlerdir:
İbn-i Abbas'tan -Allah ondan ve babasından râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre o şöyle demiştir:
(( كَانُوا يَرَوْنَ أَنَّ الْعُمْرَةَ فِي أَشْهُرِ الْحَجِّ مِنْ أَفْجَرِ الْفُجُورِ فِي الْأَرْضِ، وَيَجْعَلُونَ الْمُحَرَّمَ صَفَرًا، وَيَقُولُونَ: إِذَا بَرَا الدَّبَرْ، وَعَفَا الْأَثَرْ، وَانْسَلَخَ صَفَرْ، حَلَّتْ الْعُمْرَةُ لِمَنْ اعْتَمَرْ.)) [ رواه البخاري ومسلم ]
"Câhiliye halkı, hac aylarında umre yapmayı, yeryüzünde işlenen en büyük günah olarak görürler, Muharrem'i Safer yaparlar (Muharrem'in yerine Safer'i öne alırlar) ve şöyle derlerdi: (Uzun hac yolculuğu sebebiyle üzerine binilen) devenin sırtında meydana gelen yara iyileşir, günlerce yol yürüyen devenin ayak izleri silinir ve Safer ayı çıkarsa, umre yapmak isteyen kimseye umre helal olur."[3]
İbn-i'l-Arabî şöyle demiştir:
İkinci Mesele: Allah'ın haram kıldığı haram ayların yerlerini değiştirip erteleme şekli hakkında üç görüş vardır:
Birinci görüş:
İbn-i Abbas'tan -Allah ondan ve babasından râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, o şöyle demiştir: "Cunâde b. Avf b. Umeyye el-Kinânî, her yıl hac mevsimi gelir ve şöyle seslenirdi:
- Dikkat edin! Ebu Sumâme (haram ayların yerlerini değiştirip erteleme konusunda) ne ayıplanır, ne de kendisine cevap verilir! Dikkat edin! Safer ayı, ilk yıl helal aydır. Bundan dolayı biz de onu bir yıl haram, bir yıl da helal sayarız."
Bu konuda Hevâzin, Ğatafân ve Suleymoğulları ile birlikte hareket ederlerdi.
Başka bir rivâyet ise şöyledir:
Cunâde b. Avf b. Umeyye el-Kinânî şöyle derdi:
"Şüphesiz ki biz, Muharrem ayını öne aldık, Safer ayını ise erteledik."
Ardından bir sonraki yıl gelince şöyle derdi:
"Şüphesiz ki biz,Safer'i haram saydık, Muharrem'i ise (Safer'den sonraya) erteledik."
İşte, haram ayların yerlerini değiştirip erteleme budur. [4]
İkinci görüş:
Ziyâdelik (fazlalık):
Katâde şöyle demiştir: "Dalâlet ehli bir topluluk, haram ayları ziyâdeleştirerek Safer'i haram aylardan saymıştır.Onların ileri geleni hac mevsiminde kalkar şöyle derdi:
- Dikkat edin! İlahlarınız bu yıl Muharrem ayını haram (ay) kılmıştır.Bunun üzerine insanlar o yıl Muharrem ayını, haram ay kabul ederlerdi.
Ardından bir sonraki yıl kalkar ve şöyle derdi:
- Dikkat edin! İlahlarınız bu yıl Safer ayını haram (ay) kılmıştır.Bunun üzerine insanlar o yıl Safer ayını, haram ay kabul ederler ve "İki Safer ayı" derlerdi."
İbn-i Vehb ve İbn-i Kâsim, Mâlik'ten buna benzer bir şekilde rivâyet etmiş ve şöyle demiştir:
"Câhiliye halkı, (Muharrem ve Safer aylarını) iki Safer olarak kabul ederlerdi.Bunun içindir ki Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
(( لَا عَدْوَى وَلَا طِيَرَةَ وَلَا هَامَةَ وَلَا صَفَرَ.)) [ رواه البخاري ومسلم ]
"Advâ[5], Tıyara[6], Hâme[7] ve Safer[8] yoktur."[9]
Aynı şekilde Eşheb de Mâlik'ten böyle rivâyet etmiştir.
Üçüncü görüş:
Haccı tebdil etmek (Zilhicce ayından başka bir ayda yapmak):
Mücâhid başka bir senedle şöyle demiştir:
[ سورة التوبة الآية: ٣٧ ]
"(Allah'ın haram kıldığı) Haram ayların yerlerini değiştirip ertelemek (savaşmak için istedikleri haram ayı, helal aylardan birisiyle değiştirip, kimisini öne almak, kimisini de ertelemek), sadece küfürde (inkârda) ileri gitmektir. Öyle yapmakla kâfirler, (şeytan tarafından) büsbütün şaşırtılırlar. Allah’ın haram kıldığı (dört aydan birisini) sayıya (dört haram aya) denk getirmek için onu bir yıl helâl, bir yıl haram sayarlar ve böylelikle Allah’ın haram kıldığını helâl kabul ederler.Kötü işleri, (şeytan tarafından) kendilerine süslenip güzel gösterildi.Allah, kâfirler topluluğunu hidâyete erdirmez (onları hakka ve doğruya ulaşmakta muvaffak kılmaz)."[10]
(Câhiliye halkı) iki yıl Zilhicce ayında, sonra iki yıl üst üste Muharrem ayında, daha sonra iki yıl üst üste Safer ayında hac yaptılar.(Câhiliye halkı) her yılın bir ayında iki yıl üst üste hac yaparlardı. Öyle ki Ebu Bekir'in -Allah ondan râzı olsun- haccı, Zilkâde ayına denk gelmişti.Daha sonra Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Zilhicce ayında hac yapmıştır. Bunun içindir ki Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- sahih bir hadiste hutbede iken şöyle buyurmuştur:
(( الزَّمَانُ قَدْ اسْتَدَارَ كَهَيْئَتِهِ يَوْمَ خَلَقَ اللهُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ، اَلسَّنَةُ اثْنَا عَشَرَ شَهْرًا، مِنْهَا أَرْبَعَةٌ حُرُمٌ، ثَلَاثٌ مُتَوَالِيَاتٌ: ذُو الْقَعْدَةِ وَذُو الْحِجَّةِ وَالْمُحَرَّمُ وَرَجَبُ مُضَرَ الَّذِي بَيْنَ جُمَادَى وَشَعْبَانَ.)) [ متفق عليه]
"Zaman, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı gündeki sıraya göre sürüp gitmiştir ( o da her yılın on iki ay, her ayın da yirmi dokuz ilâ otuz gün arasında olmasıdır).(Kamerî) yıl, on iki aydır. Bunlardan dördü haram aylardır. Üçü birbiri ardınca gelir. (Bu aylar:) Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Cumâdâ ile Şa'ban arasındaki Receb Mudar'dır."[11]
İbn-i Abbas -Allah ondan râzı olsun- ve başkası şöyle rivâyet etmişlerdir -lafız, İbn-i Abbas'a âittir-:
"Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
(( أَيّهَا النّاسُ! اسْمَعُوا قَوْلِي ، فَإِنّي لَا أَدْرِي لَعَلّي لَا أَلْقَاكُمْ بَعْدَ يَوْمِي هَذَا فيِ هَذَا الْمَوْقِفِ. أَيّهَا النّاسُ! إنّ دِمَاءَكُمْ وَأَمْوَالَكُمْ حَرَامٌ إِلَى يَوْمِ تَلْقَوْنَ رَبَّكُمْ كَحُرْمَةِ يَوْمِكُمْ هَذَا فيِ شَهْرِكُمْ هَذَا، فيِ بَلَدِكُمْ هَذَا، وَإِنّكُمْ سَتَلْقَوْنَ رَبَّكُمْ فَيَسْأَلُكُمْ عَنْ أَعْمَالِكُمْ. وَقَدْ بَلَّغْتُ، فَمَنْ كَانَ عِنْدَهُ أَمَانَةٌ فَلْيُؤَدِّهَا إلَى مَنِ ائْتَمَنَهُ عَلَيْهَا، وَإِنَّ كُلَّ رِبًا مَوْضُوعٌ وَلَكُمْ رُءُوسُ أَمْوَالِكُمْ لَا تَظْلِمُونَ وَلَا تُظْلَمُونَ، قَضَى اللهُ أَنّهُ لَا رِبَا ، وَإِنَّ رِبَا عَبَّاسِ بْنِ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ مَوْضُوعٌ كُلَّهُ، وَإِنَّ كُلَّ دَمٍ كَانَ فِي الْجَاهِلِيّةِ مَوْضُوعٌ، وَإِنَّ أَوَّلَ دِمَائِكُمْ أَضَعُ دَمَ ابْنِ رَبِيعَةَ بْنِ الْحَارِثِ بْنِ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ، كَانَ مُسْتَرْضَعًا فِي بَنِي لَيْثٍ فَقَتَلَتْهُ هُذَيْلٌ فَهُوَ أَوَّلُ مَا أَبْدَأُ بِهِ مِنْ دِمَاءِ الْجَاهِلِيَّةِ .
أَمَّا بَعْدُ، أَيّهَا النّاسُ! فَإِنّ الشَّيْطَانَ قَدْ يَئِسَ أَنْ يُعْبَدَ بِأَرْضِكُمْ، وَلَكِنَّهُ إِنْ يُطَعْ فِيمَا سِوَى ذَلِكَ مِمَّا تَحْقِرُونَ مِنْ أَعْمَالِكُمْ فَقَدْ رَضِيَ بِهِ، فَاحْذَرُوهُ أَيّهَا النَّاسُ عَلَى دِينِكُمْ. وَإِنَّ النَّسِيءَ زِيَادَةٌ فِي الْكُفْرِ يُضَلُّ بِهِ الَّذِينَ كَفَرُوا يُحِلّونَهُ عَامًا وَيُحَرّمُونَهُ عَامًا لِيُوَاطِئُوا عِدّةَ مَا حَرّمَ اللهُ فَيُحِلّوا مَا حَرّمَ اللهُ وَيُحَرّمُوا مَا أَحَلّ اللهُ . وَإِنَّ الزّمَانَ قَدْ اسْتَدَارَ كَهَيْئَتِهِ يَوْمَ خَلَقَ اللهُ السّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ، وَإِنَّ عِدّةَ الشّهُورِ عِنْدَ اللهِ اثْنَا عَشَرَ شَهْرًا، مِنْهَا أَرْبَعَةٌ حُرُمٌ: ثَلَاثٌ مُتَوَالِيَاتٌ وَرَجَبُ مُضَرَ، الَّذِي بَيْنَ جُمَادَى وَشَعْبَانَ...))
"Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyin. Bilmiyorum, belki bu günden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.
Ey insanlar! Bu gününüz nasıl mukaddes bir gün ise, bu ayınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz nasıl mübarek bir şehir ise; canlarınız ve mallarınız da öyle mukaddestir (her türlü saldırıdan emindir).
(Ashabım! Yarın) Rabbinize kavusacaksınız ve Rabbiniz size amellerinizden (yaptıklarınızdan) soracaktır.Andolsun ki ben, bunu size tebliğ ettim.
(Ashabım! ) Kimin yanında bir emânet varsa, onu sahibine versin. Fâizin her çeşidi kaldırılmıştır (ayağımın altındadır). Fakat anaparanız sizindir. Ne zulmedin, ne de zulme uğrayın.Allah, fâizi kaldırmıştır. Abdulmuttalib'in oğlu Abbas'ın fâizinin hepsi kaldırılmıştır (ayağımın altındadır).Câhiliye döneminde güdülen kan davaları kaldırılmıştır.İlk kaldırdığım kan davanız da, Leys oğullarında süt annenin yanında iken Huzeyl kabilesi tarafından öldürülen Rabîa b. el-Haris b. Abdulmuttalib'in kan davasıdır.Câhiliye döneminden kalan ve kaldıracağım ilk kan davası odur.
Ey insanlar! Muhakkak ki, şeytan şu toprağınızda kendisine tapınmaktan ümidini kesmiştir.Fakat siz bunun dışında, hakir gördüğünüz (önemsemediğiniz) amellerinizde ona uyarsanız, bu da onu memnun edecektir.
Ey insanlar! Dîninizi korumak için ondan (şeytandan) sakının. "(Allah'ın haram kıldığı) Haram ayların yerlerini değiştirip ertelemek (savaşmak için istedikleri haram ayı, helal aylardan birisiyle değiştirip, kimisini öne almak, kimisini de ertelemek), sadece küfürde (inkârda) ileri gitmektir. Öyle yapmakla kâfirler, (şeytan tarafından) büsbütün şaşırtılırlar. Allah’ın haram kıldığı (dört aydan birisini) sayıya (dört haram aya) denk getirmek için onu bir yıl helâl, bir yıl haram sayarlar ve böylelikle Allah’ın haram kıldığını helâl, helal kıldığını da haram kabul ederler. Zaman, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı gündeki sıraya göre sürüp gitmiştir ( o da her yılın on iki ay, her ayın da yirmi dokuz ilâ otuz gün arasında olmasıdır).(Kamerî) yıl, on iki aydır. Bunlardan dördü haram aylardır. Üçü birbiri ardınca gelir. (Bu aylar:) Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Cumâdâ ile Şa'ban arasındaki Receb Mudar'dır."[12]
İkincisi:
Safer ayını uğursuz saymaya gelince, bu, Câhiliye arapları arasında bilinen bir inanç idi ve günümüzde İslâm'a mensup bazı kimselerde bunun kalıntıları hâlâ devam etmektedir.
Ebu Hureyre'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
(( لَا عَدْوَى وَلَا طِيَرَةَ وَلَا هَامَةَ وَلَا صَفَرَ، وَفِرَّ مِنَ الْمَجْذُومِ كَمَا تَفِرُّ مِنَ الْأَسَدِ.)) [ رواه البخاري ومسلم ]
"Advâ[13], Tıyara[14], Hâme[15] ve Safer[16] yoktur.Aslandan kaçtığın gibi, Cüzâm hastalığından kaç."[17]
Değerli âlim Muhammed b. Salih el-Useymin -Allah ona rahmet etsin- bu konuda şöyle demiştir:
"Safer kelimesi, birden fazla şekilde tefsir edilmiştir:
Birincisi: Bilinen Safer ayıdır. Câhiliye döneminde araplar safer ayının uğursuz olduğuna inanırlardı.
İkincisi: Devenin karnına isabet eden ve bir deveden, başka bir deveye geçen (sirâyet eden) bir hastalıktır. Safer kelimesinin Advâ kelimesine atfedilmesi, hâssın (Safer'in), umuma (Advâ'ya) atfedilmesi bâbındandır.
Üçüncüsü: Safer'den kasıt; Safer ayıdır. Bundan da murat; Allah'ın haram kıldığı Haram ayların yerlerini değiştirip ertelemektir. Öyle yapmakla kâfirler, (şeytan tarafından) büsbütün şaşırtılırlar. Câhiliye arapları, haram oluşundan dolayı Muharrem ayını, Safer ayına ertelerler (Muharrem ayını, Safer ayının yerine sayarlar) ve Muharrem'i bir yıl helal, bir yıl da haram kabul ederlerdi.
Bu tefsirlerin en tercihli olanı şudur:Safer kelimesinden kastedilen; Safer ayıdır. Çünkü câhiliye arapları Safer'in uğursuz olduğuna inanırlardı. Oysa zamanın, olaylara ve Allah -azze ve celle-'nin takdirine hiçbir etkisi yoktur.Safer ayı, içerisinde hayır ve şerrin olduğu (takdir edildiği) diğer zamanlar gibidir.
Bazı insanlar,örneğin Safer ayının yirmi beşinci günü belirli bir işi bitirdiklerinde: "Bu iş, hayırlı Safer ayının yirmi beşinci günü bitirilmiştir" diye o günün tarihini yazarlar. Bu davranış; bir bid'atı, başka bir bid'at ile tedâvi etmek bâbındandır.Zirâ Safer ayı, hayır veya şer ayı değildir.Bunun içindir ki seleften bazı kimseler, baykuşun ötüşünü işittiği zaman:"İnşâallah hayırdır" diyen kimsenin bu sözüne şiddetle karşı çıkmışlardır. Çünkü baykuşun ötüşüne hayır veya şer denmez. Aksine baykuşun ötmesi, diğer kuşların ötmeleri gibidir.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in reddettiği bu dört şey (Advâ, Tıyara, Hâme ve Safer), yalnızca Allah Teâlâ'ya tevekkül etmek ve samimî bir niyete sahip olmak, başına belâ ve musibet gelen kimsenin, bu gibi şeylere (Advâ, Tıyara, Hâme ve Safer) karşı zayıf ve âciz olmaması gerektiğine delâlet etmektedir.
Bir müslüman, bu gibi şeylerle aklını meşgul ederse, şu iki durumdan birisiyle başbaşa kalır:
Birincisi: (Safer ayında) bir işe girişmesi veya o işten vazgeçmesi ile bu gibi şeylere cevap vermesidir ki bu takdirde müslüman, hareket ve davranışlarını hakikati olmayan bir şeye bağlamış olur.
İkincisi: (Safer ayında) bir işe başlaması ve bu gibi şeylere aldırmamasıdır.Fakat müslümanın içinde biraz keder ve üzüntünün kalmasıdır. Bu durum, birincisinden daha hafif olmakla birlikte buna dâvet eden şeylere asla cevap vermemesi ve yalnızca Allah -azze ve celle-'ye güvenmesi ve O'na tevekkül etmesi gerekir.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in dört şeyi (Advâ, Tıyara, Hâme ve Safer'i) reddetmesi, onların varlığını reddetmek değildir. Aksine onlar vardır. Fakat bu dört şeyin olaylara etkisinin olduğunu reddetmektir. Bu sebeple olaylara etki eden, yalnızca Allah Teâlâ'dır.Buna göre bir olayın sebebi, bilinen bir sebep ise, o sahih bir sebeptir.Yok eğer bir olayın sebebi vehm (kuruntu) ise, o da bâtıl bir sebeptir.Safer ayının ne kendisi olaylara etki edebilir, ne de kendisi şer için bir sebeptir."[18]
İkincisi: Câhiliye halkının, İslâm şeriatına aykırı olan hareketleri:
Buhârî ve Müslim'de geçen Ebu Hureyre'nin -Allah ondan râzı olsun- hadisi daha önce geçmişti. Bu hadiste, câhiliye araplarının, Safer hakkındaki inançları yerilmiş, Safer ayının, Allah Teâlâ'nın aylarından birisi olduğu, Safer'in olaylarda hiçbir irâdesinin olmadığı, aksine onun Allah Teâlâ'nın emriyle hareket ettiği açıklanmıştı.
Üçüncüsü: Safer ayında İslâm'a mensup kimselerde bulunan bid'atlar ve bâtıl inançlar:
İlmî Araştırmalar ve Fetvâ Dâimî Komitesi'ne şu soru sorulmuştur:
"Ülkemizde bazı âlimler, İslâm dîninde, Safer ayının son Çarşamba günü kuşluk namazı vaktinde bir selâmda dört rekat olarak kılınan, her rekatında Fâtiha sûresi ile birlikte on yedi defa Kevser sûresi, elli defa İhlas sûresi, birer defa Felak ve Nas sûreleri okunup selâm verilen, selâm verildikten sonra üç yüz altmış defa şu âyet-i kerime okunan:
[ سورة يوسف من الآية: ٢١]
"Ve Allah, emrinde gâliptir (hiçbir güç, O'na engel olamaz).Fakat insanların çoğu, (her şeyin Allah'ın elinde olduğunu) bilmezler."[19]
Bunları üç defa yaptıktan sonra şu âyet-i kerime ile bitirilen:
"Onların (iftiracıların) nitelemekte oldukları şeylerden senin izzet sahibi Rabbini tenzih ederiz.Bütün elçilere (rasûllere) selam olsun. Hamd, (dünya ve âhirette) âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur."[20]
Nâfile bir namaz olduğunu iddiâ etmektedir.
Yine, bu günde sadaka olarak fakirlere bir parça ekmek vermenin, Safer ayının son Çarşamba günü inen belâ ve musibeti savmak için bu âyet-i kerime'nin ayrı bir yeri olduğunu iddiâ etmektedirler.
Ayrıca, her yıl, üç yüz yirmi bin tane belâ ve musibet indiğini, bütün bu belâ ve musibetlerin, Safer ayının son Çarşamba günü geldiğini, bunun ise, yılın en zor günü olduğunu, kim, bu namazı, yukarıda zikredildiği şekilde kılarsa, Allah Teâlâ'nın o kimseyi, bu günde inen her türlü belâ ve musibetlerden lütuf ve keremiyle koruyacağını, yine, bu şekilde yapmaya gücü yetmeyen küçük çocukları bile belâ ve musibetlerden koruyacağını iddiâ etmektedirler.
Bu zikredilen şeyler çözüm müdür?
İlmî Araştırmalar ve Fetvâ Dâimî Komitesi âlimleri bu soruya şöyle cevap vermişlerdir:
"Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.Salât ve selâm, Allah'ın elçisine,onun âile halkına ve ashâbına olsun.
Soruda zikredilen bu nâfile namazın, Kur'an-ı Kerim ve sünnetten bir aslının olduğunu bilmiyoruz. Bu ümmetin ilk müslümanlarından ve onlardan sonra gelenlerden hiç kimsenin bu nâfile namazı kıldığına dâir hiçbir şey sâbit olmamıştır. Aksine bu, bid'at bir namazdır.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'den sâbit olduğuna göre o şöyle buyurmuştur:
(( مَنْ عَمِلَ عَمَلاً لَيْسَ عَلَيْهِ أَمْرُنَا فَهُوَ رَدٌّ.)) [ رواه مسلم ]
"Her kim işimiz (dînimiz) üzere olmayan bir iş işlerse, o işlediği şey reddolunmuştur (bâtıldır ve ona itibar edilmez)."[21]
Başka bir hadiste şöyle buyurmuştur:
(( مَنْ أَحْدَثَ فِي أَمْرِنَا هَذَا مَا لَيْسَ مِنْهُ فَهُوَ رَدٌّ.)) [ متفق عليه ]
"Her kim, bu işimizde (dînimizde) onda olmayan bir şeyi ona ihdâs eder (açık veya gizli Kur'an ve sünnette aslı olmayan bir şey getirir)se, o ihdâs ettiği şey, kendisine reddolunmuştur (bâtıldır)."[22]
Bu namazı ve zikredilen şeyleri, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'e veya sahâbeden birisine nisbet eden kimse, en büyük iftirayı atmış olur ve bu kimse, Allah Teâlâ tarafından yalancıların hak ettikleri cezayı hak etmektedir."[23]
Değerli âlim Muhammed Abdusselâm eş-Şukayrî şöyle demiştir:
"Câhil kimseler, kendilerinden her türlü kötülüğü giderdiğine inanarak, Safer ayının son Çarşamba günü 'Bütün âlemler içinden Nuh'a selâm olsun' gibi, selâm âyetlerini yazmayı ve bu âyetleri, içerisinde su bulunan kaplara koyup o sudan içerek ondan bereket ummayı ve o suyu başkasına hediye etmeyi bir gelenek hâline getirdiler.Bu inanç, bozuk bir inanç, dînde yerilen bir şeyi uğursuz sayma ve bunu yapanı gören kimsenin ona şiddetle karşı çıkması gereken çok çirkin bir bid'attır."[24]
Dördüncüsü: Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in hayatında bu ayda meydana gelen savaşlar ve önemli olaylar.
Bunlar pek çoktur. Bu olaylardan bazılarını seçmek mümkündür:
İbn-i Kayyim -Allah ona rahmet etsin- şöyle demiştir:
"Sonra Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Veddân adı verilen Ebvâ gazvesine bizzat kendisi katıldı. Bu, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in katıldığı ilk gazve olup Mekke'den Medine'ye hicret edişinden on iki ay sonra Safer ayında vukû buldu. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in beyaz olan sancağını Hamza b. Abdulmuttalib taşıdı. Sa'd b. Ubâde'yi, kendisinin yerine Medine'de bıraktı ve Kureyş'in ticâret kervanının önünü kesmek için özellikle muhâcirlerle birlikte yola çıktı, fakat hiç kimseyle karşılaşmadı.
Bu gazvede, zamanında Damra oğulları kabilesinin reisi olan Muhaşşî b. Amr ed-Damrî ile Damra oğulları ile savaşmamak ve onların da Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- ile savaşmamaları, kendisine karşı toplanmamaları ve kendisinin düşmanına yardım etmemeleri konularında aralarında (emân ve yardımlaşma) antlaşması imzaladılar. Bu antlaşmadan sonra Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- onlardan on beş gün uzak durdu. [25]
İbn-i Kayyim -Allah ona rahmet etsin- yine şöyle demiştir:
"Hicretin üçüncü yılı Safer ayı gelince, Adal ve el-Kara kabilelerinden bazı topluluklar Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in huzuruna gelip içlerinde müslüman kimselerin olduklarını, onlara dînlerini ve Kur'an okumayı öğretecek öğretmenleri, kendileriyle birlikte göndermesini istediler.Bunun üzerine Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- onlarla birlikte -İbn-i İshak'ın sözünde- altı kişi gönderdi. Buhârî ise: Onlar on kişi idiler, demiştir. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- onların başına, Mersed b. Ebî Mersed el-Ğanevî'yi emir tayin etti. Hubeyb b. Adiyy de onların içindeydi. Bu altı veya on kişilik heyet, onlarla birlikte yola çıktılar. Hicâz'ın kenar bölgelerinde Racî' denilen yere geldiklerinde onlara ihânet ettiler ve onlara karşı Huzeyl kabilesinden yardım istediler. Huzeyl kabilesinin adamları gelip onları kuşattılar ve genelini öldürüp Hubeyb b. Adiyy ve Zeyd b. ed-Desine'yi esir aldılar. Ardından onları köle olarak Mekke'de sattılar. Nitekim Hubeyb b. Adiyy ve Zeyd b. ed-Desine, Bedir savaşında müşriklerin ileri gelenlerini öldürmüşlerdi."[26]
İbn-i Kayyim -Allah ona rahmet etsin- yine şöyle demiştir:
"Hicretin dördüncü yılında, Safer ayında Maûne Kuyusu fâciası vukû bulmuştur.Bu fâcianın özeti şöyledir: Mızrakla istediği gibi, mahâretle oynamasından dolayı "Mulâibu'l-Esinne" diye çağrılan Ebu Berâ Âmir b. Mâlik Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'i huzuruna gelmişti. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- onu İslâm'a dâvet etti, fakat o müslüman olmadı (bu dâvete yanaşmadı) ama pek uzak da durmadı.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’a:
-Ey Allah'ın elçisi! Ashâbından bir grup tebliğci göndersen de şu Necid halkına senin bu dînini onlara anlatsalar iyi olur, umarım onlara icâbet ederler, dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
-Ben, Necd halkının onlara bir kötülük yapmasından korkuyorum.
Bunun üzerine Ebu Berâ şöyle dedi:
- Ben onları koruyacağım.
Bunun üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, sahâbeden İbn-i İshak'ın sözüne göre- kırk, Sahih-i Buhârî'deki rivâyete göre yetmiş kişilik -ki doğru olan Buhârî'nin rivâyetidir- bir kurra (hafızlar) heyetini, Sâide oğullarından "Şehâdete Koşan" lakaplı Münzir b. Amr başkanlığında gönderdi. Bunlar, sahâbenin hayırlıları, fazîletlileri, efendileri ve hâfızları idiler. Heyet, Âmir oğulları ile Süleym oğulları kabilelerinin toprakları arasında bulunan Maûna kuyusu mevkiine ulaşınca orada konakladılar.Sonra Ümmü Süleym'in kardeşi Haram b. Milhan adındaki birisine, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in mektubunu vererek onu Amir oğulları kabilesinin reisi Allah’ın düşmanı Âmir bir Tufeyl’e gönderdiler.Bu adam, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in mektubunu bile açıp bakmadan, adamlarından birisine emredip elçiyi arkasından mızrakla vurarak öldürttü. Haram b. Milhan, mızrak sırtından girince ve akan kanı görünce:
- Kâbe'nin Rabbine yemîn olsun ki kazandım! Dedi.
Ondan sonra da Âmir oğullarına (kabilesinin halkına, bu İslam tebliğcilerini kılıçtan geçirmek üzere) çağrıda bulundu. Ebu Berâ'nın himâyesinde oldukları için halk bu çağrıya uymadı. Bunun üzerine Süleym oğulları, Usayya, Ra'l ve Zekvân kabilelerini yardıma çağırdı. Usayye, Ra'l ve Zekvân kabileleri onun çağrısını kabul ettiler ve bu kabileler Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in ashâbını onları çember içine alıp kuşattılar. İçlerinden Neccâr oğulları kabilesinden Ka’b bin Zeyd dışındaki herkesi öldürdüler.Ka’b ise yaralanmış ve şehidler arasında kendinden geçmişti. Kendine geldikten sonra Medine’ye sağ dönmeyi başardı ve hayatta kaldı. Daha sonra Hendek savaşında şehid oldu.Bu tebliğcilerle beraber gitmiş, ancak onları korumak maksadıyla uzaktan gözetleyicilik yapan iki kişi daha vardı. Bu olayın dışında kalarak kurtulmuşlardı. Onlardan biri Amr b. Umeyye ed-Damrî, diğeri de Munzir b. Muhammed idi.Arkadaşlarının nerede öldürüldüklerini ancak akbabaları görerek keşfedebildiler.Oraya gittiklerinde korkunç manzara ile karşılaştılar. Arkadaşlarının tümü şehid edilmişti. Düşmanlarsa hala orada bekliyorlardı. Arkadaşlarının durumunu görünce her ikisi de kılıçlarını çekerek düşman ordusuna saldırdılar. Munzir şehid edildi. Amr b. Umeyye ed-Damrî ise esir alındı.Kendisinin Mudar kabilesinden olduğunu onlara haber verince, Âmir oğulları kabilesi reisi Amr b. Tufeyl onun saçını perçeminden kesti ve annesinin bir köle azad etme borcu olduğundan dolayı Amr'ı onun yerine sayıp serbest bıraktı. Hürriyetine kavuşan Amr b. Umeyye Medine’ye dönerken yolda el-Karkara denilen yere gelince bir ağacın altında dinlenmek için konakladı. Daha sonra onun yanına Kilâb oğulları kabilesine mensup iki kişi geldiler. Amr, onların şehid edilen arkadaşlarının öcünü almak niyetiyle kılıcını çekerek ikisini de öldürüp büyük bir hata işledi. Oysa Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bu iki kişiye teminat vermişti. Ama o bundan habersizdi. Medine’ye geldiğinde yaptığını Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e haber verince, ona şöyle dedi:
- Andolsun ki sen, (kendilerine emân verilen) iki kişiyi öldürdün.Ben, o ikisinin diyetini mutlaka ödemeliyim."[27]
İbn-i Kayyim -Allah ona rahmet etsin- şöyle demiştir:
"Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in Hayber savaşına çıkması, Muharrem ayının başında değil, sonunda idi.Hayber'i fethetmesi ise Safer ayında idi." [28]
İbn-i Kayyim -Allah ona rahmet etsin- şöyle demiştir:
"Kutbe b. Âmir b. Hadîde seriyyesinin Has'am kabilesine gelişi faslı:
Hicretin dokuzuncu yılı Safer ayında idi.
İbn-i Sa'd şöyle demiştir:
Dediler ki: Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, Kutbe b. Âmir'i yirmi kişiyle beraber Has'am kabilesinin bir kolu olan (Yemen'deki) Tebâle bölgesine gönderdi ve kendisine, onların üzerine hücum etmesini emretti.Ardından iki kişinin bir deveye sırayla bindikleri on deve ile yola çıktılar.Derken bir adamı yakalayıp sorguya çektiler ama adam susup onlara hiçbir şeyi haber vermedi.Ardından suyun başında konaklayan topluluğun bulunduğu yerde bağırmaya ve onları tehdit etmeye başlayınca başını vurdular.Sonra (bu on kişlik seriyye) suyun başındaki topluluk uyuyuncaya kadar orada beklediler.Ardından geceleyin onlara baskın düzenleyip şiddetli bir savaşa tutuştular.Öyle ki her iki taraftan pek çok kişi yaralandı.(Seriyye'nin komutanı) Kutbe b. Âmir birçok insanı öldürdü.Daha sonra seriyye develeri, kadınları ve davarları önlerine katarak Medine'ye götürdüler. Bu olayda, seriyyenin baskın düzenlediği topluluk, toplanıp biraraya geldiler ve seriyyenin ardından onları takip etmeye başladılar. Fakat Allah Teâlâ onların üzerine öyle büyük bir sel gönderdi ki topluluğun, müslümanlara ulaşmasına engel oldu.Müslümanlar da develeri, kadınları ve davarları önlerine katıp giderlerken onlar müslümanlara bakıyorlar fakat sel sularını geçip müslümanlara ulaşma imkânını bulamıyorlardı.Böylece müslümanlar onların bakışları arasında uzaklaşıp gittiler."[29]
İbn-i Kayyim -Allah ona rahmet etsin- şöyle demiştir:
"Hicretin dokuzuncu yılında Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in huzuruna Uzra kabilesinden on iki kişilik bir heyet geldi. İçlerinde Cemra b. en-Nu'mân da vardı.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- onlara: Bu topluluk kimdir? Diye sordu.
Onların sözcüsü şöyle cevap verdi:
-Biz, tanımamazlık etmeyeceğin Uzra oğullarıyız. Kusay'ın anneden kardeşleriyiz. Kusay'a destek olup yardım eden, Huzâa ve Bekir oğullarını Mekke'den kovanlar, biziz. Bizim akrabalık bağımız ve yakınlarımız vardır.
Bunun üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
- Siz hoşgeldiniz ve beni sizi tanımaya vesile olan şeye selâm olsun.O halde müslüman olun!
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, Şam'ın fethedileceğini ve Herakliyus'un ülkesine kaçacağını onlara müjdeledi.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, kâhinlere gitmelerini ve daha önceleri yapmakta oldukları putlara kurbanlar kesmeyi onlara yasakladı ve sadece kurban bayramında kurban kesmeleri gerektiğini onlara haber verdi.Uzra heyeti,Ramle'nin evinde birkaç gün kaldıktan sonra kendilerine hediyeler verilmiş halde geri döndüler."[30]
Safer ayı hakkında gelen uydurma ve yalan hadisler.
İbn-i Kayyim -Allah ona rahmet etsin- (uydurma hadislerin özellikleri hakkında) şöyle demiştir:
"Gelecek tarihli hadisler faslı:
Bu özelliklerden bazıları şunlardır:
Rivâyet edilen hadiste şu şu tarihin olmasıdır.
Örneğin: Şu şu yıl olunca, şöyle şöyle olaylar meydana gelecektir, şu şu ay olunca, şöyle şöyle olaylar meydana gelecektir, denmesi gibi.
Örneğin: Yalancı küstahın: Muharrem ayında ay tutulursa, hayat pahalılığı, savaş ve sultan (devlet başkanı) başa gelecek, Safer ayında ay tutulursa, şöyle şöyle olacaktır, demesi gibi.
Yalancı küstahın, senenin her ayı için böyle şeyler uydurmaya devam etmesi gibi.
Bu anlamdaki hadislerin hepsi, yalan ve iftirâdır." [31]
Allah Teâlâ en iyi bilendir.
------------------------------ ------------------------------ --------------------
[1] Bkz: İbn-i Manzûr; 'Lisânu'l-Arab'; c: 4, s: 462-463.
[2] Tevbe Sûresi: 36
[3] Buhârî; hadis no: 1489. Müslim; hadis no: 1240.
[4] Allah'ın haram kıldığı haram ayların yerlerini ilk defa değiştirip erteleyen kimsedir.Kinâne kabilesindendir.Asıl adı, Nuaym b. Sa'lebe'dir. Allah'ın haram kıldığı haram ayların yerlerini son defa değiştirip erteleyen kimse ise, Cunâde b. Avf b. Umeyye el-Kinânî'dir.Cunâde, kavmi arasında söz sahibi birisiydi.Hac mevsiminde eşeğinin üzerinde gelir ve şöyle seslenirdi: Ey insanlar! Dikkat edin! Ebu Sumâme bu konuda ne ayıplanır, ne kendisine cevap verilir, ne de dediği reddolunur. Bunun üzerine insanlar ona şöyle derlerdi: Muharrem ayının haramlılığını bizden bir ay ertele ve Muharrem ayını, Safer ayında kıl.Bu istek üzerine o da Muharrem ayını onlara helal kılar ve şöyle seslenirdi: Dikkat edin! İlahlarınız, bu yıl Safer ayını haram kıldı.Bunun üzerine insanlar o yıl Safer ayını haram ay kabul ederlerdi.Zilhicce ayında hac yaptıkları zaman (Zilhicce'den sonra gelen) Muharrem ayını bırakıp onu Safer diye adlandırırlardı.Zilhicce ayı bitince, Muharrem ayında savaşa çıkarlar ve bu ayda başka kabilelere saldırırlar ve ganimet alırlardı.Çünkü onlara göre bu ay, Safer ayı idi.Böylelikle onların o yılında iki Safer ayı olurdu.Bir sonraki yıl ise onlara göre Zilhicce, Zilkâde sayılır, Muharrem ise, Zilhicce sayılırdı.Böylece Muharrem ayında hac yaparlardı.Bunu da iki yıl üst üste yaparlardı.Daha sonra da bunu değiştirirler ve iki yıl üst üste Safer ayında hac yaparlardı. (Ebu Nebil)
[5] Advâ: Sağlam bir kişiye bir hasta aracılığıyla hastalığının bulaşmasıdır. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in böyle bir şeyin olmadığını söylemesinin sebebi; doğrudan doğruya o hasta kişi yüzünden hasta olduğuna değil de Allah’ın dilemesi ve takdiri sonucu bu hasta kişiden hastalık bulaştığına inanmanın gerekliliğini belirtmektir. Zira İslâm inancında hastalığın doğrudan doğruya bulaşması yoktur.Her şey Allah'ın izni ve dilemesiyle olur. Bununla beraber İslâm, insanların salgın hastalık olan yerlerden uzak durmak suretiyle tedbir almalarını ve Allah'a tevekkül etmelerini emretmiştir.
[6] Tıyara: Uğura ve uğursuzluğa inanmaktır.
[7] Hâme: Kan davalarında öç ve intikam almak için uydurulmuş bir takım efsanelere inanmaktır.İslâm bunu kesinlikle yasaklar.Câhil arapların inançlarına göre öldürülen bir kimsenin kanından, kemiğinden veya ruhundan kuşlar -özellikle baykuşlar- türeyerek ölünün intikamını alıncaya dek bağırırlar.Bu yüzden ölenin yakınları ölüyü rahat ettirmek için intikamını almak zorunda olduklarına inanırlardı.
[8] Safer: Sefer ayının uğursuz olduğuna inanmaktır. Uğursuzluk din veya dünya ile ilgili hayırlı iş yapmaya niyet edildiğinde sevilmeyen bir şey görüldüğü veya duyulduğu zaman bunun kalbe etki ederek, niyet edilen işten vazgeçirmesi veya kalpte bir üzüntü meydana getirmesidir. Bir iş yapmaya niyet edildiğinde kötü bir şey görmek veya duymak suretiyle bunu uğursuzluk sayıp yapacağı işten vazgeçmek, vazgeçmeyip kalben üzüntü duymaktan daha haramdır ve apaçık bir şirktir. (Ebu Nebil)
[9] Buhârî ve Müslim
[10] Tevbe Sûresi: 37
[11] Buhârî; hadis no: 4662. Müslim; hadis no: 1679
[12] Ahkâmu'l-Kur'an; c: 2, s: 503-504.
[13] Advâ: Sağlam bir kişiye bir hasta aracılığıyla hastalığının bulaşmasıdır.
[14] Tıyara: Uğura ve uğursuzluğa inanmaktır.
[15] Hâme: Kan davalarında öç ve intikam almak için uydurulmuş bir takım efsanelere inanmaktır.
[16] Safer: Sefer ayının uğursuz olduğuna inanmaktır. (Ebu Nebil)
[17] Buhârî; hadis no: 5387. Müslim; hadis no: 2220
[18] Mecmû' Fetâvâ İbn-i Useymîn; c: 2, s: 113-115
[19] Yusuf Sûresi: 21
[20] Sâffât Sûresi: 180-182
[21] Müslim; hadis no:1718.
[22] Buhârî; hadis no: 2697.Müslim; hadis no: 1718.
[23] İlmî Araştırmalar ve Fetvâ Dâmî Komitesi Fetvâları; c: 2, s: 354.
[24] "es-Sunen ve'l-Mubtedeât (Sünnetler ve Bid'atlar)"; s: 111-112.
[25] Zâdu'l-Meâd; c: 3, s: 164-165.
[26] Zâdu'l-Meâd; c: 3, s: 244.
[27] Zâdu'l-Meâd; c: 3, s: 246-248.
[28] Zâdu'l-Meâd; c: 3, s: 239-240.
[29] Zâdu'l-Meâd; c: 3, s: 514.
[30] Zâdu'l-Meâd; c: 3, s: 657.
[31] el-Menâru'l-Munîf; s: 64.
İŞDE BİLGİLERİ
Hamd, Allah Teâlâ'ya mahsustur. Salât ve selâm, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in üzerine olsun.
Safer ayı, Muharrem ayından sonra gelen12 hicrî aydan birisidir.
Bazı kimseler: "'Safer' diye adlandırılmasının sebebi; Mekke halkı yolculuğa çıktıkları zaman Mekke'nin insanlardan boşalması ve yalnız kalmasından dolayıdır", demişlerdir.
Bazı kimseler de: "Bu ayın Safer diye adlandırılmasının sebebi; Arapların bu ayda kabilelerle savaşmaları ve savaştıkları kabilelerin her türlü mallarını alarak onları mal ve mülkten yoksun bırakmalarından dolayıdır", demişlerdir.[1]
Bu ay (Safer) hakkındaki konumuz, aşağıdaki noktaları içermektedir:
Câhiliye arapları tarafından bu ayda yapılan şeyler.
Câhiliye halkının, İslâm şeriatına aykırı olan hareketleri.
Bu ayda, İslâm'a mensup kimselerde bulunan bid'atlar ve bâtıl inançlar.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in hayatında bu ayda meydana gelen savaşlar ve önemli olaylar.
Safer ayı hakkında gelen uydurma ve yalan hadisler.
Birincisi: Câhiliye arapları tarafından bu ayda yapılan şeyler:
Câhiliye araplarının Safer ayında iki büyük münkerleri vardı:
Birincisi: Takdim ve tehir konusunda bu ayla diledikleri gibi oynarlardı.
İkincisi: Bu ayın uğursuzluğuna inanırlardı.
Bilindiği gibi Allah Teâlâ yılı, on iki ay olarak yaratmış, bunlardan dört tanesini "Haram Aylar" saymış ve şânlarının yüceliğinden dolayı bu aylarda savaşmayı haram kılmıştır.
Bu haram aylar şunlardır: Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Receb.
Bunu doğrulayan söz, Allah'ın kitabından Allah Teâlâ'nın şu sözüdür:
[ سورة التوبة الآية: 36]
"Şüphesiz, Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü hükmünde (ve Levh-i Mahfuz'da yazılı olduğu), ayların sayısı on iki ay olup bunlardan dördü haram aylardır.İşte dosdoğru dîn budur. O halde bunlarda nefislerinize zulmetmeyin ve müşrikler nasıl sizinle topyekün savaşıyorlarsa, siz de onlarla topyekün savaşın ve bilin ki Allah, (desteği ve yardımı ile) takvâ sahipleriyle beraberdir."[2]
Nitekim müşrikler bunu böyle bilmişler, fakat bu ayı, kendi arzularına göre takdim ve tehir etmişlerdir. Bu takdim ve tehir işinden birisi de, Muharrem ayının yerine, Safer ayını önceye almalarıdır (üç ay arka arkaya haram olmasın diye, Muharrem ayının haramlılığını Safer ayından sonraya ertelemişlerdir).
Müşrikler, hac aylarında umre yapmanın, günahların en büyüğü olduğuna inanırlardı.
Aşağıdaki zikredilen şeyler, bazı ilim ehlinin bu konudaki görüşlerdir:
İbn-i Abbas'tan -Allah ondan ve babasından râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre o şöyle demiştir:
(( كَانُوا يَرَوْنَ أَنَّ الْعُمْرَةَ فِي أَشْهُرِ الْحَجِّ مِنْ أَفْجَرِ الْفُجُورِ فِي الْأَرْضِ، وَيَجْعَلُونَ الْمُحَرَّمَ صَفَرًا، وَيَقُولُونَ: إِذَا بَرَا الدَّبَرْ، وَعَفَا الْأَثَرْ، وَانْسَلَخَ صَفَرْ، حَلَّتْ الْعُمْرَةُ لِمَنْ اعْتَمَرْ.)) [ رواه البخاري ومسلم ]
"Câhiliye halkı, hac aylarında umre yapmayı, yeryüzünde işlenen en büyük günah olarak görürler, Muharrem'i Safer yaparlar (Muharrem'in yerine Safer'i öne alırlar) ve şöyle derlerdi: (Uzun hac yolculuğu sebebiyle üzerine binilen) devenin sırtında meydana gelen yara iyileşir, günlerce yol yürüyen devenin ayak izleri silinir ve Safer ayı çıkarsa, umre yapmak isteyen kimseye umre helal olur."[3]
İbn-i'l-Arabî şöyle demiştir:
İkinci Mesele: Allah'ın haram kıldığı haram ayların yerlerini değiştirip erteleme şekli hakkında üç görüş vardır:
Birinci görüş:
İbn-i Abbas'tan -Allah ondan ve babasından râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, o şöyle demiştir: "Cunâde b. Avf b. Umeyye el-Kinânî, her yıl hac mevsimi gelir ve şöyle seslenirdi:
- Dikkat edin! Ebu Sumâme (haram ayların yerlerini değiştirip erteleme konusunda) ne ayıplanır, ne de kendisine cevap verilir! Dikkat edin! Safer ayı, ilk yıl helal aydır. Bundan dolayı biz de onu bir yıl haram, bir yıl da helal sayarız."
Bu konuda Hevâzin, Ğatafân ve Suleymoğulları ile birlikte hareket ederlerdi.
Başka bir rivâyet ise şöyledir:
Cunâde b. Avf b. Umeyye el-Kinânî şöyle derdi:
"Şüphesiz ki biz, Muharrem ayını öne aldık, Safer ayını ise erteledik."
Ardından bir sonraki yıl gelince şöyle derdi:
"Şüphesiz ki biz,Safer'i haram saydık, Muharrem'i ise (Safer'den sonraya) erteledik."
İşte, haram ayların yerlerini değiştirip erteleme budur. [4]
İkinci görüş:
Ziyâdelik (fazlalık):
Katâde şöyle demiştir: "Dalâlet ehli bir topluluk, haram ayları ziyâdeleştirerek Safer'i haram aylardan saymıştır.Onların ileri geleni hac mevsiminde kalkar şöyle derdi:
- Dikkat edin! İlahlarınız bu yıl Muharrem ayını haram (ay) kılmıştır.Bunun üzerine insanlar o yıl Muharrem ayını, haram ay kabul ederlerdi.
Ardından bir sonraki yıl kalkar ve şöyle derdi:
- Dikkat edin! İlahlarınız bu yıl Safer ayını haram (ay) kılmıştır.Bunun üzerine insanlar o yıl Safer ayını, haram ay kabul ederler ve "İki Safer ayı" derlerdi."
İbn-i Vehb ve İbn-i Kâsim, Mâlik'ten buna benzer bir şekilde rivâyet etmiş ve şöyle demiştir:
"Câhiliye halkı, (Muharrem ve Safer aylarını) iki Safer olarak kabul ederlerdi.Bunun içindir ki Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
(( لَا عَدْوَى وَلَا طِيَرَةَ وَلَا هَامَةَ وَلَا صَفَرَ.)) [ رواه البخاري ومسلم ]
"Advâ[5], Tıyara[6], Hâme[7] ve Safer[8] yoktur."[9]
Aynı şekilde Eşheb de Mâlik'ten böyle rivâyet etmiştir.
Üçüncü görüş:
Haccı tebdil etmek (Zilhicce ayından başka bir ayda yapmak):
Mücâhid başka bir senedle şöyle demiştir:
[ سورة التوبة الآية: ٣٧ ]
"(Allah'ın haram kıldığı) Haram ayların yerlerini değiştirip ertelemek (savaşmak için istedikleri haram ayı, helal aylardan birisiyle değiştirip, kimisini öne almak, kimisini de ertelemek), sadece küfürde (inkârda) ileri gitmektir. Öyle yapmakla kâfirler, (şeytan tarafından) büsbütün şaşırtılırlar. Allah’ın haram kıldığı (dört aydan birisini) sayıya (dört haram aya) denk getirmek için onu bir yıl helâl, bir yıl haram sayarlar ve böylelikle Allah’ın haram kıldığını helâl kabul ederler.Kötü işleri, (şeytan tarafından) kendilerine süslenip güzel gösterildi.Allah, kâfirler topluluğunu hidâyete erdirmez (onları hakka ve doğruya ulaşmakta muvaffak kılmaz)."[10]
(Câhiliye halkı) iki yıl Zilhicce ayında, sonra iki yıl üst üste Muharrem ayında, daha sonra iki yıl üst üste Safer ayında hac yaptılar.(Câhiliye halkı) her yılın bir ayında iki yıl üst üste hac yaparlardı. Öyle ki Ebu Bekir'in -Allah ondan râzı olsun- haccı, Zilkâde ayına denk gelmişti.Daha sonra Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Zilhicce ayında hac yapmıştır. Bunun içindir ki Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- sahih bir hadiste hutbede iken şöyle buyurmuştur:
(( الزَّمَانُ قَدْ اسْتَدَارَ كَهَيْئَتِهِ يَوْمَ خَلَقَ اللهُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ، اَلسَّنَةُ اثْنَا عَشَرَ شَهْرًا، مِنْهَا أَرْبَعَةٌ حُرُمٌ، ثَلَاثٌ مُتَوَالِيَاتٌ: ذُو الْقَعْدَةِ وَذُو الْحِجَّةِ وَالْمُحَرَّمُ وَرَجَبُ مُضَرَ الَّذِي بَيْنَ جُمَادَى وَشَعْبَانَ.)) [ متفق عليه]
"Zaman, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı gündeki sıraya göre sürüp gitmiştir ( o da her yılın on iki ay, her ayın da yirmi dokuz ilâ otuz gün arasında olmasıdır).(Kamerî) yıl, on iki aydır. Bunlardan dördü haram aylardır. Üçü birbiri ardınca gelir. (Bu aylar:) Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Cumâdâ ile Şa'ban arasındaki Receb Mudar'dır."[11]
İbn-i Abbas -Allah ondan râzı olsun- ve başkası şöyle rivâyet etmişlerdir -lafız, İbn-i Abbas'a âittir-:
"Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
(( أَيّهَا النّاسُ! اسْمَعُوا قَوْلِي ، فَإِنّي لَا أَدْرِي لَعَلّي لَا أَلْقَاكُمْ بَعْدَ يَوْمِي هَذَا فيِ هَذَا الْمَوْقِفِ. أَيّهَا النّاسُ! إنّ دِمَاءَكُمْ وَأَمْوَالَكُمْ
أَمَّا بَعْدُ، أَيّهَا النّاسُ! فَإِنّ الشَّيْطَانَ قَدْ يَئِسَ أَنْ يُعْبَدَ بِأَرْضِكُمْ، وَلَكِنَّهُ إِنْ يُطَعْ فِيمَا سِوَى ذَلِكَ مِمَّا تَحْقِرُونَ مِنْ أَعْمَالِكُمْ فَقَدْ رَضِيَ بِهِ، فَاحْذَرُوهُ أَيّهَا النَّاسُ عَلَى دِينِكُمْ. وَإِنَّ النَّسِيءَ زِيَادَةٌ فِي الْكُفْرِ يُضَلُّ بِهِ الَّذِينَ كَفَرُوا يُحِلّونَهُ عَامًا وَيُحَرّمُونَهُ
"Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyin. Bilmiyorum, belki bu günden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.
Ey insanlar! Bu gününüz nasıl mukaddes bir gün ise, bu ayınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz nasıl mübarek bir şehir ise; canlarınız ve mallarınız da öyle mukaddestir (her türlü saldırıdan emindir).
(Ashabım! Yarın) Rabbinize kavusacaksınız ve Rabbiniz size amellerinizden (yaptıklarınızdan) soracaktır.Andolsun ki ben, bunu size tebliğ ettim.
(Ashabım! ) Kimin yanında bir emânet varsa, onu sahibine versin. Fâizin her çeşidi kaldırılmıştır (ayağımın altındadır). Fakat anaparanız sizindir. Ne zulmedin, ne de zulme uğrayın.Allah, fâizi kaldırmıştır. Abdulmuttalib'in oğlu Abbas'ın fâizinin hepsi kaldırılmıştır (ayağımın altındadır).Câhiliye döneminde güdülen kan davaları kaldırılmıştır.İlk kaldırdığım kan davanız da, Leys oğullarında süt annenin yanında iken Huzeyl kabilesi tarafından öldürülen Rabîa b. el-Haris b. Abdulmuttalib'in kan davasıdır.Câhiliye döneminden kalan ve kaldıracağım ilk kan davası odur.
Ey insanlar! Muhakkak ki, şeytan şu toprağınızda kendisine tapınmaktan ümidini kesmiştir.Fakat siz bunun dışında, hakir gördüğünüz (önemsemediğiniz) amellerinizde ona uyarsanız, bu da onu memnun edecektir.
Ey insanlar! Dîninizi korumak için ondan (şeytandan) sakının. "(Allah'ın haram kıldığı) Haram ayların yerlerini değiştirip ertelemek (savaşmak için istedikleri haram ayı, helal aylardan birisiyle değiştirip, kimisini öne almak, kimisini de ertelemek), sadece küfürde (inkârda) ileri gitmektir. Öyle yapmakla kâfirler, (şeytan tarafından) büsbütün şaşırtılırlar. Allah’ın haram kıldığı (dört aydan birisini) sayıya (dört haram aya) denk getirmek için onu bir yıl helâl, bir yıl haram sayarlar ve böylelikle Allah’ın haram kıldığını helâl, helal kıldığını da haram kabul ederler. Zaman, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı gündeki sıraya göre sürüp gitmiştir ( o da her yılın on iki ay, her ayın da yirmi dokuz ilâ otuz gün arasında olmasıdır).(Kamerî) yıl, on iki aydır. Bunlardan dördü haram aylardır. Üçü birbiri ardınca gelir. (Bu aylar:) Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Cumâdâ ile Şa'ban arasındaki Receb Mudar'dır."[12]
İkincisi:
Safer ayını uğursuz saymaya gelince, bu, Câhiliye arapları arasında bilinen bir inanç idi ve günümüzde İslâm'a mensup bazı kimselerde bunun kalıntıları hâlâ devam etmektedir.
Ebu Hureyre'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
(( لَا عَدْوَى وَلَا طِيَرَةَ وَلَا هَامَةَ وَلَا صَفَرَ، وَفِرَّ مِنَ الْمَجْذُومِ كَمَا تَفِرُّ مِنَ الْأَسَدِ.)) [ رواه البخاري ومسلم ]
"Advâ[13], Tıyara[14], Hâme[15] ve Safer[16] yoktur.Aslandan kaçtığın gibi, Cüzâm hastalığından kaç."[17]
Değerli âlim Muhammed b. Salih el-Useymin -Allah ona rahmet etsin- bu konuda şöyle demiştir:
"Safer kelimesi, birden fazla şekilde tefsir edilmiştir:
Birincisi: Bilinen Safer ayıdır. Câhiliye döneminde araplar safer ayının uğursuz olduğuna inanırlardı.
İkincisi: Devenin karnına isabet eden ve bir deveden, başka bir deveye geçen (sirâyet eden) bir hastalıktır. Safer kelimesinin Advâ kelimesine atfedilmesi, hâssın (Safer'in), umuma (Advâ'ya) atfedilmesi bâbındandır.
Üçüncüsü: Safer'den kasıt; Safer ayıdır. Bundan da murat; Allah'ın haram kıldığı Haram ayların yerlerini değiştirip ertelemektir. Öyle yapmakla kâfirler, (şeytan tarafından) büsbütün şaşırtılırlar. Câhiliye arapları, haram oluşundan dolayı Muharrem ayını, Safer ayına ertelerler (Muharrem ayını, Safer ayının yerine sayarlar) ve Muharrem'i bir yıl helal, bir yıl da haram kabul ederlerdi.
Bu tefsirlerin en tercihli olanı şudur:Safer kelimesinden kastedilen; Safer ayıdır. Çünkü câhiliye arapları Safer'in uğursuz olduğuna inanırlardı. Oysa zamanın, olaylara ve Allah -azze ve celle-'nin takdirine hiçbir etkisi yoktur.Safer ayı, içerisinde hayır ve şerrin olduğu (takdir edildiği) diğer zamanlar gibidir.
Bazı insanlar,örneğin Safer ayının yirmi beşinci günü belirli bir işi bitirdiklerinde: "Bu iş, hayırlı Safer ayının yirmi beşinci günü bitirilmiştir" diye o günün tarihini yazarlar. Bu davranış; bir bid'atı, başka bir bid'at ile tedâvi etmek bâbındandır.Zirâ Safer ayı, hayır veya şer ayı değildir.Bunun içindir ki seleften bazı kimseler, baykuşun ötüşünü işittiği zaman:"İnşâallah hayırdır" diyen kimsenin bu sözüne şiddetle karşı çıkmışlardır. Çünkü baykuşun ötüşüne hayır veya şer denmez. Aksine baykuşun ötmesi, diğer kuşların ötmeleri gibidir.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in reddettiği bu dört şey (Advâ, Tıyara, Hâme ve Safer), yalnızca Allah Teâlâ'ya tevekkül etmek ve samimî bir niyete sahip olmak, başına belâ ve musibet gelen kimsenin, bu gibi şeylere (Advâ, Tıyara, Hâme ve Safer) karşı zayıf ve âciz olmaması gerektiğine delâlet etmektedir.
Bir müslüman, bu gibi şeylerle aklını meşgul ederse, şu iki durumdan birisiyle başbaşa kalır:
Birincisi: (Safer ayında) bir işe girişmesi veya o işten vazgeçmesi ile bu gibi şeylere cevap vermesidir ki bu takdirde müslüman, hareket ve davranışlarını hakikati olmayan bir şeye bağlamış olur.
İkincisi: (Safer ayında) bir işe başlaması ve bu gibi şeylere aldırmamasıdır.Fakat müslümanın içinde biraz keder ve üzüntünün kalmasıdır. Bu durum, birincisinden daha hafif olmakla birlikte buna dâvet eden şeylere asla cevap vermemesi ve yalnızca Allah -azze ve celle-'ye güvenmesi ve O'na tevekkül etmesi gerekir.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in dört şeyi (Advâ, Tıyara, Hâme ve Safer'i) reddetmesi, onların varlığını reddetmek değildir. Aksine onlar vardır. Fakat bu dört şeyin olaylara etkisinin olduğunu reddetmektir. Bu sebeple olaylara etki eden, yalnızca Allah Teâlâ'dır.Buna göre bir olayın sebebi, bilinen bir sebep ise, o sahih bir sebeptir.Yok eğer bir olayın sebebi vehm (kuruntu) ise, o da bâtıl bir sebeptir.Safer ayının ne kendisi olaylara etki edebilir, ne de kendisi şer için bir sebeptir."[18]
İkincisi: Câhiliye halkının, İslâm şeriatına aykırı olan hareketleri:
Buhârî ve Müslim'de geçen Ebu Hureyre'nin -Allah ondan râzı olsun- hadisi daha önce geçmişti. Bu hadiste, câhiliye araplarının, Safer hakkındaki inançları yerilmiş, Safer ayının, Allah Teâlâ'nın aylarından birisi olduğu, Safer'in olaylarda hiçbir irâdesinin olmadığı, aksine onun Allah Teâlâ'nın emriyle hareket ettiği açıklanmıştı.
Üçüncüsü: Safer ayında İslâm'a mensup kimselerde bulunan bid'atlar ve bâtıl inançlar:
İlmî Araştırmalar ve Fetvâ Dâimî Komitesi'ne şu soru sorulmuştur:
"Ülkemizde bazı âlimler, İslâm dîninde, Safer ayının son Çarşamba günü kuşluk namazı vaktinde bir selâmda dört rekat olarak kılınan, her rekatında Fâtiha sûresi ile birlikte on yedi defa Kevser sûresi, elli defa İhlas sûresi, birer defa Felak ve Nas sûreleri okunup selâm verilen, selâm verildikten sonra üç yüz altmış defa şu âyet-i kerime okunan:
[ سورة يوسف من الآية: ٢١]
"Ve Allah, emrinde gâliptir (hiçbir güç, O'na engel olamaz).Fakat insanların çoğu, (her şeyin Allah'ın elinde olduğunu) bilmezler."[19]
Bunları üç defa yaptıktan sonra şu âyet-i kerime ile bitirilen:
"Onların (iftiracıların) nitelemekte oldukları şeylerden senin izzet sahibi Rabbini tenzih ederiz.Bütün elçilere (rasûllere) selam olsun. Hamd, (dünya ve âhirette) âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur."[20]
Nâfile bir namaz olduğunu iddiâ etmektedir.
Yine, bu günde sadaka olarak fakirlere bir parça ekmek vermenin, Safer ayının son Çarşamba günü inen belâ ve musibeti savmak için bu âyet-i kerime'nin ayrı bir yeri olduğunu iddiâ etmektedirler.
Ayrıca, her yıl, üç yüz yirmi bin tane belâ ve musibet indiğini, bütün bu belâ ve musibetlerin, Safer ayının son Çarşamba günü geldiğini, bunun ise, yılın en zor günü olduğunu, kim, bu namazı, yukarıda zikredildiği şekilde kılarsa, Allah Teâlâ'nın o kimseyi, bu günde inen her türlü belâ ve musibetlerden lütuf ve keremiyle koruyacağını, yine, bu şekilde yapmaya gücü yetmeyen küçük çocukları bile belâ ve musibetlerden koruyacağını iddiâ etmektedirler.
Bu zikredilen şeyler çözüm müdür?
İlmî Araştırmalar ve Fetvâ Dâimî Komitesi âlimleri bu soruya şöyle cevap vermişlerdir:
"Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.Salât ve selâm, Allah'ın elçisine,onun âile halkına ve ashâbına olsun.
Soruda zikredilen bu nâfile namazın, Kur'an-ı Kerim ve sünnetten bir aslının olduğunu bilmiyoruz. Bu ümmetin ilk müslümanlarından ve onlardan sonra gelenlerden hiç kimsenin bu nâfile namazı kıldığına dâir hiçbir şey sâbit olmamıştır. Aksine bu, bid'at bir namazdır.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'den sâbit olduğuna göre o şöyle buyurmuştur:
(( مَنْ عَمِلَ عَمَلاً لَيْسَ عَلَيْهِ أَمْرُنَا فَهُوَ رَدٌّ.)) [ رواه مسلم ]
"Her kim işimiz (dînimiz) üzere olmayan bir iş işlerse, o işlediği şey reddolunmuştur (bâtıldır ve ona itibar edilmez)."[21]
Başka bir hadiste şöyle buyurmuştur:
(( مَنْ أَحْدَثَ فِي أَمْرِنَا هَذَا مَا لَيْسَ مِنْهُ فَهُوَ رَدٌّ.)) [ متفق عليه ]
"Her kim, bu işimizde (dînimizde) onda olmayan bir şeyi ona ihdâs eder (açık veya gizli Kur'an ve sünnette aslı olmayan bir şey getirir)se, o ihdâs ettiği şey, kendisine reddolunmuştur (bâtıldır)."[22]
Bu namazı ve zikredilen şeyleri, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'e veya sahâbeden birisine nisbet eden kimse, en büyük iftirayı atmış olur ve bu kimse, Allah Teâlâ tarafından yalancıların hak ettikleri cezayı hak etmektedir."[23]
Değerli âlim Muhammed Abdusselâm eş-Şukayrî şöyle demiştir:
"Câhil kimseler, kendilerinden her türlü kötülüğü giderdiğine inanarak, Safer ayının son Çarşamba günü 'Bütün âlemler içinden Nuh'a selâm olsun' gibi, selâm âyetlerini yazmayı ve bu âyetleri, içerisinde su bulunan kaplara koyup o sudan içerek ondan bereket ummayı ve o suyu başkasına hediye etmeyi bir gelenek hâline getirdiler.Bu inanç, bozuk bir inanç, dînde yerilen bir şeyi uğursuz sayma ve bunu yapanı gören kimsenin ona şiddetle karşı çıkması gereken çok çirkin bir bid'attır."[24]
Dördüncüsü: Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in hayatında bu ayda meydana gelen savaşlar ve önemli olaylar.
Bunlar pek çoktur. Bu olaylardan bazılarını seçmek mümkündür:
İbn-i Kayyim -Allah ona rahmet etsin- şöyle demiştir:
"Sonra Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Veddân adı verilen Ebvâ gazvesine bizzat kendisi katıldı. Bu, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in katıldığı ilk gazve olup Mekke'den Medine'ye hicret edişinden on iki ay sonra Safer ayında vukû buldu. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in beyaz olan sancağını Hamza b. Abdulmuttalib taşıdı. Sa'd b. Ubâde'yi, kendisinin yerine Medine'de bıraktı ve Kureyş'in ticâret kervanının önünü kesmek için özellikle muhâcirlerle birlikte yola çıktı, fakat hiç kimseyle karşılaşmadı.
Bu gazvede, zamanında Damra oğulları kabilesinin reisi olan Muhaşşî b. Amr ed-Damrî ile Damra oğulları ile savaşmamak ve onların da Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- ile savaşmamaları, kendisine karşı toplanmamaları ve kendisinin düşmanına yardım etmemeleri konularında aralarında (emân ve yardımlaşma) antlaşması imzaladılar. Bu antlaşmadan sonra Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- onlardan on beş gün uzak durdu. [25]
İbn-i Kayyim -Allah ona rahmet etsin- yine şöyle demiştir:
"Hicretin üçüncü yılı Safer ayı gelince, Adal ve el-Kara kabilelerinden bazı topluluklar Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in huzuruna gelip içlerinde müslüman kimselerin olduklarını, onlara dînlerini ve Kur'an okumayı öğretecek öğretmenleri, kendileriyle birlikte göndermesini istediler.Bunun üzerine Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- onlarla birlikte -İbn-i İshak'ın sözünde- altı kişi gönderdi. Buhârî ise: Onlar on kişi idiler, demiştir. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- onların başına, Mersed b. Ebî Mersed el-Ğanevî'yi emir tayin etti. Hubeyb b. Adiyy de onların içindeydi. Bu altı veya on kişilik heyet, onlarla birlikte yola çıktılar. Hicâz'ın kenar bölgelerinde Racî' denilen yere geldiklerinde onlara ihânet ettiler ve onlara karşı Huzeyl kabilesinden yardım istediler. Huzeyl kabilesinin adamları gelip onları kuşattılar ve genelini öldürüp Hubeyb b. Adiyy ve Zeyd b. ed-Desine'yi esir aldılar. Ardından onları köle olarak Mekke'de sattılar. Nitekim Hubeyb b. Adiyy ve Zeyd b. ed-Desine, Bedir savaşında müşriklerin ileri gelenlerini öldürmüşlerdi."[26]
İbn-i Kayyim -Allah ona rahmet etsin- yine şöyle demiştir:
"Hicretin dördüncü yılında, Safer ayında Maûne Kuyusu fâciası vukû bulmuştur.Bu fâcianın özeti şöyledir: Mızrakla istediği gibi, mahâretle oynamasından dolayı "Mulâibu'l-Esinne" diye çağrılan Ebu Berâ Âmir b. Mâlik Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'i huzuruna gelmişti. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- onu İslâm'a dâvet etti, fakat o müslüman olmadı (bu dâvete yanaşmadı) ama pek uzak da durmadı.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’a:
-Ey Allah'ın elçisi! Ashâbından bir grup tebliğci göndersen de şu Necid halkına senin bu dînini onlara anlatsalar iyi olur, umarım onlara icâbet ederler, dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
-Ben, Necd halkının onlara bir kötülük yapmasından korkuyorum.
Bunun üzerine Ebu Berâ şöyle dedi:
- Ben onları koruyacağım.
Bunun üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, sahâbeden İbn-i İshak'ın sözüne göre- kırk, Sahih-i Buhârî'deki rivâyete göre yetmiş kişilik -ki doğru olan Buhârî'nin rivâyetidir- bir kurra (hafızlar) heyetini, Sâide oğullarından "Şehâdete Koşan" lakaplı Münzir b. Amr başkanlığında gönderdi. Bunlar, sahâbenin hayırlıları, fazîletlileri, efendileri ve hâfızları idiler. Heyet, Âmir oğulları ile Süleym oğulları kabilelerinin toprakları arasında bulunan Maûna kuyusu mevkiine ulaşınca orada konakladılar.Sonra Ümmü Süleym'in kardeşi Haram b. Milhan adındaki birisine, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in mektubunu vererek onu Amir oğulları kabilesinin reisi Allah’ın düşmanı Âmir bir Tufeyl’e gönderdiler.Bu adam, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in mektubunu bile açıp bakmadan, adamlarından birisine emredip elçiyi arkasından mızrakla vurarak öldürttü. Haram b. Milhan, mızrak sırtından girince ve akan kanı görünce:
- Kâbe'nin Rabbine yemîn olsun ki kazandım! Dedi.
Ondan sonra da Âmir oğullarına (kabilesinin halkına, bu İslam tebliğcilerini kılıçtan geçirmek üzere) çağrıda bulundu. Ebu Berâ'nın himâyesinde oldukları için halk bu çağrıya uymadı. Bunun üzerine Süleym oğulları, Usayya, Ra'l ve Zekvân kabilelerini yardıma çağırdı. Usayye, Ra'l ve Zekvân kabileleri onun çağrısını kabul ettiler ve bu kabileler Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in ashâbını onları çember içine alıp kuşattılar. İçlerinden Neccâr oğulları kabilesinden Ka’b bin Zeyd dışındaki herkesi öldürdüler.Ka’b ise yaralanmış ve şehidler arasında kendinden geçmişti. Kendine geldikten sonra Medine’ye sağ dönmeyi başardı ve hayatta kaldı. Daha sonra Hendek savaşında şehid oldu.Bu tebliğcilerle beraber gitmiş, ancak onları korumak maksadıyla uzaktan gözetleyicilik yapan iki kişi daha vardı. Bu olayın dışında kalarak kurtulmuşlardı. Onlardan biri Amr b. Umeyye ed-Damrî, diğeri de Munzir b. Muhammed idi.Arkadaşlarının nerede öldürüldüklerini ancak akbabaları görerek keşfedebildiler.Oraya gittiklerinde korkunç manzara ile karşılaştılar. Arkadaşlarının tümü şehid edilmişti. Düşmanlarsa hala orada bekliyorlardı. Arkadaşlarının durumunu görünce her ikisi de kılıçlarını çekerek düşman ordusuna saldırdılar. Munzir şehid edildi. Amr b. Umeyye ed-Damrî ise esir alındı.Kendisinin Mudar kabilesinden olduğunu onlara haber verince, Âmir oğulları kabilesi reisi Amr b. Tufeyl onun saçını perçeminden kesti ve annesinin bir köle azad etme borcu olduğundan dolayı Amr'ı onun yerine sayıp serbest bıraktı. Hürriyetine kavuşan Amr b. Umeyye Medine’ye dönerken yolda el-Karkara denilen yere gelince bir ağacın altında dinlenmek için konakladı. Daha sonra onun yanına Kilâb oğulları kabilesine mensup iki kişi geldiler. Amr, onların şehid edilen arkadaşlarının öcünü almak niyetiyle kılıcını çekerek ikisini de öldürüp büyük bir hata işledi. Oysa Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bu iki kişiye teminat vermişti. Ama o bundan habersizdi. Medine’ye geldiğinde yaptığını Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e haber verince, ona şöyle dedi:
- Andolsun ki sen, (kendilerine emân verilen) iki kişiyi öldürdün.Ben, o ikisinin diyetini mutlaka ödemeliyim."[27]
İbn-i Kayyim -Allah ona rahmet etsin- şöyle demiştir:
"Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in Hayber savaşına çıkması, Muharrem ayının başında değil, sonunda idi.Hayber'i fethetmesi ise Safer ayında idi." [28]
İbn-i Kayyim -Allah ona rahmet etsin- şöyle demiştir:
"Kutbe b. Âmir b. Hadîde seriyyesinin Has'am kabilesine gelişi faslı:
Hicretin dokuzuncu yılı Safer ayında idi.
İbn-i Sa'd şöyle demiştir:
Dediler ki: Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, Kutbe b. Âmir'i yirmi kişiyle beraber Has'am kabilesinin bir kolu olan (Yemen'deki) Tebâle bölgesine gönderdi ve kendisine, onların üzerine hücum etmesini emretti.Ardından iki kişinin bir deveye sırayla bindikleri on deve ile yola çıktılar.Derken bir adamı yakalayıp sorguya çektiler ama adam susup onlara hiçbir şeyi haber vermedi.Ardından suyun başında konaklayan topluluğun bulunduğu yerde bağırmaya ve onları tehdit etmeye başlayınca başını vurdular.Sonra (bu on kişlik seriyye) suyun başındaki topluluk uyuyuncaya kadar orada beklediler.Ardından geceleyin onlara baskın düzenleyip şiddetli bir savaşa tutuştular.Öyle ki her iki taraftan pek çok kişi yaralandı.(Seriyye'nin komutanı) Kutbe b. Âmir birçok insanı öldürdü.Daha sonra seriyye develeri, kadınları ve davarları önlerine katarak Medine'ye götürdüler. Bu olayda, seriyyenin baskın düzenlediği topluluk, toplanıp biraraya geldiler ve seriyyenin ardından onları takip etmeye başladılar. Fakat Allah Teâlâ onların üzerine öyle büyük bir sel gönderdi ki topluluğun, müslümanlara ulaşmasına engel oldu.Müslümanlar da develeri, kadınları ve davarları önlerine katıp giderlerken onlar müslümanlara bakıyorlar fakat sel sularını geçip müslümanlara ulaşma imkânını bulamıyorlardı.Böylece müslümanlar onların bakışları arasında uzaklaşıp gittiler."[29]
İbn-i Kayyim -Allah ona rahmet etsin- şöyle demiştir:
"Hicretin dokuzuncu yılında Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in huzuruna Uzra kabilesinden on iki kişilik bir heyet geldi. İçlerinde Cemra b. en-Nu'mân da vardı.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- onlara: Bu topluluk kimdir? Diye sordu.
Onların sözcüsü şöyle cevap verdi:
-Biz, tanımamazlık etmeyeceğin Uzra oğullarıyız. Kusay'ın anneden kardeşleriyiz. Kusay'a destek olup yardım eden, Huzâa ve Bekir oğullarını Mekke'den kovanlar, biziz. Bizim akrabalık bağımız ve yakınlarımız vardır.
Bunun üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
- Siz hoşgeldiniz ve beni sizi tanımaya vesile olan şeye selâm olsun.O halde müslüman olun!
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, Şam'ın fethedileceğini ve Herakliyus'un ülkesine kaçacağını onlara müjdeledi.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, kâhinlere gitmelerini ve daha önceleri yapmakta oldukları putlara kurbanlar kesmeyi onlara yasakladı ve sadece kurban bayramında kurban kesmeleri gerektiğini onlara haber verdi.Uzra heyeti,Ramle'nin evinde birkaç gün kaldıktan sonra kendilerine hediyeler verilmiş halde geri döndüler."[30]
Safer ayı hakkında gelen uydurma ve yalan hadisler.
İbn-i Kayyim -Allah ona rahmet etsin- (uydurma hadislerin özellikleri hakkında) şöyle demiştir:
"Gelecek tarihli hadisler faslı:
Bu özelliklerden bazıları şunlardır:
Rivâyet edilen hadiste şu şu tarihin olmasıdır.
Örneğin: Şu şu yıl olunca, şöyle şöyle olaylar meydana gelecektir, şu şu ay olunca, şöyle şöyle olaylar meydana gelecektir, denmesi gibi.
Örneğin: Yalancı küstahın: Muharrem ayında ay tutulursa, hayat pahalılığı, savaş ve sultan (devlet başkanı) başa gelecek, Safer ayında ay tutulursa, şöyle şöyle olacaktır, demesi gibi.
Yalancı küstahın, senenin her ayı için böyle şeyler uydurmaya devam etmesi gibi.
Bu anlamdaki hadislerin hepsi, yalan ve iftirâdır." [31]
Allah Teâlâ en iyi bilendir.
------------------------------
[1] Bkz: İbn-i Manzûr; 'Lisânu'l-Arab'; c: 4, s: 462-463.
[2] Tevbe Sûresi: 36
[3] Buhârî; hadis no: 1489. Müslim; hadis no: 1240.
[4] Allah'ın haram kıldığı haram ayların yerlerini ilk defa değiştirip erteleyen kimsedir.Kinâne kabilesindendir.Asıl adı, Nuaym b. Sa'lebe'dir. Allah'ın haram kıldığı haram ayların yerlerini son defa değiştirip erteleyen kimse ise, Cunâde b. Avf b. Umeyye el-Kinânî'dir.Cunâde, kavmi arasında söz sahibi birisiydi.Hac mevsiminde eşeğinin üzerinde gelir ve şöyle seslenirdi: Ey insanlar! Dikkat edin! Ebu Sumâme bu konuda ne ayıplanır, ne kendisine cevap verilir, ne de dediği reddolunur. Bunun üzerine insanlar ona şöyle derlerdi: Muharrem ayının haramlılığını bizden bir ay ertele ve Muharrem ayını, Safer ayında kıl.Bu istek üzerine o da Muharrem ayını onlara helal kılar ve şöyle seslenirdi: Dikkat edin! İlahlarınız, bu yıl Safer ayını haram kıldı.Bunun üzerine insanlar o yıl Safer ayını haram ay kabul ederlerdi.Zilhicce ayında hac yaptıkları zaman (Zilhicce'den sonra gelen) Muharrem ayını bırakıp onu Safer diye adlandırırlardı.Zilhicce ayı bitince, Muharrem ayında savaşa çıkarlar ve bu ayda başka kabilelere saldırırlar ve ganimet alırlardı.Çünkü onlara göre bu ay, Safer ayı idi.Böylelikle onların o yılında iki Safer ayı olurdu.Bir sonraki yıl ise onlara göre Zilhicce, Zilkâde sayılır, Muharrem ise, Zilhicce sayılırdı.Böylece Muharrem ayında hac yaparlardı.Bunu da iki yıl üst üste yaparlardı.Daha sonra da bunu değiştirirler ve iki yıl üst üste Safer ayında hac yaparlardı. (Ebu Nebil)
[5] Advâ: Sağlam bir kişiye bir hasta aracılığıyla hastalığının bulaşmasıdır. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in böyle bir şeyin olmadığını söylemesinin sebebi; doğrudan doğruya o hasta kişi yüzünden hasta olduğuna değil de Allah’ın dilemesi ve takdiri sonucu bu hasta kişiden hastalık bulaştığına inanmanın gerekliliğini belirtmektir. Zira İslâm inancında hastalığın doğrudan doğruya bulaşması yoktur.Her şey Allah'ın izni ve dilemesiyle olur. Bununla beraber İslâm, insanların salgın hastalık olan yerlerden uzak durmak suretiyle tedbir almalarını ve Allah'a tevekkül etmelerini emretmiştir.
[6] Tıyara: Uğura ve uğursuzluğa inanmaktır.
[7] Hâme: Kan davalarında öç ve intikam almak için uydurulmuş bir takım efsanelere inanmaktır.İslâm bunu kesinlikle yasaklar.Câhil arapların inançlarına göre öldürülen bir kimsenin kanından, kemiğinden veya ruhundan kuşlar -özellikle baykuşlar- türeyerek ölünün intikamını alıncaya dek bağırırlar.Bu yüzden ölenin yakınları ölüyü rahat ettirmek için intikamını almak zorunda olduklarına inanırlardı.
[8] Safer: Sefer ayının uğursuz olduğuna inanmaktır. Uğursuzluk din veya dünya ile ilgili hayırlı iş yapmaya niyet edildiğinde sevilmeyen bir şey görüldüğü veya duyulduğu zaman bunun kalbe etki ederek, niyet edilen işten vazgeçirmesi veya kalpte bir üzüntü meydana getirmesidir. Bir iş yapmaya niyet edildiğinde kötü bir şey görmek veya duymak suretiyle bunu uğursuzluk sayıp yapacağı işten vazgeçmek, vazgeçmeyip kalben üzüntü duymaktan daha haramdır ve apaçık bir şirktir. (Ebu Nebil)
[9] Buhârî ve Müslim
[10] Tevbe Sûresi: 37
[11] Buhârî; hadis no: 4662. Müslim; hadis no: 1679
[12] Ahkâmu'l-Kur'an; c: 2, s: 503-504.
[13] Advâ: Sağlam bir kişiye bir hasta aracılığıyla hastalığının bulaşmasıdır.
[14] Tıyara: Uğura ve uğursuzluğa inanmaktır.
[15] Hâme: Kan davalarında öç ve intikam almak için uydurulmuş bir takım efsanelere inanmaktır.
[16] Safer: Sefer ayının uğursuz olduğuna inanmaktır. (Ebu Nebil)
[17] Buhârî; hadis no: 5387. Müslim; hadis no: 2220
[18] Mecmû' Fetâvâ İbn-i Useymîn; c: 2, s: 113-115
[19] Yusuf Sûresi: 21
[20] Sâffât Sûresi: 180-182
[21] Müslim; hadis no:1718.
[22] Buhârî; hadis no: 2697.Müslim; hadis no: 1718.
[23] İlmî Araştırmalar ve Fetvâ Dâmî Komitesi Fetvâları; c: 2, s: 354.
[24] "es-Sunen ve'l-Mubtedeât (Sünnetler ve Bid'atlar)"; s: 111-112.
[25] Zâdu'l-Meâd; c: 3, s: 164-165.
[26] Zâdu'l-Meâd; c: 3, s: 244.
[27] Zâdu'l-Meâd; c: 3, s: 246-248.
[28] Zâdu'l-Meâd; c: 3, s: 239-240.
[29] Zâdu'l-Meâd; c: 3, s: 514.
[30] Zâdu'l-Meâd; c: 3, s: 657.
[31] el-Menâru'l-Munîf; s: 64.
Share it now!
20 Kasım 2014 Perşembe
BAKARA SÜRESİ 284 ayete göklerdekiler ve yerdekiler hep ALLAH ındır siz nefislerinizdekileri açsanız da gizleseniz de ALLAH sizi onunla hesaba çeker sonra dilediğine mağfiret dilediğine de azap eder ALLAH ın her şeye gücü yeter 285 peygamber RABBİNDEN kendisine her ne indirildiyse ona iman etti müminler de ( iman ettiler ) her biri ALLAH a meleklerine kitaplarına peygamberlerine peygamberlerinden hiç birisinin arasını ayırmayız diye iman ettiler ve işittik ve itaat ettik bağışlanmanı dileriz ey bizzim rabbimiz gidiş sanadır dediler 286 ALLAH hiç kimseyi gücünden fazlasıyla sorumlu tutmaz her kesin kazandığı kendine yüklendiğin de aleyhinedir EY RABBİMİZ eger unuttuk veya kastımız olmayarak yaptıysak bizi sorumlu tutma EY RABBİMİZ hem bize bizden öncekiler yüklediğin gibi agır yük yükleme ey RABBİMİZ hem de bize gücümüz olmayanı yükleme günahlarımızı affet bizler mağfiret et bize rahmetini ihsan et sen MEVLAMIZSIN seni tanımayanlar karşı bizi galip eyle kah rolsün kafirler VELHAMDULİLAHİ RABİL ALEMİN
19 ALLAH ım salatlarını ve bereketlerini rahmetini resüllerin efendisi takva sahiplerinin imamı nebilerin sonuncusu rahmet peygamberi hayır önderi ve imamı olan resülün ve kulun efendimiz MUHAMMED in üzerine ikram eyle
20 ALLAH ım onu öncekilerin ve sonrakilerin gıpta edeceği makam ı mahmuda ulaştır
21 ALLAH ım efendimiz İbrahim e salat ettiğin gibi efendimiz MUHAMMED e ve onun aline de salat eyle şüphesiz sen methedilmeye layık azamet ve şeref sahibisin senin izninle islam adavet eden müjdeci şahit alemlerin rabbi olan ALLAH ın resülü takva sahiplerinin imamı resülerin efendisi nebilerin sonuncusu efendimiz abdulah oglu MUHAMMED in üzerine olsun ona selam olsun
20 ALLAH ım onu öncekilerin ve sonrakilerin gıpta edeceği makam ı mahmuda ulaştır
21 ALLAH ım efendimiz İbrahim e salat ettiğin gibi efendimiz MUHAMMED e ve onun aline de salat eyle şüphesiz sen methedilmeye layık azamet ve şeref sahibisin senin izninle islam adavet eden müjdeci şahit alemlerin rabbi olan ALLAH ın resülü takva sahiplerinin imamı resülerin efendisi nebilerin sonuncusu efendimiz abdulah oglu MUHAMMED in üzerine olsun ona selam olsun
BUSİTEYİ TAKİP EDENLERE ALLAH VE RESÜLÜN SELAMUN ALEYKÜM ÜZERİNİZE OLSUN KALP EVİNİZ NUR DOLSUN YARIN MAHŞERDE PEYGAMBERİME KOMŞU OLASINIZ İNŞALLAH SAHİBİMİZ SAHİBİNİZ ALLAH OLSUN TABİBİMİZ TABİBİNİZ KURAN OLSUN ÖNDERİMİZ ÖNDERİNİZ PEYGAMBERİM HAZRETİ MUHAMMET MUSTAFA (AS) OLSUN ÖNDERİNİZ AŞKINIZ HAZRETİ AHMET MAHMUT MUHAMMET MUSTAFA OLSUN CANLAR DOSLAR SİZİ GÜZEL MÜMİNLER DUGAYLA ALLAH VE RESÜLÜNE EMANET OLUN
19 Kasım 2014 Çarşamba
bakara süresi 282 ayete : ey iman edenler belirli bir vade ile borçlandığınız zamana onu yazın hem de onu aranızda doğrulukla tanınmış yazı bilen biri yazsın yazmayı bilen de kendisine ALLAH ın ögretigi gibi yazmaktan kaçınmasın da yazsın bir de hak kendi üzerinde olan adam borçluda söyleyip yazdırsın her bir rabbi ALLAH tan korksun da haktan bir şey eksiltmesin şayet borçlu aklından noksan veya küçük ya da kendisi söyleyip yazdırmayacak ise velisi dosdoğru söyleyip yazdırsın erkeklerinizden orada hazır bulunaniki kişiyi de şahit yapın şayet ikiside erkek olamıyorsa o zaman doğruluğuna emin olduğunuz şahitlerden bir erkek ile iki kadın ( kadınlardan )biri unutunca diğeri ona hatırlatsın şahitlerde çağırıldıkları zaman kaçınmasınlar siz yazanlar da az olmuş çok olmuş onu vadesine kadar yazmaktan usanmayın bu ALLAH yanında adalete daha uygun olduğu gibi hem şahitlik için daha sağlam hem şüpheye düşmemeniz için daha elverişlidir meğerki aranızda hemen devredeceğiniz bir ticaret olsun o zaman bunu yazmamanızda size bir sakınca yoktur alım satım yaptığınız zaman da şahit tutun bir de ne yazan ne de şahitlik yapan bir zarara uğratılsın eger (onlar bir zarara ) uğratırsanız o mutlaka sizin kendinize dokunacak bir günah olur ALLAH tan korkun ALLAH size ilim öğretiyor ALLAH her şeyi bilir
283 : eger yolculukta olup yazıcı da bulmadıysanız o zaman verilen rehinler yeterlidir yok bir birinize güvenmişseniz kendisine güvenilen adam rabbi olan ALLAH tan korksun da üzerindeki emaneti versin bir de şahitliği gizlemeyin kim onu gizlerse onun kalbi günahkardır ALLAH her ne yaparsanız bilir
283 : eger yolculukta olup yazıcı da bulmadıysanız o zaman verilen rehinler yeterlidir yok bir birinize güvenmişseniz kendisine güvenilen adam rabbi olan ALLAH tan korksun da üzerindeki emaneti versin bir de şahitliği gizlemeyin kim onu gizlerse onun kalbi günahkardır ALLAH her ne yaparsanız bilir
16 ALLAH ım adn cennetinde onun yerini genişlet fazlından onu kat kat hayırla mükafatlandır her hangi bir sıkıntı olmadan ve ardı arkası kesilmeden hayırların ona bol bol ulaşmasını ihsan eyler zira o resülün senin vahyini gönlünde tutarak ahdini koruyup emrini yerine getirmekte hiç gecikmeksizin rızana koşarak emrin olduğu için sana itaat etti onun sav bu itaati de elde etmek isteyen için parlak bir nur halini aldı böyle bir nurla ALLAH ın ihsanı efendimize sav işaret eden vesilelerle ancak ehli olana ulaşır kalpler ise günah ve fitneler bataklığına dalıp gittikten sonra resül sav ile hidayete kavuşur zira o resül isimleri izah etmeye hükümleri açığa çıkarmaya ve islamın gönülleri aydınlatmasına ışık tutar
17 ALLAH ım onun Firdevs cennetindeki makamını insanların makamından yüce kıl ona senin katındaki has makamını ve ihsanını ikram eyle onun nurunu tamamla peygamber olarak gönderdiğin için onun şahadeti makbul sözü rızaya uygun adil sözlü konuşması açık ve büyük bir burhan sahibi olarak mükafatlandır
18 ŞÜPHESİZ ALLAH ve melekleri bu nebi ye (çok) salat etmektedirler ey iman edenler sizde onun üzerine salat edin tam bir teslimiyetle selam verin ahzap 33 56 ALLAH ın davetine icabettim rabbim senden saadetler dilerim çok merhametli ve iyilikler ihsan eden ALLAH ım mukkarrebin makamındaki ve ALLAH a en yakın meleklerin nebilerin sıddıkların şehidlerin Salihlerin okuduğu ve seni teşbih eden her şeyin salavatı
17 ALLAH ım onun Firdevs cennetindeki makamını insanların makamından yüce kıl ona senin katındaki has makamını ve ihsanını ikram eyle onun nurunu tamamla peygamber olarak gönderdiğin için onun şahadeti makbul sözü rızaya uygun adil sözlü konuşması açık ve büyük bir burhan sahibi olarak mükafatlandır
18 ŞÜPHESİZ ALLAH ve melekleri bu nebi ye (çok) salat etmektedirler ey iman edenler sizde onun üzerine salat edin tam bir teslimiyetle selam verin ahzap 33 56 ALLAH ın davetine icabettim rabbim senden saadetler dilerim çok merhametli ve iyilikler ihsan eden ALLAH ım mukkarrebin makamındaki ve ALLAH a en yakın meleklerin nebilerin sıddıkların şehidlerin Salihlerin okuduğu ve seni teşbih eden her şeyin salavatı
18 Kasım 2014 Salı
BAKARA SÜRESİ 279 YOK eger yapmazsanız ALLAH ve resülünden mutlaka bir savaşa tutulacağınız bilin eger tövbe ederseniz ana sermayeniz siz
indir ne zalim olursunuz ne de mazlum
