Eshâb-ı Suffa’dan olan Sevban (r.a.), Resûl-i ekremden sonraki, ilim fazilet ve fetva sahibi kimseler arasında sayılmaktadır. Geniş bir ders halkası ve talebeleri vardı. Ma’dan bin Talha, Raşid bin Saad, Cüheyz bin Nadir, Abdurrahman bin Ganem, Ebû İdris Havlânî onun derslerinden istifade edenlerin başlıcalarındandır. Hz. Sevban, Resûl-i ekreme, hizmet ve ta’zîmde öyle bir derecede idi ki, müslümanlar bunu kelimelerle izah etmekte aciz kalırlardı. Resûl-i ekreme (s.a.v.) olan bu sevgi ve bağlılığından dolayı defalarca zarar görmüş hatta yaralanmıştı. Bir gün bir yahudi gelerek, Resûl-i ekreme “Esselâmü Aleyke Yâ Muhammed!” demişti. Orada bulunan Hz. Sevban, Niçin “Yâ Resûlallah!” demedi diye Yahudiyle döğüşmüş ve yaralanmıştı. Hz. Sevban, “Peygamberimizin, kuru kuru ismini söylemeyi günâh kabul ederim.” derdi.
Peygambere hürmet ve ta’zîm, müslümanlar üzerine çok dikkat etmeleri gereken bir vazifedir. Hz. Sevban, Resûl-i ekremin (s.a.v.) daha önceleri satın alınan kölesi olduğu için değil, Resûlullah olduğu için O’na hürmet ederdi. Nitekim bir gün Hz. Sevban, Resûl-i ekremin yüzüne öyle bir baktı ki, onun bu bakışını gören Hz. Peygamber, hemen Hz. Sevban’a hitaben: “Yâ Sevban, nedir bu hâlin? Bir yerin mi ağrıyor, yoksa sana bir hastalık mı ârız oldu?” buyurarak durumunu sordu. Hz. Sevban da: “Anam babam sana fedâ olsun Yâ Resûlallah. Hiç bir yerim ağrımıyor, hiç hastalığım yoktur. Siz, Makâm-ı mahmûd sahibisiniz. Mertebe-i nübüvvetiniz pek âlîdir. Ben Cennete girsem, kullar arasında olacağım için sizin sohbetinizde bulunamayacağım. Eğer giremezsem, sizi ebediyyen görmekten mahrum olacağım. İşte bu korku beni perişan etti.” meâlinde cevap verdi. Bunun üzerine Nisâ sûresinin 69-70. âyet-i kerîmeleri nâzil oldu. “Allahü teâlâ ve Peygamberlere itaat edenler, işte bunlar, Allahü teâlâ’nın kendilerine nimet verdiği Peygamberlerle, sıddîklarla, şehîdlerle ve iyi kimselerle beraberdir. Bunlarsa ne güzel birer arkadaş!”
KAYNAKLAR
|
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder