25 Eylül 2014 Perşembe

selamun aleyküm işte sahabe hanımlarından
HÜSNA AMR İBNİ EŞ ŞERİD RAD ANHA HAYATI

Hazret-i Hünsâ (r.a.)

Asıl ismi "Tamadar" olup, zekası, dirayeti, düşünce sahibi olması, güzelliği nedeniyle kendisine "Hünsâ" lakabı verildi. Hünsa Arapçada dişi ve güzel geyik manasına gelmektedir. Necd'de otururdru. Babası Kays kabilesinin Benu Süleyman kolundan meşhur şair Amr ibn-i eş-Şerid ibn-i Rubah ibn-i Yekda ibn-i Atiyye ibn-i İmreül-kays idi.

Evliliği ve Çocukları

İlk evliliği Benu Süleym kabilesinden Rivaha ibn-i Abdul-Aziz Selmi isimli bir zat ile oldu. Onun vefatından sonra Mirdas ibn-i Ebi amir ile evlendi. İlk kocasından yalnız Abdullah isimli bir oğlu vardı. İkinci kocasından Yezid ile Muaviye isimli oğulları ile Umre isimli kızı oldu.


İslamiyete İntisabı

Risalet güneşi Mekke'de doğup dünyayı aydınlattığında, Hz.Hünsa kabilesinden bir kaç kişi ile birlikte Medine'ye geldiler, huzuru saadete vardılar. İslamiyet şerefi ile kesbi şeref eylediler. Resulullah (s.a.v.) Hünsâ'nın şiirlerini bir hayli dinlediler, fesahat ve belagatına hayran kalıp takdir ettiler.

Umumi Ahvali

Devrinin meşhur şairlerindendir.
Önceleri arada bir iki şiir söylerdi. Beni Esed kabilesiyle yapılan savaşta iki kardeşinin ölümü onu mütessir etti, onlar için mersiyeler söylemeğe başladı ve şair olarak ortaya çıktı. Bütün şiir şekillerini bilir ve her şekildede şiir söylerdi. Bütün Arap uleması ve üdebası onun zamanında ve sonrasında kadınlar arasında onun ayarında bir şair gelmediği konusunda ittifak etmişlerdir. Divanı 1888 miladi senesinde Beyrutda basılmış. 1889 da Fransızcaya çevrilmiştir.

Hazret-i Ömer'in hilafet devri, hicri 16 Kadisiye savaşı. İranlılar, müslümanlara karşı ağır kuvvvetlerle saldırıyor. Hz.Hünsa oğullarıyla birlikte savaş meydanında. Geceleyin oğullarını toplar ve onlara şunları söyler:
- Ey evlatlarım, siz kendi gönlünüzle İslamiyete sarıldınız ve kendi isteğinizle hicret ettiniz. O Allah'a yemin ederimki, ondan başka ibadet edilecek mabud yoktur. Nasıl ki siz kendi annenizin karnından çıktınız, aynı şekilde kendi babanızın da sahih ve doğru evladısınız. Ne ben sizin babanıza hiyanet ettim, ne de sizin ailenize bir leke sürdürdüm. Sizin neslinizde, nesebinizde, hiç bir bozukluk, hiç bir eksiklik, hiç bir fenalık yoktur. Siz biliyorsunuzki Müslüman olmak hasabiyle Hak Teala'nın emriyle Hak Teala'nın rızası için kafirlerle cihat edeceksiniz. Bu işin büyük sevabı olduğunuda biliyorsunuz. Siz, şunu da iyi biliyorsunuz ki ebedi hayat karşısında bu dünyanın yaşayışı hiçdir, bir kıymet ifade etmez. Hak Teala buyurmuştur:
"Ey iman edenler! Sabredin; (düşman karşısında) sebat gösterin; (cihad için) hazırlıklı ve uyanık bulunun ve Allah'tan korkun ki başarıya erişebilesiniz." (Al-i İmran Suresi 200)

Baktınız ki savaş alevlendi, savaşın ateşi meydanın her tarafını sardı, savaşa atılın, meydana girin, kılıçınızı sallayın, Hak Teala'dan fetih ve zafer dileyin, inşallah öteki dünyada fazilet ve muvaffakiyet size nasip olur.

Sabah olunca bu genç delikanlılar savaş meydanına atıldılar, cesaret, yararlılık ve kahramanlıklarını tarih sayfasına yazdırarak şehit oldular.

Hz.hünsa (r.a.) evlatlarının şehadet haberini alınca Allah'a şükrederek:
- Ya Rabbi! Onlara şehidlik şerefi bahş ettiğin için sana şükürler olsun. Ümid ederimki benim çocuklarım rahmetini elde eylemişlerdir.

Hz.Ömer (r.a.) ona çocuklarının her biri için senelik iki yüz dirhem maaş bağladı ve ismi de şehit çocuklar ile birlikte anıldı.

Vefatı

Kadisiye savaşından yedi sene sonra vefat etti.

Kaynak: Kadın Sahabiler, Mevlana Niyaz, Tercüme Prof Ali Genceli, Toker Yayınları, 1971


Read more: http://www.forumdas.net/forum/konu/hunsa-amr-ibni-es-serid-ra-kimdir-hayati.95363/#ixzz3EOpjZRuR

24 Eylül 2014 Çarşamba

BERA İBNİ MARUR RA AN KİMDİR BAKALIM

Berâ bin Ma’rur (r.a.)