280 EGER borçlunun eli darda ise eli genişleyinceye kadar süre tanıyın bununla beraber eger bilirseniz bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır
281 kendisinde ALLAH a döndürüleceğiniz güne hazırlanıp korunun sonra herkese kazandığı tamamıyla ödecenek ve onlar hiçbir zulme maruz kalmayacaklar
indir ne zalim olursunuz ne de mazlum
280 EGER borçlunun eli darda ise eli genişleyinceye kadar süre tanıyın bununla beraber eger bilirseniz bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır
281 kendisinde ALLAH a döndürüleceğiniz güne hazırlanıp korunun sonra herkese kazandığı tamamıyla ödecenek ve onlar hiçbir zulme maruz kalmayacaklar
BAKARA 275 ayete : faiz yiyen kimseler şeytanın çarpmış olduğu delirmiş kimse nasıl kalkarsa öyle kalkarlar bu işte onların alış veriş tıpkı faiz gibidir demeleri yüzündendir oysa ALLAH alış verişi helal faizi haram kıldı bundan böyle her kim rabbi tarafından kendine bir öğüt gelir de faizden vaz geçerse artık geçmişi ona ve hakkında hüküm de ALLAH a aittir her kim de döner yeniden alırsa işte onlar cehennemliktirler hep orada kalacaklardır 276 ALLAH faizi yok eder sadakaları bereketlendirip artırır hem ALLAH günahkar kafirlerin hiçbirinin sevmez 277 iman edip iyi işler yapan namaz kılıp zekat veren kimselerin rableri katında ecirleri şüphesiz kendilerinindir onlara bir korku yok tur onlar mahzunda olacak değillerdir 278 EY iman edenler ALLAH tan korkun eger gerçekten müminlerseniz faiz hesabından geri kalını bırakın
12 ALLAH ım efendimiz İbrahim e ve onun aline, bütün alemde salat, bereket ve merhamet ettiğin gibi efendimiz MUHAMMED e ve onun aline de salat merhamet ve bereket ihsan eyle şüphesiz sen methedilmeye layık azamet ve şeref sahibisin
13ALLAH ım efendimiz İbrahim e salat ettiğin gibi efendimiz nebi MUHAMMED e müminlerin anneleri olan zevcelerine, zürriyetine ve eh -i beytine de salat eyele . şüphesiz sen methedilmeye layık azamet ve şeref sahibi
14ALLAH ım efendimiz İbrahim e bereket ihsan ettiğin gibi efendimiz MUHAMMED e ve onun aline de bereket ihsan eyle şüphesiz sen methedilmeye layık azamet ve şeref sahibisin
15 EY yerleri donaltan yüksek semaları yaratan ve kalpleri kötüsüyle iyisiyle yaratıldığı hal üzere çekip çeviren ALLAH ım batıl ehlinin ordularını mağlup eden hakkı en doğru şekilde ilan eden kendisinden öncekileri tamamlayan kapatılan iman kapılarını açan resülün ve kulun MUHAMMED e rahmetinin en üstününü bereketlerinin artarak devam edenlerini ve şevkatinin en sıcagınıikram eyle
13ALLAH ım efendimiz İbrahim e salat ettiğin gibi efendimiz nebi MUHAMMED e müminlerin anneleri olan zevcelerine, zürriyetine ve eh -i beytine de salat eyele . şüphesiz sen methedilmeye layık azamet ve şeref sahibi
14ALLAH ım efendimiz İbrahim e bereket ihsan ettiğin gibi efendimiz MUHAMMED e ve onun aline de bereket ihsan eyle şüphesiz sen methedilmeye layık azamet ve şeref sahibisin
15 EY yerleri donaltan yüksek semaları yaratan ve kalpleri kötüsüyle iyisiyle yaratıldığı hal üzere çekip çeviren ALLAH ım batıl ehlinin ordularını mağlup eden hakkı en doğru şekilde ilan eden kendisinden öncekileri tamamlayan kapatılan iman kapılarını açan resülün ve kulun MUHAMMED e rahmetinin en üstününü bereketlerinin artarak devam edenlerini ve şevkatinin en sıcagınıikram eyle
17 Kasım 2014 Pazartesi
8 ALLAH ım efendimiz İbrahim e ve onun aline bereket ihsan ettiğin gibi efendimiz MUHAMMED e ve onun aline de bereket ihsan eyle şüphesiz sen methedilmeye layık azamet ve şeref sahibisin
9 ALLAH ım efendimiz İbrahim e ve onun aline merhamet ettiğin gibi efendimiz MUHAMMED e ve onun aline de merhamet eyle şüphesiz sen methedilmeye layık azamet ve şeref sahibisin
10ALLAH ım efendimiz İbrahim e ve onun aline gösterdiğin gibi efendimiz MUHAMMED e ve onun aline de şefkat göster şüphesiz sen methedilmeye layık azamet ve şeref sahibisin
11 ALLAH ım efendimiz İbrahim e ve onun aline selamet verdiğin gibi efendimiz MUHAMMED e ve onun aline de selamet ihsan eyle şüphesiz sen methedilmeye layık azamet ve şeref sahibisin
9 ALLAH ım efendimiz İbrahim e ve onun aline merhamet ettiğin gibi efendimiz MUHAMMED e ve onun aline de merhamet eyle şüphesiz sen methedilmeye layık azamet ve şeref sahibisin
10ALLAH ım efendimiz İbrahim e ve onun aline gösterdiğin gibi efendimiz MUHAMMED e ve onun aline de şefkat göster şüphesiz sen methedilmeye layık azamet ve şeref sahibisin
11 ALLAH ım efendimiz İbrahim e ve onun aline selamet verdiğin gibi efendimiz MUHAMMED e ve onun aline de selamet ihsan eyle şüphesiz sen methedilmeye layık azamet ve şeref sahibisin
LEYLA BİNTİ EBİ HASME RA AN HANIN HAYATI
Leylâ binti Ebî Hasme radıyallahu anhâ, kocası Âmir İbni Rebîa radıyallahu anh ile birlikte İslâm’ın ilk günlerinde Mekke’de müslüman olan kahramanlardan...
Müşriklerin işkencelerinden kaçan ve Habeş ülkesine iki defa hicret eden çilekeş muhâcirlerden... Medine-i Münevvere’ye hevdec içinde hicret eden ilk hanım sahâbi...
O, kocası Âmir İbni Rebîa ile ilk İslâm’a koşanlardandır. Kocası Âmir, Hz. Ömer (r.a)’ın babası Hattab’ın evlâtlığı idi. Müslüman olunca ezâ ve cefâlara maruz kaldı
Müşriklerin baskıları artıp işkenceye dönüşünce Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimize müracat ettiler. Sabah-akşam müşrikler tarafından rahatsız edildiklerini, her gördükleri yerde hakarete uğradıklarını hatta ağır işkencelere maruz kaldıklarını şikâyet ederek:“
– Ya Rasûlallah! Kavmimiz bize en ağır işkenceyi yapıyor” dediler. Zor durumda kaldıklarını, sabır ve tahammüllerinin kalmadığını söylediler.
İki Cihan Güneşi Efendimiz cevap vermeyip sustu. Bir müddet sonra mahzun bir şekilde sabır tavsiyesinde bulundu. Ashabından bu tür şikâyetler çoğalmaya başlayınca hicrete izin verildi peşinden de:
“Kim dinini kurtarmak için bir yerden başka bir yere göç ederse cennet ona vacip olur. Siz şimdi yeryüzüne dağılın. Yüce Allah sizi yine bir araya toplar.” buyurdu.
Âmir İbni Rebîa ve Leylâ binti Ebî Hasme (r. anhüm) inançlarını yaşayabilecekleri bir yere hicret etmek istediklerini bildirdiler ve:
“– Yâ Rasûlallah! Nereye gidelim?” diye sordular.
Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz, eliyle işaret ederek:
“İşte oraya! Habeş ülkesine.” buyurdu.
Sonra şu açıklamada bulundu:
“Çünkü orada halkını seven, etrafındakilerin hiç birine zulmetmeyen bir kral var. Hem orası bir doğruluk ülkesidir.” buyurarak o ülkeyi methu senâ etti. Oranın kralına, hükümdârına iltifat etti. Sonra ashabına:
“Yüce Allah içinde bulunduğunuz sıkıntılardan bir çıkış ve kurtuluş yolu açıncaya kadar, siz orada oturun.” tavsiyesinde bulundu.
Nübüvvetin beşinci yılında Recep ayında oniki erkek ile beş kadından oluşan, onyedi kişilik bir kafile hicret için yola çıktı. Bu İslâm’da Habeş ülkesine yapılan ilk hicret idi.
Hicret edeceği esnada Leylâ binti Ebî Hasme (r.anhâ), Ömer İbni Hattab ilk karşılaştı. Aralarında karşılıklı bir konuşma geçti. Bu hadiseyi Leylâ Hatun kendisi şöyle anlatır:
“– Habeş ülkesine doğru gitmeye hazırlandığımız sırada, kocam Âmir, bâzı ihtiyaçlarımızı almak üzere çarşıya gitmişti.
Ömer İbni Hattab beni gördü ve başıma dikildi. Kendisi o zaman müslüman olmamıştı. Bize karşı çok sert ve katı davranırdı. Ondan hep ezâ ve cefâ görmüştük. Bana doğru yaklaştı ve:
“– Ey ümmü Abdullah! Demek buradan gidiş var ha?” dedi. Ben de:
“– Evet! Vallahi, Allah’ın arzından bir yere çıkıp gideceğiz. Siz bizi işkencelere uğrattınız. Allah bize bir kurtuluş ve çıkış yolu açıncaya kadar, oralarda kalacağız.” dedim. Bana:
“– Allah yardımcınız olsun.” dedi.
Kendisinden o güne kadar hiç görmediğim bir yumuşaklık ve yufka yüreklilik gördüm.
Sonra dönüp gitti. Sanırım ki, bizim gidişimiz ona üzüntü vermişti. O sırada Âmir işini bitirip yanıma geldi. Kendisine olan biten hadiseyi naklettim ve:
“– Ey Abdullah’ın babası! Biraz önce Ömer’in bize karşı gösterdiği yumuşaklığı ve yufka yürekliliği, gideceğimize duyduğu üzüntüyü bir görmeliydin!” dedim.
Ömer’in yaptıklarını bilen Âmir:
“– Evet! Umuyorum, Allah Teâlâ her şeye kadir.” dedim.
Ömer hakkındaki kanaatini değiştirmeyen Âmir İbni Rebîa sert bir ifade ile şöyle cevap verdi:
“– Şunu iyi bil ki; sen Hattab’ın eşeğinin müslüman olduğunu görünceye kadar, o kişi müslüman olmaz!” dedi.
O zamana kadar Ömer’den hep sertlik görüle gelmişti. Müslümanlara karşı uyguladığı şiddet, sanki kendisinden ümit kestirmişti. Onun korkusuz yiğitliği, kaskatı yüreği, işi en vahim durumlara kadar götürmüştü. O, İki Cihan Güneşi Efendimiz’i öldürmeğe yeltenecek kadar çılgınlaşmıştı. Ama Allah celle ve alâ hazretleri her şeye kadirdi. O murad edince işler anında değişebilirdi. Zira gönüllere sahib olan Allah’tı. Nitekim kısa bir müddet sonra Allah Teâlâ’nın lutfuyla Ömer müslüman olmuştu.
Müşriklerin baskı ve zulümlerinden dolayı Mekke’den gizlice ayrılan bu ilk muhâcir kafilesi Cidde’de Şuaybe limanına ulaştığında, yüce Allah’ın lutfu olacak ki; ticaret için gelmiş iki gemi limanda beklemekteydi. Muhacirleri yarım altın karşılığında gemiye alıp, Habeş ülkesine doğru denize açıldı.
Necâşî’nin ülkesine gelen muhacir müslümanlar emniyet ve güven içerisinde hayatlarını sürdürmeye başladılar. Rahat bir şekilde dinlerini yaşadılar. Kimseden ne baskı ne zulüm ne de hakaret hiçbir karşı hareket görmeden ibadet ve taatlarını yerine getirdiler. Herkes inancında serbest idi. Rahat bir ortam vardı. Fakat kalbleri devamlı Mekke’ye bağlı idi. Doğup büyüdükleri şehirden ve Allah Rasûlünden uzak kalmanın hasreti onların gönüllerinden hiç çıkmıyordu. Kim bilir hangi gün ve ne zaman döneriz ümidiyle günlerini geçiriyorlardı.
Bir müddet sonra Mekke’de Hz. Ömer (r.a)’ın müslüman olduğu, müşriklerin ezâ ve cefalara son verdiği, işkencelerin bittiği ve anlaşma yapıldığına dair haberler duyan muhâcirler memleketlerine dönmeyi denediler. Mekke yakınlarına kadar geldiler. Fakat içeri alınmadılar. Duyduklarının doğru olmadığını anladılar. Mekke’ye girebilmek için bir müşrikin himayesine girmek zorunda kaldılar. Mekke’ye girdikten sonra müşrik himayesine tahammül edemeyip. Allah Rasûlünden izin alarak tekrar Habeş ülkesine ikinci defa hicret ettiler. Leylâ binti Ebî Hasme (r. anhâ) ve kocası Âmir İbni Rebîa (r.a)’da hicret edenler arasında tekrar Habeşistana döndüler.
Günler, aylar, yıllar geçmekteydi. Muhacirlerin gözü, gönlü hep Allah Rasûlünün yanına gidebilmekteydi. Mekke’den gelen tâcirlerden devamlı haberler sormaktaydılar. Onlardan alacakları sağlıklı haberlere göre hareket edeceklerdi. Mekke’ye tekrar döneceklerdi.
Birgün Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin Medine’ye hicret ettiğinin haberini almışlardı. Birçok muhacir gibi Âmir ibni Rebîa (r.a) ile hanımı Leylâ binti Ebî Hasme (r. anhâ)’da Habeş ülkesinden derhal Mekke’ye döndüler. Kısa zamanda hazırlıklarını yapıp sonra Medine’ye hareket ettiler. Amr İbni Rebîa (r.a) bir deve aldı. Hanımını hevdec içinde Kureyş’in haberi olmadan Mekke’den çıkardı.
Rasûlullah (s.a) Efendimize kavuşmanın hasretiyle, büyük bir heyecan içerisinde, yorgunluk nedir bilmeden yollarına devam edip Medine’ye ulaştılar.
Âmir İbni Rebîa (r.a), Ebû Seleme Mahzûnî (r.a)’dan sonra ilk hicret den Habeş muhaciri oldu. Leylâ binti Ebî Hasme (r. anhâ) da hevdec içinde Medine’ye gelen ilk hanım sahâbî oldu.
Resûl-i Ekrem (s.a) efendimiz bu çilekeş ashabını karşısında görünce pek sevindi. Onlara iltifatlarda bulundu. Yer bulup yerleştirdi. Sık sık evlerine gidip ziyaret etti. Bir ziyaretinde Leylâ binti Ebî Hasme (r. anhâ)’nın bir davranışına şâhid oldu. Onun çocuğuna şöyle seslendiğini duydu:
“– Gel! Bak sana ne vereceğim.” diyordu.
Sevgili Peygamberimiz Leylâ Hatuna sordu:
“– Çocuk yanına gelince ne vereceksin?” dedi.
Leylâ Hatun da:
“– Ona hurma vereceğim.” diye cevap verdi.
Bunun üzerine İki Cihan Güneşi Efendimiz Leylâ Hatun’a şöyle söyledi:
“– Eğer çocuğa bir şey vermeseydin bu söz defterine bir yalan olarak yazılacaktı.” buyurdu. (Ebû Dâvut, Edeb, 79. Ahmed b. Hanbel, Müsned III, 447)
Fahr-i Kâinat (s.a.) Efendimiz ashabını böylesine titiz yetiştirdi. Devamlı onları eğitti. İslâm’ın güzel ahlâkını onlara öğretti.
Kimse aldatılmamalıydı. Aldatılan bir çocuk, hatta kendi çocuğumuz bile olsa böyle yanlış bir hareket yapılmamalıydı. Yavrumuzun bu ahlâksızlığı öğrenmesine dahi fırsat verilmemeliydi. Zira; “Bizi aldatan, bizden değildir.” buyurulmuştu. (Müslim, İman, 164)
Allah onlardan razı olsun. Rabbımız cümlemizi şefaatlerine nâil eylesin. Amin.
Yazının Devamı: http://www.kunfeyekun.org/forum/kf/leyla-bint-i-ebi-hasme-r-a.7592/#ixzz3JJs4qkVk
Leylâ binti Ebî Hasme radıyallahu anhâ, kocası Âmir İbni Rebîa radıyallahu anh ile birlikte İslâm’ın ilk günlerinde Mekke’de müslüman olan kahramanlardan...
Müşriklerin işkencelerinden kaçan ve Habeş ülkesine iki defa hicret eden çilekeş muhâcirlerden... Medine-i Münevvere’ye hevdec içinde hicret eden ilk hanım sahâbi...
O, kocası Âmir İbni Rebîa ile ilk İslâm’a koşanlardandır. Kocası Âmir, Hz. Ömer (r.a)’ın babası Hattab’ın evlâtlığı idi. Müslüman olunca ezâ ve cefâlara maruz kaldı
Müşriklerin baskıları artıp işkenceye dönüşünce Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimize müracat ettiler. Sabah-akşam müşrikler tarafından rahatsız edildiklerini, her gördükleri yerde hakarete uğradıklarını hatta ağır işkencelere maruz kaldıklarını şikâyet ederek:“
– Ya Rasûlallah! Kavmimiz bize en ağır işkenceyi yapıyor” dediler. Zor durumda kaldıklarını, sabır ve tahammüllerinin kalmadığını söylediler.
İki Cihan Güneşi Efendimiz cevap vermeyip sustu. Bir müddet sonra mahzun bir şekilde sabır tavsiyesinde bulundu. Ashabından bu tür şikâyetler çoğalmaya başlayınca hicrete izin verildi peşinden de:
“Kim dinini kurtarmak için bir yerden başka bir yere göç ederse cennet ona vacip olur. Siz şimdi yeryüzüne dağılın. Yüce Allah sizi yine bir araya toplar.” buyurdu.
Âmir İbni Rebîa ve Leylâ binti Ebî Hasme (r. anhüm) inançlarını yaşayabilecekleri bir yere hicret etmek istediklerini bildirdiler ve:
“– Yâ Rasûlallah! Nereye gidelim?” diye sordular.
Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz, eliyle işaret ederek:
“İşte oraya! Habeş ülkesine.” buyurdu.
Sonra şu açıklamada bulundu:
“Çünkü orada halkını seven, etrafındakilerin hiç birine zulmetmeyen bir kral var. Hem orası bir doğruluk ülkesidir.” buyurarak o ülkeyi methu senâ etti. Oranın kralına, hükümdârına iltifat etti. Sonra ashabına:
“Yüce Allah içinde bulunduğunuz sıkıntılardan bir çıkış ve kurtuluş yolu açıncaya kadar, siz orada oturun.” tavsiyesinde bulundu.