İkinci Akabe Biatı’na katılanlar içerisinden seçilen 12 temsilciden biri de Berâ bin Ma’rur’du (r.a.). Hz. Berâ, Akabe’de Peygamberimize biat ederken şu mealde bir konuşma yapmıştı:
“Bizi Muhammed’le şereflendiren ve sevgili kılan Allah’a hamd olsun. Biz Allah’a ve Resûlüne ilk davet edilenler değiliz. Ancak bu davete icabet edenle­rin ilkiyiz. Allah ve Resûlünün davetini işittik ve itaat ettik. Ey Evs ve Hazreç topluluğu! Allah sizi diniyle şereflendirdi. Eğer dinleyip itaat etmeyi memnuni­yetle kabullenmişseniz, Allah’a ve Resûlüne itaat ediniz.
“Seni hak din ile gönderen Allah’a hamdolsun ki, kendimizi ve aile efradımızı koruyup esirgediğimiz şeylerden seni de korur ve esirgeriz. Biz, vallahi, savaş­masını iyi bilen kimseleriz.”
Hz. Berâ, Medine’de İslamiyet’in yayılması için canla başla çalıştı. Birçok kimsenin İslamiyet’le müşerref olmasına vesile oldu.
İslamiyet’in ilk yıllarında Müslümanlar, Kudüs’e yönelerek namaz kılıyorlar­dı. Kıble henüz Kâbe’ye çevrilmemişti. Bu durum Hz. Berâ’yı son derece mah­zun ediyordu. Kâbe’ye yönelerek namaz kılmayı çok arzuluyordu. Hattâ bir se­ferinde Mekke’ye gi­derken namazda Kâbe’ye karşı durmuştu. Diğer sahabiler onun bu davranışını hoş kar­şılamadılar. Mekke’ye vardıklarında Hz. Berâ duru­mu Re­sû­lul­lah’a sordu: “Yâ Re­sû­lal­lah! Ben Kâbe’yi arkama almamayı, nama­zımı ona müteveccihen kılmayı uygun gördüm. Fakat arkadaşlarım bana muha­lefet ettiler. Siz ne buyurursunuz?” Re­sû­lul­lah da, “Sen şimdilik bir kıble üzerinde bulunuyorsun. Keşke biraz sabretseydin!” buyurdu. Bunun üzeri­ne Hz. Berâ namazlarında artık diğer Müslümanlar gibi Kudüs’e yöneldi.
Hz. Berâ, Re­sû­lul­lah’ın Medine’ye hicretinden biraz önce hastalandı. Bu has­talıktan kurtulamayacağını anlamıştı. Dilediği yere sarf etmesi için malının üçte birinin Peygamberimize verilmesini, üçte birinin Allah yolunda harcanmasını, üçte birinin de çocuklarına kalmasını vasiyet etti. Peygamberimizin Medine’ye hicret ettiğini göremeden de vefat etti.
Berâ (r.a.), hac mevsiminde Kâbe’ye geleceğine dair Peygamberimize vaatte bulunmuştu. Hastalandığında, “Re­sû­lul­lah’a olan vaadim sebebiyle beni kabrimde Kâbe’ye karşı çeviriniz. Çünkü ben geleceğime dair kendisine söz vermiştim.” dedi. Yakınları onun vasiyetlerini yerine getirdiler.
Peygamberimiz, Medine’ye hicret ettiğinde sahabilerle birlikte Hz. Berâ’nın kabri başına gitti. Saf bağlayıp cenaze namazını kıldı. “Allah’ım, onu affet, ona rahmet et, on­dan razı ol!” diyerek duada bulundu.
Böylece Hz. Berâ, “ilk defa namazda Kâbe’ye yönelen, ilk defa kıbleye karşı defnedilen ve kabri üzerinde Peygamberimiz tarafından ilk defa cenaze namazı kılınan sahabi” olma şerefini kazandı.
Allah ondan razı olsun![1]
[1]Tabakât, 3: 618-620; Sîre, 2: 82-83.
HÜLEYDE Bİ
Huleyde Binti Kays,Huleyde Binti Kays kimdir,Huleyde Binti Kays ın hayatı,Huleyde Binti Kays hakkında bilgi
Huleyde Binti Kays (ra)
Huleyde binti Kays radıyallahu anhâ Ensar hanımlarının ilklerinden… Kocası ile birlikte Mekke’ye gelerek ikinci Akabe görüşmesinde Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimize biat etme şerefine nâil olan bir hanım sahâbî… Ümmü Bişr adıyla da anılır.
O, Medine’lidir. Babası Kays İbni Sâbit’tir. Kocası Berâ İbni Ma’rur (r.a)’dır.
Huleyde (r.anhâ) akıllı, zekî bir hanımdı. Hâdiseleri, hâtıraları zihninde iyi muhafaza ederdi. Allah Rasûlüne biat için çıktığı Mekke yolculuğunda kocasının bir hâtırasını şöyle nakleder.
Yesrib’de İslâm yayılmaya başlayınca bir grub Ensarlı Rasûlullah (s.a) efendimizi ziyaret etmeye karar verdiler. Berâ İbni Ma’rur ile birlikte ben de kafileye katıldım. Yolda namaz kılmaya kalkıldığında Berâ (r.a)’ın gönlüne bir his geldi. Kendi kendine:
“Ben Kâbe’yi arkama almak istemiyorum. Ona doğru namaz kılmak istiyorum” demeye başladı.
Ashabtan Ka’b İbni Mâlik, Es’ad İbni Zürâre ve diğer ileri gelenler:
“Vallahi, biz Peygamberimizin sadece Şam tarafına doğru namaz kıldığını duyduk. Ona muhalefet etmek istemiyoruz.” dediler.
Berâ (r.a) fikrinden vazgeçmedi ve: “Ben Kâbe’ye doğru namaz kılacağım.” dedi.
Mekke’ye geldiklerinde Berâ (r.a) Resûl-i Ekrem (s.a) efendimize yolculukta geçen hâdiseyi nakletti:
“Ya Rasûlallah! Ben bu yolculuğa, Allah beni İslâm nimetine kavuşturduktan sonra çıktım. Kâbe’yi arkama almak bana ağır geldi. Ona doğru namaz kılmak gönlüme daha sıcak geldi. Bu konuda arkadaşlarım bana karşı çıktı. Bundan dolayı içime şüphe düştü. Sizin görüşünüz nedir?” dedi.
Fahr-i Kâinat (s.a) Berâ İbni Ma’rur (r.a)’a tebessüm ederek: “Sen zaten bir kıble üzerindeydin. Keşke o konuda sabretseydin.” buyurdu.
Berâ (r.a) bu cevap üzerine tekrar Şam tarafına doğru dönerek namaz kılmaya başladı. Fakat o, Kâbe’ye doğru ilk namaz kılan olarak tarihe geçmiş oldu.
Huleyde (r. anhâ)’nın Berâ İbni Ma’rur (r.a) ile evliliğinden Bişr adında bir oğlu olmuştu. Çocuğunu İslâmî güzelliklerle büyütebilmek için çok gayret sarfetti. Çocuğun eğitimine dikkat etti. Onun gönlünün Allah ve Resûlü sevgisiyle dolması için çırpındı. Yavrusunun bir İslâm mücâhidi olarak yetişmesini istedi.
Huleyde binti Kays (r. anhâ) oğlunun adından dolayı Ümmü Bişr b. Berâ diye de anılır oldu. Allah ve Resûlüne teslimiyeti tam olan oğlu Bişr, kahramanlık ruhuyla kalbi dolu olarak yetişti. Genç yaşta o, İslâm’ın bir mücâhidi oldu.
O, İki Cihan Güneşi efendimizle birlikte Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber savaşlarına katıldı. Büyük kahramanlıklar gösterdi. Sonunda Hayber’de Fahr-i Kâinat (s.a) efendimize hediye olarak ikram edilen zehirli kebabtan yiyerek şehadet şerbetini içti.
Huleyde binti Kays (r. anhâ) şehid annesi olmuş ve hayatta yalnız kalmıştı. Kocası da hicretten bir ay kadar önce vefat etmişti. Resûl-i Ekrem (s.a) efendimiz Yesrib’e hicret edince kocasının kabrini göstermek üzere başına geldi ve: “Ya Rasûlallah! Bu biat edenlerin ilki, Kâbe’ye yönelenlerin ilki, malının üçte birini vasiyet edenlerin ilki ve nakîblerden biri olan Berâ İbni Ma’rûr (r.a)’ın kabridir.” dedi.
Rasûlullah (s.a) efendimiz ashabıyla birlikte Berâ (r.a)’ın cenâze namazını kıldı ve şöyle dua etti: “Allahım! Ona mağfiret et, ona acı ve ondan hoşnut ol.”
Huleyde binti Kays (r. anhâ) devamlı Kur’ân okumayı ve ilim meclislerinde bulunmayı severdi. Hz. Aişe annemiz müslüman hanımlara hadis rivayet ederdi. O da bu derslere katılırdı.
Bir kuşluk vakti Huleyde (r. anhâ) Medine sokaklarında Fâtiha sûresini okuyarak yürüyordu. Karşısına Hz. Ali, İmran İbn Husayn ve Enes İbni Mâlik (r. anhüm) çıktı. Hz. Ali (r.a) ona: “Ümmü Bişr! Mırıldandığın nedir?” dedi. O da: “Fâtiha sûresini” okuyordum diye cevap verdi. Hz. Ali (r.a) onun gönlünü hoş edecek, ve yaptığı işin Rabbimizin rızasına vesîle olduğunu bildirecek şu müjdeyi verdi. Ben, Resûl-i Ekrem (s.a) efendimizin şöyle dediğini duydum. “Fâtihâ sûresi Arşın altındaki hazineden indirilmiştir.”
İmran İbn Husayn (r.a) da şöyle dedi: Ben de Rasûlullah (s.a)’in şöyle dediğini duydum. “Fâtiha ve Âyetü’l-Kürsî’yi kullar bir evde okusun da o gün onlara insan ve cin gözü dokunsun, bu mümkün değildir.”
Enes İbni Mâlik (r.a)’da Kur’ân’ın en faziletli sûresidir diye duyduğunu söyleyerek onu sevindirmişlerdir.
Huleyde (r. anha) Rasûlullah (s.a) efendimiz’in huzurunda rahat konuşurdu. Birgün “Ya Rasûlallah! Ölüler birbirlerini tanırlar mı?” diye sordu. Fahr-i Kâinat (s.a) efendimiz tebessüm ederek: “A iki eli bol olası, iyi ruhlar cennet içinde yeşil kuşlar gibi dolaşırlar. Ağaç üzerindeki kuşlar birbirlerini tanıdığı gibi temiz ruhlar da birbirleriyle tanışırlar.” buyurdu.
Huleyde binti Kays (r. anhâ) Resûl-i Ekrem (s.a) efendimizin rahatsızlığının arttığı son anlarında yapmış olduğu bir ziyaretini kendisi şöyle anlatır: Efendimiz’in yanına vardım. Onu sıtma nöbeti geçirirken gördüm. Mübarek alnına elimi koydum. Şimdiye kadar görmediğim bir ateşle karşılaştım. Yüreğim dayanamadı ve:
“Ya Rasûlallah! Seni hiçbir kimsenin tutulmadığı bir hastalığa, sıtmaya tutulmuş görüyorum.” dedim. İki Cihan Güneşi Efendimiz de bana: “Bize verilecek ecir ve mükâfat kat kat olduğu gibi, ibtilâlar, musîbetler de böyle kat kat olur.” buyurdu. Sonra “Halk benim hastalığıma ne diyor?” diye sordu. Ben de:
“Halk Rasûlullah’taki hastalık “zâtülcenp”tir diyorlar” dedim. Bunun üzerine Efendimiz: “Allah, Resûlüne böyle bir hastalık vermiş değildir. O sadece şeytanın bir vesvesesidir.” buyurdu. Ben tekrar: “Ya Rasûlallah! Sen bu hastalığın neden ileri geldiğini sanıyorsun? dedim. Sonra oğlum Bişr’in âteşli hâli gözümün önüne geldi de; oğlumun ölümünün ancak Hayber’de yemiş olduğu zehirli kebabdan ileri geldiğini sanıyorum!” dedim. İki Cihan Güneşi efendimiz de:
“Ey Ümmû Bişr! Ben de bu hastalığımın ancak ondan ileri geldiğini sanıyorum! Hayber’de onunla birlikte tatmış olduğum zehirli etin acısından şu anda kalb damarımın koptuğunu duymaktayım.” buyurdu.
Huleyde (r. anhâ) İki Cihan Güneşi efendimizin çektiği bu ateşli hastalığa dayanamadı ve: “Anam babam sana feda olsun Ya Rasûlallah!” diyerek gözyaşları içerisinde huzurundan ayrıldı.
Huleyde (r. anhâ) bütün ömrünü Rasûlullah (s.a)’e sadakat, sevgi üzere geçirerek ebedi aleme göç eyledi.
Allah kendisinden razı olsun. Kabri pürnur, rûhu şâd olsun. Rabbimiz bizleri şefaatlerine nâil eylesin. Amin.NTİ KAYS  ANHANIN HAYATI İŞTE HANIM SAHABE VE EŞİ NİN HAYATI

21 Eylül 2014 Pazar


Havle Binti Tüveyt (r. anhâ) Hayatı Mumsema Havle Binti Tüveyt (r. anhâ) Hayatı

Hanım Sahabilerden Havle Binti Tüveyt (r. anhâ)'nın hayatı hakkında bilgi,Havle Binti Tüveyt (r. anhâ) kimdir?