Nübüvvetin beşinci yılında Recep ayında oniki erkek ile beş kadından oluşan, onyedi kişilik bir kafile hicret için yola çıktı. Bu İslâm’da Habeş ülkesine yapılan ilk hicret idi.
Hicret edeceği esnada Leylâ binti Ebî Hasme (r.anhâ), Ömer İbni Hattab ilk karşılaştı. Aralarında karşılıklı bir konuşma geçti. Bu hadiseyi Leylâ Hatun kendisi şöyle anlatır:
“– Habeş ülkesine doğru gitmeye hazırlandığımız sırada, kocam Âmir, bâzı ihtiyaçlarımızı almak üzere çarşıya gitmişti.
Ömer İbni Hattab beni gördü ve başıma dikildi. Kendisi o zaman müslüman olmamıştı. Bize karşı çok sert ve katı davranırdı. Ondan hep ezâ ve cefâ görmüştük. Bana doğru yaklaştı ve:
“– Ey ümmü Abdullah! Demek buradan gidiş var ha?” dedi. Ben de:
“– Evet! Vallahi, Allah’ın arzından bir yere çıkıp gideceğiz. Siz bizi işkencelere uğrattınız. Allah bize bir kurtuluş ve çıkış yolu açıncaya kadar, oralarda kalacağız.” dedim. Bana:
“– Allah yardımcınız olsun.” dedi.
Kendisinden o güne kadar hiç görmediğim bir yumuşaklık ve yufka yüreklilik gördüm.
Sonra dönüp gitti. Sanırım ki, bizim gidişimiz ona üzüntü vermişti. O sırada Âmir işini bitirip yanıma geldi. Kendisine olan biten hadiseyi naklettim ve:
“– Ey Abdullah’ın babası! Biraz önce Ömer’in bize karşı gösterdiği yumuşaklığı ve yufka yürekliliği, gideceğimize duyduğu üzüntüyü bir görmeliydin!” dedim.
Ömer’in yaptıklarını bilen Âmir:
“– Evet! Umuyorum, Allah Teâlâ her şeye kadir.” dedim.
Ömer hakkındaki kanaatini değiştirmeyen Âmir İbni Rebîa sert bir ifade ile şöyle cevap verdi:
“– Şunu iyi bil ki; sen Hattab’ın eşeğinin müslüman olduğunu görünceye kadar, o kişi müslüman olmaz!” dedi.
O zamana kadar Ömer’den hep sertlik görüle gelmişti. Müslümanlara karşı uyguladığı şiddet, sanki kendisinden ümit kestirmişti. Onun korkusuz yiğitliği, kaskatı yüreği, işi en vahim durumlara kadar götürmüştü. O, İki Cihan Güneşi Efendimiz’i öldürmeğe yeltenecek kadar çılgınlaşmıştı. Ama Allah celle ve alâ hazretleri her şeye kadirdi. O murad edince işler anında değişebilirdi. Zira gönüllere sahib olan Allah’tı. Nitekim kısa bir müddet sonra Allah Teâlâ’nın lutfuyla Ömer müslüman olmuştu.
Müşriklerin baskı ve zulümlerinden dolayı Mekke’den gizlice ayrılan bu ilk muhâcir kafilesi Cidde’de Şuaybe limanına ulaştığında, yüce Allah’ın lutfu olacak ki; ticaret için gelmiş iki gemi limanda beklemekteydi. Muhacirleri yarım altın karşılığında gemiye alıp, Habeş ülkesine doğru denize açıldı.
Necâşî’nin ülkesine gelen muhacir müslümanlar emniyet ve güven içerisinde hayatlarını sürdürmeye başladılar. Rahat bir şekilde dinlerini yaşadılar. Kimseden ne baskı ne zulüm ne de hakaret hiçbir karşı hareket görmeden ibadet ve taatlarını yerine getirdiler. Herkes inancında serbest idi. Rahat bir ortam vardı. Fakat kalbleri devamlı Mekke’ye bağlı idi. Doğup büyüdükleri şehirden ve Allah Rasûlünden uzak kalmanın hasreti onların gönüllerinden hiç çıkmıyordu. Kim bilir hangi gün ve ne zaman döneriz ümidiyle günlerini geçiriyorlardı.
Bir müddet sonra Mekke’de Hz. Ömer (r.a)’ın müslüman olduğu, müşriklerin ezâ ve cefalara son verdiği, işkencelerin bittiği ve anlaşma yapıldığına dair haberler duyan muhâcirler memleketlerine dönmeyi denediler. Mekke yakınlarına kadar geldiler. Fakat içeri alınmadılar. Duyduklarının doğru olmadığını anladılar. Mekke’ye girebilmek için bir müşrikin himayesine girmek zorunda kaldılar. Mekke’ye girdikten sonra müşrik himayesine tahammül edemeyip. Allah Rasûlünden izin alarak tekrar Habeş ülkesine ikinci defa hicret ettiler. Leylâ binti Ebî Hasme (r. anhâ) ve kocası Âmir İbni Rebîa (r.a)’da hicret edenler arasında tekrar Habeşistana döndüler.
Günler, aylar, yıllar geçmekteydi. Muhacirlerin gözü, gönlü hep Allah Rasûlünün yanına gidebilmekteydi. Mekke’den gelen tâcirlerden devamlı haberler sormaktaydılar. Onlardan alacakları sağlıklı haberlere göre hareket edeceklerdi. Mekke’ye tekrar döneceklerdi.
Birgün Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin Medine’ye hicret ettiğinin haberini almışlardı. Birçok muhacir gibi Âmir ibni Rebîa (r.a) ile hanımı Leylâ binti Ebî Hasme (r. anhâ)’da Habeş ülkesinden derhal Mekke’ye döndüler. Kısa zamanda hazırlıklarını yapıp sonra Medine’ye hareket ettiler. Amr İbni Rebîa (r.a) bir deve aldı. Hanımını hevdec içinde Kureyş’in haberi olmadan Mekke’den çıkardı.
Rasûlullah (s.a) Efendimize kavuşmanın hasretiyle, büyük bir heyecan içerisinde, yorgunluk nedir bilmeden yollarına devam edip Medine’ye ulaştılar.
Âmir İbni Rebîa (r.a), Ebû Seleme Mahzûnî (r.a)’dan sonra ilk hicret den Habeş muhaciri oldu. Leylâ binti Ebî Hasme (r. anhâ) da hevdec içinde Medine’ye gelen ilk hanım sahâbî oldu.
Resûl-i Ekrem (s.a) efendimiz bu çilekeş ashabını karşısında görünce pek sevindi. Onlara iltifatlarda bulundu. Yer bulup yerleştirdi. Sık sık evlerine gidip ziyaret etti. Bir ziyaretinde Leylâ binti Ebî Hasme (r. anhâ)’nın bir davranışına şâhid oldu. Onun çocuğuna şöyle seslendiğini duydu:
“– Gel! Bak sana ne vereceğim.” diyordu.
Sevgili Peygamberimiz Leylâ Hatuna sordu:
“– Çocuk yanına gelince ne vereceksin?” dedi.
Leylâ Hatun da:
“– Ona hurma vereceğim.” diye cevap verdi.
Bunun üzerine İki Cihan Güneşi Efendimiz Leylâ Hatun’a şöyle söyledi:
“– Eğer çocuğa bir şey vermeseydin bu söz defterine bir yalan olarak yazılacaktı.” buyurdu. (Ebû Dâvut, Edeb, 79. Ahmed b. Hanbel, Müsned III, 447)
Fahr-i Kâinat (s.a.) Efendimiz ashabını böylesine titiz yetiştirdi. Devamlı onları eğitti. İslâm’ın güzel ahlâkını onlara öğretti.
Kimse aldatılmamalıydı. Aldatılan bir çocuk, hatta kendi çocuğumuz bile olsa böyle yanlış bir hareket yapılmamalıydı. Yavrumuzun bu ahlâksızlığı öğrenmesine dahi fırsat verilmemeliydi. Zira; “Bizi aldatan, bizden değildir.” buyurulmuştu. (Müslim, İman, 164)
Allah onlardan razı olsun. Rabbımız cümlemizi şefaatlerine nâil eylesin. Amin.
Yazının Devamı: http://www.kunfeyekun.org/forum/kf/leyla-bint-i-ebi-hasme-r-a.7592/#ixzz3JJs4qkVk
5 ALLAH ım efendimiz ümmi olan nebi MUHAMMED e ve onun aline salat eyle
6ALLAH ım kulun ve resülün efendimiz PEYGAMBERİM MUHAMMED e as salat eyle
7 ALLAH ım efendim İbrahim e ve onun aline salat ettiğin gibi efendimiz MUHAMMED e ve onun aline de salat eyle şüpehesiz sen methedilmeye layık azamet ve şeref sahibisin
SALAVATI ŞERİFE PEYGAMBEREFENDİMİZE GETİRİLEN SELAVATLAR İŞTE ANLAMLARI
4 ALLAH ım efendimiz İbrahim e selata ettiğin gibi efendimiz MUHAMMED e ve onun aline de salat eyle efendimiz İbrahim e bereket ihsan ettiğin gibi efendimiz MUHAMMED e ve onun aline de salat eyle efendimiz İbrahim e bereket ihsan ettiğin gibi efendimiz başımın tacına MUHAMMED e ve onun aline de bereket ihsan eyle şüphesiz sen methedilmeye layık azamet ve şeref sahibisin
YARABBİM peygamberimi görmeden iman etim ya buda bana ne büyük bir şerefdir senden sana sındım kapına geldim peygamberimin derecesini öyle yüceltki kainata bunu bilmeyen kalmasın sonsuz selat selam olsun peygamberime amin
16 Kasım 2014 Pazar
19
İLAHİ SÖZLERİ-AYRILIK ATEŞİ
Hasretin firakın bağrımı dağlar
Efendim aklıma düştü ağlarım
Ötmüyor bülbüller virandır bağlar
Rasulüm aklıma düştüğü zaman.
Gözlerim pınarı sel olmuş akar
Ayrılık ateşte sinemi yakar
Annesiz kuzular yollara bakar
Fatıma aklıma düştü ağlarım.
Ravzanın altında gözlerim doldu
Bu ayrılık bize Mevla dan oldu
Kavuşmamız gayri mahşere kaldı
Rasulüm aklıma düştü ağlarım.
Efendim aklıma düştü ağlarım
Efendim aklıma düştü ağlarım
Ötmüyor bülbüller virandır bağlar
Rasulüm aklıma düştüğü zaman.
Gözlerim pınarı sel olmuş akar
Ayrılık ateşte sinemi yakar
Annesiz kuzular yollara bakar
Fatıma aklıma düştü ağlarım.
Ravzanın altında gözlerim doldu
Bu ayrılık bize Mevla dan oldu
Kavuşmamız gayri mahşere kaldı
Rasulüm aklıma düştü ağlarım.
Efendim aklıma düştü ağlarım
RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH IN ADIYLA : gülü sevdin diye güleri sevdim deveye bindin diye develeri sevdim adına kurbanım ya resül ullah
ALLAH teala efendimiz ve sahibimiz MUHAMMED
e onun ali ve ashabına selat ve selam eyle
2ALLAH ım efendimiz İbrahim e salat ettiğin gibi efendimiz muhammed e zevcelerine ve zürüyetine de salat eyle efendimiz İbrahim in aline bereket ihsan ettiğin gibi efendimiz MUHAMMED e onun zevceleri ve zürrüyetine de bereket ihsan eyle şüphesiz sen methedilmeye layık azamet ve şeref sahibi
3 ALLAH ım efendimiz İbrahim e salat ettiğin gibi efendimiz MUHAMMED e ve onun aline de selat eyle efendimiz İbrahim in aline bereket ihsan ettiğin gibi efendimiz MUHAMMED e ve onun aline de bereket ihsan eyle şüpesiz sen methedilmeye layık azamet ve şeref sahibisin
ALLAH teala efendimiz ve sahibimiz MUHAMMED
e onun ali ve ashabına selat ve selam eyle
2ALLAH ım efendimiz İbrahim e salat ettiğin gibi efendimiz muhammed e zevcelerine ve zürüyetine de salat eyle efendimiz İbrahim in aline bereket ihsan ettiğin gibi efendimiz MUHAMMED e onun zevceleri ve zürrüyetine de bereket ihsan eyle şüphesiz sen methedilmeye layık azamet ve şeref sahibi
3 ALLAH ım efendimiz İbrahim e salat ettiğin gibi efendimiz MUHAMMED e ve onun aline de selat eyle efendimiz İbrahim in aline bereket ihsan ettiğin gibi efendimiz MUHAMMED e ve onun aline de bereket ihsan eyle şüpesiz sen methedilmeye layık azamet ve şeref sahibisin
12 Kasım 2014 Çarşamba
Hünsa Amr İbni eş-Şerid (ra) kimdir
Asıl ismi "Tamadar" olup zekası dirayeti düşünce sahibi olması güzelliği nedeniyle kendisine "Hünsâ" lakabı verildi. Hünsa Arapçada dişi ve güzel geyik manasına gelmektedir. Necd'de otururdru. Babası Kays kabilesinin Benu Süleyman kolundan meşhur şair Amr ibn-i eş-Şerid ibn-i Rubah ibn-i Yekda ibn-i Atiyye ibn-i İmreül-kays idi.
Evliliği ve Çocukları
İlk evliliği Benu Süleym kabilesinden Rivaha ibn-i Abdul-Aziz Selmi isimli bir zat ile oldu. Onun vefatından sonra Mirdas ibn-i Ebi amir ile evlendi. İlk kocasından yalnız Abdullah isimli bir oğlu vardı. İkinci kocasından Yezid ile Muaviye isimli oğulları ile Umre isimli kızı oldu.
İslamiyete İntisabı
Risalet güneşi Mekke'de doğup dünyayı aydınlattığında Hz.Hünsa kabilesinden bir kaç kişi ile birlikte Medine'ye geldiler huzuru saadete vardılar. İslamiyet şerefi ile kesbi şeref eylediler. Resulullah (s.a.v.) Hünsâ'nın şiirlerini bir hayli dinlediler fesahat ve belagatına hayran kalıp takdir ettiler.
Umumi Ahvali
Devrinin meşhur şairlerindendir.
Önceleri arada bir iki şiir söylerdi. Beni Esed kabilesiyle yapılan savaşta iki kardeşinin ölümü onu mütessir etti onlar için mersiyeler söylemeğe başladı ve şair olarak ortaya çıktı. Bütün şiir şekillerini bilir ve her şekildede şiir söylerdi. Bütün Arap uleması ve üdebası onun zamanında ve sonrasında kadınlar arasında onun ayarında bir şair gelmediği konusunda ittifak etmişlerdir. Divanı 1888 miladi senesinde Beyrutda basılmış. 1889 da Fransızcaya çevrilmiştir.
Hazret-i Ömer'in hilafet devri hicri 16 Kadisiye savaşı. İranlılar müslümanlara karşı ağır kuvvvetlerle saldırıyor. Hz.Hünsa oğullarıyla birlikte savaş meydanında. Geceleyin oğullarını toplar ve onlara şunları söyler:
- Ey evlatlarım siz kendi gönlünüzle İslamiyete sarıldınız ve kendi isteğinizle hicret ettiniz. O Allah'a yemin ederimki ondan başka ibadet edilecek mabud yoktur. Nasıl ki siz kendi annenizin karnından çıktınız aynı şekilde kendi babanızın da sahih ve doğru evladısınız. Ne ben sizin babanıza hiyanet ettim ne de sizin ailenize bir leke sürdürdüm. Sizin neslinizde nesebinizde hiç bir bozukluk hiç bir eksiklik hiç bir fenalık yoktur. Siz biliyorsunuzki Müslüman olmak hasabiyle Hak Teala'nın emriyle Hak Teala'nın rızası için kafirlerle cihat edeceksiniz. Bu işin büyük sevabı olduğunuda biliyorsunuz. Siz şunu da iyi biliyorsunuz ki ebedi hayat karşısında bu dünyanın yaşayışı hiçdir bir kıymet ifade etmez. Hak Teala buyurmuştur:
"Ey iman edenler! Sabredin; (düşman karşısında) sebat gösterin; (cihad için) hazırlıklı ve uyanık bulunun ve Allah'tan korkun ki başarıya erişebilesiniz." (Al-i İmran Suresi 200)
Baktınız ki savaş alevlendi savaşın ateşi meydanın her tarafını sardı savaşa atılın meydana girin kılıçınızı sallayın Hak Teala'dan fetih ve zafer dileyin inşallah öteki dünyada fazilet ve muvaffakiyet size nasip olur.
Sabah olunca bu genç delikanlılar savaş meydanına atıldılar cesaret yararlılık ve kahramanlıklarını tarih sayfasına yazdırarak şehit oldular.
Hz.hünsa (r.a.) evlatlarının şehadet haberini alınca Allah'a şükrederek:
- Ya Rabbi! Onlara şehidlik şerefi bahş ettiğin için sana şükürler olsun. Ümid ederimki benim çocuklarım rahmetini elde eylemişlerdir.
Hz.Ömer (r.a.) ona çocuklarının her biri için senelik iki yüz dirhem maaş bağladı ve ismi de şehit çocuklar ile birlikte anıldı.
Vefatı
Kadisiye savaşından yedi sene sonra vefat etti.
bakara süresinde 268 ayete : şeytan sizi fakirlikle korkutup çirkin şeylere sevkediyor . ALLAH ise size lütfundan bir mağfiret ve fazla bir kar vaat ediyor ALLAH ın gücü kudreti geniş ilmi çoktur
269 (o) dilediğine hikmet verir .hikmet verilene ise ,çok büyük bir hayır verilmiştir demektedir .bunu ancak temiz akılılar anlar
270 her neyi infak yaptıysanız veya her ne adakta bulunduysanız . muhakkak ALLAH onu bilir fakat zalimlerin yardımcıları yoktur
271sadakaları açıktan verirseniz . o ne güzeldir eger onları gizler de . fakirlere öyle verirtseniz ,bu sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir bölümüne keffaret olur ALLAH her ne yaparsanız .haberdardır
269 (o) dilediğine hikmet verir .hikmet verilene ise ,çok büyük bir hayır verilmiştir demektedir .bunu ancak temiz akılılar anlar
270 her neyi infak yaptıysanız veya her ne adakta bulunduysanız . muhakkak ALLAH onu bilir fakat zalimlerin yardımcıları yoktur
271sadakaları açıktan verirseniz . o ne güzeldir eger onları gizler de . fakirlere öyle verirtseniz ,bu sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir bölümüne keffaret olur ALLAH her ne yaparsanız .haberdardır
11 Kasım 2014 Salı
BAKARA SÜRESİ 265 AYETE : ALLAH ın rızasını aramak ve kendilerini veya kendilerinden bir kısmını ALLAH yolunda payidar kılmak için mallarını infak edenler durumu ise bir tepedeki güzel bir bahçenin haline benzer ki şiddetli bir yağmur yağmış da ona ekinlerini iki kat vermiştir şiddeti bir yağmur düşmezse bile ona mutlaka bir çisenti vardır ALLAH melerinizi gözetiyor
266 : hiç sizden biri şöyle bir şey ister mi, kendisinin , altından çayların aktığı içinden her türlü ürünün bulunduğu hurma ve üzüm bahçesi olsun, üstüne üstlük bir de ihtiyarlık çökmüş elleri tutmaz iş görmez bir zürriyet var . derken ona ateşli bir bora isabet edi versin de o bahçe yanı versin işte ALLAH delillerini düşünesiniz diye size böyle anlatıyor .
267 : ey iman edenler infakı gerek kazandıklarınızın gerekse de sizin için yerden çıkardıklarımızın temizlerinden yapın kendinizin gözünüzü yummadan almayacağınız kötü olanı vermeye kalkışmayın ALLAH ın hiç bir şeye muhtaç olmadığını , her türlü övgüye layık olduğunu bilin
266 : hiç sizden biri şöyle bir şey ister mi, kendisinin , altından çayların aktığı içinden her türlü ürünün bulunduğu hurma ve üzüm bahçesi olsun, üstüne üstlük bir de ihtiyarlık çökmüş elleri tutmaz iş görmez bir zürriyet var . derken ona ateşli bir bora isabet edi versin de o bahçe yanı versin işte ALLAH delillerini düşünesiniz diye size böyle anlatıyor .
267 : ey iman edenler infakı gerek kazandıklarınızın gerekse de sizin için yerden çıkardıklarımızın temizlerinden yapın kendinizin gözünüzü yummadan almayacağınız kötü olanı vermeye kalkışmayın ALLAH ın hiç bir şeye muhtaç olmadığını , her türlü övgüye layık olduğunu bilin
BERA İBNİ MARUR (RA ) HAYATI
Berâ bin Ma’rur (r.a.)
İkinci Akabe Biatı’na katılanlar içerisinden seçilen 12 temsilciden biri de Berâ bin Ma’rur’du (r.a.). Hz. Berâ, Akabe’de Peygamberimize biat ederken şu mealde bir konuşma yapmıştı:
“Bizi Muhammed’le şereflendiren ve sevgili kılan Allah’a hamd olsun. Biz Allah’a ve Resûlüne ilk davet edilenler değiliz. Ancak bu davete icabet edenlerin ilkiyiz. Allah ve Resûlünün davetini işittik ve itaat ettik. Ey Evs ve Hazreç topluluğu! Allah sizi diniyle şereflendirdi. Eğer dinleyip itaat etmeyi memnuniyetle kabullenmişseniz, Allah’a ve Resûlüne itaat ediniz.
“Seni hak din ile gönderen Allah’a hamdolsun ki, kendimizi ve aile efradımızı koruyup esirgediğimiz şeylerden seni de korur ve esirgeriz. Biz, vallahi, savaşmasını iyi bilen kimseleriz.”
Hz. Berâ, Medine’de İslamiyet’in yayılması için canla başla çalıştı. Birçok kimsenin İslamiyet’le müşerref olmasına vesile oldu.
İslamiyet’in ilk yıllarında Müslümanlar, Kudüs’e yönelerek namaz kılıyorlardı. Kıble henüz Kâbe’ye çevrilmemişti. Bu durum Hz. Berâ’yı son derece mahzun ediyordu. Kâbe’ye yönelerek namaz kılmayı çok arzuluyordu. Hattâ bir seferinde Mekke’ye giderken namazda Kâbe’ye karşı durmuştu. Diğer sahabiler onun bu davranışını hoş karşılamadılar. Mekke’ye vardıklarında Hz. Berâ durumu Resûlullah’a sordu: “Yâ Resûlallah! Ben Kâbe’yi arkama almamayı, namazımı ona müteveccihen kılmayı uygun gördüm. Fakat arkadaşlarım bana muhalefet ettiler. Siz ne buyurursunuz?” Resûlullah da, “Sen şimdilik bir kıble üzerinde bulunuyorsun. Keşke biraz sabretseydin!” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Berâ namazlarında artık diğer Müslümanlar gibi Kudüs’e yöneldi.
Hz. Berâ, Resûlullah’ın Medine’ye hicretinden biraz önce hastalandı. Bu hastalıktan kurtulamayacağını anlamıştı. Dilediği yere sarf etmesi için malının üçte birinin Peygamberimize verilmesini, üçte birinin Allah yolunda harcanmasını, üçte birinin de çocuklarına kalmasını vasiyet etti. Peygamberimizin Medine’ye hicret ettiğini göremeden de vefat etti.
Berâ (r.a.), hac mevsiminde Kâbe’ye geleceğine dair Peygamberimize vaatte bulunmuştu. Hastalandığında, “Resûlullah’a olan vaadim sebebiyle beni kabrimde Kâbe’ye karşı çeviriniz. Çünkü ben geleceğime dair kendisine söz vermiştim.” dedi. Yakınları onun vasiyetlerini yerine getirdiler.
Peygamberimiz, Medine’ye hicret ettiğinde sahabilerle birlikte Hz. Berâ’nın kabri başına gitti. Saf bağlayıp cenaze namazını kıldı. “Allah’ım, onu affet, ona rahmet et, ondan razı ol!” diyerek duada bulundu.
Böylece Hz. Berâ, “ilk defa namazda Kâbe’ye yönelen, ilk defa kıbleye karşı defnedilen ve kabri üzerinde Peygamberimiz tarafından ilk defa cenaze namazı kılınan sahabi” olma şerefini kazandı.
Allah ondan razı olsun![1]
“Bizi Muhammed’le şereflendiren ve sevgili kılan Allah’a hamd olsun. Biz Allah’a ve Resûlüne ilk davet edilenler değiliz. Ancak bu davete icabet edenlerin ilkiyiz. Allah ve Resûlünün davetini işittik ve itaat ettik. Ey Evs ve Hazreç topluluğu! Allah sizi diniyle şereflendirdi. Eğer dinleyip itaat etmeyi memnuniyetle kabullenmişseniz, Allah’a ve Resûlüne itaat ediniz.
“Seni hak din ile gönderen Allah’a hamdolsun ki, kendimizi ve aile efradımızı koruyup esirgediğimiz şeylerden seni de korur ve esirgeriz. Biz, vallahi, savaşmasını iyi bilen kimseleriz.”
Hz. Berâ, Medine’de İslamiyet’in yayılması için canla başla çalıştı. Birçok kimsenin İslamiyet’le müşerref olmasına vesile oldu.
İslamiyet’in ilk yıllarında Müslümanlar, Kudüs’e yönelerek namaz kılıyorlardı. Kıble henüz Kâbe’ye çevrilmemişti. Bu durum Hz. Berâ’yı son derece mahzun ediyordu. Kâbe’ye yönelerek namaz kılmayı çok arzuluyordu. Hattâ bir seferinde Mekke’ye giderken namazda Kâbe’ye karşı durmuştu. Diğer sahabiler onun bu davranışını hoş karşılamadılar. Mekke’ye vardıklarında Hz. Berâ durumu Resûlullah’a sordu: “Yâ Resûlallah! Ben Kâbe’yi arkama almamayı, namazımı ona müteveccihen kılmayı uygun gördüm. Fakat arkadaşlarım bana muhalefet ettiler. Siz ne buyurursunuz?” Resûlullah da, “Sen şimdilik bir kıble üzerinde bulunuyorsun. Keşke biraz sabretseydin!” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Berâ namazlarında artık diğer Müslümanlar gibi Kudüs’e yöneldi.
Hz. Berâ, Resûlullah’ın Medine’ye hicretinden biraz önce hastalandı. Bu hastalıktan kurtulamayacağını anlamıştı. Dilediği yere sarf etmesi için malının üçte birinin Peygamberimize verilmesini, üçte birinin Allah yolunda harcanmasını, üçte birinin de çocuklarına kalmasını vasiyet etti. Peygamberimizin Medine’ye hicret ettiğini göremeden de vefat etti.
Berâ (r.a.), hac mevsiminde Kâbe’ye geleceğine dair Peygamberimize vaatte bulunmuştu. Hastalandığında, “Resûlullah’a olan vaadim sebebiyle beni kabrimde Kâbe’ye karşı çeviriniz. Çünkü ben geleceğime dair kendisine söz vermiştim.” dedi. Yakınları onun vasiyetlerini yerine getirdiler.
Peygamberimiz, Medine’ye hicret ettiğinde sahabilerle birlikte Hz. Berâ’nın kabri başına gitti. Saf bağlayıp cenaze namazını kıldı. “Allah’ım, onu affet, ona rahmet et, ondan razı ol!” diyerek duada bulundu.
Böylece Hz. Berâ, “ilk defa namazda Kâbe’ye yönelen, ilk defa kıbleye karşı defnedilen ve kabri üzerinde Peygamberimiz tarafından ilk defa cenaze namazı kılınan sahabi” olma şerefini kazandı.
Allah ondan razı olsun![1]
[1]Tabakât, 3: 618-620; Sîre, 2: 82-83.
Yazar:
Sahabeler Ansiklopedisi
HULEYDE BİNTİ KAYS ( R N ) HAYATI
Huleyde Binti Kays (r.a) | |
Huleyde binti Kays radıyallahu anhâ Ensar hanımlarının ilklerinden... Kocası ile birlikte Mekke’ye gelerek ikinci Akabe görüşmesinde Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimize biat etme şerefine nâil olan bir hanım sahâbî... Ümmü Bişr adıyla da anılır.
O, Medine’lidir. Babası Kays İbni Sâbit’tir. Kocası Berâ İbni Ma’rur (r.a)’dır.
Huleyde (r.anhâ) akıllı, zekî bir hanımdı. Hâdiseleri, hâtıraları zihninde iyi muhafaza ederdi. Allah Rasûlüne biat için çıktığı Mekke yolculuğunda kocasının bir hâtırasını şöyle nakleder.
Yesrib’de İslâm yayılmaya başlayınca bir grub Ensarlı Rasûlullah (s.a) efendimizi ziyaret etmeye karar verdiler. Berâ İbni Ma’rur ile birlikte ben de kafileye katıldım. Yolda namaz kılmaya kalkıldığında Berâ (r.a)’ın gönlüne bir his geldi. Kendi kendine:
“Ben Kâbe’yi arkama almak istemiyorum. Ona doğru namaz kılmak istiyorum” demeye başladı.
Ashabtan Ka’b İbni Mâlik, Es’ad İbni Zürâre ve diğer ileri gelenler:
“Vallahi, biz Peygamberimizin sadece Şam tarafına doğru namaz kıldığını duyduk. Ona muhalefet etmek istemiyoruz.” dediler.
Berâ (r.a) fikrinden vazgeçmedi ve: “Ben Kâbe’ye doğru namaz kılacağım.” dedi.
Mekke’ye geldiklerinde Berâ (r.a) Resûl-i Ekrem (s.a) efendimize yolculukta geçen hâdiseyi nakletti:
“Ya Rasûlallah! Ben bu yolculuğa, Allah beni İslâm nimetine kavuşturduktan sonra çıktım. Kâbe’yi arkama almak bana ağır geldi. Ona doğru namaz kılmak gönlüme daha sıcak geldi. Bu konuda arkadaşlarım bana karşı çıktı. Bundan dolayı içime şüphe düştü. Sizin görüşünüz nedir?” dedi.
Fahr-i Kâinat (s.a) Berâ İbni Ma’rur (r.a)’a tebessüm ederek: “Sen zaten bir kıble üzerindeydin. Keşke o konuda sabretseydin.” buyurdu.
Berâ (r.a) bu cevap üzerine tekrar Şam tarafına doğru dönerek namaz kılmaya başladı. Fakat o, Kâbe’ye doğru ilk namaz kılan olarak tarihe geçmiş oldu.
Huleyde (r. anhâ)’nın Berâ İbni Ma’rur (r.a) ile evliliğinden Bişr adında bir oğlu olmuştu. Çocuğunu İslâmî güzelliklerle büyütebilmek için çok gayret sarfetti. Çocuğun eğitimine dikkat etti. Onun gönlünün Allah ve Resûlü sevgisiyle dolması için çırpındı. Yavrusunun bir İslâm mücâhidi olarak yetişmesini istedi.
Huleyde binti Kays (r. anhâ) oğlunun adından dolayı Ümmü Bişr b. Berâ diye de anılır oldu. Allah ve Resûlüne teslimiyeti tam olan oğlu Bişr, kahramanlık ruhuyla kalbi dolu olarak yetişti. Genç yaşta o, İslâm’ın bir mücâhidi oldu.
O, İki Cihan Güneşi efendimizle birlikte Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber savaşlarına katıldı. Büyük kahramanlıklar gösterdi. Sonunda Hayber’de Fahr-i Kâinat (s.a) efendimize hediye olarak ikram edilen zehirli kebabtan yiyerek şehadet şerbetini içti.
Huleyde binti Kays (r. anhâ) şehid annesi olmuş ve hayatta yalnız kalmıştı. Kocası da hicretten bir ay kadar önce vefat etmişti. Resûl-i Ekrem (s.a) efendimiz Yesrib’e hicret edince kocasının kabrini göstermek üzere başına geldi ve: “Ya Rasûlallah! Bu biat edenlerin ilki, Kâbe’ye yönelenlerin ilki, malının üçte birini vasiyet edenlerin ilki ve nakîblerden biri olan Berâ İbni Ma’rûr (r.a)’ın kabridir.” dedi.
Rasûlullah (s.a) efendimiz ashabıyla birlikte Berâ (r.a)’ın cenâze namazını kıldı ve şöyle dua etti: “Allahım! Ona mağfiret et, ona acı ve ondan hoşnut ol.”
Huleyde binti Kays (r. anhâ) devamlı Kur’ân okumayı ve ilim meclislerinde bulunmayı severdi. Hz. Aişe annemiz müslüman hanımlara hadis rivayet ederdi. O da bu derslere katılırdı.
Bir kuşluk vakti Huleyde (r. anhâ) Medine sokaklarında Fâtiha sûresini okuyarak yürüyordu. Karşısına Hz. Ali, İmran İbn Husayn ve Enes İbni Mâlik (r. anhüm) çıktı. Hz. Ali (r.a) ona: “Ümmü Bişr! Mırıldandığın nedir?” dedi. O da: “Fâtiha sûresini” okuyordum diye cevap verdi. Hz. Ali (r.a) onun gönlünü hoş edecek, ve yaptığı işin Rabbimizin rızasına vesîle olduğunu bildirecek şu müjdeyi verdi. Ben, Resûl-i Ekrem (s.a) efendimizin şöyle dediğini duydum. “Fâtihâ sûresi Arşın altındaki hazineden indirilmiştir.”
İmran İbn Husayn (r.a) da şöyle dedi: Ben de Rasûlullah (s.a)’in şöyle dediğini duydum. “Fâtiha ve Âyetü’l-Kürsî’yi kullar bir evde okusun da o gün onlara insan ve cin gözü dokunsun, bu mümkün değildir.”
Enes İbni Mâlik (r.a)’da Kur’ân’ın en faziletli sûresidir diye duyduğunu söyleyerek onu sevindirmişlerdir.
Huleyde (r. anha) Rasûlullah (s.a) efendimiz’in huzurunda rahat konuşurdu. Birgün “Ya Rasûlallah! Ölüler birbirlerini tanırlar mı?” diye sordu. Fahr-i Kâinat (s.a) efendimiz tebessüm ederek: “A iki eli bol olası, iyi ruhlar cennet içinde yeşil kuşlar gibi dolaşırlar. Ağaç üzerindeki kuşlar birbirlerini tanıdığı gibi temiz ruhlar da birbirleriyle tanışırlar.” buyurdu.
Huleyde binti Kays (r. anhâ) Resûl-i Ekrem (s.a) efendimizin rahatsızlığının arttığı son anlarında yapmış olduğu bir ziyaretini kendisi şöyle anlatır: Efendimiz’in yanına vardım. Onu sıtma nöbeti geçirirken gördüm. Mübarek alnına elimi koydum. Şimdiye kadar görmediğim bir ateşle karşılaştım. Yüreğim dayanamadı ve:
“Ya Rasûlallah! Seni hiçbir kimsenin tutulmadığı bir hastalığa, sıtmaya tutulmuş görüyorum.” dedim. İki Cihan Güneşi Efendimiz de bana: “Bize verilecek ecir ve mükâfat kat kat olduğu gibi, ibtilâlar, musîbetler de böyle kat kat olur.” buyurdu. Sonra “Halk benim hastalığıma ne diyor?” diye sordu. Ben de:
“Halk Rasûlullah’taki hastalık “zâtülcenp”tir diyorlar” dedim. Bunun üzerine Efendimiz: “Allah, Resûlüne böyle bir hastalık vermiş değildir. O sadece şeytanın bir vesvesesidir.” buyurdu. Ben tekrar: “Ya Rasûlallah! Sen bu hastalığın neden ileri geldiğini sanıyorsun? dedim. Sonra oğlum Bişr’in âteşli hâli gözümün önüne geldi de; oğlumun ölümünün ancak Hayber’de yemiş olduğu zehirli kebabdan ileri geldiğini sanıyorum!” dedim. İki Cihan Güneşi efendimiz de:
“Ey Ümmû Bişr! Ben de bu hastalığımın ancak ondan ileri geldiğini sanıyorum! Hayber’de onunla birlikte tatmış olduğum zehirli etin acısından şu anda kalb damarımın koptuğunu duymaktayım.” buyurdu.
Huleyde (r. anhâ) İki Cihan Güneşi efendimizin çektiği bu ateşli hastalığa dayanamadı ve: “Anam babam sana feda olsun Ya Rasûlallah!” diyerek gözyaşları içerisinde huzurundan ayrıldı.
Huleyde (r. anhâ) bütün ömrünü Rasûlullah (s.a)’e sadakat, sevgi üzere geçirerek ebedi aleme göç eyledi.
Allah kendisinden razı olsun. Kabri pürnur, rûhu şâd olsun. Rabbimiz bizleri şefaatlerine nâil eylesin. Amin.
|
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)