Allah Resûlü’nün kendisi için ayağa kalktığı hanım.”




Tüveyt ibn-i Habib’in kızı olan Havle (radıyallahu anhâ), müminlerin annesi Hz. Hatice’nin yakın arkadaşıydı. Peygamber hanesine yakınlığı dolayısıyla, Allah Resûlü’nün peygamberliğini ve İslâmiyet’in tebliğini birçok kimseden önce duymuştur. İslâm’a ilk girenlerle birlikte Hz. Havle de Müslüman oldu ve biat etti.Hatice Validemizin Resûlullah’a destek vermesini ve bu uğurdaki fedakârlıklarını dikkatle takip edip, o da bir şeyler yapmaya çalışıyordu.Hz. Hatice’nin vefatından sonra, Havle (radıyallahu anhâ) uzun süre yaşadı. Peygamber (aleyhisselâm) Hz. Hatice’nin vefatından sonra,zevcesinin bir hatırası olarak, Havle’ye çok hürmet eder, zaman zaman onu ziyarete giderdi. Yanına gelince de, ona izzet ikramda bulunurdu.




Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor:“Havle bize geldi ve Resûlullah’ın yanına girmek için izin istedi. İzin verilince içeriye girdi. Onun girdiğini gören Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) ayağa kalktı ve ‘Nasılsın?’ diyerek Havle’nin halini hatırını sordu. Ben bunu garipsedim. ‘Bu sıradan bir kadın. Onun için ayağa kalkıp karşılamana gerek var mı?’ diyerek Resûlullah’a sordum. O (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘Bu kadın Hatice zamanında bize ziyarete gelirdi ve onun arkadaşıydı. Güzel arkadaşlık imandandır.’buyurdu.”




Havle (radıyallahu anhâ) ibadetlerine, özellikle de gece ibadetlerine çok düşkün birisiydi. Gecesini gündüzüne katar, mümkün mertebe Allah’ın huzurunda O’na (celle celâluhû) kulluk etmeye çalışırdı. Hatta,geceleri hiç uyumadığı olurdu.Bir defasında Hz. Aişe Validemizin yanına uğradığında Havle’nin bu halini, Hz. Aişe Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve sellem) bildirdi.“Yâ Resûlallah, bu Havle’dir. Onun gece gündüz uyumadan sürekli ibadet ettiğini söylüyorlar.”dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bunu uygun görmedi. Bedeninin hakkı olan uykuya zaman ayırmasını ve aşırıya gitmemesini tavsiye buyurdu:“Gücünüz yetecek kadar amel yapın. Allah’a kasem ederim ki, siz usanmadıkça Allah usanmaz (yeter demez.)
Kaynak:Hanım Sahabiler / Havva Ergene Işık 
bakara süresi 225 ayete ALLAH sizi yeminlerinizden ettiğiniz lağva ile sorumlu tumaz ancak kalplerinizin işlediği yeminlerle sizi sorumlu tutarALLAH çokça bağışlayandır oldukça merhametle davranandır lafgv yalan kastı bulunmayan ve doğru sanılarak yapılan ancak gerçek dışı olarak zuhur eden yemin 226 kadınlar perhiz yemini edenler için dört ay beklemek vardır şayet dönerlerse ALLAH çok bağışlayandır çok merhametli olandır 227 yok eger boşanmaya kesin karar  vermişlerse şüphesiz ALLAH söylediklerini işitir kurduklarını bilir

8 Eylül 2014 Pazartesi

BAKARA SÜRESİ 222 AYETE ŞÖYLE BUYURUYOR ALLAH CC
SANA hayızdan soruyorlar  de ki o bir kirliliktir onun için hayız zamanı kadınlardan çekilin ve temizlenene kadar onlara yanaşmayın  iyi temizlendilermi o vakit ALLAH ın size emretigi yerden onlara varın kesinlikle ALLAH çok tövbe edenleride sever çok temizlenenleride sever
223kadınlar sizin için bir ekinliktir o halde ekinliğinize nasıl isterseniz varın ve kendileriniz için ileriye hazırlık yapın ve ALLAH tan korkun onun huzuruna çıkacağınızı bilin müminlere müjdeler 224 birde sözünüzde durmanız muttaki olmanız ve insanların arasını düzeltmeniz için ALLAH ı yeminlerinize
HULEYDE BİNTİ KAYS RA ANHA  HAYATI



  1. Huleyde Binti Kays (r. anhâ) Hayatı Mumsema Huleyde Binti Kays (r. anhâ) Hayatı
    Hanım Sahabilerden Huleyde Binti Kays (r. anhâ)'nın hayatı hakkında bilgi,Huleyde Binti Kays (r. anhâ) kimdir?


    “Allah yolunda oğlunu şehit veren kadın”




    Huleyde (radıyallahu anhâ); Allah Resûlü’ne ilk biat eden, kıbleye ilk yönelen, malının üçte birini Allah yolunda vermek için vasiyette bulunan kutlu sahabî Berâ ibn-i Mârur’un hanımıdır.Medine’de İslâm yayılınca, Ensar’dan yetmiş üç erkek ve iki hanım (bunlardan biri Huleyde’dir) Resûlullah’ın yanına gitmeye karar verdi ve gizlice yola çıktı. Namaz kılacakları zaman Berâ ibn-i Mârur:

    – Ben Kâbe’ye doğru namaz kılacağım, onu arkama almak istemiyorum,dedi. Diğerleri:

    – Biz Şam’a doğru namaz kıldığını duyduk, dedilerse de, Berâ (radıyallahu anh) yine bir defaya mahsus olmak üzere Kâbe’ye doğru namaz kıldı. Mekke’ye gelince, Allah Resûlü’ne yaptığını anlattı.Resûlullah (aleyhisselâm):

    – Sen zaten bir kıble üzereydin, keşke o konuda sabretseydin,buyurdu.Hz. Huleyde’nin de içinde bulunduğu topluluk, Resûlullah’a biat ederek Medine’ye geri döndü.Huleyde (radıyallahu anhâ), bütün güzel annelik vasıflarını üzerinde toplamış, oğlu Bişr İbnü’l-Berâ’yı tam bir İslâm mücahidi olarak yetiştirmişti. Allah ve Resûlü’ne bağlılıkla dopdolu olan bu hanımın elinde yetişen ve ondan aldığı kahramanlık ruhuyla,Bedir, Uhud ve Hendek’te bulunan Bişr (radıyallahu anh), sonunda Hayber’de Efendimiz’e (aleyhisselâm) hediye edilen zehirli etten yiyip şehâdet şerbetini içti. Böylece Huleyde (radıyallahu anhâ) şehit annesi olma şerefine ulaştı.Hz. Aişe Validemiz, Müslüman hanımlara hadis rivayet ederdi.Huleyde (radıyallahu anhâ) de bu derslere katılırdı.Huleyde (radıyallahu anhâ), bir gün Resûlullah’ın yanına gelerek:

    – Yâ Resûlallah, ölüler tanışırlar mı, diye sordu. Efendimiz (aleyhisselâm):

    – Elin bol olsun, iyi ruh cennette yeşil bir kuştur. Kuşların,ağaçların tepelerinde tanıştıkları gibi onlar da tanışırlar, buyurdu.Aişe (radıyallahu anhâ) rivayet ediyor: Huleyde, Allah Resûlü’nün son hastalığında yanına girdi. Onu sıtma nöbeti geçirirken görünce:

    – “Yâ Resûlallah! Seni hiç kimsenin tutulmadığı sıtmaya tutulmuş görüyorum, dedi. Resûlullah (aleyhisselâm):

    – Bizim ecrimiz kat kat verildiği gibi, bize isabet eden musibet de böyle kat kat olur. Halk, hastalığım hakkında ne diyor, buyurdu.Huleyde (radıyallahu anhâ):

    – Halk, ‘Resûlullah’taki hastalık “zatülcenp”tir.’ diyor, dedi.Resûlullah (aleyhisselâm):

    – Allah bana böyle bir hastalık vermiş değildir, o sadece şeytanın bir vesvesesidir. Ancak, Hayber’de oğlunla birlikte tatmış olduğum etin acısından şu anda kalp damarımın koptuğunu duymaktayım,buyurdu. Huleyde (radıyallahu anhâ) dayanamayarak:

    – Anam babam sana feda olsun, Yâ Resûlallah, dedi.

    Hz. Huleyde’nin (radıyallahu anhâ) Efendimiz’e olan bağlılığı, evlat yetiştirmedeki sa’y ve gayretlerinin ardındaki sır; gönlünün imanla dopdolu olmasında saklıydı. Cennetin ayaklarının altında gizli olduğu annelerden olmayı arzu eden; fakat buna nasıl muvaffak olunacağını bilemeyen günümüz annelerinin izleyecekleri tek yol ve yöntem, Hz. Huleydelerin yoludur.





    Kaynak:Hanım SahabÎler / Havva Ergene Işık




hind binti utbe ra hayatı Kadın sahâbîlerden. Mekke kâfirlerinden Utbe bin Rebi’a bin Abd-i Şemsî bin Abd-I Menâf kızı, Ebû Süfyânın hanımıdır. Hz. Mu’âviyenin annesidir. Hind binti Utbe Mekke’de doğmuş olup, doğum tarihi bilinmemektedir. Büyük dedesi Abd-i Menâf Kureyş’in ileri gelenlerinden ve başkalnlarından idi. Hint binti Utbe, evvlâ Mahzûm kabîlesinden Fâkıhe İbn-I Mugayze ile daha sonra isw Ebû Süfyân ile evlendi. Bu evlilikten Hz. Muâviye dünyaya geldi. Hind, Mekke’de müşriklerin içerisinde bulunmuş ve onlarla birlikte olmuştur. Bedir gazâsında babası Utbe bin Rebi’a’yı Hz. Hamza öldürmüştü. Hind, harbe (küçük mızrak) atmasıyla meşhûr olan Habeşli köle Vahşîye: “Babam Bedir günü öldürüldü. Eğer sen üç kişi, Hz. Muhammed, Hz. Hamza ve Hz. Ali’den birini öldürürsen hürsün azâd olacaksın. Çünkü ben Kureyş içerisinde babamın intikâmına karşılık olarak başka bir kimse göremiyorum” dedi. Bedir’den sonra Uhut savaşına katılan Hind, Vahşiye çok şeyler va’d ederek babasının intikâmını almak istiyordu. Daha sonra müslüman olup, Eshâb-ı kirâmdan olan Hz. Vahşî diyor ki: “Ben Uhud’da Hz. Peygamberin üzerine varmaya hiç cesâret edemeyeceğimi biliyordum. Çünkü Eshâbı, onu bir an yalnız bırakmaz ve de kimseye de teslim etmez. Vallahi Hz. Hamza’yı uyurken bulsam heybetinden uyandırmağa korkarım. Ama Hz. Ali’ye gelince onu öldürmeye bir fırsat kollıyayım dedim. Harb sahasında Hz. Ali’yi aradım ve buldum. Kendisi son derece tedbirli, girişken, çevik ve etrafına çok bakınan bir kimseydi. Kendi kendime benim aradığım ve hakında geleceğim bir zât değil dedim. O sırada Hz. Hamza’yı gördüm. Önüne gelenleri orağın otları biçtiği gibi kesip biçiyor, öününde hiç kimse duramıyordu. Ona yaklaşıp vurmak fırsatını bulmak için kayanın arkasına gizlendim. Sibâ bin Ümmü Enmâr “Var mı benimle çarpışacak yiğit” diye bağırıyordu. Hz. Hamza ona vurduğu gibi göz açtırmadan yere serdi. Ve boynunu uçurdu. Sonra süratle benden tarafa gelirken beni gördü. Sel sularının açtığı derede ayağı kayıp yere düştü. Harbemi (küçük mızrak) istediğim yerinden vurmak için attım. Böğründen vurdum. Hatta mızrağımın ucu arkadan çıktı. Diğer Eshâb yetiştiler fakat şehîd olduğunu anlayınca dağıldılar. Onlar uzaklaşınca hemen Hz. Hamza’nın yanına yarıp karnını yardım ciğerlerini çıkarıp Hind binti Utbe’ye götürdüm. Hind binti Utbe, Hz. Hamza’nın ciğerim alıp ağzında çiğnedi Yutamayınca dışarı attı.” Suyunu mu yoksa posasını mı attığı bilinmemektedir. Çünkü Hind eğer ele geçirebilirce azılı müşrik olan babası Utbe bin Rebi’a’yı öldüren Hz. Hamza’nın ciğerini yemeğe and içmişti.
Peygamberimiz (s.a.v.), Mekke fethinde görüldüğü yerde öldürmelerim emir buyurdukları kimselerin içerisinde Hind binti Utbe de vardı. Hind binti Utbe, Kâ’be-i Muazzamanın örtüsü altına sığındı. Yanında bir çok kadınlar da vardı. Hepsi îmân ettiklerini bildirdiler ve Resûlullah’a (s.a.v.) bîat ettiler. Peygamberimiz (s.a.v.) Mekke’de kendisine eza ve cefâ yapan kadınların başında gelen, Mübârek amcası Hz. Hamza’yı öldürtüp ciğerlerini çiğneyen, kulaklarını ve burnunu kesen Hind binti Utbe’yi affetti ve öldürülmemesini emr buyurdular. Hind; Mekke’nin feth edildiği gün, Kâ’be’deki bütün putlar yıkılmış, kırılmış ve dışarı atılmış olduğunu, Eshâb-ı kirâmın (r.anhüm) sabaha kadar namaz kıldıklarını görmüş, kalbinde îmân nuru parlamış ve bunu kocası Ebû Süfyân’a söylemişdi. Tanınmamak için kılık kıyafet değiştirmiş, yüzünü örtmüştü. Resûlullah’a (s.a.v.) geldi. “Yâ Resûlallah el tutup sana bîat edeyim mi?” diye sordu. Peygamberimiz (s.a.v.), “Ben kadınlarla el tutuşmam. Benim yüz kadına hitap etmem, her bir kadına ayrı ayrı hitap etmem gibidir” buyurdular ve kadınların bîati söz ile oldu. Burada Peygamberimiz (s.a.v.), Hz. Ömer’e “Söyle o kadınlara Allah’a hiçbir şeyi eş ve ortak koşmamak üzere Resûlullah’a bîat edeceklerdir.” buyurdu. Hind’in yanındaki kadınlar sustular. Onlar namına Hind konuştu ve Resûlullah’a: “Erkeklerden istemediğin bir teahhüdü, kadınlardan niçin istiyorsun. Ben iyice anladım ki, eğer Allah ile birlikte başka ilâh, tanrılar bulunsaydı, başımıza gelenlerden bizleri korurdu” dedi. Peygamber efendimiz, Hind’e baktı ve Hz. Ömer’e, “Söyle onlara; hırsızlık da etmeyecekler.” buyurdu. Hind, “Yâ Resûlallah, Ebû Süfyân cimri bir kimsedir. Ben ondan habersiz malından bir şeyler çalıyordum. Bu benim için helâl mi, değil mi, bilmiyorum. Ebû Süfyân ne bana ne oğluma yetecek kadar bir şey vermiyor.” dedi. Peygamberimiz (s.a.v.), “Onun malından kendine ve oğluna yetecek kadar bir şey alabilirsin.” buyurdu. Bu sırada Ebû Süfyân, Hind’e “Senin şimdiye kadar çaldığın geçti gitti. Bundan sonrakiler de helâl olsun” dedi. Peygamberimiz (s.a.v.) güldü. Hind’i yanına çağırdı. “Demek sen Hind binti Utbe’sin?” buyurdu. Hind “Evet” dedi. “Allaha şükür olsun ki, kendisi için seçip beğendiği dinini üstün kıldı. Yâ Muhammed elbette ki bana rahmetin dokunacaktır. Şimdi ben Allah’a îmân etmiş ve Onun Resûlünü tasdik etmiş bir kadınım” dedi ve yüzündeki örtüyü açtı. “Allahü teâlâ geçmiş günahları affeder. Sen benim geçmişlerimi affet, bağışla ki, Allahü teâlâ da seni bağışlasın” dedi. Peygamberimiz, Hind’e “Hoş geldin” dedi. Hind. Yâ Resûlallah, vallahi dün senin çadrındakiler kadar zillet ve hakarete uğramasını istediğim bir çadır halkı yoktu. Bu gün ise yeryüzünde senin çadrındakiler kadar izzet ve şeref içerisinde olmasını istediğim bir çadır halkı (ev halkı) yoktur” dedi. Peygamberimiz (s.a.v.), “Öyledir vallahi, ben sizlere çocuklarınızdan, ana ve babalarınızdan daha sevgili olmadıkça imânınız kâmil olmaz” buyurdu. Hind ve beraberindeki kadınlar zina etmeyeceklerine dâir de bîat ettiler. Hind, “Yâ Resûlallah hür kadın zina eder mi?” dedi. Resûlullah “Hayır vallahi, hür bir kadın zina edemez.” dedikten sonra Ömer’e (r.a.), “Söyle onlara çocuklarını öldürmeyecekler” buyurdu. Hind, “Küçük iken onları biz büyüttük, yetiştirdik. Büyüyünce siz onları öldürdünüz. Bize, Bedir günü öldürmedik genç bıraktın mı ki, onları öldürelim” dedi. Hind binti Utbe’nin Hanzala adlı bir oğlu Bedirde müşrik olduğu halde öldürülmüştü. Hz. Ömer, “Sen bize Bedir günü öldürülmedik genç bırakmadın ki” sözüne çok güldü. Peygamberimiz (s.a.v.) ise gülümsedi. O gün kadınlar ve onların başı olarak da Hind (r.anha), Resûlullaha (s.a.v.) iftira etmeyeceklerine ve Peygamberimizin (s.a.v.) her emrine itaat edeceklerine dair Resûlullah’a (s.a.v.) bîat ettiler.
Hind binti Utbe (r.anha) îmân ile şeref- lendikden sonra Peygamberimiz (s.a.v.) Mekke’de, Etbah mahallesinde bulunurken iki küçük oğlağı kestirmiş kebab yapmış, Peygamberimizin (s.a.v.) azâdlı kölesi olan bir kadınla göndermişti. Hizmetçi kadın Peygamberimizin (s.a.v.) çadırına vardı. Selâm verdi, içeri girmek için izin istedi. İzin verilince içeri girdi. İçerde Peygamberimizin mübârek zevcesi Ümmü Seleme ve Meymûne ve Abdülmuttaliboğullarından Peygamberimizin yakın akrabası olan kadınlar bulunuyordu. Hizmetçi kadın Resûlullah’a (s.a.v.): “Hanımım bu hediyyeyi size gönderdi: “Bu yıllarda koyunlarımız çok az kuzuluyor” dedi. Senden özür diledi “Kuzu kebabı yapamadığı için” dedi. Peygamberimiz (s.a.v.) “Allah sizin koyunlarınızı bereketlendirsin ve kuzulayıcılarını arttırsın” diye duâ buyurdu. Hizmetçi kadın Hind’in (r.anha) yanına döndü. Peygamberimizin duasını bildirdi Hz. Hind buna pek çok sevindi. Bir müddet sonra koyunlarının kuzulayıcı olanları o kadar arttı ki, ne yakın zamanda ne de ondan önce böylesi hiç görülmemişti. Hind (r.anha): “Bu, Resûlullah’ın (s.a.v.) duası bereketiyle olmuştur. Allahü teâlâya hamd olsun ki bizi İslâmiyyete hidâyet etti, kavuşturdu. Müslüman olmakla şereflendirdi” buyurdu. Mekke’de umûmi putlardan başka, ayrıca her ailenin kendi evinde taptıktan husûsî putları da bulunurdu. Mekke feth olunduğu gün Peygamberimizin münâdisi: “Allaha îmân eden kişi evinde kırmadık, yakmadık put bırakmasın. Putların parası da harâmdır” diye herkese ilân etti. Mekke’de bu ilân edildikten sonra yeni müslümanlar evlerindeki putları kırdılar. Hind binti Utbe de evindeki putu kırmış ayağıyla parçalarını vurup yuvarlamış ve “Biz senden dolayı ne kadar gurur ve aldanış içinde idik” demiştir.

KAYNAKLAR 

7 Eylül 2014 Pazar

HAVLE BİNTİ TUVEYT ANHANIN HAYATI
Havle binti Tüveyt radıyallahu anhâ mü’minlerin annesi Hazreti Hatice radıyallahu anhâ’nın yakın arkadaşı… Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin saygı gösterdiği, kendisi için ayağa kalktığı bir hanım sahâbî…

O, Mekke’li olup Tüveyt İbni Habib’in kızıdır. Mekke’nin ileri gelen hanımlarından Hatice binti Huveylid ile arkadaş idi. Peygamber hanesine yakınlığı dolayısıyla son dinin geldiğini ve Allah Rasûlünün peygamberliğini birçok kimseden önce duymuştu.
Havle binti Tüveyt, Hz. Hatice annemizin sık görüştüğü bir arkadaşıydı. Ona karşı gönlünde samimi bir muhabbet vardı. Onun dürüstlüğüne hayrandı. Akıllı ve zeki bir hanım olarak o, Hz. Hatice (r. anhâ)’nın fikir ve düşüncelerine çok değer verirdi. Zira onun görüşlerinin doğruluğunda şüphesi yoktu. Onun sözünde sâdık olduğunu ve muhtaç kimselere yardım ettiğini bizzat yaşayarak görmüştü. Bu sebebten Hz. Hatice (r. anhâ)’ya karşı özel bir gönül bağı vardı.
Hz. Hatice (r. anhâ) annemiz Havle binti Tüveyt ‘in samimi ve yakın arkadaşlığını fırsat bilerek İslâm’ı ona anlattı. O da tereddüt etmeden kabul etti. İslâm’a ilk girenlerle birlikte müslüman oldu.
Havle (r. anhâ) arkadaşı Hz. Hatice (r. anhâ)’nın İslâm’ı tebliğ konusunda Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimize verdiği desteği yakînen görüyordu. Onu davasında yalnız bırakmadığına ve canıyla, malıyla hizmet ettiğine bizzat şâhit oluyordu. Kendisi de gücü nisbetinde bir şeyler yapmaya çalışıyordu. İslâm’ın ilk yılları zor ve çetin geçmekteydi. Buna rağmen hiçbir mü’min Allah ve Rasûlü dâvasından vaz geçmemekteydi.
Havle binti Tüveyt (r. anhâ) Allah’a ve Resûlüne tam teslim olmuş bir hanımdı. Onun imânî heyecanını bilen İki Cihan Güneşi efendimiz Havle (r. anhâ)’ya hürmet ederdi. Bilhassa Hz. Hatice (r. anhâ) annemizin vefâtından sonra zaman zaman onu ziyaret ederdi. Zevcesi Hatice’nin hâtırâsı olarak ona izzet ve ikramda bulunurdu.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem efendimizin bu vefâkârlığını Hz. Aişe (r. anhâ) annemiz şöyle anlatıyor:
Birgün Havle (r. anhâ) bize geldi. Onun geldiğini gören Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem ayağa kalktı. “Hoş geldin! Nasılsın?” diyerek Havle (r. anhâ)’nın hal ve hatırını sordu. Ben bunu garibsedim.
Kendi kendime; bu kadının içeri girmesiyle niçin ayağa kalktı? Buna gerek varmıydı dedim. Hemen Rasûlullah sallallahu aleyhi veselleme:
“ – Ya Rasûlallah! Onun için ayağa kalkıp karşılamana gerek varmıydı?” diye sordum. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
“Bu kadın Hatice zamanında bize ziyarete gelirdi. Onun arkadaşıydı. Güzel arkadaşlık imandandır.” diye cevap verdi.
İki Cihan Güneşi efendimiz emsalsiz, örnek bir şahsiyetti. Her konuda mü’minlere rehberlik ederdi. Vefâ konusunda da tekti. Hz. Hatice annemizin hâtırası olarak Havle (r. anhâ)’ya hürmet edip ayağa kalkması onun derin vefâkarlık örneğiydi.
Havle binti Tüveyt (r. anhâ) kendisini ibadete vermiş sâliha bir hanımdı. Özellikle gece ibadetine çok düşkündü. Allah Teâlâ’nın huzurunda durmaktan büyük zevk alırdı. Geceleri hep ibadetle geçirdiği için uyumadığı da olurdu.
Havle (r. anhâ) bir defasında yine Hz. Aişe (r. anhâ) annemizin yanına gitmişti. Gece sabahlara kadar uyumadan ibadet etme konusunda bilgilenmek istiyordu. Bu meseleyi annemize sordu. O da Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem efendimize Havle (r. anhâ)’nin yaptıklarını anlattı. Net ve açık bir şekilde: “Ya Rasûlallah! Bu Havle’dir. Onun gece gündüz uyumadan, sürekli ibadet ettiğini söylüyorlar.” dedi.
Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi vesellem efendimiz bu davranışı uygun görmedi. Her şeyin hakkı vardır. Bedenin de hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını vermek lazımdır. Uykuya vakit ayırmasını ve aşırıya gitmemesini söyleyerek şu tavsiyede bulundu:
“Gücünüz yetecek kadar amel yapın. Allah’a yemin ederim ki, siz usanmadıkça Allah usanmaz (yeter demez)” buyurdular.
Ne güzel bir hayat ölçüsü elhamdülillah. İslâm ne yüce bir dindir. Ne ifrad ne de tefrit vardır. Îtidal ve istikamet esastır. İnsan, gücünün yettiğiyle sorumludur. Asıl olan huzur ve huşû ile ibadettir.
Rabbımız cümlemize Havle binti Tüveyt (r. anhâ)nın şefaatlerine erebilmeyi, huzur ve huşû içinde ibadetler yapabilmeyi nasib eylesin. Âmin

4 Eylül 2014 Perşembe

UBADE BİN SAMİT (RA)
Bu yazı kez okundu.
25 Şubat 2014 14:19 tarihinde eklendi

UBADE BİN SAMİT(RA)

Eshâb-ı kirâmdan olup, Ensâr’ın büyüklerinden. Künyesi, Ubâde Ebû Velid olup, Hazrec kabilesinin Avfoğullarına mensûbtur. Babası, Sâmit bin Kays bin Esrem bin Fihr, annesi, Kurret-ül-ayn binti Ubâde binti Nadle binti Mâlik bin Aclân’dır. İsmi Ubâde bin Sâmit bin Kays bin Esrem bin Fihr bin Sa’lebe bin Ganem bin Sâlim bin Avf bin Amr bin Avf bin Hazrec’dir. Medine’de (m. 583) senesinde doğup, Filistin’de 34 (m. 654) senesinde vefât etti.
Ubâde bin Sâmit hazretleri, Bi’setin onbirinci senesi hac mevsiminde Mekke’ye gidip, müslüman olmakla şereflendi. Birinci Akabe biâtında, Resûlullah (s.a.v.) ile Mekke Panayırı’nda görüştü. Bu bîatta hazır bulunan oniki kişiden biri olup, tarihe geçen rivâyeti şöyledir: “Ben Birinci Akabe’de hazır bulunanlar içindeydim. Biz oniki kişi idik. Resûlullah (s.a.v.) ile kadınların bîati gibi bîat ettik. Bu bize harb farz kılınmasından önceydi. Şunun üzerine bîat ettik ki; Allahü teâlâya hiçbir şeyi ortak koşmayalım, hırsızlık etmiyelim, zina yapmayalım, çocuklarımızı öldürmeyelim, dillerimizle yalan söyleyerek iftira etmeyelim, herhangi bir iyilik hususunda ona âsi olmayalım.” Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu ki; “Eğer ahdinizde (sözünüzde) durursanız sizin için Cennet vardır. Eğer onlardan bir şeyi örtbas ederseniz sizin işiniz Allahü teâlâya aittir, dilerse azab eder, dilerse af eder.” Bi’setin onikinci senesi hac mevsiminde Mekke’de yapılan ikinci Akabe bîatinde de bulunan, Hazrec kabilesinin oniki temsilcisinden biridir. Biatte, “Yâ Resûlallah! Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınaması beni tutmamak, yolumdan alıkoymamak üzere, sana bîat ediyorum” buyurdu. Annesi de İslâmiyet ile şereflenip, çok kimsenin müslüman olmasına vesile oldu. Hicret-i Nebevîden sonra Mekke’den göç eden müslümanlardan Ebû Mersed ile kardeş oldu. Hz. Muhammed’in süt teyzesi Ümmü Hıram (r.anha) ile evlendi. Kabri Kıbrıs’ta olup, Türkler’in “Hala Sultan” dedikleri Ümmü Hıram ile Ubâde bin Sâmit’in nikâhını Resûlullah (s.a.v.) kıydı.
Hicret-i Nebevî’den sonra kurulan İslâm Devleti’nde önemli vazifeler aldı. Peygamber efendimizin katıldığı muharebelere katıldı. Eğitim, öğretim, ilmî, adlî, idari, siyâsî ve askerî sahalarda vazife aldı. Hicretin ikinci senesinde Peygamberimizin (s.a.v.) kumandasında İslâm ordusunda bulunarak Eshâb-ı Bedir’den oldu. Yine üçüncü senede Uhud gazvesine, Benî Kureyza’nın Medine’den kovulmasına sebep olan gazveye de katıldı. Beşinci yılda meydana gelen gazvelerden sonra Ubâde bin Sâmit (r.a.) Hudeybiye barışında da bulundu. Hz. Ubâde İbni Sâmit, Huneyn Muharebesine de katılarak, büyük yararlıklar gösterdi. Ubâde bin Sâmit (r.a.) Tebük gazvesine de bedenen ve mâlen katıldı ve Resûl-i Ekrem’in Veda Haccı’nda bulunmak şerefine nâil oldu. Hicrî ondördüncü yıldan itibaren Hz. Ömer’in hilâfeti sırasında Suriye’deki seferlerde bulunduktan sonra, Mısır’a geçerek Mısır’ın fethine de katıldı. Amr İbnü’l-Âs (r.a.) Mısır harekâtında Hz. Ömer’den yardım istedi O, Amr İbni’l-Âs’a her biri bin kişiye bedel dört kişi gönderdi. Bunların içinde Ubâde bin Sâmit (r.a.) de bulunuyordu. Orada çok önemli vazifelerde bulunarak, Mısır’ın fethinin tamamlanmasında büyük rolü geçti. Hz. Ömer’in hilâfeti zamanında Filistin ve Humus eyâletlerinin valiliklerinde bulundu. Üstün idarecilik vasıflarına sahip bulunduğundan ahaliye, devlete çok güzel hizmeti geçti. Hz. Osman’ın hilâfeti zamanında Şam taraflarına gidip, Kudüs, Remle ve Filistin’i ziyâret etti.
Ubâde bin Sâmit (r.a.), Eshâb-ı kirâmın en faziletlilerinden biri idi. Peygamber efendimiz zamanında Kur’ân-ı kerîmi tamamen ezberlemiş, ayrıca bir de Kur’ân-ı kerîm yazmıştı.
Asr-ı Se’âdette, Eshâb-ı Suffa’ya hocalık yaparak birçoklarına okuma-yazma, Kur’ân-ı kerîm ve dîni ilimler öğretmiştir. Bu hizmetlerinden dolayı, Eshâb-ı Suffa’dan bazıları hediyeler göndermişti. Resûl-i Ekrem bunu duyunca, Hz. Ubâde’ye onu kabul etmemesini buyurdu.
Ubâde (r.a.), hadîs ilminde de çok derin âlim idi. Hadîs ilminin kurucularından sayılan Hz. Ubâde, duyduğu hadîsleri son derece dikkat ve itinâ ile naklederdi. Hadîs nakletmelerine, “Bizzat Resûl-i ekremden dinledim”, “Resûl-i ekremden duyduğuma şehâdet ederim.” sözleriyle başlardı. Bulunduğu ilim meclislerinde hadîs-i şerîf nakl ederdi ve bu meclislerde Hıristiyanlar da bulunurdu. Yüzseksenbir hadîs-i şerîf rivâyet etti. Ubâde bin Sâmit (r.a.) aynı zamanda büyük bir fıkıh âlimi olup, Fukahâ-yı Sahâbe’dendir. Fıkıhda herkes mercî olarak onu tanıyordu. Hz. Ubâde bin Sâmit, herkesin örnek aldığı, sağlam karakterli, doğru sözlü, ahlaken çok iyi niteliklere sahipti. Doğruyu söylemek hususunda hiç kimseden çekinmezdi. Emirlerin yüzüne karşı da doğru sözü söylerdi.
Ubâde bin Sâmit (r.a.) Peygamber efendimizden (s.a.v.) ilim ve irfan öğrenmiş, ondan çok istifade eden Sahâbîlerdendir. Her hususta çok dirayetli birisiydi. Hz. Osman devrinde büyük fitne ve fesadın çıkmasına, İslâm tarihi yönünden büyük olayların meydana gelmesine sebep olan Abdullah İbn-i Sebe yahûdisinin maksadım anlayan önemli bir zâtdır.
Ubâde’nin (r.a.), Resûl-i ekremden bizzat işittiği hadîs-i şerîflerden biri:
Birgün bir zât Peygamber efendimize gelerek sordu: “Yâ Resûlallah, amellerin en iyisi nedir?” Resûl-i ekrem (s.a.v.) cevâbında: “Allah’a îmân ile O’nu tasdik, O’nun yolunda cihaddır.” buyurdu. Bunu dinleyen zât, Yâ Resûlallah, daha ehveni yok mu? dedi. Resûlullah (s.a.v.) “O halde sabır ve iyilikseverlik.” buyurdu. “Yâ Resûlallah! Daha da kolayını istiyorum” deyince; Resûlullah (s.a.v.) “O halde, Allahü teâlâ sana ne kısmet etmiş ise ona râzı ol.” buyurdu.
Hz. Ubâde İbni Sâmit, 34 (m. 655) yılında yetmişiki yaşlarında iken Remle’de hastalandı. Vefatından kısa bir süre önce oğlu Velid bin Ubâde, babasının huzuruna gelerek şöyle dedi: “Babacığım bana vasiyette bulun.” Hz. Ubâde bin Sâmit şöyle buyurdu: “Oğlum! İmânın lezzetini tatmak, ilmin özü olan hakikate ulaşmak için, kaderin hayır ve şerrine inanmak lâzımdır.” dedi. Velid bin Ubâde: “Kaderin hayır ve şerrini nasıl anlayabilirim?” diye babasına sordu. Cevabında “Sana gelmeyenin sana isabet etmeyeceğine, sana isabet edenin muhakkak sana geleceğine inanırsın” dedi.
Buyurdu ki: “Cehennemin yedi kapısı vardır; üçü zenginler, üçü kadınlar, birisi de fakirler içindir.”
Talebelerinden Sanabic’in hastalığına üzülüp, ağladığını görünce:
“Ne ağlıyorsun, eğer mahşerde sana şehâdet etmeme ve şefaat etmeme müsâade edilirse, şehâdet ve şefaat ederim.” Bu Resûl-i ekremden nakledilen bir hadîstir. Size şimdi de Resûl-i ekremin (s.a.v.) diğer bir hadîs-i şerîfini rivâyet ediyorum: Resûl-i ekrem (s.a.v.) buyurdu ki: “Kim ki Allahtan başka tapacak bir ma’bûd bulunmadığına, Muhrımmed aleyhisselâmın, Resûlullah olduğuna şehâdet ederse, onun cesedi Cehenneme harâm olur.” buyurdu.
“Bir kul Allah rızası için bir kerre secde edince Cenâb-ı Hak muhakkak o secde sebebiyle o kimseye bir iyilik yazar. Yine secde sebebiyle bir günahını afv eder. Onu bir derece yükseltir. Ey Eshâbım! Çok secde ediniz.”
Resûlullah (s.a.v.) Ubâde bin Sâmit’i (r.a.) zekât tahsiline gönderdiği vakit: “Ey Velid’in babası, Allahtan kork, kıyâmet günü boynunda bağıran deve ile veya böğüren inek veya meleyen koyun ile mahşer yerine gelme” buyurduğu zaman Ubâde (r.a.): Böyle mi olacak yâ Resûlallah deyince: “Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, evet öyle olacaktır. Ancak Allahü teâlânın merhamet buyurdukları müstesnadır” buyurdular. Bunun üzerine: “Seni Hak Peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, ben de bundan böyle bu gibi işlere girmem” deyince: Resûlullah (s.a.v.) de: “Ben sizin benden sonra şirke döneceğinizden korkmam. Sizin için korktuğum mala meyl ve rağbet etmenizdir” buyurdular.
Birisi Ubâde bin Sâmit’e (r.a.) “Ben harb ederken Allahü teâlânın rızasını murad ettiğim gibi başkalarının beni övmesini de isterim” deyince “Sana bundan kâr yok” buyurdu. Adam üç kerre söyleyince, şu hadîs-i şerîfi okudu: “Allahü teâlâ buyuruyor ki; Ben ortalıktan müstagni olanların en müstagnisiyim. Kim ki benim için amel eder ve başkasını da bu amele katarsa, hissemi o ortağıma devr ederim.”
“Yapacağın işin sonunu düşün, salâh ve iyilik ise onu yap. Azgınlık ise ondan vaz geç.”
“Allahü teâlâya mülakatı (kavuşmayı) seveni Allah da sever. Allahü teâlâya mülakatı sevmeyeni Allah da sevmez” buyurunca, Eshâb-ı kirâm “Hepimiz ölümü kerih görürüz” deyince Resûl-i Ekrem (s.a.v.) “O, o demek değildir. Belki mü’mine Cennetteki yeri gösterildiği vakit ölümü sever. Allahü teâlâ da onu sever.”
“Allahü teâlâ, kullarına beş vakit namazı farz etmiştir. Eksiksiz olarak erkân ve âdabına riâyetle o namazları kılan kimseyi Allahü teâlânın Cennete koyacağına va’di vardır. İstenildiği gibi o namazları kılmayan kimseye Allahü teâlânın va’di yoktur. Dilerse ona azab eder, dilerse de afv eder.”
“Her hangi bir müslüman Allahü teâlâya secde ederse, Allahü teâlâ onun bir günâhını afv eder ve kendisini bir derece yükseltir.”
“Kurbanların en hayırlısı boynuzlu koçtur.”
“Allahü teâlâ buyuruyor: Benim için birbirini ziyâret edenler benim sevgimi kazanmıştır. Benim için sevişenler, benim sevgime mazhar olmuştur. Benim için verenler, benim sevgimi hak etmiştir. Benim için birbirine yardımda bulunanlar, benim sevgimi kazanmıştır.”
“Allahü teâlânın, senin aleyhinde hüküm ettiği hiç bir şeyde, O’nu töhmete kalkışma.”

3 Eylül 2014 Çarşamba


Havle binti Sa’lebe  (r.a.)


Havle binti Sa’lebe radıyallahu anhâ dînî hayatını samimiyetle yaşayan, inancından asla tâviz vermeyen bir hanım sahâbî!..
Kocası ile arasında geçen zıhar konusunda şikâyetini Allah ve Resûlüne duyurabilen, duâsı kabul olunan mutlu bir hanım!.. İman mevzuunda gösterdiği hassasiyet ile tanınan dînî ölçülere göre yaşama gayreti içerisinde olan bir hanımefendi!.. Hakkında Allah Teâlâ’nın Mücâdele Sûresinin ilk dört âyetini nâzil buyurduğu bir bahtiyar!.
O Medineli olup Hazrec kabîlesine mensuptur. Hicretten sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimize bey’at etti. Babası Sa’lebe İbni Esrem’dir. Amcasının oğlu Evs İbni Sâmit el-Ensâri ile evlendi. Rebî’ adında bir çocukları oldu.
Evs İbni Sâmit (r.a) tanınmış sahâbî Ubâde İbni Sâmit (r.a)’ın kardeşidir. Bedir ve Uhud’dan başka birçok gazvede bulunmuştur.
Havle binti Sa’lebe (r.anhâ) dînî konularda çok hassastı. İnancını hayata geçirmek için çalışırdı. Yaşlılık yıllarında kocası ile arasında bir hâdîse geçmişti. Haklarında Allah ve Rasûlünün hüküm vermesini bekledi. Kimseye durumunu açmadı. Kocasına karşı tavır aldı. Şikâyetini ancak Allah ve Resûlüne bildirdi. Sıkıntısına çözümü ancak Allah ve Resûlünün bulmasını istedi. Sızlanışı, ısrarı onun îmânî hassasiyetine en güzel örnekti. Başından geçen olayı kendisi şöyle nakletmektedir:
Evs İbni Sâmit hayli yaşlanmıştı. Ne dediğini, ne yaptığını bilemez bir hale gelmişti. Birgün canı sıkkın bir vaziyette iken, öfke ile bana: “Sen bana anamın sırtı gibi ol!” dedi. Daha sonra evden çıkıp gitti.
Bir müddet sonra pişman olarak eve döndü. Beraber olmak istedi Ben: “Hayır! Sen çok büyük lâf ettin. Sonu nereye varacak bilemiyorum.” dedim. Sonra Evs’e: “Sen Rasûlullah’a git ve yaptığın işten sor!” dedim. O da: “Ben bunu Rasûlullah’tan sormaya utanırım. Git bunu Allah Rasûlüne sen danış.” dedi.
Bu ifadeler Araplar arasında boş olmayı gerektiren bir söz olarak kabul edilmekteydi. Cahiliye devrinin bu boşama şeklinin İslâm’da da geçerli olabileceği ihtimalini dikkate alan Havle binti Sa’lebe (r.anhâ) haklarında Allah ve Resûlü bir hüküm verinceye kadar bir araya gelemiyeceklerini kocasına söyledi. Daha sonra Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimizin huzuruna gitti. Hâne-i saâdete vardı. Hz. Aişe annemizin evinde buldu. İzin alarak huzura girdi ve olup biteni açık ifadelerle şöyle anlattı:
“Yâ Rasûlallah! Bildiğiniz gibi kocam Evs çocuklarımın babası, amcamın oğlu. Aşırı yaşlılıktan dolayı biraz geçimsiz ve dengesiz bir halde çok ağır bir kelime konuştu. “Sen bana anamın sırtı gibisin.” dedi. Talaktan söz açmadı ama bu şekilde söyledi diye halini arzetti. Rasûlullah (s.a) Efendimizin yanından ayrılmadı. Devamlı duâ ve tazarrû halinde: “Yâ Rabbi! Halimi sen biliyorsun. Bize bir kurtuluş yolu lutfeyle!..” diye sızlanmaya başladı.
Hz. Aişe (r.anhâ) annemiz Havle (r.anhâ)’nın bu durumuna çok üzüldü. Onun acısını paylaşmak üzere birlikte gözyaşı döküp duâ ettiler. Hüzün her taraflarını kaplamış iken birden Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimizin halinin değiştiğine şâhit oldular. İki Cihan Güneşi Efendimiz’in yüzünde vahiy sırasında görülen alâmetler görülmeye başlandı. Hz. Aişe (r.anhâ) bu hâli görünce:
– “Ya Havle! Allah bilir ya, vahiy geliyor muhakkak. O da olsa olsa senin hakkında olabilir.” diyerek teselli etmeye çalıştı. Havle (r.anhâ) duâya devam ediyor ve: “Ya Allah hayırlı olanı lutfet. Zira ben, Peygamberinden ancak hayır istedim.” diye gözyaşı akıtıyordu.
Bir müddet sonra İki Cihan Güneşi Efendimiz kendisine geldi. Vahiy hali geçmişti. Etrafına nur saçan tebessümleriyle gülümsemeye başladı ve: “Ya Havle! Allah senin ve onun hakkında âyet indirdi.” buyurdu. Nâzil olan âyet-i kerîmeleri okudu. Kalblerdeki hüzün, sürûra dönüştü.  Sıkıntılı, üzüntülü hava dağıldı. Neşeli, sevinçli sıcak bir ortam oluştu. İnen âyetlerin meâli şöyle idi:
“Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir. Allah sizin konuşmanızı işitir. Çünkü Allah işitendir, bilendir.
İçinizden zıhar yapanların kadınları, onların anaları değildir. Onların anaları ancak kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar çirkin bir laf ve yalan söylüyorlar. Kuşkusuz Allah, affedicidir, bağışlayıcıdır.
Kadınlardan zıhar ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin karılarıyla temas etmeden önce bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir. Size öğütlenen budur. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır.
Buna imkan bulamayan kimse, hanımıyla temas etmeden önce ardarda iki ay oruç tutar. Bunada gücü yetmeyen altmış fakiri doyurur. Bu hafifletme, Allah’a ve Resûlüne inanmanızdan dolayıdır. Bunlar Allah’ın hükümleridir. Kâfirler için acı bir azap vardır.
Allah’a ve Resûlüne karşı gelenler, kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılacaklardır. Biz apaçık âyetler indirmişizdir. Kâfirler için küçük düşürücü bir azap vardır.
O gün Allah onların hepsini diriltecek ve yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah onları bir bir saymıştır. Onlar ise unutmuşlardır. Allah her şeye şâhittir. (Mücâdele Sûresi: 1-6)
Allah Teâlâ nâzil buyurduğu bu âyet-i celîleler ile o eski geleneğin yanlış bir zandan ibaret olduğunu, böyle sözlerle kadının, kocasının anası olamayacağını bildirdi.
Ancak, böyle bir söz söyleyene de fakirlerin lehine olmak üzere bir ceza koydu. Konan cezaları üç gurup halinde duyurdu. Herkesin imkânı, gücü nisbetinde bu üç cezadan birini yerine getirmesini dînî bir vazîfe saydı. Günâha düşen kulun ancak bu şekilde affedileceğini açıkladı.
Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz ilâhî mesaj yüklü bu âyet-i kerîmeleri okuduktan sonra Havle (r.anhâ)’ya hitaben:
– “Ona söyle de bir köle azâd etsin” buyurdu. Havle:
– “Hangi köleyi Ya Rasûlallah! Allah’a yemin ederim ki onun azâd edecek bir şeyi yok.” dedi. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz:
– “O zaman peşipeşine iki ay oruç tutsun.” buyurdu. Havle:
– “Vallahi o çok yaşlıdır. Buna da gücü yetmez.” dedi. Efendimiz:
– “O halde altmış yoksulu doyursun.” buyurdu. Havle:
– “Ya Rasûlallah! Onda bu imkân da yok.” dedi. Bunun üzerine Rahmet Peygamberi Efendimiz:
– “Biz sana bir ağacın verdiği kadar, bir sepet hurma vereceğiz.” buyurdu. Havle binti Sa’lebe de:
– “Ben de o kadar hurma ilâve edeceğim ve dağıtacağım.” dedi. Efendimiz Havle’nin bu sözünden memnun oldu ve:
– “Git ona ver dağıtsın. Amca oğlunun, kocanın iyiliği için çalış.” buyurdu.
Ne hassasiyet!.. Ne muhabbet!.. Ne îmânî aşk!.. Ne samîmî davranış!.. Ne güzel örnek!.. Allah ve Rasûlü katında değerini, kıymetini bilmek!.. Hayatı dînî ölçülere riâyet ederek devam ettirmek!.. Karı-koca arasında da olsa, harama düşmemek için gayret etmek!.. Muhabbet ve nezâket içerisinde hayat sürmek!.. Allahım bizlere de böyle nezâket ve incelik dolu hayat nasîb et!..
Havle binti Sa’lebe (r.anhâ)’ya bütün sahâbîler hürmet ederdi. Hakkında nâzil olan âyetler onun Allah katındaki değerini ilân etmişti. Bu sebeble ona karşı hizmet ve hürmette kusur etmezlerdi. Hz. Ömer (r.a)’ın devrinde geçen şu hâdise bunun en açık örneği idi.
Hz. Ömer (r.a) halifeliği döneminde ashâb-ı kiramdan Abdülkays kabîlesinin reisi Cârûd İbni Mualla ile birlikte yolda giderken Havle binti Sa’lebe (r.anhâ)’ya rastladı. Artık o yaşlanmıştı. Ona selam verdi. Havle (r.anhâ) selâmı aldı ve Hz. Ömer’e şu nasîhatta bulundu:
“Biz seni bir hayli zaman “Ömercik” diye bilirdik. Sonra büyüdün “delikanlı Ömer” oldun. Daha sonra da sana “Mü’minlerin emiri Ömer” dedik. Allah’tan kork ve insanların işleriyle ilgilen. Zira Allah’ın azabından korkan kimseye uzaklar yakın olur. Ölümden korkan, fırsatı kaçırmaktan da korkar.” dedi.
Bu sözlerden duygulanan Hz. Ömer (r.a)’ın gözlerinden yaş akmağa başladı. Arkadaşı Cârûd bu duruma üzüldü. Nasıl olur da bir kadın halîfeye bu sözlerle hitab edebilirdi? Onun halifeyi üzmesine ve yolda bekletmesine gönlü râzı gelmedi. Koca halîfeye karşı böyle rahat hareket etmesine sabredemedi. Öfkeli bir şekilde tanımadığı hanıma Havle binti Sa’lebe (r.anhâ)’ya dönerek:
– “Be kadın! Mü’minlerin Emîri’ni rahatsız ettin. Yolda beklettin.” diye çıkıştı. Hz. Ömer (r.a) ise arkadaşına o hanımın nasîhatlarından memnun olduğunu bildirdi. Hatta onun konuşmasını istercesine:
– “Bırak onu, istediğini söylesin! Sen bu kadının kim olduğunu biliyor musun?” dedi. Cârûd da: “Hayır, tanımıyorum.” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) arkadaşı Cârûd’a o hanımı şöyle tanıttı:
– “Bu, şikâyetini Allah Teâlâ’nın arş-ı a’lâdan duyup değer verdiği Havle’dir. Vallahi beni geceye kadar burada tutmak istese, namazdan başka bir şey için kendisini bırakıp gitmezdim. Namazımı kılıp gelir yine onu dinlerdim.” dedi. Onun Allah katındaki değerini bu şekilde bildirdi. Kendisinin de Allah’a teslim olma konusundaki güzel hâlini, tevazûsunu bu sözleriyle göstermiş oldu. Allah’ın yedi kat göklerin ötesinden sesini duyduğu bu hanıma Ömer’in daha fazla kulak vermesi gerektiğini belirtti.
Ne yüce îmânî hassasiyet bu!.. Ne kadirşinaslık bu!.. Ne güzel örnek kardeşlik bu!.. Mü’min kardeşine ne değer veriş bu!..
Cenâb-ı Hak cümlemize Havle binti Sa’lebe (r.anhâ) gibi imânî hassasiyete sâhib olabilmeyi, şikâyetimizi Allah’a duyurabilmeyi ve şefaatine erebilmeyi nasîb eylesin. Amin.
  
BAKARA SÜRESİ 221 AYETE  bununla birlikte iman etmedikçe müşrik bir kadın sizi imrendirse bile mümin bir cariye kesinlikle ondan daha hayırlıdır müşrik erkekleri de iman edinceye kadar  (kadınlarınızla )nikahlamayın bir müşrik size hoş görünse bile mümin bir köle elbete ondan daha hayırlıdır onlar sizi ateşe davet ederler ALLAH ise izniyle cennete ve mağfirete davet ediyor da ayetlerini insanlara açıklıyor gereki hatırda tutarlar
bakara süresi ayete 219 sana şarap ve kumardan soruyorlar deki bu ikisinide büyük bir günah bir de insanlara bazı faydaları vardır fakat günahları faydalarından daha büyüktür yine sana neyi infak edeceksini soruyorlar  de ki zorunlu giderlerinizden fazlasını  ALLAH düşünesiniz diye ayetlerini size böyle açıklıyor 220 dünya ve ahiret hakkında birde sana yetimlerden soruyorlar de ki onlar hakında ara buluculuk yapmak karışmamaktan daha hayırlıdır kendilerine karışırsanız onlar kardeşlerinizdir ALLAH iyleştirip düzelteni bozup zarar ziyan verenden ayırır eger allah dileseydi sizi mutlaka zora sokardı şüpesiz ki ALLAH herşeye gücü yetendir yaptığını sağlam yapan ve yaptığından bir hikmet bulunandır
216 AYETE ALLAH az ve cele şöyle buyuruyor . SAVAŞ size farz kılındı gerçi osize hoş gelmez fakat olurki siz birşeyden hoşlanmazsanız oysa o hakınızda bir hayırdır olurki bir şeyi seversiniz oysa o hakınızda kötülüktür siz bilmezken ALLAH bilir
217 sana o saygın gösterilmesi gereken aydan  ve ondan savaşmaktan soruyorlar  de ki ondaki savaş büyük bir günahtır  bununla birlikte  ALLAH  yolundan alı koymak onu inkar etmek  mescidi harama gitmeyi engelemek onun çevresinde yaşıyanları oradan çıkarmak  ALLAH katında daha büyük tür fitne öldürmekten daha büyüktür onlara güçler yeterse sizin dininden döner ve kafir olarak can verirse artık onların bütün amelleri dünya ve ahiret heder olmuştur artık onlar cehennemliktirler hep orada sonsuz kalırlar 
218 şüphesiz iman edenler ALLAH yolunda hiciret edip cihat edenler muhakka bunlar ALLAH ın rahmetini umarlar ALLAH çokca bagışlayandır çok ca acıyandır